Edip Cansever etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edip Cansever etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mayıs 2014 Perşembe

Karanfil kokulu şiirler

Karanfil-Sigara-Çay muhteşem üçlüsü vardır. Daha önce duymamış olabilirsiniz çünkü ben uydurdum. Dostlarla sohbetlerde hele Tom Waits çalıyorsa, koyu sohbetin tamamlayıcısıdır bu üçlü. Bir yandan çaylar yenilenip konu konuyu açarken ortamın süslü kokusu oluverir karanfil. Deneyin, Edip Cansever’in dediği gibi bir sevdayı büyütürsünüz böylece…



YERÇEKİMLİ  KARANFİL  
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde  
Oysaki seninle güzel olmak var  
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi  
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda  
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.  
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte  
Sen de bir başkasına  veriyorsun daha güzel  
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor  
Derken karanfil elden ele.  
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle  
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil  
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk  
Birleşiyoruz sessizce.  
  
Edip Cansever


“Bazan da bir yerde kuşlar vardır
Ne uçmak, ne görünmek için
Bir karanfil pencereyi deler
Bir kapı kendiliğinden kapanır
İstesek sevişirdik, ama olmadı
Biz değil yaşayan acılardır.”
                  ”Edip Cansever”


Hakkınız var, güzel değildir ihtimal,
Mübalâğa sanatı kadar,
Varşova'da ölmesi on bin kişinin,
Ve benzememesi
Bir motörlü kıtanın bir karanfile,
'Yârin dudağından getirilmiş'

Orhan Veli Kanık 




Kosmosun Kardeşliği Adına
 
"Ne üs kurmağa geldim yıldızına
Ne petrol, ne yemiş imtiyazı istemeğe
Koka-kola satacak da değilim
Selamlamaya geldim seni yeryüzü umutları adına
Bedava ekmek ve bedava karanfil adına"
 

 
Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da 
ovada güz nadasları yapıldı çoktan, 
                                    tohum saçılıyor. 
Ve zeytin devşirilmekte. 
Bir yandan kışa girilmekte, 
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor. 
Bense hasretinle dolu 
              ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü 
              yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursada...

        
                     ”Nâzım Hikmet”
 
  karanfil kokuyor cigaram
dağlarına bahar gelmiş memleketimin..
 Ahmed Arif”
 
'' Gözlerin kaç gece eder..?
Dudakların kaç karanfil..?
Gülünce sehpalar devriliyor,
kızgınlığın kaç yanardağı..? ''
' Atilla İlhan
 
 
bizde bilirdik sevgiliye karanfil almasını
 lakin aç idik yedik karanfil parasını...
           “Yılmaz Güney”
 
Aslında bu denli güzel kokmaz hiç bir karanfil, 
Onda seni kokladığımdan bunca güzel. 
Aslında bu denli güzel olmaz hiç bir Sarıyer, 
Orda seni öptüğümden bunca güzel. 
Aslında bunca güzel olmaz hiç bir dünya, 
Seni sevdiğim için dünya da böyle güzel. 
Aslında bu denli deli değildim sor kime istersen, 
Sevince seni delilik bile bak ne güzel. 
Aslında sen dünya güzeli değilsin, 
Sevdiğim için dünyada tek güzelsin..
                 “Aziz Nesin”
  
Konuşuyorsun, kanatlı bir karanfil dudakların.
Gözlerin iki dağ suyu güldükçe köpüklenen
İndiriyorsun kirpiğini upuzun bir güz.
Bir kapı önündeyim, girsem suç gitsem ayaz

Şükrü Erbaş

Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut almış başını gidiyordu görüyordum

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun
  İlhan Berk
   
Gözlerinde yıldızlar gezdirdiğin zamanlardı
gövdenden gövdeme akan bir karanfil gecesi
denizine geldiydim senin
kendimi seninle değişmek için                    
       ”Birhan Keskin”
 
 
Yarin dudağından getirilmiş Bir katre alevdir bu karanfil, Gönlüm acısından bunu bildi! Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer Kızgın kokusundan kelebekler; Gönlüm ona pervane kesildi.
             ”Ahmet Haşim”
 

Saymadim hasretinle bu kacinci yilbasi Bir ihtimal de olsa doner diye bekledim Ne bir demet karanfil ne bir damla gozyasi Bir hal hatir sormayi dener diye bekledim Cemal Safi


20 Nisan 2014 Pazar

Ve öyle masum...


Nedensiz bir çocuk ağlaması bile 
Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.
Edip Cansever

15 Nisan 2012 Pazar

Edip Cansever - Cin

 
Tapınırken bulduk kendimizi
O sonsuz geceye
Gece mi, değil mi, bir gece hayaleti mi belki
Dolaştı durdu bizimle
Bütün gün dolaştı durdu ve
Sindi
Büyülenmekten arta kalan bir bitkinliğe.

Sahi, o ölen kimdi.

İlkel bir acı gibi
Düşüverdi ilk bakış gözlerinden
Kaskatı. Ve belirdi sanki yüzünde
Görünürdeki tek şey; daha sonra da olmak
Çıkardı birden şapkasını ve çıkardı şapkasını, şapkasını
Şapka mı, değil mi, bir şapka hayaleti mi belki
Bir bira içti ve vurup gitti kapıyı ardından
Yürüdü, geçti, kuru otlar
Yapraklar yakılan bir caddeyi.

Peki, o ölen kimdi.

Tam o sırada bir dolu bardak cin istemiştin sen
Bir dolu bardak cin, öğle üzeri
Damıtılmış gündüzden
Cin, cin!
Seni bir daha kendine gömen, bir daha
Kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden
Elbette ki güzeldir
İnsanın insana verebileceği en değerli şey
Yalnızlıktır.

Cin bitti.


6 Nisan 2012 Cuma

Farklılaşmaya Çalışırken Aynılaşmak


ama herkes ki kendisi olsun
sonra herkes kendisi olsun
bir gün herkes kendisi olsun
edip cansever

‎Güvenme ona; sana sırtını dönse de, çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü yine sana bakmaktadır.

Maldoror 2. Şarkı

29 Şubat 2012 Çarşamba

Şiiri Bölmek - Edip Cansever


“bir birey olarak neyiz? yani kendimiz hakkında ne biliyoruz, ne bilebiliriz? bu sorulara doyurucu bir yanıt bulamadıkça, kişiliğe sıkı sıkıya bağlı olan ozanlığımızın olanaklarını da belirleyemeyiz sanırım.. biyolojik, fiziksel varlığımız bir yana (gene de insanın bir bütün olduğunu gözden uzak tutmamak şartıyla), kendimizi toplumbilim açısından irdelersek göreceğiz ki, bizler, düzenli olarak düzen değiştiren, yani bilimsel yöntemlere uygunluğu oranında geleceğini, gelecekteki duraklarını, yaşama biçimlerini kestirebilen insan tekleri değiliz.. geçirdiğimiz toplumsal evreler arasında yapıcı, tamamlayıcı bir ilişki olmadığı gibi, buna bağlı olarak ileri bir atılımdan da yoksunuz.. günlük edimlerimiz bizi öylesine yoğuruyor, öylesine kılıktan kılığa sokuyor ki, bir yığın çıkmazın buyruğunda, direnmekle çevreye uymak arasında şaşkına dönüveriyoruz.. boyutsuz, anlamsız, sallantılı bir yaşam düzeyinde bocalıyoruz durmadan.. inancımızı somutlayan eylemlerle değil de ancak, bize uygun buldukları düzenlerden birini seçmekle biçimleniyoruz.. böylece düşüncelerimiz kuramsal, ilişkilerimiz soyut kalıyor.. her durumda aşınıyoruz, kişiliğimizden biraz daha yitiriyoruz.. düşünsek düşünemeyeceğimiz, duysak duyamayacağımız, ‘göre’ bir yaşayış tutturmuşuz. kendi öz varlığımızla tanışmak, karmaşık, çözülmez bir problem oluyor çoğu kez.. giderek, bu toplumsal çatı altında,bir yalnızlık anıtından başka hiçbir görünümümüz kalmıyor.
gerçek ‘ben’imizle yüz yüze gelmedikçe, tersine, kişiliğimizden gün günden daha bir uzaklaştırıldıkça, şiiri nasıl olup da ozanın yalnızlığına, sezgilerine, güdülerine bağlayabiliriz? ayrıca, kimliğimizle yazdıklarımız arasında varsaydığımız benzeşlik, gerçek, tutarlı bir benzeşlik olabilir mi? yani şiirlerimizle ne kadar sokulabiliriz kendimize? ya da yazdığımız şiirler için hızını, devinimini kendinden alamayan benliğimizin katkısız ürünleridir, diyebilir miyiz? bana kalırsa böylesi bir özdeşlikten söz açmanın sırası gelmemiştir daha.. giderek denebilir ki, edebiyat dünyamızda yer alan bir sürü kavramın (lirik, authentique vb.) özünde yatan gerçekler, yaşadığımız gerçeklerle çelişmektedir.. çünkü bireyliğimizi kurtarma savaşı içindeyiz biz.. bu savaş da, toplumsal savaşımızın içeriğine girer.. şiiri de böyle bir ortamın izdüşümü olarak görmek gerekir.. ne yapalım ki, tarihsel sıra, bizi böyle bir dönemde konuşturuyor. güvenemediğimiz bir ‘ben’e, bir kendiliğindenliğe sığınamayız kolayca. edebiyat tarihimiz, olanaklarını bilmeyen ozanların çoğunlukta olduğunu gösteren belgelerle doludur. üç beş aşamadan geçtikten sonra, hangi ozanın hangi yanıyla ayakta kaldığını saptamak bile oldukça güçleşmektedir. çünkü gerçek bir evrimden; düşünceye, yaşantıya bağlı bir şiir evriminden çok, bütün bunlardan soyutlanmış salt bir deyiş özelliği, biçimsel bir doygunluk geliştirilmiş, ya da sürdürülmüştür ozanlarımızca.. genellikle ilk heyecanın, ilk esrimenin, ilk cesaretin yarattığı birtakım sonrasız ozanlar, şiirimizin temsilcileri olup çıkmışlardır..
öyleyse bu ikili ‘ben’i, daha doğrusu bölüne bölüne ayrıcalığını, kimliğini yitirmekte olan ‘ben’i şiire aktarmak, ona bir etkinlik kazandırmak istiyorsak, eninde sonunda dramatik bir şiire yönelmemiz gerekecektir.. gerçekte korkunç bir dramı sürdürmekteyiz çünkü.. işlevini tamamlamış bir gizemciliğin yerine, gene toplumun üst katlarında yer alan toplumsal – ekonomik bazı güçler, bu güçlere bağlı kurullar, sinen ya da başkaldıran; sayan ya da değerlenmeye doğru atılan; tutsaklığı ya da yok olmayı kabullenen bir yığın varoluş biçimi yaratıyor. çoğu zaman da olumluyla olumsuz birlikte ya da çelişe çelişe yaşıyor insanoğlunda. işte biz bu durumu çağımızın, toptan yaşamamızın bir niteliği sayıyorsak, o denli büyütüp yoğunlaştırabiliyorsak, aynı zamanda gerçek bir tragedyanın içindeyiz demektir.. şu farkla ki, klasik tragedya ile bağdaşamadığımız yan, yazgıya boyun eğmeksizin hiçlenmeyi karşı koymakla çatıştırmamız, soylu kişilerin töresel davranışlarına öykünmek yerine, bilimsel düşünceyi karşıtlarına egemen kılmamız olacaktır.
bu durumda bölmek gerekiyor şiiri.. bir birey olarak neyiz? bunu bilinceye ya da bilebilme olanaklarını edininceye kadar bölmeliyiz şiirimizi.. tıpkı yaşamamızda olduğu gibi : bir yanda yaslarımız acılarımız; öte yanda inancımız, umudumuz, direncimiz… kısa mutluluklardan güvenli mutluluklara yol aldıkça şiirimiz de tekleşecek, bütünleşecek, bireyliğini kazanacak elbette. belki de gelecekteki ozanlara düşecek bu iş.. biz yalnızca dramımızı yazacağız.. çünkü ne geçmişteki şiiri yinelemek, ne de gelecekteki şiiri bugünden zorlamak var artık.
ve yazacağımız her şey, biçimine kavuşamamış, buruk, acı öylece duruyor yaşamımızda..”
EDİP CANSEVER..
Yeni İnsan, Sayı: 8 (Ağustos 1963)
‘ŞİİRİ ŞİİRLE ÖLÇMEK.. Şiir üzerine yazılar, söyleşiler, soruşturmalar..’ - EDİP CANSEVER, Hazırlayan : DEVRİM DİRLİKYAPAN, YKY Yayınları, Şubat 2009, 376 Sayfa..
(EDİP CANSEVER’in fotoğrafları büyük ustanın ‘GÜL DÖNÜYOR AVUCUMDA’ adlı kitabının ADAM Yayınları tarafından yayınlanan Mayıs 1987 yılı baskısından alınmıştır ve tümü üstadımız ARA GÜLER tarafından çekilmiştir..)

8 Şubat 2012 Çarşamba

Edip Cansever - Düşünce


Zaman, tahayyülün renksiz meyvası
Hayatın bitmeyen raksında keder;
Mes’ut rüyaların saf rayihası;
Uykuda çimlenen ilk düşünceler.
Günahsız arzular, şekilsiz zaman;
Bir rüya gülüşü, içli ve sade;
Yükselir ansızın dal uçlarından,
Bulutsuz rüyalar şekillenince.
Çılgın rüyalardan dökülen billur.
Mevsimi dallardan içen mavilik,
Bir cennet meyvası dallarda huzur;
Meçhul masallardan kalan renksizlik.

EDİP CANSEVER
(İlk Şiiri, 1944..)
(Alıntı : PAPİRÜS Aylık Dergi, Sayı : 2, Temmuz 1966..)

25 Aralık 2011 Pazar

Yeniliş / Edip Cansever

Açılmamış bir şarap şişesiydim
Ki öyle kaldım
Acımı köpürtmedim
İçime sağdım
Gözyaşlarımı göstermedim
Ki sildim
Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
Başaramadım

İçimde kara kara bulutlar sallandı
Ki sallandılar
Dışarı yağamadım

Ve yenildim ve sustum.

10 Aralık 2011 Cumartesi

Yerçekimli Karanfil - Edip Cansever


Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda

Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.

7 Ekim 2011 Cuma

Üçlükler - Edip Cansever

I

Gülümse! Gör ölümsüz karşılığını bunun

İşte

Lambalar, bardaklar, çiçekli güz sürahileri.

II

Günün ilk saatleri

İyi biliyorum, ilk saatleri günün

Peki, nedir öyleyse bu sabah silintisi.

III

Hiçbir dilde söylenmemiş

Hiçbir dilde yazılmamış

Sözler ve şarkılar içindeyim

IV

Neden aklıma geliyor istasyon büfesindeki duruşun

Hava soğudu –kasımın son günleri-

Kar yağacak, bembeyaz olacak unutulmuşluğun.

V

Bir gemi geçiyor, sessiz bir gemi

Oysa yolcularla dolu içi

Girince gemiye kimseler yok -dalgalardan başka-


VI

Bütün gün yağmur yağdı

Ya da bir gün içinde bir yıldan fazla

Günü ıslattı bu yağmur


VII

Nedir mi yalnızlık –kendine sor önce-

Bir sabah, erkenden, bir kır çiçeğinin üzerinde

Görünce parladığını bir çiy tanesinin.


VIII

Gölgen yok senin, ayak izlerin yok

Neden mi? Acılar barınmamış ki sende

Mutluluk yok, mutsuzluk yok.


16 Temmuz 2011 Cumartesi

MANASTIRLI HİLMİ BEYE BİRİNCİ MEKTUP..


MANASTIRLI HİLMİ BEYE BİRİNCİ MEKTUP..

işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
işte şu begonya, işte yalnızlık
işte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
işte yok oluşumdan doğan kent
hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
ben dediğim koskocaman bir oyuk
koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
bir oyuk!
sofada, mutfakta, yatağımda
yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
yetişip öne geçiyorum sık sık. sözgelimi
bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
iyi
bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
salıyı gösteriyor.


salondaki büyük saati sattım
saatin ölçebileceği
herhangi bir zaman parçası yok
gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
ne gereği var ki saatin
balkona çıkıyorum sürekli
yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
bir semtin ilk rengini alıyorum
örneğin ümraniye’de bir çay bahçesindeyim
bazen
anılardan anılara bir yol
ve
anılardan anılara sallanan bahçe
hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
iyi.

yeniköy’de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
bu sabah bu sabah
oralı olmadı kimse —pazartesi miydi—
oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
nasıl?
güllerse güller içinde yani
ve balkon demirinde bir martı. dedim ki
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok evin içinde
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok
sanki dünyadaki bütün cay ocakları kapalı
ve göklerden tepelere inen bir sokak
ya da bir akarsuyum ben
denizse
şuralarda..
yok önemi bir iki gün kaldı —martı—
balkonda
deniz de öldü sonra, martı da
iyi iyi.

suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
günler —seni anımsadığım zaman—
birden kurtuluş’tan taksim’e giden bir tramvay görüntüsü
mavi bir elektrik çakımı tellerde
sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı’ndayız
karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
besbelli gümüşsuyu’ndayız, rus lokantasındayız
—ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz—
şarap içmişiz, üşüyoruz
dışarda dünya silinmiş
ikimiz ikimiz ikimiz
böyle birkaç defa ikimiz
sonraki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
nasılsa
sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
üşümüyorum da
bende herkes var, diyen bir kızın titrek
sesleri dökülüyor kucağıma
dudaklarım kan mavisi bugün.


biz burada iyiyiz, biz burada çok iyiyiz
biz burada kırk yaşındayız hepimiz
dördümüz bir kişiyiz de ondan
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
onu bekliyoruz bir kişi olmak için
evet evet, yanılmıyorum ben
bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
doğrusu ya
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
duvardaki vitray, begonya
begonya, vitray
kurtuluşla asmalı mescit birbirine geçiyor
bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
karanfil kokuyorsa biraz
yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
saçlarım soğuk ve uzun.


ne diyordum? yağmurlar, evet
üşümüyorum ürperiyorum sadece
biçimini zorlayan bir kedi gibi
dur biraz
kapı çalındı, hayır, telefon
telefon kapı telefon
ikisi birden mi yoksa
yoksa
ne telefon ne kapı
bir şimşek sesi hiç olmazsa
o da değil
ses filan duymadım ki ben
yuvarlandıkça büyüyen
bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
iki sesi taşıyan bir ses
neden olmasın
biraz önceki gibi
üstümden biri kalkmıştı —yok canım—
öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
yer değiştiren gezgin bir gölge
bahçedeki ceviz ağacından
içeri sürüklenen..

EDİP CANSEVER..

‘Sonrası Kalır II , YKY , Nisan 2005..’

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Masa da Masaymış Ha!


"Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
...
Ne yapmak istiyordu hayatta
...İşte onu koydu
...
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
...
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever

7 Temmuz 2011 Perşembe

Edip Cansever - Buz Gibi

Buz Gibi

Aşk iyidir bak
Duyumunu artırır insanın
Hele don gömlek sabahları
Tıraş olacağını duyarsın
Yeni gömleğini giyeceğin gelir
Bir yeni biçim eklersin insan olacağa
Masaya, merdivene, aynalı dolaba
Derken ardından şıpın işi bir kahvaltı
Amanın dersin bu ne delice gidiş?
Paldır küldür açar mıydı fıstık ağacı?
İspinoz düşünür müydü?
Deli olan kaşınır mıydı?
Kolların upuzun Walt Whitman’ı okumaktan
Ağzın desen bir karış açık
Sokaklar yok mu, o sokaklar
Önce bir yeşile işkilli
Evlerde büyümeler, alıp başını gitmeler olacak
Kızıp duracaksın üstüne başına konan toza
Televizyondaki işe
Usanmak, hızını eksiltmek dendi mi
Cin ifrit kesileceksin birden.

Hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
Alıp vereceğin olacak ille

Aşk maşk buz gibi yaşayacaksın…

Edip Cansever


8 Ocak 2011 Cumartesi

Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka

Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka

‘..Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
Bir söz başka olamaz sözden gibi
Bir şey başka olamaz şeyden gibi
Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka

Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Hiçbir şey ! Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek korkuyorum
Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda..’

EDİP CANSEVER

(Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka şiirinden bir bölüm..)