Deneme - Makale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deneme - Makale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Nisan 2016 Cuma

Halklailişkiler ve Reklamın Anatomisi

Halklailişkiler ve Reklamın Anatomisi
Derleyen: Sema Yıldırım Becerikli
DERGİ REKLAMLARINDA MODERN KADINLIK İNŞALARI
SIRMA OYA TEKVAR
2011 Ütopya Yayınevi Ankara
Kadın Çalışmaları Bakımından Gösterge Bilim
Kadın bedeni de tarih boyu pek çok simgeler oluşturmuştur. Örneğin Fransız ulusu kadın devrimci Marienne ile sembolize edilir. Özgürlük heykeli kadındır. Batıda adalet elinde terazi tutan, gözleri bağlı bir kadın imgesiyle temsil edilir. Bununla beraber kadının kötü olarak sembolize edildiği yerler de vardır. Örneğin, Hıristiyanlıkta kadın günahkar olarak temsil edilir: Havva elmayı yemesiyle günahkardır. Medyada da kadın karakterler çoğunlukla klişeleşmiş birtakım rollerle inşa edilirler. Örneğin Batı sinema ve televizyonunda genç, sarışın, beyazlar giymiş bir kadın genellikle saflığı ve iffeti gösterirken siyah saçlı kadın tehlikeyi ve cinselliği göstermektedir. (Zoonen:74) s. 396
Göstergebilim, Reklam ve Tüketim Arasındaki İlişki
Reklamlar insanlara sadace bilgiler vererek değil insanın içindeki duyguları uyararak çalışır. S. 399
Ball’a göre ‘bir gösterge her zaman şey+anlamdır’. Ürünler/nesneler kendi başlarına anlam üretmezler. Bu anlamı oluşturan kültürdür ve anlamın kitlelere yayılmasını sağlayan araçlardan biri de reklamdır. Baudrillard’ın da belirttiği gibi, “eğer ürünü bir ürün olarak tüketiyorsak, anlamını da reklamlar yoluyla tüketiyoruz.” Reklamlar nesnelere anlam yükler, bir tüketim toplumu yaratır. Buna ilaveten, tüketim sürecinde insan ilişkilerinin, dayanışmanın, karşılıklılığın, sıcaklığın, ilginin tüketimi de söz konusudur. “Karşılama görevlisi, sosyal hizmet uzmanı, halkla ilişkiler mühendisi, reklamdaki kapak kızı, tüm bu görev havarilerinin misyonu, kurumsal gülümsemeyle toplumsal ilişkilerin yumuşatılması, memnun edilmesidir. Her yerde reklamın yakın, içten, kişisel iletişim tarzlarını taklit ettiği görülür        (Baudrillard, 2004:28). Kısacası tüketim toplumu mal ve hizmetler üretimiyle beraber, aynı zamanda hızlandırılmış ilişker üretimi toplumudur. S. 400
Reklamlarda Cinsel Söylem ve Kadınlık Rolleri
Taflinger, cinselliğin güçlü bir psikolojik çekiciliğe sahip olduğunu belirtmiş, bu gücün hem biyolojik, hem de içgüdüsel olduğunu vurgulamıştır. S.400
,kadın çalışmalarında ele alınan hususlardan biri de kadın dergileri, reklamlar ve tüketim kültürü bağıdır. Bu üç kavram da –tarihsel süreçleriyle beraber- birbirine oldukça yakındır. “Kadın dergileri tarihi aynı zamanda tüketim kültürü, reklamcılık ve devamlı süre giden kadınlık ideolojileri tarihidir. S. 401
Reklamlarda Kadın Bedeninin İnşası
Baudrillard, özellikle reklamlar aracılığıyla, günümüzde en çok yeniden keşfinin-üretiminin yapıldığı ve bir o kadar da tüketilen nesnenin beden olduğunu vurgular. Bedenin reklamlarda ve kitle kültüründeki mutlak varlığı “bedenin etrafını kuşatan sağlık, perhiz, tedavi kültü, gençlik, zariflik, erillik/dişilik saplantısı, bedenle ilgili bakımlar, rejimler, fedakarca uygulamalar, bedeni kuşatan arzu söylemi” bedenin bir nesneye dönüştüğünün göstergesidir. (Baudrillard, 2004, 163) s. 402
Beden, güzellik ve erotizm daima satılan-tükettiren unsurlardır; çünkü toplumsal tüketim mantığına göre “yapısı bozulmuş beden, yapısı bozulmuş cinsellik düzeyinde ekonomik bir verimlilik süreci kurulabilmesi için bireyin kendisini nesne olarak, nesnelerin en güzeli olarak, en değerli değiş tokuş maddesi olarak örmesi gerekir. (baudrillard 2004, 172)
Reklamlarda kadın bedeni vurgulanır ve kullanılan imgeler gerçeklik duyusunu inşa eder. İdeal beden sunumlarının özellikle reklamlarda etkili olmasının nedeni de kitle iletişim araçlarının, sosyo-kültürel ideallerin belki de en güçlü yayıcıları olmasıdır. Dolayısıyla, basılı reklamlardaki ideal, ince kadın göstergeleri, kadınlarda giderek artan bedensel ve içsel bir tatminsizliğe neden olmaktadır. S. 402
Reklamlarda Kadına yeni Bakış: Modern ve Özgür Kadın
Özgür kadın, seks merkezli bir bakış açısıyla ele alınırken aslında kadının cinsel devrimi söz konusudur: “Bu cinsel devrim bütünüyle modernite ideolojisinin içinde yer alır ve hiç şüphesiz kadın özgürleşmesine yardım isteğiyle bir arada bulunur. S. 403
Dergiler okuyuculara sadece dergi değil, aynı zamanda özgürlük, güç ve eğlence satıyorlar…. S. 403


29 Ocak 2016 Cuma

TÜKETİMİN ESTETİĞİ VE MEDYA: “BUGÜN NE GİYSEM” PROGRAMI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

TÜKETİMİN ESTETİĞİ VE MEDYA: “BUGÜN NE GİYSEM” PROGRAMI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME
Bilge GÜRSOY

ÖZ
‘Estetiğin ideolojisi’nin tüketim toplumu yaratılmasındaki rolünü irdeleyen bu çalışma, estetik, ideoloji ve tüketim kavramlarını inceleyerek, ilişkilendirerek, ‘estetiğin ideolojisi’yle oluşturulan tüketici kimliğine ve medyanın rolüne dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Estetiğin özneyi şekillendirilmesindeki kullanımı ve buna bağlı olarak “Bugün Ne Giysem” isimli televizyon programı irdelenmiştir. 2011’den beri Show TV’de hafta içi her gün yaklaşık 2 saat süreyle yayınlanmakta olan “Bugün Ne Giysem” isimli televizyon programı iki hafta süreyle izlenmiş, oluşan gözlem sonucunda söylem analizi yapılarak, kadın güzelliği ile tüketilen nesneler arasında ilişki kurmada adı geçen programın rolüne dikkat çekilmiştir. Felsefi bir
disiplin olan estetik bilimini kuran Alexander Gottlieb Baumgarten’a göre estetik duyusal bilgidir ve “mantığın küçük kız kardeşidir.” Bu bilgi sadece sanat alanı ile ilgili değildir; Terry Eagleton, “estetiğin ideolojisi” kavramıyla toplumun, burjuvanın estetik aracılığıyla nasıl ortak bir kimlik kazandığını, Walter Benjamin, siyasetin estetize edilmesini irdelemişlerdir. Estetik aracılığıyla insanlar kendilerine verilenleri zorlama olmadan kabul ederler, benzer şeylerden hoşlanırlar, benzer tarzda giyinirler, görgü kuralları gibi benzer kurallar çerçevesinde bütünleşirler. Estetiğe uyduğumuz zaman özgür olduğumuzu hissederiz,
estetik kendisini bir tür evrensel hakikat gibi sunar. Kapitalist sistem tüketimi estetize etmiştir, tüketim bizi bir arada tutar, ortak kimlik verir, duygularımıza hitap eder ve yasalardan daha önemlidir.

GİRİŞ
Günümüzde tüketimin estetize edilmesi sonucu tek tek bireyler, tüketerek ve tüketimden
haz alarak bir tüketim toplumunun gönüllü parçası haline gelmişlerdir. Estetik duyular
alanıyla ilgili olduğu ve bireyin beğenmesini, haz almasını içerdiği için, bireyler estetize
edilerek kendilerine sunulmuş herhangi bir şeyi, kendi arzularıyla istediklerini düşünürler.
Duyular alanıyla akıl alanı arasındaki gerilim estetik aracılığıyla giderilir. Bu nedenle çeşitli
güç odakları çıkarlarına uygun durumları, nesneleri estetiği kullanarak hiç zorlanmadan
bireylere kabul ettirebilirler. Örneğin Walter Benjamin’e göre, Alman faşizmi “siyaseti estetize eder” (Oskay, 2007: 65). Ernest Cassirer ve Edmund Burke’den aktaran Eagleton’a
göre estetiğin amacı çoğu kez özneyi yeniden şekillendirmektir. “Öznenin en incelikli duygulanımlarını ve bedensel tepkilerini bir yasa olmayan yasayla biçimlendirme işlemi
estetiktir, böylece özne iktidarın buyruklarını çiğnemeyi iğrenç bulur’’ (Eagleton, 2010:
69). Örneğin 18. yüzyılda İngiltere’de toplumun bir arada tutulmasını sağlamak için görgü
kuralları, ahlak estetik hale getirilmiş ve toplum içinde istenen uyum sağlanmıştır. Düzenin
devamlılığı ve istikrarı açısından estetiğe önemli bir rol düşmektedir. S. 86
“Bugün Ne Giysem” ve benzeri programlar, tüketimin estetize edilmesinde estetik biliminin
kullanımına dikkat çekmesi açısından önemlidir. Estetik aracılığıyla insanların duyular alanına
hitap edilir, insanlar kendilerine sunulan, dayatılan her tür politik görüşü, tüketim ürününü
iyi, güzel, hoş bularak kendi istekleriyle, özgürce kabullendiklerini ve istediklerini düşünürler.
Adı geçen yarışma programı tüketimin estetize edilmesi sonucunda insanların tüketimden
haz almasının, tüketim toplumu olmanın ve ortak tüketici kimliğinde birleşmenin altını bir
kez daha kalınca çizmiştir. Tüketici kapitalizminin gelişmesiyle birlikte, toplumsal düzen ve
tüketim de estetize edilmiş ve insanların hoşuna giden, kendi beğenileriyle özgürce içinde
yer aldıklarını düşündükleri tüketim toplumları yaratılmıştır. ‘‘Tüketim nesnesi tüm ayırt
edici kimliklerin çöküşüdür” (Eagleton, 2010: 467). S. 86

Estetik Üzerine

Baumgarten’a göre estetik bir tür mantıktır, “mantığın kız kardeşidir.” S. 86
Yetkin bilgi doğru bilgidir. Estetik bilginin yetkinliği de doğruluktur, fakat estetik bilgi alanına giren doğruluk, güzellik adını alır (Tunalı, 2007: 13–15). S. 87
Benedetto Croce’ye göre estetiğin konusu sezgidir.

Sezgi, kavramsal bilgiden önce gelen, onun temelini oluşturan ve bireysel olanı veren en
yalın bilme biçimidir (Tunalı, 2007: 17). S. 87
Güzelliğin sadece bir sanat sorunu olmadığına dikkat çeken Eagleton, Edmund Burke’den
şu alıntıya yer verir (2010: 83): s. 87 

Güzelliği toplumsal bir nitelik olarak adlandırıyorum: çünkü erkekler ve kadınlar ve yalnızca onlar değil, fakat öteki hayvanlar da, onları seyrederken bize bir sevinç ve hoşlanma duygusu verdiklerinde (ve bu duyguyu veren pek çok şey vardır), bizi kendi şahıslarına yönelik şefkat ve sevgi duygularıyla esinlendirirler; onları yakınımızda görmekten hoşlanırız ve tersine güçlü sebeplere sahip olmadıkça, onlarla gönüllü bir şekilde bir tür ilişkiye gireriz.

“Estetik olan, düşünce ve eylemin dölyatağıdır, ama doğurduğu şey üstünde hiçbir tahakküm
Uygulamaz” s. 88

Estetiğin İdeolojisi

stetik sayesinde tek tek insanlar benzer şeylerden hoşlanırlar, benzer tarzda giyinirler, görgü kuralları gibi benzer kurallar çerçevesinde bütünleşirler. Örneğin 18. yüzyıl İngiliz ahlakçıları aracılığıyla ahlaklılık gitgide estetik kılınmıştır. Shaftesbury’deki etiğin, estetiğin, erdemin, güzelliğin birliği en açık şekilde görgü kavramında bulunur. ‘‘18. yüzyılda görgü bedeni disipline sokar, düzene sokulmuş uygar davranış biçimlerini verir, toplumsal pratikler estetik kılınır’’ (Eagleton, 2010: 67). S. 88

Görgü estetik olarak algılandığı zaman da, yasalardan daha güçlü bir hale gelir. Avrupa
burjuvazisinin siyasi egemenlik mücadelesinde estetik önemli bir rol oynamıştır (Eagleton,
2010: 41):
Burjuva toplumsal düzeninin nihai bağlayıcı gücü, mutlakıyetin zorlayıcı aygıtına karşıt
olarak, alışkanlıklar, dindarca bağlılıklar, duygular ve duygulanımlar olacaktır. Bu da,
böyle bir düzende iktidarın estetik kılınmış hale geldiğini söylemekle eşdeğerdir…
İktidar artık öznel deneyimin ayrıntılarından kazınmıştır ve buna göre soyut ödev
ile hoşlanma uyandıran eğilim arasındaki yarık da kapatılmıştır. 20. ve 21. yüzyılın kapitalist toplumlarında da benzer işlevi tüketim ürünleri, tüketimin estetiği sağlamaktadır. Eagleton’a göre Baumgarten’ın 1750’deki Aesthetica’sı yenilikçi bir tavır içinde duyumun bütün alanını açmaktaysa da, aslında bu alanı aklın sömürgeleştirmesine açmaktadır. Estetik –olan, aklın mükemmelliğinden pay alan, ama bunu ‘bulanık’ tarzda yapan var oluş alanıdır. ‘Bulanıklık’ burada karmaşa değil kaynaşma anlamında kullanılmıştır (34). S. 88
Burke’ye göre eğer estetik yargı istikrarsızsa, bu yargıda temellenen toplumsal duygudaşlıklar ve onlarla birlikte politik yaşamın tüm dokusu da istikrarsız olur. Bu nedenle beğeninin tekbiçimciliği, bizzat duyuların tekbiçimciliğine bağımlı olmak zorundadır (Eagleton, 2010: 83). Şöyle der Burke (Eco, 2006: 293):
Öncelikle güzel bedenlerin rengi mat ve lekeli değil, temiz ve açık olmalıdır. İkincisi çok baskın bir renge sahip olmamalıdırlar. Güzelliğe en çok yakıştırılanlar açık renklerdir; açık yeşiller, açık maviler, soluk beyazlar, pembe kırmızılar ve lilalar. Üçüncü olarak eğer bir renk baskın ve canlıysa s. 89

Toplumu kaynaştıran şey estetik taklit fenomenidir. Kuralların dikte edilmesinden çok taklit sayesinde hem daha etkili hem daha çok hoşa giden şekilde öğreniriz. Taklit etmek bir yasaya boyun eğmektir fakat bu yasa öylesine haz vericidir ki, özgürlük bu tür kölelikte yatar. Benzerlikler kalıplaştırılır, hegemonik olarak bütüne bağlanmayı sağlar (Eagleton, 2010: 84). B s. 89

Eagleton’a göre, bireyler farklı uzunlukta olsa bile, insani hacim değişmez s. 89
Eagleton, “Peki, ya bilginin kendisi de estetikse durum ne olacak?” diye sorar (70, 72). Bu sorusunun yanıtını da David Hume’un görüşleri verir. Hume tüm bilginin kaynağını duyum ve sezgiye indirgemiştir. On sekizinci yüzyıl İskoç aydınlanması düşünürü Hume için insan yaşamının en önemli rehberi alışkanlıklardır. Görüşleriyle Kant’ı önemli ölçüde etkileyen Hume’a göre, akıl olasılıkla bir duygu türüdür, tüm akıl yürütmeler ise göreneğin etkisinden başka bir şey değildir. S. 91

Anestezi ve Estetik

Günümüz tıp terminolojisinde kullanılan anesthesi terimi, estetik sözcüğünün kökeni olan Yunanca algılamak fiilinden türetilen ‘aesthesis’ sözcüğünün başına olumsuzluk eki getirilerek elde edilmiştir. Günümüz tüketiminin estetize edilişi toplumda sadece hoşa gitme değil, bir tür anestezi etkisi de yarattı denilebilir. Tüketimin uyuşturucu etkisine daha önce de pek çok düşünür dikkat çekmiştir. Örneğin Eric Fromm, Noam Chomsky halkın/tüketicinin uyuşturulmasından, hipnoz edilmesinden söz etmişlerdir. Adorno ile Horkheimer’in açtığı yolu izleyen Fromm, Marcuse ve Habermas gibi diğer Eleştirel kuramcılar da kendi eleştirel ve toplumsal kuramlarında kültür endüstrilerine temel bir rol atfederler. Kitlesel üretim ve tüketim 19. yüzyıl sonrasının sanayileşmiş modern kentlerinde görülür. Adorno ve  Horkheimer’dan sonra Herbert Marcuse, tüketim kültürünün, bireyleri satın almaya zorlayarak sahte ihtiyaçlar ürettiğini vurgulamıştır. S. 91

Fromm modern reklâmcılık için şöyle der; ”Tüm bu yöntemler özü itibariyle usdışıdır, bunların malların nitelikleriyle hiçbir ilgisi yoktur ve bunlar tüketicinin eleştirel kapasitelerini bir afyon veya doğrudan doğruya bir hipnoz gibi uyuşturmakta ve öldürmektedi” (Kellner,
2005: 237). Eagleton’a göre güzellik özgür rızamızı alır (86). S. 91

Mike Featherstone da (1991) Batı toplumlarının giderek estetize olmasına dikkat çeker. Ona göre 21. yüzyıl tüketimi küresel imaj ekonomisidir. Firmaların pazarlamalarıyla tüketiciler sürekli yeni moda yeni stil yeni duyumsama ve yeni deneyim arayışındadırlar. Markalar, imajlar kültürel süreçlerin önemli girdileridir ve bu girdilerle de yaşam şekilleri estetize hale gelmiştir. Featherstone’a göre, yaşam pasif olarak kabullendiğimiz bir şey değil, yarattığımız, ürettiğimiz bir şeydir, kapasitemizi kullanırız, fakat artık bunların hepsi stil olmuştur. 21. yüzyıl pazarlaması ‘deneyim’e vurgu yapar. Buna göre de estetize olmuş çevrede kullanıcı, alıcı veya tüketici yapımcı, tasarımcı olur, üretim ve tüketim birleşir. Bu nedenle 21. yüzyılda tüketimin ana kısımlarından biri tasarımdır. Ev, beden, ruh, alanlar bireysel tasarımın konusu olurlar. Dergiler iç mekân, bahçe dekorasyonuyla, yaşam stilleriyle ilgili konularla doludur ve benzeri konularda eğitim verilmesi giderek artmıştır (Dobers & Strannegard, 2005: 324-336). Seçme özgürlüğü de giderek artmış görünmektedir. Öte yandan bu seçim özgürlüğü akla Horkheimer’in at ve otomobil örneğini getirir. Horkheimer’e göre günümüz insanının seçme özgürlüğü atalarından çok fazladır, üretici güçlerin gelişmesiyle özgürlüğü korkunç artmıştır. Nicelik açısından çağımız işçisinin yararlanacağı ürün çeşidi, eski çağın soylusundan çok daha
geniştir. Bu tarihsel gelişme küçümsenmemelidir. Ne var ki özgürlük artışıyla özgürlüğün
niteliği değişmiştir. Örneğin ata binmekle otomobil kullanmanın içerdiği özgürlükler oldukça
farklıdır (Horkheimer, 1998: 123):
Sanki otomobili kullanan biz değiliz de uymak zorunda olduğumuz sayısız kurallar,
yasalardır. Hız sınırları vardır, yavaş sürme, durma, belirli şeritler içinde kalma uyarıları,
hatta biraz ilerideki dönemecin biçimini gösteren işaretler vardır. Gözlerimizi
yola dikmemiz ve her an doğru hareketi yapmak için tetikte olmamız gerekmektedir.
İçten gelen, kendiliğinden davranışlarımızın yerini, boğazımızı sıkan mekanik zorunluluklara
yönelttiğimiz dikkati dağıtacak her türlü duygu ya da düşünceyi silmemizi
gerektiren bir zihniyet almıştır. S. 92

BULGULAR

“Bugün Ne Giysem?” yarışma programının ön elemeleri için öncelikle yarışmacıların internet
üzerinden doldurması gereken formda “alışverişe ayda ne kadar zaman ayırırsınız?,” “tarzını
beğendiğiniz ünlüler kim?,” “vücudunuzda en beğendiğiniz yer neresi?,” “vücudunuzda en
beğenmediğiniz yer neresi?,” “kazandığınız takdirde 100 bin lira ile ne yapmayı düşünüyorsunuz?”
gibi sorular yer almaktadır. Bu sorularda ‘alışveriş’, ‘beğenmek’ kavramları bir
araya gelmekte, ‘estetik’, ‘güzellik’ ve tüketim ilişkili görünmektedir. Kazanılacak para ile
yapılacak şeylerin hayal edilmesi de yine akıldan çok duyular alanıyla, mantığın kız kardeşi
olarak nitelendirilen estetik alanıyla ilgilidir. S. 93

Adı geçen yarışma programında jüriye ait olan aşağıdaki söylemler tüketim yoluyla ‘şık’ olmak ve ‘estetik-güzel’ olmak arasındaki ilişkileri yansıtmaları bakımından dikkat çekicidir. Örneğin “Biraz kalçaların var ama bu elbise iyi kapatmış,” “Kendi bedenine uygun giyin, güzel olan beden parçalarını göster, çirkinleri sakla,” “Ayak bilekleri kalın kadınlar bu tür ayakkabıyla bileklerini daha ince gösterebilirler” şeklindeki dile getirişler tüketilen giysiler ve güzellik-estetik arasında çarpıcı bir şekilde ilişki kurmaktadırlar. S. 94

jüri üyelerinin yarışmacıların güzellikleri ve giysileri arasında ilişki kurdukları, yarışmacıların göğüslerinin, bacaklarının, ten renklerinin ve kalçalarının daha estetik görülmesi için giysilerin önemine dikkat çektikleri görülmektedir. S. 94

İrdelenen programda taşınan ürünlerin tek tek fiyatı sorulmakta, yarışmacılardan alınan
yanıtlardan benzer ürünlerin çok farklı fiyatlarda olduğu gözlemlenmektedir. Yarışma
öncesi adaylar alışverişe çıkmakta ve bu alışverişlerin görüntüleri, ürünlerin fiyatları
izleyicilere sunulmaktadır. Alışveriş sırasındaki ürün tanıtımlarında “vaauv” benzeri
seslendirme kullanılmakta, canlı renklerin seçimiyle de izleyiciler alışverişe, tüketime
özendirilmektedirler. “İyi ki aldım,” “alışverişi çok severim,” “sürekli alışveriş yaparım,”
“bu elbiseyi çok sevdim” gibi alışverişi ve sevmeyi bir araya getiren dile getirişler dikkat
Çekmektedir s. 94

Yarışmacılar, jüri tarafından daha pahalı veya daha ucuz ürünlere değil, sadece tüketime yönlendirilmektedirler. S. 95

İzlenen programlarda giysiler ve “gençlik” arasında da ilişki kurulmuştur.  Yarışmada  gençlik” ve giysiler arasında ilişki kurulduğu gibi, bilgi-eğitim ve giysiler arasında da ilişki kurulduğu gözlemlenmiştir. S. 95

Dellaloğlu’nun altını çizdiği gibi, “artık düzen ‘benim gibi düşün ya da yok ol’ demek yerine ‘benim gibi düşünmemekte serbestsin. Yaşamını ve tüm sana ait olanları koruyabilirsin, ancak o andan itibaren aramızda yabancısın’ demektedir” (126). Show TV’deki yarışma programında bu dışlama jüri üyelerinin yarışmacıya “bizimle değilsin” demeleri şeklinde yapılmış ve “alaturka” olma eleştirisi getirilmiştir s. 95

Adı geçen programda modacı/tasarımcı jüri üyeleri de yarışmacılar da hallerinden memnun görünmekte, bir görev sorumluluğuyla didinmekte, topluma hizmet etmektedirler. Ama neye ve hangi topluma diye sorarsak, kuşkusuz yanıtı tüketime ve tüketim toplumuna şeklinde olacaktır. Balık nasıl suda olduğunu bilmezse, yarışmayı hazırlayıp sunanlar da, yarışmacılar da estetize edilen tüketim kültürüne nasıl hizmet ettiklerini görememekte veya görseler bile konu estetiğin alanıyla yani duyular alanıyla, güzelle başarıyla kaynaştırıldığı
için bu hizmetten memnun, hoşnut görünmektedirler. Program, estetiğin ideolojisiyle
nasıl tüketimin estetize edildiğinin ve insanları tüketici kimliğiyle birbirleriyle uyum içine
soktuğunun ve bundan hoşlandıklarının en canlı örneklerinden biridir. Adorno ve Horkheimer’e göre kültür endüstrisi çağında düzen bedenleri serbest bıraksa da ruhlara saldırır. Frankfurt Okulu’na göre Kant’ın amaçsız amaçlılığı tersine okunmalıdır. Dellaloğlu bunu “erekli ereksizlik” olarak dile getirir. Kültür endüstrisi gerçek bir kültür değil, kendiliğindenliği olmayan şeyleşmiş bir sözde kültür üretir (2007: 20, 121). S. 96

TARTIŞMA VE SONUÇ

Eagleton’ı (71) haklı çıkaracak şekilde, günümüzde tüketiminin git gide estetik kılınışı,
küresel ölçekte kapitalist şirketlerin gücüne ve bu gücün giderek artışına işaret eder.
Show TV’deki “Bugün Ne Giysem?” isimli yarışma programında iyice görünür hale gelen
tüketim çılgınlığından insanların önemli bir bölümü memnun görünmekte ve her hangi
bir baskı olmadan kendi istekleriyle bu tüketimin bir parçası olarak yaşamaktadırlar. Bu
yaşanan süreç, akla estetiğin sadece duyu alanına hitap eden, hoşa giden vb. anlamları
dışında, bir tür uyuşturma anlamını da barındırdığını çağrıştırmaktadır. S. 96

Tüketici kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, toplumsal düzen ve tüketim de estetize edilmiş
ve insanların hoşuna giden, kendi beğenileriyle özgürce içinde yer aldıklarını düşündükleri
tüketim toplumları yaratılmıştır. Günümüz medyası bu görüşleri destekler nitelikte programlarıyla dikkat çeker. “Bugün Ne Giysem?” programı da estetiğin ideolojisini yansıtan tipik bir örnektir. “Tüketim nesnesi tüm ayırt edici kimliklerin çöküşüdür” (Eagleton, 2010: 467). S. 97

Tüketimin böylesine estetik hale getirilmesiyle 18. yüzyıl görgü kurallarının, ahlaklılığın estetik kılınması ve Alman faşizminin estetize edilmesi arasında pek bir fark yoktur. Nasıl o dönemin insanları, dışarıdan bir zorlama olmadan, fakat güç odaklarının politik çıkarlarına uygun düşecek şekilde estetik buldukları görgü kuralları veya politik görüşleri çerçevesinde birleşmişlerse, bugün de estetik buldukları, estetize edilmiş olan tüketimin çerçevesinde, tüketici kimliğiyle birleşmektedirler. Ayrıca burada hoşa giden bizi hegemonik olarak bütüne bağlayan taklit söz konusudur. S. 98

Estetiği estetiğin ideolojisinden ayırarak, duyular alanıyla ilgili olan ve ‘hoşa giden’ anlamıyla ele alırsak, günümüz medyasında tüketim estetiktir, bedenler estetiktir, programı sunanlar
estetiktir, katılımcılar estetiktir, kavram estetiktir, düşünce biçimi estetiktir… Peki ya insanı
insan yapan değerleri?

KAYNAKLAR
Althusser, L. (2005). Yeniden Üretim Üzerine. Işık Ergüden, Alp Tümertekin (Translated by). İstanbul:
İthaki Yayınları.

Chomsky, N. (1993). Medya Denetimi, Şen Süer (Translated by). İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık.
Dellaloğlu, B. F. (2007). Frankfurt Okulunda Sanat ve Toplum. İstanbul: Say Yayınları.

Dobers, P. & Strannegård, L. (2005). Design, Lifestyles and Sustainability, Aesthetic Consumption in
a World of Abundance. Business Strategy and the Environment, 14, 324–336.

Eagleton, T. (2010). Estetiğin İdeolojisi. B. Gözkan, H. Hünler, T. Armaner, N. Ateş, A. Dost, E. Kılıç, E.
Akman, N. Domaniç, A. Çitil & B. Kıroğlu (Translated by). İstanbul: Doruk Yayınları.

Eco, U. (2006). Güzelliğin Tarihi. Ali Cevat Akkoyunlu (Translated by). İstanbul: Doğan Kitapçılık.

Horkheimer, M. (1998). Akıl Tutulması. Orhan Koçak (Translated by). İstanbul: Metis Yayınları.

Kellner, D. (2005). Kültür Endüstrileri. Erol Mutlu (Edited by). Kitle İletişim Kuramları. Ankara: Ütopya
Yayınları.
Oskay, Ü. (2007). Estetize Edilmiş Yaşam. İstanbul: Derin Yayınları.

Tunalı, İ. (2007). Estetik. İstanbul: Remzi Kitabevi.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2013/I, 44, 85-98

28 Ocak 2016 Perşembe

MEDYA VE KÜLTÜR: KÜLTÜRÜN MEDYA ARACILIĞIYLA KÜRESELLEŞMESİ

MEDYA VE KÜLTÜR:
KÜLTÜRÜN MEDYA ARACILIĞIYLA KÜRESELLEŞMESİ
Hasan Hüseyin TAYLAN
Ümit ARKLAN
Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: X, Sayı 1, Haziran 2008
ÖZET
Küreselleşmenin ürünlerinden biri olarak küresel kültür, gitgide kendine geniş yaşam alanları da bularak yaygınlaşmaktadır. Kuşkusuz, yaygınlaşmasında kitle iletişim araçlarının rolü yadsınamaz. Küreselleşme sürecinde aktif rol oynayan medya, medya sahipliği ve küreselleşme aktörlerinin birlikteliği bağlamında hakim kültürün diğer kültürler üzerinde başat rol oynamasına imkan sağlamaktadır. Bu doğrultuda çalışma, gerek yerel, gerekse küresel kültürün medya aracılığıyla yerelliklerin aleyhine olacak şekilde küreselleştiği varsayımından hareketle sınırlandırılmaktadır.
Çalışmada, küreselleşmenin aktörlerine ait kültürün diğer kültürlere medya yoluyla benimsetildiği ve yerel kültürlerin medyalar aracılığıyla küreselleşme sürecinde kendilerini ifade etme imkanı bulduğu yolundaki iki farklı sorunsalın tartışılması, bununla birlikte yaşam biçimi, tüketim tarzı olarak alımlanan kültürün medyanın yaydığı küresel kültürün hegemonyası

GİRİŞ: KÜRESELLEŞMEYE KÜLTÜRDEN BAKMAK

·        20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özellikle kitle iletişim araçlarının devasa nitelikte yaygınlaşmasıyla birlikte uluslar arası ilişkiler –bağlantılı olarak kültürler arası ilişkiler- iç içe geçerek yoğunlaşmaktadır.  Söz konusu yoğunlaşma, homojenliği ifade ettiği gibi, heterojenliği de içine alan bağlam içinde gelişmektedir. S. 86

·        İktisadi, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan gelişmeler, küreselleşme başlığı altında değerlendirilebilir. S.86

·        Robertson (1998: 102) tarafından “tikelciliğin evrenselleşmesinin ve evrenselciliğin tikelleşmesinin iç içe geçmesini içeren derin, ikili bir süreç” olarak tanımlanmaktadır. Hall (1998b: 94) ise, küreselleşmeyi, “eklemlenmiş tikelliklerden” oluşan bir çerçevede kavrar.s.86
·        Modernleşme projesi “Batı’nın Batı dışı mazlum toplumlara” dayattığı ve Batı’nın emperyalist emellerine hizmet eden bir sürece işaret eder” (Kızılçelik 2005: 36-37). Bu bağlamda küreselleşme kapitalizmle aynı sürece karşılık gelir. S. 87
·        “Bugün adına küreselleşme denen bu tarihsel sistem, 15. yüzyıl sonları Avrupa’sında doğdu, 19. yüzyıl sonlarında dünyanın çeşitli coğrafyalarına yayıldı, günümüzde ise yerküreyi kapladı” (Kızılçelik 2004: 9). S.87

1. Küreselleşme ve Kültür: Yerelliklerin Küresel İnşasına Doğru

·        Günümüzde küresel olanla yerel olanın iç içe geçtiği yeni bir tür küreselleşme sürecinin başladığını ifade eden Stuart Hall, yeni tür küreselleşmenin Amerikan kültürünün –başka bir deyişle Amerikan yaşam tarzının- küreselleşmesi olduğunu vurgular (1998a: 39-61). Bu yeni tür küreselleşme kültür perspektifinden bakıldığında küresel –Batı merkezli ya da Amerikan- ile yerel kültürler –ötekiler- arasında etkileşimli bir süreç olarak kavranma olanağı verir.s.87-88

·        Küreselleşme, yerel kültürleri yok etmiyor, aksine kendi varlığı içine yerleştirmektedir. Buradan hareketle dünyanın kendisi, McLuhanyan anlamda bir “küresel köy” haline geldiği savı (2001), yerel kültürlerin küresel alanda temsil edilmelerini olanaksızlaştırmamaktadır. s. 87

·        Küreselleşme, yerelliği yeniden üreten bir süreç olarak, yerellikleri yok etmek yerine kendine eklemlemektedir. Bu açıdan bakıldığında, “yerelleşme kavramı, küreselleşmenin yaşam biçimleri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmasını gizleyici bir işleve sahiptir. Küreselleşme süreci farklılık söylemi vasıtasıyla yarattığı sonuçlara karşı direnme
odaklarını zayıflatmaktadır” (Hülür, 2000: 115). S. 87

·        Küresel (kitle) kültür, Batı merkezlidir ve İngilizce konuşur. Küresel kitle kültürünün yönlendirici gücü, Batı teknolojisi, sermayenin ve tekniğin yoğunlaşması (Hall, 1998a: 48), Batıdan yayılan – Avro-Amerikan- yaşam tarzları, değerler ve algılama biçimleridir. S. 89

·        Günümüzdeki küreselleşme, “farklılıklarla beraber yaşamaya ama bir yandan da onları yenmeye, bastırmaya, denetime almaya ve içine çekmeye” (Hall, 1998a: 55) çalışmaktadır. Ne var ki farklılıklar, küreselleşmeyle temsil olanağı bulmakla sahiciliğini koruyamamakta aksine küresel kültüre eklemlenerek küreselleşme sürecine katkıda bulunmaktadır. S. 89

2. Kültürün Medya Aracılığıyla Yayılımı

·        Kitle iletişim araçları, küreselleşme konusunda biricik güç değilse de küreselleşme sürecinin ortaya çıkmasında ve hız kazanmasında çok etkin bir rol oynamıştır. Sahip olduğu teknolojik nitelikleri nedeniyle ulusal sınırları ortadan kaldırmış, ülkeleri (özellikle de bu teknolojilere sahip olanlar lehine) birbirleri ile daha fazla “etkileşim” içerisine sokmuştur. S. 90

·        Küresel mesajlar yerelle birleşmek suretiyle küresel akışın içeriğini zenginleştirmekte (Önür, 2002: 186-187), ancak küresel akışın yerelle birleşerek zenginleşmesi de yerel kültürleri ve yerel özellikleri yerinden ederek kendi çıkarları doğrultusunda yerel özelliklerin otantikliğini kullanarak küresel kültüre katkıda bulunmaktadır. S. 90

·        Kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması ile kültür de üretilen ve pazarlanan bir meta halini almıştır. Kitle iletişim araçları üreten gelişmiş ülkeler tarafından, bu araçları üretmekten yoksun ülkelere bir ‘medyatik ürünler’le birlikte ‘kültür’ de ihraç edilmektedir (Adıgüzel, 2001: 103). Durum böyle olunca da, “İnsanlar, toplumsal çevrelerini yorumlamak ve onlara tepki göstermek için kullandıkları imgeler, simgeler ve söz dağarcıkları için büyük ölçüde kültür endüstrilerine bağımlı” (Golding ve Murdock, 2002: 94) hale gelmekte, özellikle de elektronik sömürüye maruz kalmaktadırlar. S.90
·        Elektronik sömürgecilik zihinlere gereksinim duymakta; yabancı Batı ülkelerinden ithal edilen kitle iletişim ürünleri vasıtasıyla, Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşayan insanların davranışlarını, arzularını, inançlarını, yaşam biçimlerini, tüketim sürecinde seçim yapma imkanlarını, tüketicilerin gözlerini, kulaklarını ya da her ikisini birden etki altına almayı amaçlamakta (McPhall, 1991: 151) olduğu için, etkiyi kolaylaştıracak ve insanları akışın yönüne kanalize edecek içerikler sunulmaktadır. Sunulan içeriklerle farklı kültürel yapıya sahip olan insanlar, makro açıdan da farklı kültürler etki altına alınmaya çalışılmaktadır. S.90

·        Kitle iletişim araçlarından yayılan iletilerle hakim kültürün diğer kültürler üzerinde
hegemonya kurması sağlanmaya çalışılmaktadır. Medya yoluyla sağlanan hegemonya zora değil, rızaya dayanan bir çerçevede gelişir. s.91

·        Hegemonyanın olduğu yerde sömürü (emperyalizm) vardır. Kitle iletişim araçlarını kültür endüstrileri olarak kabul ettiğimize göre, burada kurulmaya çalışılan hegemonya kültürel emperyalizmi de beraberinde getirmektedir. Kültürel emperyalizmin ya tek bir kültürün diğer bir kültür üzerindeki medya egemenliği (metinler, pratikler), ya da “kitle iletişim araçlarının dolayımlandırdığı kültürün” küresel düzeyde yaygınlaşması olmak üzere medya konusuna iki yönden eğildiğini görmek mümkün olabilir (Tomlinson, 1999: 44-45). S. 91

·        Batılı değerlerin, tüketim kültürünün ve yaşam tarzlarının öteki kültürlere sızarak yaygınlaşması gibi gelişmeler “kültürel emperyalizm” olarak değerlendirilir. Kültürel emperyalizm olarak değerlendirilen gerek Batı değerlerinin ve gerekse Batılı yaşam tarzlarının (ki bunlar çoğunlukla Amerikandır) başka kültürlere sızması sürecinde kitle iletişim araçları, reklamlar ve beraberinde getirdiği tüketim kültürüyle hayati  bir rol üstlenmişlerdir s. 91

·        Tüketmek artık toplumsal bir kimliğe sahip olmakla da eş anlamlı hale gelirken, insanlar tükettikleriyle ve başkaları tarafından değerlendirilir hale gelmeye başlamaktadır. Değişen tüketim kalıplarıyla birlikte değişen yaşam tarzları ve değişen kültürel tüketim biçimleri ortaya çıkmaktadır. S. 92

·        Ancak, günümüze baktığımızda ise küresel kitle kültürünün başlıca örneği olmada yaygınlık bakımından uydu televizyonlarının yerini internet almıştır. İnternet kanalıyla verilecek olan bir mesaj anında milyonlarca kişiye ulaşabilmekte, anında etkide bulunabilmektedir. Önceleri bireyler kendi mahallesinden, okulundan, arkadaş çevresinden bireylerle sohbet ederlerken, aşk yaşarlarken, sosyal bir ortamı paylaşırlarken, artık internet sayesinde ulusötesi, binlerce kilometrede bulunan bireylerle ister sesli, ister görüntülü-sesli, isterse yazılı olarak konuşabilmekte, aşk yaşayabilmekte ve sanal da olsa belli bir sosyal ortamı paylaşarak duygu, düşünce ve hislerini anlatabilmektedirler. Söz konusu bu duygu, düşünce ve mesaj aktarımı kültürel etkileşimi de hızlandırmaktadır. İnternet yoluyla küresel kitle kültürü –tüketim kültürü, yaşam tarzları ve kültürel değerler, zevkler- “hızlı” biçimde yayılmaktadır. Aslında internetin tek bir kitle iletişim aracının sahip olduğu nitelikleri aşarak birden çok kitle iletişim aracının niteliklerine sahip olduğu düşünüldüğünde söz konusu kültürel etkileşim daha etkili olabilmektedir. S. 93

·        Burada unutulmaması gereken nokta, üretilmekte ve yayılmakta olan bilgi ve haberlerin kültürel bir ürün olduğu ve ekonomik bir amaca dönük olduğudur. Söz konusu bu amaç ise kitle iletişim araçları teknolojisini üreten ülkelerin kültürünü yaymak ve küresel dünyada bu ülkelerin standartlaşmış popüler ürünlerini satmaktır (Adıgüzel, 2001: 13). Bir anlamda kültür ve enformasyon iç içe geçmiştir. S. 93

·        Kültürle enformasyonun iç içe geçmesini bir süreçle açıklayabilmek mümkündür. Bu süreç kültürün bir endüstri, medyanın da söz konusu bu endüstrinin temel araçları olarak algılandığı andan itibaren hızlanarak günümüze kadar pekişir (Güneş, 1996: 128). Söz konusu bu süreçte kültürel anlamda bir enformasyon dengesizliği söz konusudur. S. 94

·        Medyanın kültürel iletişim sürecinde kullanılması, kitle iletişim aracı üreten ülkeleri öne çıkarmış, söz konusu ülkelerin kültürel değerlerinin piyasaya sürülmesine ve reklamlarının yapılmasına neden olmuştur (Adıgüzel, 2001: 104). S. 94

SONUÇ

·        Kitle iletişim araçları, sahipliği bağlamında ve hakim kültürel kodlar açısından, kültürün üretimi ve tüketiminde, zengin bir taşıyıcılık ve yaygınlaştırma işlevi görmektedir. Kitle iletişim teknolojilerinin köken itibariyle Anglo-sakson ve Amerikan olmaları, sadece teknolojiye sahipliği değil aynı zamanda kültür akışının yönünü gösterir. Batılı yaşam tarzının, değerlerinin ve tüketim kültürünün toplamını gösteren küresel kültür, medyalar yoluyla –özellikle de televizyon, internet ve reklamcılık- kendisini ve imgelerini dünyanın tüketimine sunar. Sözgelimi Donald Duck (bizdeki alımlanmasıyla “Vak Vak Amca (!)” çizgi film endüstrisi yoluyla, Coca- Cola ve McDonald’s reklamcılık ve pazarlama dünyasıyla, Levi’s reklam ve modayla evrensel tüketim dünyasına sunulmaktadır. Sunulan sadece mal ve hizmet değil, aynı zamanda nesnelerin kültürel anlam ve imgeleridir. Küreselleşme sürecine kültürel boyuttan bakıldığında, ileri iletişim teknolojilerini ellerinde bulunduran Batı kültürleri sahip oldukları bu teknolojik üstünlük sayesinde küresel kültür aktarım sürecinde başat bir rol oynamakta, yerel kültürlerin sahip olduğu öğeleri de bu aktarım sürecine eklemlendirerek kendi kültürlerinin diğer kültürler üzerindeki başatlığını sağlamlaştırmakta ve kendi kültürel arka planlarını taşıyan ürünleri bu kültürlere hiç de zorlanmadan pazarlayabilmektedirler. S. 95


KAYNAKLAR
-         ADIGÜZEL, Yusuf. (2001), Kültür Endüstrisi: Kitle Toplumunun Açmazları,
İstanbul: Şehir Yayınları.
-         AKÇA, Gürsoy. (2003), “Küreselleşme ve Ulus-Devlet”, Selçuk İletişim, Cilt: 3,
Sayı: 1, ss. 74-81.
-         ECO, Umberto. (1991), “Göstergebilimsel Bir Gerilla Savaşına Doğru”, Kaplan,
Yusuf (Der. ve Çev.), Enformasyon Devrimi Efsanesi: Modernleşme Kuram ve
Uygulamalarının Eleştirisi, Kayseri: Rey Yayıncılık, ss. 93-105.
-         FİSKE, John. (2002), “Postmodernizm ve Televizyon”, Gürkan, Nilgün (Çev),
İrvan, Süleyman (Der), Medya Kültür Siyaset, Ankara: Ark Yayınevi, s. 29-57.
-         GOLDİNG, Peter ve Murdock, Graham. (2002), “Kültür, İletişim ve Ekonomi
Politik”, Kejanlıoğlu, D. Beybin (Çev.), İrvan, Süleyman (Der.), Medya Kültür
Siyaset, Ankara: Ark Yayınevi, ss. 59-97.
-         GÜNEŞ, Sadık. (1996), Medya ve Kültür, Ankara: Vadi Yayınları.
-         HALL, Stuart. (1998a,) “Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Etniklik”, King,
Anthony D. (Der.), Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları, Ankara, ss. 39-61.
-         HALL, Stuart. (1998b), “Eski ve Yeni Kimlikler, Eski ve Yeni Etniklikler”, King,
Anthony D. (Der.), Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları, ss. 63-96.
-         HALL, Stuart. (1999), “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı
Altında Tutulanın Geri Dönüşü”, Küçük, Mehmet (Der. ve Çev.), Medya
İktidar İdeoloji, Ankara: Ark Yayınevi, ss. 77-126.
-         HAMELİNK, Ceas. (1991), “Merkez ve Çevre Ülkeler Arasındaki Enformasyon
Dengesizliği”, Kaplan, Yusuf (Der. ve Çev.), Enformasyon Devrimi Efsanesi:
Modernleşme Kuram ve Uygulamalarının Eleştirisi, Kayseri: Rey Yayıncılık,
ss. 257-277.
-         HANNERZ, Ulf. (1998), “Çevre Kültür Senaryoları”, King, Anthony D. (Der.),
Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, ss.
139-169.
-         HÜLÜR, Himmet. (2000), “Toplumsal Bilim Söyleminde Yerellik”, Selçuk İletişim,
Cilt: 1, Sayı: 3, ss. 103-116.
-         KELLNER, Douglas. (1991), “Reklam ve Tüketim Kültürü”, Kaplan, Yusuf (Der.
ve Çev.), Enformasyon Devrimi Efsanesi: Modernleşme Kuram ve
Uygulamalarının Eleştirisi, Kayseri: Rey Yayıncılık, ss. 75-91.
-         KIZILÇELİK, Sezgin. (2004), Zalimler ve Mazlumlar: Küreselleşmenin İnsani
Olmayan Doğası, Ankara: Anı Yayıncılık.
-         KIZILÇELİK, Sezgin. (2005), Batı Bataklığı, Ankara: Anı Yayıncılık.
-         KIRCA, Süheyla. (2001), “Medya Ürünlerinin Küresel Yayılımı, Yerelleştirilmesi,
Ulusaşırı Kimliklerin Yaratılması”, Doğu-Batı Dergisi, Popüler Kültür Sayısı,
Yıl: 4, Sayı: 15, ss. 173-184.
-         KİNG, Anthony D. (1998), “Giriş: Kültür Mekanları, Bilgi Mekanları”, King,
Anthony D. (Der.), Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları, ss. 17-37.
-         LULL, James. (2001), Medya İletişim Kültür, Güngör, Nazife (Çev.), Ankara: Vadi
Yayınları.
-         MCLUHAN, Marshall ve Bruce R. Povers. (2001), Global Köy, İstanbul: Scala
Yayıncılık.
-         MCPHALL, Thomas L. (1991), “Yeni Uluslararası Enformasyon ve İletişim
Düzeni”, Enformasyon Devrimi Efsanesi: Modernleşme Kuram ve
Uygulamalarının Eleştirisi, Kayseri: Rey Yayıncılık, ss. 141-164.
-         MUTLU, Erol. (2005), Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya, Ankara: Ütopya Yayınevi


Sanatın Dili Nasıl Bir Dünyayı Resmeder


Bilindiği üzere en sık kullanılan dil günlük dildir. Felsefeci de, sanatçı da, bilim adamı da günlük yaşamını sürdürürken bu dili kullanır. Günlük dil dünyayı bir biçimde resmeden bir araçtır.

Burada “bir biçimde” derken günlük dilin en yaygın iletişim aracı olmasına rağmen, yalnızca tikeller (tikel durumlar, nitelikler vb.) hakkında konuşmaya yaradığının altı çizilmelidir. Ancak tikeller hakkında konuşmak için tikellerden daha fazlasına ihtiyaç vardır. Kavramlar, yani tümeller… “Bu masada dört kitap var” önermesi “bu masa” diye gösterilen tikel hakkındadır ama “masa”, “dört”, kitap” gibi kavramlar olmaksızın dile getirilemez. Günlük dil kuşkusuz tikeller dünyasını resmeder

Günlük dil kuşkusuz tikeller dünyasını resmeder. Ancak resmi yaparken kaçınılmaz olarak kullandığı aygıtların başında tikel nesne adları olduğu kadar tümellerin adları da bulunmaktadır. Her yargı verme bir tümeli gerektirir. Tümeller olmadan yargıda bulunulamaz. Ancak günlük dil içine doğan, bu dil içinde yaşayıp giden bireyler, sorulduğunda genellikle tikeller hakkında konuştuklarını söylerler; tikeller hakkında konuşabilmek için tümelleri de konu edinmeleri gerektiğini fark edemeyebilirler.

Bilim ve felsefe dilinin konusunun görünenin ardındaki şey olduğunu söylemek mümkündür. Duyulara konu olan ile bunların ardındaki bulunduğunu sandığımız/aradığımız şeyin birbirleriyle ilişkisinin ne olduğu, görünmeyenin görüneni açıklayıp açıklamadığı sorusu, yalnızca felsefe ve bilimin değil, kendine özgü yollarla sanatın da meşgul olduğu bir sorudur.

“Sanat dili nasıl bir dünyayı resmeder?” sorusuna bir cevap bulabildiğimizi düşünüyorum: Bu öznel deneyim dünyasını resmeder; diğer dillerden bu yönüyle ayrılır. Bu durumu bilim dili – sanat dili ayrımı üzerinden gösterebiliriz:
Bilimin dili nesnel, gözlem ve deneyim ile olgu olarak saptayacağımız bir dünyayı resmeder. Dünya olguların dünyasıdır ve bilim dili bu dünyanın fotoğrafını çeker; onları birbiriyle ilişkili olgular biçiminde düzenler. Örneğin “bütün metaller ısıtılınca genleşir” cümlesi zihnin kurucu olduğu mantıksal bir resmin ifadesidir. Mantıksallık, resmin herkes için ortaklaşa olmasını mümkün kılar. “Metal” derken, “metal”in ortak, iletilebilir anlamına işaret ederiz. Kant’ın terimiyle bu ve benzeri yargılar deney yargılarıdır. (Algı yargısı değildir). Böylece bilim görüneni dile getiren algı yargılarından hareketle onun ardındaki yasaya ulaşır. Bu yasayı da deney yargısı biçiminde ifade eder.

Oysa sanatın dili söz konusu olduğunda durum değişir. Artık mantıksal bir resimden değil, olguyu metaforlar yoluyla kendine nesne yapan öznel bir dilden söz edilecektir. Yazının merkezi noktası da bu öznel dilin neye yöneldiği/neyi nesne kıldığıdır. Burada Paul Klee’nin özdeyiş haline gelmiş şu sözünü hatırlamakta fayda var: “Sanat görüneni yansıtmaz, görünmeyeni görünür kılar.” Başka türlü dendikte, sanat eseri bir şeyi temsil eder, ama temsil ettiği şey taklit ettiği şey değildir. Nitekim bir resim yalnızca bir nesnenin tuvale aktarılmış biçim ve renklerinden çok daha fazla birşeydir. Bu biçim ve renkler yalnızca sanatçının dışındaki nesneye ait değildir, sanatçının yarattığı nesneye de aittir.

Sanatın dünyayı resmederken kullandığı dilin bir tür duygu dili olduğu, resmedilenin zihindışı dünyadan çok, sanatçının resmettiği şey karşısındaki iç halleri, duygu dünyası olduğu iddiasından kalkarak Odgen ve Richard’ın “The Meaning of the Meaning” adlı eserlerinde yaptıkları sembolik dil - duygusal dil (Odgen & Richards, 1923:149) ayrımını benimseyebiliriz. Örneğin “Kız kulesi İstanbuldadır” ifadesi bir tasvir ifadesidir. Kavramların semboller yerine konmasıyla oluşturulmuştur. Oysa, “seni dünyalar kadar seviyorum” ifadesi duyguları gösterir. Ancak duyguların, bu arada sevginin ölçülebilir bir niceliği olmadığı için ancak bir metaforla gösterilebilir.

Sonuç Olarak:
Günlük dil, mümkün olan en ekonomik kullanımla gündelik hayatımızı kolaylaştıran bir araç; bilim dilinin amacıysa doğa hakkında genel yargılara ulaşmaktır. Sanat dilinin amacı ise günlük dilin tikel nesneler hakkındaki algı yargılarını ya da bilim dilinin deney yargılarını tekrar etmek değildir. O, çekilen bir acının, duyulan bir özlemin vb. bu özlem ya da acıyı çeken kişi için ne kadar biricik olduğunu, bu acı ya da özlemi çeken ya da çekmeyen herkese bildirmenin yollarının araştırılmasıdır.

Sanat dili, söz gelimi şiir bahis konusu olduğunda, mevcut günlük dil kalıplarını ve iletişim kodlarını değiştiren bir dil haline gelir. Zira duyguların biricikliğini aktarmak söz konusu olduğunda günlük dilin alışılmış kalıpları bu duyguları yaşasın ya da yaşamasın yeterli olamıyor. Böylece yeni anlatım kalıplarına, yeni biçimlere ihtiyaç hâsıl oluyor. Bu ihtiyacı da sanatçı gideriyor.

Duyguları aktaran dil de aslında bir yerde ölçülerden söz eder. Nitekim “seni dünyalar kadar” seviyorum cümlesi ile “seni 3 kg. seviyorum” cümlesi arasında, duygu miktarı
göstermeleri açısından bir fark yoktur. Ancak, elbette duygular ağırlık ya da uzunluk ölçüleriyle tartılıp ölçülebilir değillerdir. Tam da bu nedenle, yine de bir ölçü belirtmek adına “dünyalar kadar” sevmekten söz edilmektedir. Burada da duyguların dile dökülmesi bir “nicelik”, yani “miktar” ifade ediyor. Ancak buradaki asıl fark, niceliği gösterirken matematiğin diline başvurmak zorunda kalmayışımızdır. Aslolanın iletişim olduğu bu noktada matematiğin “kesin” diline ihtiyaç duymayan bir bildirişim ortamı vardır. Duyguların herkeste ayrı ayrı tezahür etmesi, her bireyin kendi yaşantısını adeta biricik gibi idrak etmesi neticesinde ortak bir duygu yoğunluğundan söz etmek güçtür. Sanatçı bu farklı yoğunlukta olduğu düşünülen duyguları farklı dilsel kalıplarla ifade etmeye çalışır. Oysa matematik dilinin konusu olan olguların ölçülmesinde ortak bir ölçü bulmak ve uygulamak çok daha kolaydır.

[Beytulhikme An International Journal of Philosophy, June 2011, V. 1]

 Prof. Dr. Hakan Poyraz