31 Mart 2013 Pazar

Acının Antropolojisi

"Bunalım dile getirilebilir, belirtiler oluşturabilir, birtakım işaretlere ve fantazmalara dönüşebilir ya da eylemle giderilebilir hatta bulaştırılabilir; acı ise sadece insanın kendisine aittir." (J.B. Pontalis)

Acı hiç kuşkusuz insanın ölümle birlikte en güçlü biçimde paylaştığı deneyimdir: Hiçbir ayrıcalıklı onu bilmezlikten gelemez ya da herhangi birinden daha iyi bilmekle övünemez. İnsanın içinde doğmuş bir şiddettir acı.

Rene Leriche: Katlanılması kolay tek bir acı vardır: Başkalarının acısı.

Virginia Woolf: En sıradan bir kız öğrenci aşık olduğunda derdini anlatmak için Shakespeare ya da Keats'ten yararlanır. Ama bir adam hekime baş ağrılarını anlatmak istediğinde dil kaçar. Acısını bir eline alır ve kendinden bir parçayı da öbür eline; bunları birbirleriyle çarpıştırıp içlerinden yeni bir sözcük çıkarabilmek amacıyla.

"Acı hisleri, öteki hoş olmayan hisler gibi cinsel tahrik alanını aşarlar ve bir zevk durumu yaratırlar." diyor Freud. Acının erotikleşmesinin başkasına yapılan işkencelerle özdeşleşerek zevk duyma yoluyla sadik bir karşılığı vardır. Ama mazohist kendi fantazma alanları dışında öteki insanlar gibi acı çeker.

J. Sarano: Acı, bir işlev değildir; bir işlevin hasar görmesidir.

Acının karmaşıklığı, insanın bilincinde dolambaçlı bir biçimde ilerlemesi, onu üstlenme biçimlerine yansır. Ötekinin bakışının gücü tedavilerde placebo'ların etkisiyle yansır. Hastaların %35'i bir yalancı hap aldıktan sonra çok açık seçik bir rahatlama hissettiklerini söylemişlerdir. Morfinin çok şiddetli ağrı ya da acılarda sadece %75 oranında etkili olabildiği gözönüne alındığında çok daha kafa karıştırıcı bir orandır bu. H.K. Beecher'ın çalışmalarından alınan sonuçlara göre hastanın içinde bulunduğu stres ne kadar şiddetliyse, yalancı ilaç da o kadar etkilidir. Sözgelimi bu ilaçlar çok sıkıntı veren bir acı ya da ağrıyı kesmek amacıyla kullanıldıklarında, test amacıyla oluşturulan bir ağrı ya da acıyı kesmek amacıyla alındıkları durumlara göre 10 kat daha etkilidirler.

Katherine Mansfield: Boyun eğmek gerekir. Direnme. Kabul et! Acını hayatının bir parçası yap. Yaşamda, gerçekten kabul ettiğimiz her şey dönüşüme uğrar.

Teşhis edilmiş, nedeni belirlenmiş bir ağrı ya da acı belirsiz, teşhis edilmemiş, anlamsızlık içinde kalmış, aktör tarafından anlaşılmamış bir acıya göre daha katlanılabilirdir.

Şiddetle direnen insana boyun eğdirebilecek bir güç yoktur.

Acı katıksız, biyolojik bir olgu değildir; her zaman insanın yüklediği anlamın damgasını taşır; asla ulaşılmaz ve egemenlik altına alınamaz değildir.

İslamın etimolojik anlamı "Tanrının buyruklarına boyun eğme"dir. Müslüman, başına gelen talihsizlikler ve çektiği acılar karşısında isyan etmez. Bunlara karşı, bir insan olarak elindeki olanaklarla mücadele eder, isyan etmez, beddua etmez. Bu dünyada çekilen acılar ve sıkıntılar imanın gücünü denerler. Acı, bir insanı Yaradana yakınlaştıran bir olgudur. Bir Hıristiyan ya da Yahudi, iyi ve doğru insanın acı çekmesi paradoksuyla daha çok karşı karşıyadır bir Müslümana göre; çünkü onlara göre Tanrı sevgidir; Müslümana göre ise özellikle kadiri mutlaktır. Mümin kendini Tanrıya teslim eder ve sabreder ve acı karşısında direnç gösterir.

"Biliniz ki bu dünyadaki hayat bir oyundur, vakit geçirmedir, boş bir görüntüdür, aranızda yaptığınız bir gurur savaşıdır, zenginliklerle ve çocuklarla kibirlenmedir. Yağmura benzer bu dünyadaki hayat: Bu yağmurun yeşerttiği bitkiler inançsız insanları heyecanlandırır; sonra da solar, sararır ve kuru ot haline gelir. Bu dünyadaki hayat geçici bir zevkten başka bir şey değildir." (Kuran)

Gururla ve hoşnutluk içinde kendini acıya gark etmek, acıyı yok etmek ya da azaltmak için hiçbir çaba göstermemek bilincin sorunlu olduğunun işaretidir.

"Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi ölünceye kadar reddedeceğim." (Albert Camus)

Acı çeken insanın, çektiği acıyı adlandırması acıyla ilişkisini belirleyen bir ölçüttür. İnsan herhangi bir yaradan ya da hastalıktan çok bunların kendisi için ifade ettiği anlamlara tepki gösterir. Yaralı bir asker, bu durumu, uzun zamandan beri, yaptığı işin olası bir sonucu gibi görmeye alıştığı için, kolunu makineye kaptıran bir işçi kadar acı çekmez. Sonuç olarak asker, yaşamı kurtulmuş olduğundan ve kendisine bir aylık bağlanacağından umutludur; oysa işçi sakat kalma ve ekmeğinden olma sonucunu doğurabilecek bir sakatlık riski yüzünden dehşete düşmüştür. Asker acılarını nispeten serinkanlı bir tavırla karşılarken işçi üzüntü ve acı içindedir.

Acının sözle ifade edilmesinde örtük bir sevgi beklentisi, duygusal bağların sıklaştırılması isteği vardır.

Bir yerin havası, ortamı da hastanın, koşullarını üstlenme tarzında rol oynar. Safra kesesi ameliyatı geçiren 69 hasta üstüne yapılan araştırmalardan çıkan sonuca göre odaları ağaçlıklı bir alana bakan hastalar, odaları tuğladan örülmüş bir duvara bakan hastalara göre 2 kat daha az ağrı kesici tüketirler. Aynı şekilde son grupta yer alan hastalar ortalama bir gün daha fazla kalırlar hastanede.

"Acıdan kaçabileceğimizi düşünerek ve bu kaçış olanaklarından yararlanarak ama aynı zamanda etkilerinin olası sınırlarını da kabul ederek "acısız yaşama" sanatına sahip olamayız; daha iyi acı çekerek daha az acı çekeriz."

Jean-Paul II: Yüzyıllar ve kuşaklar boyunca acıda insanı içsel olarak İsa'ya, özel bir lutüfa yakınlaştıran özel bir güç bulunduğu gözlemlenmiştir. Çok sayıda aziz yaşadıkları derin dönüşümleri çektikleri acıya borçludurlar. Bu dönüşümün meyvesi insanın acının sadece kurtarıcı anlamını keşfetmesi değil, özellikle acıyla yepyeni bir insan haline gelmesidir. İnsan acıda tüm yaşamının ve misyonunun yepyeni bir boyutunu bulur.

David Le Breton