Kazanmamı sağlayan yeteneğin asla benden geldiğini
düşünmedim. Bence olay objenin kendisinde bitiyordu; benim dokunuşumla hayata
geçen bir tür büyü gibiydi. Böyle düşünerek hemen her şeyde sihir buldum; sanki
her şeyde, doğanın bütününde bir cinin dokunuşu vardı.
Dikkatli olmalıydınız, akıllı olmalıydınız. Çünkü idrak
edebilenler uzaktaki bir şeyi yakalayabilir, yakına getirebilirlerdi.
Çocuk aklı, alna kondurulan öpücük gibidir; kabule açık, ama
ilgisiz. Katlı doğum günü pastasının üzerindeki balerin gibi döner durur; hem zehirli,
hem tatlı…
Küçükken, başka bir yerlerden gelme duygusu ile coşkuya kapılıp
etrafı gözetleriz. İçimize bakar, inceler, yabancı olanı çekip çıkartırız. Göz alabildiğine
açık, altından bir alana varırız. Ya da çoğu kez bir buluta rast geliriz; bulutlarda
yaşayanlardan bir ırka. Bunlar, çocukkenki düşüncelerimizdir.
Sonunda her şeyi idrak ederiz. Kendimizde annemizin elini, babamızın
uzuvlarını tanırız. Ancak akıl; o yine de başka bir şeydir. Ne olacağından asla
emin olamayız.
Düşüncelere dalıp giden biri, omzunda bir el hissedip aniden
durmak zorunda kaldığında, kendini çok, çok uzaklarda savrulmuş halde
bulabilir.
Her şey insanın canını acıtacak kadar güzel.
Herkes kardeştir. Keşke öyle olsaydı. Böylece denizci çölün
ortasında; Müslüman, Hristiyan bir geminin kollarında huzur içinde uyurdu.
Herkes hala orada, onlarla birlikte olduğumu sanıyordu;
çünkü iki ayağım yerde, insanların hep uğraştığı işlerle meşgulmüş gibi görünüyordum.
Kitaptaki müzikler:
Alan Hovhaness : All Men are Brothers