29 Mayıs 2018 Salı

Denize Gömülenler, Suriyelilerle Avrupa Yolunda










Denize Gömülenler, Suriyelilerle Avrupa Yolunda –
Wolfgang Bauer
Avrupa sınırlarını geçilmez kıldıkça, kaçakçılar durmadan daha tehlikeli yollar seçmek zorunda kalıyor. Avrupa sınırları dört yüz bin polisten oluşan bir ordu tarafından korunuyor. Altı metre yüksekliğinde tel örgülerle çevrili her yer, İspanya eksklavları Mililla ve Ceuta’da olduğu gibi. Bulgaristan ve Yunanistan da sığınmacı geçişlerine karşı yeni önlemler inşa etti. Cebelitarık Boğazı çok pahalı radar ve kamera sistemleri ile donatıldı. Sistem, Atlantik Okyanusu’nun Kanarya Adaları ile Batı Afrika arasında kalan bölümünü de kontrol altında tutuyor. Savunma savaşına birçok ulustan polis kuvveti katılıyor, aralarında askeri güçler ve özel birlikler de var. Helikopterler katılıyor operasyonlara, insansız hava araçları ve savaş gemilerinden oluşan donanmalar sürekli devriyede. Donanıma ve birliklerin gücüne bakıldığında, sanki askeri bir istilaya karşı savaş veriliyor demekten kendini alamıyor insan.
Avrupa sınırları yeniden ölüm hatlarına dönülmekte. Doğu Almanya’nın inşa ettiği Berlin Duvarı’nda elli yıllık sürede iltica etmek isteyen yüz yirmi beş insan öldürülmüştü. Özgür dünya bu nedenle Berlin Duvarı’nı, insanlık dışı diye eleştirmişti. Soğuk Savaş sonrasında Avrupa’yı çevreleyen duvarlarda, 2014 yılı ilkbaharına kadar yaklaşık yirmi bin sığınmacı öldü. Çoğu Akdeniz’de boğularak hayatını kaybetti. Dünyada başka hiçbir deniz sınırı bu kadar ölüye şahit olmuyor, olmadı.  S. 18
Libya veya Tunus’tan yola çıkmak istemedik. İtalya, Libya veya Tunus’a daha yakın. Yakın ama botlar çürük, külüstür. Yol daha uzun olduğundan Mısırlı kaçakçılar daha iyi gemilerle yola çıkmak zorunda kalıyor. En azından söylentiler böyleydi, böyle düşündük, buna umut bağladık. S. 19
Mısır’da karşıdevrim her şeyi allak bullak etmiş, ordu darbe yapmış, demokratik seçimlerle başa geçen Muhammed Mursi devrilmiş, birkaç ay içinde hava değişivermiş, Suriyeli sığınmacılara olumsuz bakılmaya başlanmış. Cunta rejimi vize koymuş, Amar eskisi gibi iş seyahatlerine çıkamaz olmuş. Korkmuş, giriş vizesi alamamaktan, geri gelememekten korkmuş. Yabancı düşmanlığı Nil kıyılarına çöreklenmiş. TV sunucuları Suriyeli sığınmacılara kin kusar olmuş, iş bulmaları iyice zorlaşmış. Mısırlılar, Suriyelilerden alışveriş yapılmasın çağrısı yapmaya başlamış. Amar’dan alışveriş yapılmasın çağrısı. Mısırlılara göre Suriyeliler artık teröristtirler, güvenliği bozan insanlar olmuşlardır. Mısırlıların ellerinden işlerini alan, asalak, milletin sırtından geçinen insanlar. S. 20
Ben gideceğim. Günün birinde geri döndüğüm için pişman olmak istemiyorum. Burada Mısır’da kızlarımın başına bir şey gelirse kendimi affetmem. S. 44
Akdeniz’in kuzey kıyılarına ulaşabilen sığınmacılara karşı insaflı ve yufka yürekli görünmeye çalışan Avrupa ülkeleri, aynı denizin güney kıyılarında acımasız bir taşeron savaşı sürdürüyor. S. 45
Yanı başımızda dizlerinin üzerine çökmüş Bissan, şeker hastası kız. Kıyıya bakıyor, hüngür hüngür ağlıyor. Sesinden motor gürültüsünü duymak mümkün olmuyor bir ara.
Anneleri dalgaların arasında siyah hicabı ile. Kollarını kaldırıp teknelere bağırıyor. Kaptanların aldırdığı yok, hareket etmişler. Bissan’ın dalgaya kaptırdığı, içinde insülin iğneleri bulunan sırt çantası dalgaların arasında. Gemiye biniş esnasında çığı zaman aileler birbirini kaybediyor. Anasız babasız ulaşıyor çocuklar İtalya kıyılarına. Bir kere gemiye binildi mi geri dönüş yok. Dönüşü olmayan bir biniş hep. S. 50
Önce otuz sekiz kişiydik. Sonradan gelenlerle altmış kişiden fazla olduk. Gelen her grupla oda sıcaklığı da artıyor. Omuz omuza uyuyoruz. Gelen her grupla oda sıcaklığı da artıyor. Omuz omuza uyuyoruz. Suriye’nin orta direği buraya toplanmış: Ortada karısı ve iki küçük oğluyla bir tekstil fabrikasının Daraalı sahibi. Öbür tarafta Darayyalı çikolata fabrikatörü ve iki kızı. Eskiden Suriye televizyonunda kameraman olarak çalışan bir diğeri, birçok mühendis ve öğretmen. Kıyıda ailelerin çoğu birbirinden ayrılmış, parçalanmış. Bazıları ilk tekneye binmeyi başarmış, bazıları daha kıyıda yakalanmış, bazıları da ana gemiye ulaşmayı becermiş. Ancak, gemide artık yeteri kadar yiyecek içecek olmadığından o da geri dönmek zorunda kalmış. Denizde bir kum yığınına indirivermişler onları. Deniz yükselir de boğuluruz diye ödleri patlamış korkudan. Bazılarını peşin para karşılığında balıkçılar almış adadan. Sonra da polise teslim etmişler.
Tutukluların en genci beş yaşında. İki ablası ile beraber yakalanıp gözaltına alınmış küçük bir kız. Her akşam korkunç bir bağırış hapishane koğuşumuzda. İşkenceye uğrayanların, dayak yiyenlerin bağrışları, dayan atanların küfürleri ve bağırışları. 2011’in Ocak ayında diktatör Hosni Mubarak’ın hâkimiyeti sarsılmaya başlayınca, kitlelerin İskenderiye’de akın ettikleri ilk binalardan biri bu hapishaneymiş. Gardiyanları ve güvenlik güçlerini etkisiz hale getirmiş, hapishanenin kapılarını açıp mahkumları serbest bırakıp talan ettikten sonra da ateşe vermişler. Ta o zamanlarda nam salmış bu hapishane İskenderiye’nin en berbat işkencehanelerinden biri olacak. O zamanın işkenceleri kısa bir aradan sonra geri gelmiş. Hapishanenin katlarında boyacılar çalışıyor harıl harıl. Duvarlar tamir ediliyor, yangından kalan izler ve is boyanarak kapatılmaya çalışılıyor. Bağrışlara, çığrışlara ve yakarışlara aldırmadan lakayt ve monoton işlere devam ediyor işçiler. Bizim gardiyanlardan birisi bu konuda şöyle demişti: “Mısır’da doğup büyüyen birisi bu bağrışları duymamayı öğrenir.” S. 56-57
Stanislav ve bana uçuş için gerekli evrakımızı çıkış kapısında verdiler. Belgeler bizi birkaç saniye içinde başka insanlara dönüştürmeye yetti. Mahkumiyetten, imtiyazlı çok uçan kategorisine geçiverdik. Artık Avrupa denilen Elsium vatandaşı olduk. Birkaç metrekarelik hareket alanımızda çıktık, bütün dünyanın kapıları bize açık. Elimde karton kapağında altın farklı soğuk damgayla “Avrupa Birliği” yazılı bordo kırmızısı pasaport.
Donuk ışıklar göstermişti uçağa biniş yolunu. Arka fonda hafif müzik. Hava parfümlü. Sevimli hostesler nazikçe selamladı. “Çay mı içersiniz, kahve mi?” Sınırı geçmemize engel teşkil eden bütün yapılanmalar ve müesseseler bize yardımcıydı artık ve üstelik reklamlarla ucuz geziler sunuyorlardı. Tüm engeller, bizi durduran ne varsa şimdi en kısa ve en çabuk yoldan hedefimize ulaşmamıza hizmet ediyordu.  S. 64
Sığınmacıların yarısını daha iyi iş bulabilmek umuduyla Avrupa’ya gitmek isteyen Mısırlılar oluşturuyor. Avrupa’ya vardıklarında Suriyeli olduklarını söyleyeceklerdir. S. 74-75
Amar İstanbul’da yeni bir plan yapmakla meşguldü. Her şeye rağmen ve ne olursa olsun Almanya’ya gitmek istiyordu. Türkiye’de kalmak onun için bir opsiyon değildi. Yeni memleketi Türkiye olamazdı. Tabii ki ailesini İstanbul’a getirebilirdi ama geçimlerini nasıl temin edeceklerdi? Türkiye sığınmacı doluydu. Zaten bu ülkede milyonlarca Suriyeli ve Iraklı sığınmacı kendilerine yeni bir gelecek aramaktaydı. Almanya’da daha kolay bir yaşam düşüncesi yet etmişti aklında Amar’ın. S. 77
Kurbanların sayısı durmadan artar. Avrupalı politikacılar için sınırın en güvencesiz bölümü sığınmacılar için en güvenceli bölümüdür. Avrupa’nın dış sınırlarında donanım arttıkça, sınırlar geçilmez hal aldıkça şebekeler sığınmacıları daha tehlikeli güzergahlara yönlendirirler. Sığınmacıların ölümü ile sonuçlanan her trajedi Avrupalılar için sınırları daha “güvenli” hale getirmeye vesile olur. Güya ölümleri engellemek için alınır bu önlemler. Ama her yeni önlem daha çok ölüme neden olur. S. 78
Yasalarımız biz insanları, korumak, toplumun daha iyi bir toplum olmasına hizmet etmek için vardır. bazen ama yasaların insanları tehlikeye attığı, toplumun daha kötü bir toplum olmasına sebep olduğu da görülüyor. Böylesi bir durumda bu yasalara uymak mı gerekir? Fotoğrafçı arkadaşım Stanislav Krupar ve ben hapishanede o iki kardeşe “Size yardım edeceğiz” demiş, söz vermiştik. “İtalya’ya geldiğinizde gelip sizi oradan alacağız” demiştik. Yaşamlarını yeniden başka suçluların ellerine teslim etmelerine gönlümüz razı olmuyordu. Alaa, Hussan ve Beşar’ın hayatlarını bir kez daha tehlikeye sokmalarını istemiyorduk. Verdiğimiz sözü tutmamız yürürlükteki yasaları ihlal demek oluyordu. Pasaportsuz, vizesiz insanları Avrupa’da bir yerden başka bir yere taşıyacağız. Bunun kahramanlıkla hiçbir ilgisi yok. İstediğimiz tek şey, kendimizi olan saygımızı, onurumuzu yitirmemek. S. 96
Kondüktör bu kez Alaa’nın önünde dikilmektedir, Alaa’nın trene biner binmez bilet almak için geldiğini hatırlar. “Makbuz ister misin? Diye sorar. Alaa eliyle istemez işareti yapar, üç bilet ister ve yüz seksen avro verir ama kondüktör ona tek bir bilet verir. Belliydi ki kondüktör Alaa’nın kaçak olduğunu anlamış, yüz yirmi avroyu cebine indirmiştir. Tıpkı Almanya’daki taksi şoförü gibi sığınmacıların zor durumda olmalarından kendisine pay çıkarmıştır. Bu konuda deneyimli olduğu bellidir. “Tamam mı?” diye sorar bir de Danimarka demiryolları kondüktörü. S. 106
Dokuz milyon nüfuslu İsveç sığınmacı yükünün altında kıvranıyor. Sadece Alaa ve Hussan’ın bu kuzey ülkesine ulaştıkları hafta iki bin yüz sığınmacı gelmiş. 2013 yılında toplam altmış bin, 2014 yılında seksen binin üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Ülkenin yakın geçmişinde hiç bu kadar yabancı geldiği görülmemiş. Yeni gelenleri topluma entegre etmesi gittikçe zorlaşan bir İsveç toplumu. Çoklukla Araplardan ve Somalililerden oluşan gettolar ortaya çıkmış. İşsiz sığınmacı sayısının ve sığınmacılara saldırının sürekli arttığı bir toplum…. S. 144



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder