19 Ocak 2013 Cumartesi

Turgut Uyar



Sabaha karşı oturup ağladınız
Ama mesela şimdi ben
Ne aradığımı bilmiyorum
Sabaha karşı oturup ağladınız
Çünki sizin aşkınız vardı
Kurumuş çiçekleriniz vardı
Aşina yıldızınız gökte
Oturup çok çok ağladınız
Ağlayıp iyi ettiniz
Size imreniyorum çünki
Çünki ölümsüz gibiyim yalnızlığımda
Çünki yalnızlığımda öyle güzelim
Üç beş kalem insan gelip geçtiler
Biliyorsunuz bu dünya bana yetmez
Biliyorsunuz bütün kapıları omuzladım
Kimini açtım kimini açamadım
Bütün gemileri dolaştım limanlarda
Hepsi rıhtımlara bağlıydılar
Bütün adalar yitikti
sabah karşı oturup ağladınız
çünki siz bulup da yitirdiniz
ben yitirmem bir bulsam
bütün kayaları üst üste korum
ama biliyorsunuz her şey gelip geçecek
süslü kadınlar gibi oymalı arabalarda
iki vakit arasında sessiz bir çiçek
Bir dökülecek bir açacak
Sonunda cılız köprülerin öte başında
Bir benim bulamadığım kalacak
Sabaha karşı oturup ağladınız
Ama mesela şimdi ben
Ne aradığımı bilmiyorum.


18 Ocak 2013 Cuma

Son Siyah Saçım



Altmış yaşımda olduğuma inanamıyorum. Oysa buna hazırlanmam altmış yılımı almıştı.

Neden her geçen yıl çektirdiğim fotoğraflarda kendimi gittikçe daha kötü buluyorum? Belki de fotoğrafçıyı değiştirmem, daha genç birini bulmam gerekiyor.
Neden her sabah aynada kendimi gittikçe daha az yakışıklı buluyorum? Bu eski bir ayna, belki de yenisini almak gerekiyor…

İnsan ihtiyarladığının nasıl farkına varır biliyor musunuz? Bronzlaştığında bile güzelleşemez.

Elli yaşıma kadar kendimi aşınmaz, paslanmaz sanırdım. Ben sadece bir biyoçözünürüm.

Elli yıl önce çekilmiş bir fotoğrafımı buldum. Fotoğrafta küçük, sümüklü halimi gördüm. Ben ona bakıyorum, o bana. Bakışlarında kibir var.
Belki de kendisini tanımıyor, beni yabancı sanıyor. Yahut, daha kötüsü, utanıyor.
Sen benden utanıyor musun? Bana bak küçük aptal, bugün neden bu haldeyim biliyor musun?
Çürük dişlerimi görüyor musun? Hep o senin tıkındığın bonbonlar yüzünden, üstelik dişlerini de fırçalamıyordun.
..
Kırmızı burnumu görüyor musun? On beş yaşından beri her Cuma akşamı içtiğin içkiler yüzünden.
Eğer bugün üç kuruşluk bir emekli maaşım varsa, bu yine senin yüzünden. Okulda hiçbir şey yapmadın, sınavlarda başarısız oldun.
Senin yüzünden lise diplomamı asla alamayacağım. Öldükten sonra bile.

 
Doktorunuza olabildiğince az görünün. Araya araya sonunda sizde mutlaka bir şey bulacağını bilin.

Elli yıl önce ortalama insan ömrü altmış yıldı.
Ortalama film süresi seksen dakikaydı.
Bugün ortalama insan ömrü doksan yıl.
Ortalama film süresi yüz yirmi dakika.
Daha mı iyi?
Filme bağlı.

“Daha yirmi yaşına basmadım” palavrasını görme engellilere saklayın.

İnsan yaşlandığının ne zaman farkına varır biliyor musunuz? “Polis memurları gittikçe gençleşiyor” demeye başladığı zaman.

Epikuros, “Ölümden korkmayın, o geldiğinde siz burada olmayacaksınız” der. Ama ya yaşlılık, o geldiğinde biz hala burada olacağız.

Demir gibi sağlam olabilirsiniz ama bu paslanmanızı engellemez.






İnsanın yalnız olmadığını, çevresinde her şeyin yaşlandığını görmesi ne güzel avuntu.

İnsan yaşlandığının farkına ne zaman varır biliyor musunuz? “Tiyatroda oyuncular artık gittikçe daha kısık sesle konuşuyorlar” demeye başladığı zaman.

İnsan yaşlandığının farkına ne zaman varır biliyor musunuz? “Toprak gittikçe daha yakında görünüyor” demeye başladığı zaman.

Dünya dönmeye devam edecek. Siz olmadan da.

Hayat devam ettikçe umutsuzluk da var olacaktır.

İnsan yaşlandığının farkına ne zaman varır biliyor musunuz? “Merdiven basamaklarını daha mı yüksek yapıyorlar acaba?” diye kendisine sormaya başladığı zaman.

Geçmişinize fazla eğilmeyin, yoksa tekrar doğrulamazsınız.

İnsan yaşlandığının farkına ne zaman varır biliyor musunuz? “Kendimi hiç bu kadar genç hissetmemiştim” dediği zaman.

Keşke ölülerin kafatasları da denizlerin sesinin duyulduğu istiridye kabuğu gibi olsaydı.