Ruhun bütün dünyadır
Kişi kaynağı kendi Ben’inde
bulabilmeli, ona sahip olmalıydı. Bunun dışındaki her yol bir avuntu, bir
sapma, bir yanılgı idi.
Alışveriş yapan iş adamları, ava
giden prensler gördü. Ölülerine ağlayan yaslılar, vücutlarını veren fahişeler,
hastalara bakan doktorlar gördü. Tohum atma gününü seçen rahipler, sevişen
aşıklar, çocuğunu yatıştıran anneler gördü. Hiç biri, bunların hiçbiri bir göz
atmaya değer şeyler değildi; her şey yalandı, her şey fesat kokuyordu; bunların
hepsi duyuların aldanması, mutluluk ve güzelliğin sadece bir görüntüsü idi.
Hepsinin yazgısı çürümekti. Dünyanın asıl tadı acı idi. Yaşam acı çekmekti.
Bir kimse öğrenmek istediği bir
şeyi okurken harflerden ve noktalama işaretlerinden nefret etmezi onlara
görüntüler, rastlantı sonucu karşımıza çıkmış şeyler diyemez, onları okur,
inceler, harf harf sever onları.
İnsan aşkı dilenebilir, satın
alabilir, aşk ona armağan edilmiş olur, ya da aşkı sokaklarda bulmuş olabilir,
fakat aşk hiçbir zaman çalınamaz.
İnsanların çoğunun çocuk gibi ya
da hayvan gibi bir yaşam sürdüklerini görüyor, onları hem seviyor hem de
onlardan nefret ediyordu. Kendisi için en önemsiz en değmeyecek şeyler için
onların kendilerini tükettiklerini, acı çektiklerini, yaşlanıp kocadıklarını
görüyordu; bunlar para, küçük zevkler, ün gibi şeylerdi.
Unutuşu, hareketsizliği, ölümü
arzuluyordu. Keşke ona bir yıldırım çarpsaydı! Bir kaplan gelip onu yeseydi!
Ona her şeyi unutturacak, onu hiç uyanmamasına uyutacak bir yabanıl ot, bir
zehir olsaydı!
Siddhartha, Hermann Hesse, Yankı Yayınları, 1973