31 Aralık 2010 Cuma

Kamondo Merdivenlerinde


“Benden alıp götürdüğün şeylerin peşine düştüm, herkes beni senin peşindeyim sandı.”

Kendimi, terk edilmiş evler gibi hissediyorum. Pencereleri uzun zamandır açılmayan, içinde hiç ses olmayan, bahçesindeki yeşillerin hepsi sarıya dönmüş evler gibi. Yakama bir ilikli iğne ile tutturduğum zamanı, senin gittiğin gece çıkarıp attım; zamanını hiç tutturamadığımız özlemelerin çok geride kaldığı ilk basamaktayım şimdi.
Artık kendini aklayamayan, gerçeği kimseden saklayamayan yanlarımı, üstündeki kumları silkeleyen kargalar gibi dibime dibime düşürürken, bu merdivenin inilen yerinde mi yoksa çıkılan yerinde mi durduğumu bilmiyorum şu an.
Gecenin bir yarısı senin lacivert gözlerini aklıma dikip bana sorduğun soru, bizi başka hayatlara götürecek kapıların kilidini çözdü. Cevabın iyisi, sorunun iyisinden gelirmiş; oyunlara bile hep en zor basamaktan başlamayı seven sen, doğru soruyu değil, en zor soruyu arayıp buldun benim için.
Bense, aklımdaki tilkileri senin üstüne değil, bu şehrin sokaklarına saldım. Bana baktığında hep güzel renkleri gör diye, kuşkularımın içindeki griyi bu şehrin caddelerine sardım. Deliliğin üstüme yürüdüğünde, sana bir şey olmasın diye ben en gidilmedik yerlerine yürüyüp bu şehri üzdüm.


Oysa sen bana sırtını döndüğünde, bu şehir bana sırtını açtı; sen öfkeni giyindikçe o önümde soyundu. Sen benden aldın, o hep verdi. Sen ne kadar sakladınsa, o hep en fazlasını gösterdi.

‘Kalbini koyduğu taşların dengesi bozulduğunda bir adam bir şehre aşık olur’ demişti biri ben daha bu merdivenin çok uzağındayken.
Seni bu şehirle aldattım, doğru. Onun koynunda yattım geceleri. Boynundaki kız kulesini, herkesi kendine aşık etsin ama en çok beni sevsin diye ona ben taktım. Efsaneler senin yüzünden silindiğinde, sabahlara kadar hep onun yüzüne baktım. Senin için solduran bir adamdım, oysa o erguvanlar açtı benim için.
Merdivenin orta yerindeyim. Şimdi bu şehir senden beklediğim soruyu soruyor bana. Cevabı kolay; insem de ona, çıksam da ona varacağım.
Ama bir yere gittiğim yok; burada durup, bu merdivenin her yerinden, her basamağından ona bakacağım, ona neden aşık olduğumu hep aklımda tutacağım...

Bumerdivensana benziyor aşkım; duruşu, en hazırlıksız anımda beni kendimden alışı, nereye gitsem de aklımda kalışı, söylermiş gibi yapıp sırlarını ustaca saklayışı, kollarını herkese açıp sadece beni kucaklayışı...
Çektiğim fotoğrafların bazılarında gözleri kapalı çıkmış merdivenin; olup bitenlere gözünü kapattığı zamanlar belki onlar.
Fotoğraflar : Özgür ÇAKIR
Yazı : Emine CİVANOĞLU

30 Aralık 2010 Perşembe

Öküz’lemeler

‘ŞAİR OLMAK..’

‘ben şair değilim.. olsa olsa , bir parça , iş işten geçti ama ‘etikçi’ olmak isterdim.. ahlak diye çevirmek yanlış.. hiç alakası yok.. etik , türkiye’de özellikle yarı belden aşağı olarak anlaşılıyor.. şimdiye kadar başımın derde girmeyişi şundan ileri geldi : ben parçalı söylerim.. şöyle bir hikaye duydum.. kenan evren’e postadan büyük bir yağlıboya resim geliyor.. bir orospu.. allah allah kim göndermiş olabilir diyor.. bir hafta sonra aynı biçimde kocaman bir tablo daha geliyor.. bir çocuk resmi.. bir hafta , on gün sonra aynı adamın yaptığı bir tablo daha.. bir yangın resmi.. yanındaki adamlara soruyor : bunun anlamı nedir.. söyleyemeyiz efendim falan diyorlar.. yahu söyleyin , diye sıkıştırınca , ‘……. çocuğu yaktın bizi’ diyorlar..’


‘ŞİİR VE İKTİDAR..’

‘tarihte , her peygamber ‘iktidar’a geçinceye dek , şairleri över , övmüştür ; ama doruğa çıkınca , çıkılınca şairlere veryansın edilir , edilmiştir hep.. devrimci bir iktidarın olup olmayacağı tartışılır çok , yeryüzünde.. ‘iktidar’ kavramı zaten devrim kavramıyla çelişir denir özde.. nedense bu iki kavramın da anlamlarının değiştirilmesi düşünülmüyor.. düşünmüyorlar.. derisi yüzülerek öldürülen şairler.. eklemleri kırılarak kazanda kaynatılan şairler.. boğdurulan şairler.. giyotinle boyunları kesilen şairler.. götünden kurşuna dizdirilen şairler.. ne yapalım , hem şair , hem düşünce , hem zaman , sürgünde olacaktır.. atından inmeden sevişmeye alışmalısın.. bir yazıda freud’un bir sözünü de anmıştım : ‘mülkiyete ilişkin kötülükler , mülkiyet kalkınca kalkacaktır , ama öteki kötülükler kalacaktır..’ yazı yayınlanınca , o haftalık gazeteye baktım , freud’un bu tümcesi çıkarılmış , bununla da yetinilmemiş , yazının dörtte üçü de..’


Öküz’lemeler’ , ECE AYHAN , Sel Yayıncılık Geceyarısı Kitapları , Mart 2004..

Üzgün Olmaktansa Öfkeli Olmayı Yeğlerim



‘dünyayı , bu acımasız ayrımı izleyerek algılayan biri için , artık normal , masum , doğal olan hiçbir şey yoktur.. her küçük ayrıntı ‘yanlış hayat’a dayandırıldığından , kuşkuludur.. kişi , hoşuna giden , beğendiği şeyler konusunda , iki kat dikkatli olmak ve daha fazla kuşkulanmak zorundadır.. adorno , sakatlanmış yaşamdan yansımalar’ında şunları yazar : ‘artık zararsız olan hiçbir şey yoktur.. çiçeklerin üzerine düşen şiddet gölgesi görülmediği anda , bahar dalı bile yalana dönüşür ; ‘ne kadar hoş’ gibi masum bir ünlem bile mide bulandıracak kadar nahoş bir varoluşun mazereti olur.. artık güzellik ve avuntu yoktur – korkunç olanı gören , ona dayanabilen ve olumsuzluğun avuntusuz bilinci içinde yine de daha iyi bir dünya olasılığına bağlı kalan bakıştan başka..’

‘ulrike meinhof’un da bu melankoliyi iyi tanıdığına ilişkin işaretler var.. ulrike’nin , sık sık bir saniyeden diğerine şiddetli bir depresyonun içine düştüğünü anımsayan ruth waltz , bir defasında ulrike’nin eve geldiğini , mevsimlerden ilkbahar olduğu için güneşin odayı iyice aydınlattığını , masanın üzerinde içinde laleler olan bir vazo durduğunu , bu görüntü karşısında ‘çok melankolikleşen’ ulrike’nin şöyle dediğini anlatmıştır : ‘ne kadar güzel.. ne kadar aydınlık.. insan neden hep böyle yaşayamıyor..’
Alois Prinz..


‘beyninizin infilak edeceğini , (kafanızın parçalanacağını , patlayacağını) , omuriliğinizin beyninize sokulduğunu hissedersiniz..
ruhunuzu da dışarı itiyormuşsunuz hissine bir türlü engel olmazsınız..
hücreniz hareket ediyormuş gibi gelir size.. uyanırsınız , gözünüzü açtığınız gibi hareket etmeye başlayan hücre , öğleden sonra güneş girdiğinde aniden durur.. hareket hissinden bir türlü kurtulamazsınız..
herhangi bir sübapı olmayan çılgın bir saldırganlık.. en kötüsü bu.. sağ kalma şansınızın olmadığını bilmeniz..’
Ulrike Meinhof (Mektupları , Tecrit Hücresinde Yaşadıklarından..)


‘üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim..’
‘ya sorunun bir parçasısın ya da çözümün.. ikisinin arası yok..’
Ulrike Meinhof


‘Ulrike Meinhof – Üzgün Olmaktansa Öfkeli Olmayı Yeğlerim’ – ALOIS PRINZ , VERSUS Yayınları , Çeviri : SÜHEYLA KAYA , Kasım 2008..

29 Aralık 2010 Çarşamba

Charles Bukowski

Tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak…Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin… Sokağa fırlayacaksın…Sokaklar da dar gelecek…Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi… Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü…Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan …da kaybolacak kadar küçüleceksin.. Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan…”Önemli olan sağlık.”

“Yaşamak güzel.” “Boş ver, her şey unutulur.”Sen hiçbirini duymayacaksın… Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin… Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin…

Hep ondan bahsetmek isteyeceksin…”Ölüme çare bulundu” ya da “Yarın kıyamet kopacakmış” deseler başını kaldırıp Ne dedin?” diye sormayacaksın… Yalnız kalmak isteyeceksin…Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak… İkisi de yetmeyecek…

Geçmişi düşüneceksin… Neredeyse dakika dakika… Ama kötüleri atlayarak… Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin… Gittiğin yerlere gitmek… Bu sana hiç iyi gelmeyecek…Ama bile bile yapacaksın… Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın… Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin… Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin….Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin… Herkesi ona benzetip… Kimseyi onun yerine koyamayacaksın…Hiçbir şey oyalamayacak seni…İlaçlara sığınacaksın… Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan. Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren… Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek…

Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin… Uyumak zor, uyanmak kolay olacak… Sabahı iple çekeceksin…Bazen de “Hiç güneş doğmasa” diyeceksin…Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler… Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin…Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin.

Nafile…Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin… Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin… Telefonun çalmasını bekleyeceksin… Aramayacağını bile bile…Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek…Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla… Yüreğin burkulacak…Canın yanacak…Bir daha sevmemeye yemin edeceksin… Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden…Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın…

Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret edeceksin… Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin…Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek… Ama bir umut…Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu…Bu umut seni gitmekten alıkoyacak… Gelgitler içinde yaşayacaksın…Buna yaşamak denirse…

Razı mısın bütün bunlara…? Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye…? O halde aşık olabilirsin …

28 Aralık 2010 Salı

Manolya


Manolya..
-çengelköylü ilya çarligis’e
ve mıgırdiç margosyan’a-

kaçak yolcularısınız sanki hayatın
beklediğiniz hep yanlış durak
işler kesat bir agora indiğiniz
hangi kapıyı çalsanız üç günlük misafir karşılaması
oysa yerleşik sevdalara göredir insan
göğsünüzde kutsanmış bir ülke gibi duran
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
limonlu çay kokusuyla serinletir anıları
miras kalmış acılar eşyaların yüzünde
yüzünüzde kıta kıta ayrılık
din din ayrımcılık perçinlenmiş öfkenizde
yine de bir vaftiz gibi hatırınızda kalan
şaraplı pazar günlerinin fısıltısı
kendi dilini konuş kendi dinini yaşa
ama hayat kocaman bembeyaz bir manolya
her dilde aynı kokar
ve kapatır kendini her dinin akşamında
hala yağmalanıyorsa yarınlarınız
susmak günah çıkaran bir inanç gibi
anlatmalı kendi öğretisini
değerini bulsun diye bu bin renkli mozaik
geleceği kurtarmalı geçmişi yargılayan
yüreğiniz kocaman bembeyaz bir manolya
düşmanca mı susar dostça mı bakarsınız
gözlerinizin rengine karışamam..
NİLAY ÖZER
(Zamana Dağılan Nar)

BAB’AZİZ , ‘RUHUNU TEFEKKÜR EDEN PRENS..’



BAB’AZİZ , ‘RUHUNU TEFEKKÜR EDEN PRENS..’

‘sevinçli olduğumuz zaman ikimizin birleştiği zamandır.. sen ve ben iki ayrı biçim ama tek bir ruh , sen ve ben..’ – BAB’AZİZ

‘ruhunla süpür sevgilinin kapısının önünü.. ancak o aman onun aşkı olursun..’ – BAB’AZİZ

‘bu dünyadaki insanlar mum ateşi önündeki üç kelebek gibidir.. ilki ateşe yaklaşmış ve demiş ki : ben aşkı biliyorum.. ikincisi ateşe yavaşça kanadıyla dokunmuş ve demiş ki : aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim.. üçüncüsü kendini ateşin ortasına atarak yanarak kül olmuş.. gerçek aşkı işte sadece o kelebek bilir..’ – BAB’AZİZ

‘ölümden kesinlikle çok korkarız.. anne karnında karanlıktaki bebeğe denseydi ki : dışarıda aydınlık bir dünya var , yüksek dağlarla dolu , büyük denizleri olan , dalgalanan düzlükleri olan , çiçekleri açmış güzel bahçeleri olan , dereleri olan , yıldızlarla dolu bir gökyüzü ve alevli güneşi olan ve sen bu mucizelerle yüzleşmek yerine karanlıkla çevrilmiş oturuyorsun.. doğmamış çocuk bu mucizeler hakkında hiçbir şey bilmediği için hiçbirine inanmayacaktır tıpkı bizim ölümü beklediğimiz gibi.. işte bu yüzden ölümden korkarız..’ – BAB’AZİZ


‘ölüm nasıl olur da başlangıcı olmayan bir şeyin sonu olur..’ – BAB’AZİZ

‘dünyadaki ruhlar kadar , tanrıya giden yol vardır..’ – BAB’AZİZ

‘sanki suyla temaşa halinde görünmektedir ve suda gördüğü , kendi görüntüsü değildir.. çünkü sadece aşık olmayanlar , kendi yansımalarını görürler..’ – BAB’AZİZ

‘yürümek kafidir sadece yürü.. davet edilenler yollarını bulacaktır..’ – BAB’AZİZ

‘herkes yolunu bulmak için en değerli hediyesini kullanır ; senin için sesindir , şarkı söyle oğlum yol sana görünecektir..’ – BAB’AZİZ

İSHTAR ve BAB’AZİZ arasındaki bir replik :

İSHTAR : ‘BAB’AZİZ ya kaybolursan?’
BAB’AZİZ : ‘ben yolumu bulurum, inancı olanlar asla kaybolmazlar, barış içinde olan kişi asla yolunu kaybetmez..’

(aylakadam)

TEZER ÖZLÜ - KALANLAR



‘yaşamımın annemin ve babamın yaşamıyla bir ilintisi olmadığını düşünüyorum.. bir ana ve babadan olma değilim.. bir yaban otu gibi anadolu yaylasında bittim.. doğumum bile bir kökünden kopma idi.. köklerimi hiç aramadım.. içerisinde severek yaşayabileceğim arka dünyalardan kopma köklerim olabilirdi.. annem ve babam gibi , tüm kentler , ülkeler , günler , geceler , her gökyüzü de yabancı kaldı bana.. insanlara daha fazla yaklaştıkça bu saydıklarımdan daha fazla uzaklaşıyorum.. gökyüzünden , onun ışıklarından , gün batımlarından , karanlıklardan ve bulutlardan , kendi çıktığım karanlığa ulaşıncaya kadar onlardan uzaklaşacağım..

..

yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım.. çıldırmanın beni ne kadar ilgilendirdiğini biliyorum , bu yüzden onu kendi kafamda ve beynimde yaşamaya kalktım.. akıl ve çılgınlık arasındaki ufak , yıldırım hızına sahip atlayışı sözcüklere nasıl anlatabilirim..

beyin , düşünce kendini özgürleştiriyor , fırlıyor , bir roket gibi evrene , boşluğa , sonsuz boşluğa.. onunla birlikte gövde de.. ya da gövde kalıyor da , düşünce gövdeyi koparıp sonsuz boşluğa doğru uçmaya başlıyor.. acı veren bir şey bu.. çok acı veren.. ürküten.. hem de nasıl ürküten..

çılgınlığı bilmeden aklın sınırları son derece can sıkıcı.. kabul edilemez.. yetersiz..

..

otuz yaşım ile kırk yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım.. bu ikisinin ötesinde kalıp olup bitene seyirci oldum ve dünyayı kavradığımı sandım.. ilk kez gördüm denizlerini.. ilk kez güneşinin altına yattım.. gecelerinde dolaştım.. bir çocuk bile doğurdum , benim anneme yabancı olduğum gibi o da bana yabancı.. evet , dünyayı kavradığımı sandım..

..

kırık yaşındayım.. on yaşına kadar , çevremi , özellikle çevremdeki sessizliği kavramaya çalıştım.. bugün , gecenin bazı saatlerinde kitlenin anlamsız gürültüsü içinde boğuluyorum..

..

kendimi öldürmeye çalışıyorum.. özlemlerim kalmadı..

bıraktım..bıraktım.. hepsini kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım.. ve bana ölümsüzlerin sonsuz acıları kaldı..’

TEZER ÖZLÜ , ‘KALANLAR’..

YKY , Nisan 1995..

Aforizmalar

"Çağmızın en büyük acısının yaşamını yabancı ülkelerde kazanmak zorunda bırakılmışlık olduğunu görüyorum..."

"Kendimi kavrayamazsam,tüm varoluşum yitmiş demektir..."

"Sürekli gitmek istemek de,bir yerde,hiçbir yerde olmak istemek değil mi?"

"Nasılsa her gittiğin yerde kendinsin..."
Yaşlandıkça insanlarla aramdaki uçurum büyüyor.Arabalardaki,uçaklardaki,resmi dairelerdeki,otobüslerdeki,caddelerdeki insanlarla aramdaki uçurum..."
Yaşamımın en mutlu anlarında da aynı güçle acıyı duymadım mı.Ve acıların ötesinde bir beklenti vardı: Kendi dünyamın beklentisi..."

"Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle.Kendi kendini kurtaramayanı hiçkimse kurtaramaz..."

"Sen günlere birşeyler getirmedikçe, günler sana hiçbir şey getirmiyor..."

"Aynı dili konuşan iki kişi yok..!"

"Ben gökyüzünün altında, topraklarımın üzerinde olacağım. Toprakların dümdüz ve sonsuz ufku boyunca sürekli gideceğim..."

"Kurumlarınıza uyuyor gibi görünmem, onlara karşı direnmemi ancak böyle sağlayabileceğime inanmamdandır..."

"İnsan ilişkilerini değiştirmek için yaşıyorum. Hiçbir şeyin değişmeyeceği umutsuzluğuna kapıldığım kısa anlar kadar korkunç ve umutsuz anlar tanımıyorum..."

"Sevgiler geçer, sevgiler gelir..."

"Yalnız sağlıklı insan aklı ile yaşansaydı, değmezdi yaşamaya can sıkıcı olurdu. Tam aksine güzel olan dünyanın gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırması..."

"Her gidiş, her yolculuk, kendi 'benimin' bilinmeyenine doğru, bilmek için bir iniştir."

"Yaşam, belki de benim algıladığımdan daha acı..."

"İnsan kendi yaşamının her döneminde, hem genç, hem çocuk, hem yetişkin, hem yaşlı algılamıyor muydu?"

"Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi?"

"Hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok...
Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için."

"Her insan kendi sevgisini taşımıyor mu?"

"Alışılagelmiş ilişkilere karşı çıktığın an, insanı yadırgıyorlar..."

"Hep öyle değil mi. Sevgilerimizi, duyguların yükseliş ve alçalış dalgalanmalarını, kendi kendimize algıladığımız biçimde bir başka insana akıtmak istediğimizde tümüyle içimize hapsetmiyor muyuz. Kim karşılıyor sevgileri..."

"Her anı ölüdür..."

"Yaşamın sonu hiçbir zaman bana ırak gözükmedi..."

"Birisinin teniyle yanyana olmak, kendi var oluşumu unutmak mı?"

"Her var oluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu?"

"Zaman zaman kendimi tüm insanlıktan dah güçlü duyuyorum, ama kendimi anı anda çıplaklıklarından sıyrılmaya çalışan ağaçlar kadar da bırakılmış duyuyorum. Özellikle ben'in, ben'i bıraktığı anlarda. Ya da ikisi bütünleştiğinde..."

"Çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerek..."

"Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi..."

"Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar.

"Ya da Sevgiyi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar.Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı..."

"Sen tüm kentten daha yalnızdın. Okyanus gibi bir yalnızlık..."

"Ve bana geceler yetmiyor. Günler yetmiyor. İnsan olmak yetmiyor. Sözcükler, diller yetmiyor..."

Bazen


Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan

Güneş kucağındadır, bilemezsin.

Bir çocuk gözlerine bakar,

Arkan dönüktür.

Ciğerine kuruludur orkestra, duymazsın.

Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun,

Anlamazsın

Uçar gider, koşsan da tutamazsın…

William Shakespeare

27 Aralık 2010 Pazartesi

Yedi Deniz ve Acayip İnsanlara Dair

‘herkesi denizden anlar sanma.. asıl deniz ehli , hürmet sahibidir…. deniz ilmini iyi bilir öylesi , mevsimleri de.. aynı gökte yürüyüşünü de bilir , kalplerin kapısını açmayı da.. başladığı her işi bitirir.. iyilik yapar , adı iyi anılır her yerde.. hırstan uzak olur.. sen de bundan örnek al , kendini bil.. böylece her savaşı kazanırsın..

gitmeyen , gidenden öğrenmeli denizleri.. denizlerin iskender’i , pirimiz kemal reis , bütün bu denizleri dolaşmıştı vaktiyle.. insan sarrafı olmuştu zamanla.. onun için her işi tamama erdirirdi.. denizde bunca rahat olması , rahatlıkla gezmesi , bir bilene rastladığı zaman fikir danışmasındandı.. insanların bakmazdı parasına puluna.. ruhuna , asıl cevherlerine inerdi onların.. çünkü bir kişide cevher var ise , rast gider onun işi..

lafla denizci geçinir kimi ; böylelerinin gemisi batacak yer arar.. rotasını başkasına çizdirir , gidip uluorta bir limana yanaşır.. utanır bir bilene sormaya , bu yüzden de hep öyle cahil kalır.. cahilde utanç ne gerek ; kişi böyle geri kalır işte.. ama kendine sorarsan ‘ dünya da benim’ der ‘ahiret de..’ insan kendisi için ne düşünürse , başkası için de aynısını düşünür..

neyse , biz gelelim yine sözümüzün özüne.. bir limana girdiğin zaman , ilk iş , rotanı pusulaya al.. hangi taş neredeydi , bunları da bilmek gerek.. vardığın yere , unutursun sonra , bir nişan koy hemen.. en iyisi yazmaktır , onun için ben gördüğümü hep yazdım.. yaza çize nice denizler gezdim.. hani bir yere yeniden gitmem gerekse , bilirdim nere sığdır , nereleri mendirek..’

‘Yedi Deniz ve Acayip İnsanlara Dair’ , PİRİ REİS.. Yeniden Yazan ve Yayına Hazırlayan : FARUK DUMAN , Can Yayınları , Eylül 2005..


26 Aralık 2010 Pazar

BİR TELEFON GÖRÜŞMESİ


BİR TELEFON GÖRÜŞMESİ

-aklım kadar ötedeyim , sense benden beethoveen kadar uzakta

tebliğ ediliyoruz sanki susuzluğa ve uykusuzluğa , sahi saat kaç

-sahi sular vardı

sular bizi korkusuzca sularlardı karanlıkta ilahi taşları sever gibi

neden aradın beni , kaybolmadım ki

arama bir daha , ararsan kaybolursun korkularında

-ben kaybolursam sen sensizliğinden suçlu olursun , suçla avunursun

herkes çekildi

şimdi herkes yeniden çekilecek ve mavi bir şey kalacak ağzımda

- bana ağzını ver

ağzımla örteceğim içimdeki uçurumları , kimse düşmesin

kimse üşümesin diye örteceğim ağzını dudaklarımla

ceylanlar öldü mü martılar gömer çünkü onları uykulara

- bunlar nasıl kolay kelimeler , kolay sesler , kolay yalanlar ,

kolay trajediler

kolajı yarım bırakılmış , tasviri ertelenmiş ürpertiler

beni arama bir daha

- bir daha sen arama beni , beni arayacaksa polis arar sokaklarda

it arar , düş arar

keskin ve allahı olmayan bir cehennem arar kendimde bulacak olursa

bir kırık ilhan irem plağı ver bana

- hayır , asıl sen arama

aranan ve bulununca ortadan kaldırılacak bir acıyım ben

acıyan bir şeyim ağrının ortasında varlığından devasa

elimdeki plakların bir yüzü silinmiş , sadece çığlıklar var orada

- o zaman kimse aramasın bizi , seni de aramsınlar , beni de

ulaşamasınlar tedirgin saldırganlığımıza

içimdeki rüzgar kanıyor , kan rüzgardan değil efkardan akıyor ince ince

- telefonu kapatmak zorundayım , biri kapıyı çalıyor gecenin bu yarısında

belki birileri de binayı kuşattı , numarası silinmiş tüfekler var omuzlarında

- omuz dedin , omuzlarımı da aramsın kimse , oradan uyumuştun birkaç kere

delil bulurlar , deli bulurlar , bizi bulurlar belki omuzlarımda

-telefonu kapatmak zorundayım , biri kapıyı kırdı bana usul usul yaklaşmakta

belki birileri de yüzümü kuşattı , evin her yeri baştan aşağı sancımakta

- ciddi söylüyorum beni bir daha arama , ruhumu arama

yasak belge arıyorsan kalbim , uyuşturucu arıyorsan adın var sadece ardımda

- telefonu kapatmak zorundayım , biri aşkıyla ban kurşun sıkmakta

belki birileri de beni sevebileceğini fark etti , bedenim slogan oldu meydanlarda

-telefonu asıl ben kapatmak asıl ben zorundayım asıl

yuttuğum haplar şiddetle patlamakta

sen buna lüzumsuz intihar diyeceksin sanırım

ama lüzumlu bir narkozdu ömür boyu sürecek aslında..

bir daha beni arama..

- sen de arama aslında..

- arama lütfen..

- ne olur sen de arama..

- bir daha ki peygambere kadar

söz

asla !

sen de..

- arama !

..ama aslında.

KÜÇÜK İSKENDER