11 Ocak 2013 Cuma

Oğuz Atay - Günlük'ten

Bir sosyalist eleştirmenimizin dediği gibi ‘Türk solu geç kalkar, çünkü bir gece önce sabaha kadar içmiştir.’ Bu insanlardan Türk halkı artık bir şey beklememeli. Üç kâğıtçılıkla ne devrim olur, ne de ümmet-i İslâm kurtulur. Bunlar ‘çürüyen et, dökülen diş’ gibidirler. Bayrak yaptıkları inançlarına rağmen, aslında inançsızdırlar. Kim hangi kapıdan ekmek yiyorsa, o kapının kulluğunu etmektedir.

Bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının kötü bölümü olan kapıkulu kurumunun temsilcileridir. Kendilerine karşı çıkılmasını, haksız yere işgal ettikleri görüşlere karşı hakaret sayarlar. Kendini sosyalist sayan biri, suçunu ortaya dökeni halk düşmanı olarak suçlayarak yavuz hırsızlık oynar. Kendini kapitalist olarak ilân eden birinin serveti, fabrikası yoksa böyle birine herkes güler; haydi ordan çulsuz derler, züğürt kapitalist olur mu?

Nedense kendisini sosyalist sayanlardan kimse ehliyet sormamaktadır. Olsa olsa ‘sosyalizme sempati duyan’ yani özel deyimiyle ‘sempatizan’ sayılması gerekenler ortalığı kasıp kavurmaktadırlar. Sonra solda ve sağda hayli kalabalık olan bu çıkarcı zümre, bütün gösterişine rağmen kim parayı bastırırsa ona hizmet etmektedir. Ele güne karşı, hele sağcılara karşı ayıp olmasın diye de kabahâtlar örtbas ediliyor. Kol kırılır yen içinde.

Artık her yerde, hangi kampın adamı olurlarsa olsunlar bunları teşhir etmenin, önce halka örnek olabilmek için aydının kendisiyle hesaplaşma vakti gelmiştir. Yazarlar da romanında hikâyesinde şiirinde bu hesaplaşmaya girişmelidir. Kendinden korkanlara bir diyeceğimiz yok tabii.

9 Ocak 2013 Çarşamba

Saatleri Ayarlama Enstitüsü



Eğer yaşamak kelimesinin manası her şeyden mahrum olmak ve ıstırap çekmekse, her an küçülmek ve bunu nefsinde her lafsa duymaksa, bir türlü aşamayacağı bir çemberin içinde durmadan çırpınmaksa, şüphesiz ben de, benimkiler de en derin şekilde yaşıyorduk.

Eski bir şapkadan ve ayakkabıdan sahibinin bütün huyunu, alışkanlıklarını, hayattaki aksaklıkları, hatta ıstıraplarının çeşidini görmek mümkündür.

İnsan yaratılışı tam bir eşitliğe razı olamaz. Ufak tefek imtiyazların teşvikine muhtaçtır. Diyebilirim ki, bizzat iyilik dahi, ancak ceza görmesi ve ayıplanması icap eden bir kötülüğün bulunmasıyla kabildir.

Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?


 
Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur!

Sizler daima böylesiniz… Ruhunuzu saran küçüklük duyguları içinde büyük değerlerimizi kaybedersiniz…

Bütün hayatım boyunca dikkat ettim. İnsanın daima en çok korktuğu şey başına geliyor.

Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız.



Korku… Korku ve insan, korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık. Fakat neyi anlatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.

Yavaş yavaş bu hayata ben de alıştım. Ne kadar hafif ve rahattı. Uysal kalabalık in sana başta kendisi olmak üzere her şeyi unutturuyordu.

Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.

Dostum, işler bizden sonra dünyaya gelmiştir. İşleri onları görecek adamlar icat eder.

Bağıran insan sesi beni öyle korkutuyor ki… Hele hiddetin değiştirdiği insan yüzü! Öyle kendinden çıkıyor, öyle katılaşıyor ki insan… Dünyada bundan kötü, iğrenç bir şey olamaz.


Siz tecrübe kelimesinin hakiki manasını bilmiyorsunuz. Tecrübe sahibi demek, yıpratılmış olmak, muayyen hudutta ve muayyen fikirlerde donmuş olmak demektir.

Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde. Fakat daima ödersiniz. Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.

Her şey yolunda… Fakat yalnızız. Bütün dünyada yalnızız.


 



8 Ocak 2013 Salı

Yaşamak mı or çince mi


 

bıraksalar anlatacağım merak ettiğim neydi
açlar, sevdalılar ve canı sıkılanlarla
büyük büyük merak ederken çocuklar
neyi

hakkımda yanlış bilgi sahibi halk
ve ikide bir savaş çıkaran insanlık
sözlüğe bakarak anlayamaz beni
klasik yöntemlerle konuşmadığım için
ama bıraksalar anlatacağım
tüm yeteneğimi kullanarak

aramızda tartışıyoruz
yaşamak mı zor çince mi


bilinçlerde sürünüp dururken umutsuzluk
ben neden ölümü hatırlatan süflörüm
açız, sevdalıyız, canımız sıkılıyor
türlü sevinçler kiralayacak paramız yok
uyusam

birileri gelip çekmecelerimi ve kafamı karıştırıyor
çeşmeleri açık bıraksam mı; dünya temizlenir
kurtarıcıya giderim haftasonları
ve hep onu çarmıha gerenleri bulurum
kimliğime insan yazdırmalıyım


kızınca aniden ortayaşlı çocuklar
ambalajını yırtarak bedenimin
beni de öldürmesin 

Osman Konuk

7 Ocak 2013 Pazartesi

Artık...

''Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz.
Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz.
Artık ne istediğimizi bilmiyoruz,
ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz.
Ekranlar, videolar, röportajlar arasında yalnızca başkaları tarafından görülmüş olanı görüyoruz.''
 Jean Baudrillard