20 Aralık 2010 Pazartesi

Ezeli Mağlup








Ancak müşterisiz bir orospuyu,benden daha uğraşsız biri gibi görürüm.

1920’den beri olup biten her şeye karşınız,dedi;ben de ona,’’hayır,Adem’den beri!’’ diye cevap verdim.

Sinir hücrelerinin hiç yenilenmediğini ve onlara itina göstermen gerektiğini biliyor musun?

Ülkesinden uzakta hiç kimse peygamber olamaz.

Sonunda tek ve eşsiz bir metronom olacağız,küresel bir mezarlık.

Öncelikle belirtmem gerekir ki,herkesin genç ölme şansı yok.

Yazmak,ne kadar az olursa olsun,bana bir yıldan ötekine geçmede yardım etti; zira, ifade edilmiş saplantılar zayıflıyor ve bir ölçüde aşılıyor.Eminim ki eğer kağıtları karalamasaydım, kendimi öldürmüş olurdum.Yazmak olağanüstü bir tesellidir.

Eğer yazmamış olsaydım, katil olabilirdim. İfade etmek bir kurtuluştur.

Birinden nefret ettiğiniz zaman, canınız onu yok etmek istediği zaman,bir kağıt parçası alın ve X bir domuzdur, hayduttur, canavarın tekidir yazın. Ondan daha az nefret ettiğinizin farkına varacaksınız.

Hayata küfretmek için,kendime küfretmek için yazdım.Sonuç? Kendime daha iyi katlandım, hayata daha iyi katlandım.

İktidar şeytanidir; Şeytan iktidar hırsı olan bir melekti sadece. İktidarlığı arzulamak insanlığın uğradığı en büyük lanettir.

Metafizik bir vatansızım.

Sıkıntı bir baş dönmesidir.

Bize uyabilecek ya da bizi tatmin edebilecek hiçbir şey yoktur dünyada.

Geleceksiz yaşıyorum.

Benim için, intihar etmeyen her tip bir anlamda fuhuş yapmaktadır.

En saf kimseler yazmamış olanlardır, hiçbir ders vermemiş olanlardır.

Kurgularımız sürdükçe biz de süreriz.

Ya varoluş, ya ben!

Kendi fikirlerimin kurbanıyım. Çünkü bütün yaptıklarım, edebiyata saldırmaktı, yaşama saldırmaktı, Tanrı’ya saldırmaktı.

Evet, uykusuzluk, evrende bütünüyle yalnız olduğumuz andır gerçekten. Bütünüyle. İman sahibi olmanız çok daha basit olurdu. Ama iman sahibi olmayan ben bile, Tanrı’yı çok sık düşünüyordum. Neden? Çünkü her şey darmaduman olur,her şey ortadan kalktığı zaman biriyle diyalog kurmanız lazımdır, bütün gece kendi kendinizle konuşamazsınız.

İnsan için felaket yalnız kalamamaktan gelir.Kendi başına yalnız kalabilen tek bir kişi bile yoktur.Günümüzde,kendi başına yaşaması gereken herkes alelacele televizyonu ya da radyoyu açıyor.Hükümetin biri televizyonu ortadan kaldırsa,sanırı...m insanlar sokaklarda birbirlerini öldürürdü,çünkü SESSİZLİK ONLARI DEHŞETE DÜŞÜRÜRDÜ.Uzun zaman önce,insanlar kendileriyle çok daha fazla temasta kalıyorlardı,günler,aylar boyunca;ama şimdi,mümkün değil artık bu.Onun için felaketin vuku bulmuş olduğunu söyleyebiliriz;ki bu da FELAKET HALİNDE YAŞADIĞIMIZ ANLAMINA GELİR.

O hangi şartlarda olursa olsun hayal kırıklığına uğrardı; hayal kırıklığıyla doğmuştu o.

Delilik yaşamdan daha sahici.

Cinsellik muazzam bir sahtekarlıktır, değişmez bir biçimde kendini yenileyen devasa bir yalandır. Muhtemelen, cinsellik öncesi an cinsellik sonrasından baskın çıkmaktadır.

Aslında dünya tarihi felaketlerin tekrarından ibaret.

Çelişki benim tabiatımın, aslında herkesin tabiatının bir parçası.

Buraya yaşamaya, veya daha ziyade ölmeye gelinir.

Gülebildiğiniz müddetçe, ümitsizliğe kapılmak için bin tane sebebiniz de olsa, devam etmek gerekir. Gülmek hayatın tek mazeretidir, hayatın büyük mazereti! ...........Gülmek nihilist bir tezahürdür, tıpkı neşenin kasvetli bir hal olabilmesi gibi.

Eczanelerin müdavimi değilseniz, yazmak büyük bir şifa kaynağıdır.

İstediğim zaman kendimi öldürebilirim dendiği zaman yaşam bir kabus olmaktan çıkar. Elimizde böyle bir çare bulunduğunda gerçekten de her şeye tahammül edilebilir.

* Artık bugün kendimi Avrupalı, Batılı hissetmem gerekirdi; ama durum hiç de öyle değil. Epey ülke gördüğüm ve epey kitap okuduğum bir ömrün sonunda Rumen köylüsünün haklı olduğu sonucuna vardım. O hiçbir şeye inanmayan; insanın mahvolmuş olduğunu, yapacak bir şey kalmadığını düşünen ve kendini tarih tarafından ezilmiş hisseden köylünün... O kurbanlık ideolojisi, bugün benim de anlayışım oldu, tarih felsefem oldu. Gerçekten, bütün entellektüel birikimim hiçbir işe yaramadı!

* Bir kitabın hakikaten bir yara olması gerektiğine, okurun hayatını herhangi bir şekilde değiştirmesi gerektiğine inanıyorum. Benim kitap yazarkenki fikrim, birinin gözünü açmaktır, onu sopalamaktır. (...) Eğer kitaplarım soğuduğumda yazılmış olsalardı, tehlikeli olurdu bu. Ama ben soğuyunca bir şey yazamıyorum; durum ne olursa olsun, titreye titreye sakatlığının üzerine çıkan bir hasta gibiyim.

* Sıkıntı bir baş dönmesidir, ama sakin ve yeknesak bir baş dönmesidir; evrensel anlamsızlığın ortaya çıkışıdır; bu dünyada da öbür dünyada da bir şey yapılamayacağının, yapılmaması gerektiğinin, hayrete varan, ya da en üst basirete varan kesinliğidir; bize uyabilecek ya da bizi tatmin edebilecek hiçbir şey yoktur dünyada.

* Zamanın bilincinde olmayanlar sıkılmaz; hayat ancak, geçen her anın bilincinde olunmazsa tahammül edilebilen bir şeydir; yoksa bizim için her şey berbat olur. Sıkıntı tecrübesi, azmış zamanın bilincidir.

* Aslında tek hakiki dünya, her şeyin mümkün olduğu, ama hiçbir şeyin fiiliyata geçmediği ilkel dünyadır.

* İnsanın trajedisi, bilgidir. Bir şeyin bilincine vardığım her sefer, onun duygusunun zayıfladığını daima fark etmişimdir. Bir kitaba verilmiş en güzel ad, bence “Bilinçli Olma Bedhbahtlığı”dır. Bunu yazan bir Alman, kitap iyi değil; ama adı, benim hayatımı özetleyen formül. Bütün yaşamım boyunca aşırı bilinçli olduğumu zannediyorum ve hayatımın trajedisini oluşturan da bu.

* Beni okuyan kimseler, beni bir nevi lüzum üzerine okuyorlar. Kabaca dile getirirsek, sorunları olan kimseler bunlar – aldığım mektuplardan görüyorum bunu. Bunlar depresyonlu, içi içini yiyen, saplantılı ve mutsuz kimseler. Ve onlar üsluba o kadar da dikkat etmezler. Benim dile getirdiğim şeylerde az ya da çok kendilerini buluyorlar.

* Sadece duygusal olan şeylerin gerçek olduğunu söyleyebilirim.

* Bazen Dostoyevski ve Shakespeare’den söz edilirken hangisinin en büyük olduğu sorulur, ama bunun hiçbir anlamı yoktur. Fakat Shakespeare’in ulaşmadığı sınırlara Dostoyevski’nin ulaşmış olduğu söylenebilir. Shakespeare çok daha şairdir, Dostoyevski ise öyle değildir. Ama Dostoyevski aklın sınırlarına kadar gitmiştir, en uç baş dönmesine kadar. Vecd içinde tanrısallığa bu sıçramayla çöküntüye kadar gitmiştir. Benim için en büyük yazardır; en derini ve her alanda, siyasette bile hemen hemen her şeyi anlamış olanıdır.

* Melankoli bir tür inceltilmiş can sıkıntısıdır, bu dünyaya ait olunmadığı duygusudur.

* Geceleyin başka bir insanızdır, tamamen kendimizizdir; aynen son zamanında ıstırap çeken ve köşeye sıkışmış Nietzche gibi. Nietzche, aslında her şeyin “çilelerimiz” tarafından kışkırtıldığının kanıtıdır.

* Kendimi Macbeth’le mukayese ediyorum, hiç kimseyi öldürmemiş olmama rağmen. Ama içsel olarak, onun yaşadığını yaşadım ve onun söylediklerini söyleyebilirdim. Megalomani nöbetlerimde onu intihalle suçluyorum.

* Bugün insan, artık söyleyecek hiçbir şeyi kalmamış bir yazar; çizecek hiçbir şeyi kalmamış olan ve hiçbir şeyi ilginç bulmayan bir ressam gibi geliyor bana. Ruhu henüz tükenmemiştir, ama kendisi, kuvvetlerini bütünüyle yitirmeye çok yakındır.

* Bütün kitaplarım başarısız intiharlardır.



‘..Hayat ise sadece kesintilerle mümkündür. İnsanlar bu yolla hayata tahammül ederler, uykunun verdiği kesintiler sebebiyle. Uykunun ortadan kalkması bir tür uğursuz devamlılık yaratır. Tek bir düşmanınız vardır, o da gündüzdür, gün ışığıdır..’

‘..Bir kitabın hakikaten bir yara olması gerektiğine , okurun hayatını herhangi bir şekilde değiştirmesi gerektiğine inanıyorum. Benim kitap yazarken ki fikrim , birinin gözünü açmaktır, onu sopalamaktır. Gazete okur gibi okunan kitapları sevmiyorum : Bir kitap , her şeyi altüst etmelidir, her şeyi sorgulama konusu etmelidir..’

‘..her insanin içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar..’

‘..her arzunun içinde bir keşişle bir kasap tepişir..’

‘Hiçbir şey eskisi gibi değil; günümüzde bir de insanın benzeri görülmemiş ve akla sığmayan bir değişikliğe uğradığını göreceğiz. Hıristiyanlık hapı yuttu, ama tarih de yuttu. İnsanlık kötü bir yola girdi. Bütün diğer türlerin yerini alan bu insan kaynaşması tahammül edilmez bir şey değil mi ? Sonunda tek ve eşsiz bir metropol olacağız , küresel bir mezarlık.. İnsan kendisini çevreleyen her şeyi kirletiyor ve yozlaştırıyor; önümüzdeki elli yıl içinde kendisi de büyük bir yıkıma uğrayacak..’ (1970 yılında yapılmış bir röportajdan.)

‘..Yirmi yaşımdayken, gecenin üçünde evden çıkan ve şehirde öyle dolanan bir oğlu olduğu için annem elbette ki ümitsiz bir durumdaydı. Hiçbir şey yapmayan ve okuyan bir oğlu olduğu için. Ama bunun hiçbir anlamı yoktu : Kısacası tam bir başarısızlık örneğiydim. Çok şey vaat etmiş ve hiçbir vaadini yerine getirmemiş bir tiptim. Size bunu söylüyorum çünkü..neyse, göreceksiniz.. Dolayısıyla , yirmi yaşındaydım ve evde annemle benden başka kimse yoktu. Saat öğleden sonra ikiydi – hep saati belirtiyorum, çünkü hayatın olağanüstü anlarında saat önemlidir, kendinde değil, ama benim için önemli-, hatırlıyorum , kendimi kanepenin üzerine attım ve ‘Artık dayanamıyorum!’ dedim. Ve bir Ortodoks papazının eşi olan annem, bana şöyle dedi: ‘Böyle olacağını bilseydim kürtaj yaptırırdım!’ Söylemem gerekir ki bu sözler, beni bunalıma sokmak yerine, bir kurtuluş gibi oldu. Bana iyi gelmişti… Çünkü hakikaten sadece bir kaza olduğumu anladım. Hayatımı ciddiye almak gerekmiyordu. Kurtarıcı bir sözdü bu. Yalnız , yine de kürtajın ailelerde kabullenilmediği bir dönemdi, gizli saklı bir şeydi. Şimdi bu şeyler normal. Ama yine de , bunu bana bir papaz karısı olan annemin söylemesi… annemin çok zeki bir kadın olduğunu da hemen hemen bu dönemde anladım… Bundan önce hor görüyordum onu. Onu takdir etmeye başlamama iki şey enden oldu : Bir gün bana sadece Bach’ı sevdiğini söyledi (ben de onu büyük bir müzisyen olarak görüyordum) ; bir de kürtaj üzerine o sözü..’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder