Kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Eylül 2011 Perşembe

Marguerite Duras - Parkta


"İnsanın yaşamını güzelleştirebilecek durumda olması ve bunu reddetmesi gerçekten garip." (s.29)

"İnsan daha başlamadığını sanır, oysa başlamıştır. Hiçbir şey yapmadığını sanır, oysa yapmaktadır. Bir amaca doğru yürüdüğünüzü sanırsınız, bir de dönüp bakarsınız ki, amaç ardınızda kalmış." (s.33)

"İnsanı bütün gün acıya boğan işe, meslek mi denir?" (s.37)

"İnsanlar konuşma ihtiyacı duydular mı, hemen göze çarpar bu, ve ne gariptir, genellikle, hiç de iyi karşılanmaz bu ihtiyaç. Yalnız parklarda garipsenmez." (s.40)

"Ne kadar karartırsanız karartın, gündüzün tehlikeleri sızar içeri." (s.44)

"Yaşamımı dolduran büyün o ufak tefek sorunlar, sanki o güne dek yalnız, hayalimde varmışlar gibi, bir anda eriyip gitmişti. Uzak bir geçmiş gibi hatırlıyordum onları ve hatırladıkça gülüyordum." (s.58)

"Herkesin sahip olduğu şeyleri kendiniz için, yalnız kendiniz için de isterken ruhunuzu kaplayan bezginliği yenmek çok güçtür." (s.59)

"Mutlu olmak, gölgeden kaçıp güneşi arayışımız gibi." (s.64)

"Hayal kurmayı unutmuş insanların o toprağa dönük, yorgun bakışı..." (s.65)

"İnsanlar aslında mutluluğa dayanamıyorlar. Mutlu olmak istiyorlar tabii, ama bunu elde eder etmez, birtakım yersiz düşlerle kendilerini yiyip bitiriyorlar... İnsanlar mutluluğa mı dayanamıyorlar, yoksa onu yanlış mı tanıyorlar, ya da kendileri için neyin gerekli olduğunun mu farkında değiller, mutluluğu kullanmayı mı beceremiyorlar, yoksa öteye beriye çekiştirmekten yorgun mu düşüyorlar, bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa, habire ondan söz ediyorlar, böyle bir sözcük ortada ve herhalde boşuna icat edilmedi." (s.66)

"Bütün koşullar sağlanıp işler iyi gitmeye başladı mı, insanla bunu bozmak için ellerinden geleni yaparlar. Acı bulurlar mutluluğu." (s.67)

"Nerede olursam olayım, vaktimi yitiriyormuşum gibi bir duyguya kapılmaktan korkuyorum." (s.85)

"Bazı insanlar yaşamaktan öyle büyük bir zevk alırlar ki, umut beslemeseler de olur." (s.89)

Marguerite Duras - Parkta (Yankı Yayınları)

25 Temmuz 2011 Pazartesi

okulda insanlar imal edilir..


‘okulda insanlar imal edilir.. bu insan yapma sürecine eğitim denir.. geniş anlamda düşünüldüğünde; içerisine doğduğumuz aile, sinema, televizyon, tiyatro ve radyo ile gazete, kitap ve afişler de okul sayılır.. bir nevi bilgi iletmeye yarayan bütün yerler okuldur..

çeşitli nesneler yapmak üzere farklı farklı araçlar kullanılır.. insan yapma aracı ise bilgidir..

insanlar doğal ihtiyaçlarına, alışkanlıklarına veya şiddete uyarak davranmadıkça, gösterdikleri davranışlar bildikleri ile sınırlıdır.. alışkanlıklar bile bir ölçüde bilgi tarafından şekillendirilir.. insanın davranışları yaşamının seyrine yön verirken, edindiği bilgiler de yaşama biçimini belirler.. öyleyse okullarda yanız insan değil, (insanın) yaşam öyküsü de imal edilir..

bilginin özünü anlamanın yegane yolu, onun (bilginin) insan hayatına etkisini araştırmaktan geçer..

bir aracın niteliğini daha iyi anlayabilmek için, o aracın nasıl bir amaca yönelik kullanılacağını bilmek gerekir.. aracın niteliğini amaç şekillendirir.. amaçsız araç olmadığı gibi, amaçsız bilgi de yoktur..

insan yapımında kullanılan bilgiler, ‘yapmak’ istediğimiz insan türüne uygun olmak zorundadır.. eğer onu bir tamirci yapacaksak, veteriner yapan bilgiler kullanamayız..

eğer gönüllü bir alman askeri olmasını istiyorsak, ona elbet ineklere tapan birine gerekli bilgiler veremeyiz..’

‘eğer eşek bir dolabı döndürerek tarlayı suluyorsa, böylece kendi yaptığı iş ve sahibin yaptığı işle daha büyük değerler yaratılıyorsa, eşeğin yeni oluşan bu değerler üzerinde hak sahibi olması gerektiği hiç kimsenin aklına gelmez.. yalnızca dünyadan habersiz tımarhanelikler ve köpeklere vizon mantolar satın alan deli karılar bu eşeğe saman yerine sünger yataklar sermek isterler.. en hoşgörüsüz ahlakçı bile, eşeğin yarattığı değeri, sahibinin almasını doğru bulur.. isa bile eşeği taşıyacağına üzerine binmiştir.. eşeğin ahırında daha büyük bir pencere olması gerektiğine, ona birkaç leziz lokma verilmesi ve ona karşı iyi davranılması gerektiğine katılanlar çok olacaktır.. fakat yarattığı değerlerin karşılığının eşeğe para ile ödenmesi fikri kimsenin aklının ucundan bile geçmez..’

‘üretenler, ne üreteceklerine, ne kadar üreteceklerine karar veremezler.. bir bakıma üreticiler işverenlerin yanında, eşeğin sahibi karşısında bulunduğu durumdadır..

nerede duracağımıza başkaları karar verir..

insan imal eden biri : emirlerine uyan, yakınmadan ona fabrikalar inşa eden insanlar yapacaktır..’

bizi ‘yapan’ bilgileri, en önemli uğraşları mal ürettirip sattırmak olan kişiler seçer.. bizden ve ailemizden kimseye mal ürettirmez ve sattırmaz.. satmak üzere eşya üreten insanlar her yerde azınlıktadır.. roket satan bir insanın, okullarda roketin korkunç bir silah olarak tanıtılmasından hiç çıkarı olabilir mi..’

‘okullarda, özellikle ilkokullarda yapılan dersler boyunca sürdürülen ‘delice’ üretimin ne çaplara vardığını söylemek güç.. ezenlerin okullarında gözleri korkmuş ana-babalarımız, bu korkularından dolayı hala onlar öğrenciyken kendilerine yutturulan öğretilere göre davranıyorlar.. eğer ahlaksızca, sapıkça ve aptalca yaşamayı önlemek istiyorsak – en azından önlemeye başlamak istiyorsak- işe düşüncelerimizin biçimlendiği, zenginlerin bilgi verdirdikleri yerden –yani okuldan başlamalıyız..

okullardaki eğitim programına, gazete, radyo ve televizyon programlarına karşı kendimizi savunmazsak, kafamızdaki düşünceler, düşmanımız olmaya devam edecektir..’

E. A. RAUTER

‘Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur..’ , Çeviri : Merlin Ecer (Çeviriyi Gözden Geçiren : Felicitas Hörmann, Türkçe İlk baskısı : Gözlem Yayınları, Ekim 1976), Yeni Baskı : Kaldıraç Yayınevi, 2011, 80 Sayfa..

15 Temmuz 2011 Cuma

Bir İdam Mahkumunun Son Günü..


‘XVII

ah kaçabilseydim, kırlarda nasıl da koşardım!

hayır, koşmamam gerekir.. dikkat çeker, insanları kuşkulandırabilir.. tam tersine yavaş yavaş yürümek gerek; başınız dimdik olacak ve şarkı mırıldanacaksınız.. kırmızı desenli, mavi renkli, eskimiş gömlek gibi şeyler giyeceksiniz üstünüze.. bunlar insanı iyi gizler.. nasıl olsa yöredeki bütün sebzeciler böyle giyinirler..

kolejdeyken, arcueil dolaylarında arkadaşlarımla her perşembe kurbağa avlamaya gittiğim bir bataklığa yakın bir koru var.. akşama kadar orada saklanırdım..

akşam olunca, yoluma devam ederdim.. vincennes’a giderdim.. hayır, ırmak bana engel olurdu.. o zaman arpajon’a giderdim.. saint germain yolundan gidip havre’a varmak, sonra da ingiltere’ye giden bir gemiye binmek daha iyi olurdu.. ne fark eder! longjumeau’ya varıyorum.. bir jandarma geçiyor, bana pasaportumu soruyor.. eyvah! yakalandım!

ah! mutsuz hayalperest, önce seni hapseden şu üç ayak kalınlığındaki duvarı yık! ölüm! ölüm!

düşünüyorum da, küçükken buraya, bicétre’e gelmiştim; büyük kuyuyu ve delileri görmeye!..

XXXIV

saat bir, biraz önce çaldı.. bilmiyorum hangisi; saatin çekicini zor duyuyorum.. kulaklarımın içinde bir org sesi duyuyorum sanki; uğuldayan son düşüncelerim bunlar..

anılarımın arasında derin düşüncelere daldığım bu en yüce anda, korkunç bir biçimde, işlediğim suç ile yüz yüze geliyorum; ancak, daha çok pişmanlık duymak isterdim.. mahkum edilmeden önce, çok acılarım vardı, o zamandan bu yana yalnızca ölüme ilişkin düşünceler var gibi geliyor bana.. gene de daha çok pişmanlık duymak isterdim..

yaşamımda geçmiş herhangi bir dakikayı düşlediğim ve onu her an bitirmek durumunda olan o balta darbesini anımsadığım zaman, sanki yepyeni bir şey görmüşüm gibi titriyorum.. güzel çocukluğum! güzel gençliğim! ucu kanlı yıldızlı kumaş.. o zaman ile bugün arasında, bir kan ırmağı, başkasının kanı ve benim kanım var..

bir gün, insanlar benim bu öykümü okurlarsa nice masumiyet ve mutluluk dolu yıllardan sonra, bir cinayet ile başlayan ve bir idamla sona eren bu korkunç yılın varlığına inanmak istemeyeceklerdir; eksik bir yanı, eksik bir havası olacak..

ve yine de, ey sefil yasalar, sefil insanlar, ben kötü biri değildim!

ah! birkaç saat sonra ölecek olmak ve bir yıl önce, aynı gün, özgür ve suçsuz olduğumu, güz gezintileri yaptığımı, ağaçların altında dolaştığımı ve yapraklar arasında yürüdüğümü düşünmek!’

‘Bir İdam Mahkumunun Son Günü..’ – VICTOR HUGO

Çeviri : ERHAN BÜYÜKAKINCI, CAN Yayınları, 1992..


The Secret

“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin.
Geriye kalan et ve kemiksin.
Gül düşünürsün, gülistan olursun.
Diken düşünürsün, dikenlik olursun.”

Hz. Mevlana

The Secret

Sahip olduğunuz her düşünce nesnel bir gerçeklik; bir kuvvettir.

Zihninizde canlandırabildiğinizi, ellerinizde de tutabilirsiniz.

Sizin ısrarla düşünerek çağırmadığınız giçbir şey yaşamınıza giremez.

Hislerimiz ne düşündüğümüzden haberdar olmamız için bize verilmiş en müthiş armağandır.

Düşündükleriniz çok fazla bağlayıcı olmayabilir ama, hissettiklerinizi aynen alırsınız.

Hayatınız,duygu ve düşüncelerinizden meydana gelir.Garanti ediyorum!Bu her zaman böyle olacaktır.
Bu yolculukta insan, kendi evrenini kendisi yaratır.
Çekim yasasının karşı konulmaz gücünü oluşturan şey, sevgi ile düşüncenin bir araya gelişidir.
İyi şeyler düşünürken, insanın kendisini kötü hissetmesi imkansızdır.
Sevgi, yayabileceğiniz en yüksek frekansa sahiptir. Hissettiğiz ve yaydığınız sevgi ne kadar büyükse, kullandığınız doğal güç de o kadar etkilidir.
Bir insanın kendisini değiştirebilmesi,…ve kaderini yenmesi, doğru düşünmenin etkisini kavramış her beynin ulaşabileceği bir sonuçtur.
Olduğumuz her şey, düşünmüş olduklarımızın sonucudur.
Şükretmek, yaşamınıza daha çok şey katmanın mutlak yollarından biridir.
--Bu gücün ne olduğu konusunda bir şey söyleyemem. Bildiğim tek şey varolduğu—
Hayal etmek her şey demektir. Hayatın size getireceklerinin bir ön gösterimidir.
(Hava çok sıcak olduğu için daha fazla alıntı yapmayacağım kitaptan. Bunun yerine bu yazıyı okuyanlara kitabı almalarını öneriyorum.
Bu kitap bir ‘sır’dan bahsediyor.Aslında farkında olmasak bile bildiğimiz bir ‘sır’. Bu sırrı çözmenin yolu iste aklınızı kullanmanızdan geçiyor. Bol şans..Balder Nasti )

14 Temmuz 2011 Perşembe

Kitaplar ve Fahişeler


NO : 13

‘on üç – bu sayıda duraklamaktan zalim bir zevk aldım..’ – marcel proust

‘yaprakları açılmamış kitap, hala bakire, daha önceki ciltlerin sayfa kenarlarını kana bulayan kurban törenini bekler; kendisine temellük edecek silah ya da sayfa açacağının girişi..’ stéphane mallarmé

I. kitaplarla ve fahişelerle yatılabilir..

II. kitaplar ve fahişeler zamanı dokur.. geceye gündüz, gündüz de geceymişçesine hükmederler..

III. ne kitaplar ne de fahişeler dakikaların onlar için değerli olduğunu belli ederler.. ama biraz daha yakından tanındıklarında, ne kadar büyük bir telaş içinde oldukları görülebilir.. biz kendimizi kaptırdığımızda onlar dakikaları saymaktadır..

IV. kitaplar ve fahişeler öteden beri mutsuz bir aşkla birbirlerini severler..

V. kitaplar ve fahişeler – her ikisinin de onlardan geçinen ve onlara kötü davranan bir erkeği vardır.. kitaplarınki, eleştirmenler..

VI. kitaplar ve fahişeler umuma açık yerlerde hizmet verirler – öğrenciler için..

VII. kitaplar ve fahişeler – onlara sahip olanlar nadiren sonlarına tanık olurlar.. göçmeden gözden yitmenin bir yolunu bulurlar..

VIII. kitaplar da fahişeler de nasıl bu yola düştüklerini anlatan hikayeler uydurmaya bayılırlar.. oysa çoğunlukla ne olduğunu kendileri bile fark etmemişlerdir.. yıllar boyunca ‘kalbin’ sesine kulak verilir; günün birinde sırf ‘hayatı gözden geçirmek’ için durulan bir köşe başında kellifelli bir gövde pazarlığa başlar..

IX. kitaplar ve fahişeler kendilerini sergilerken sırtlarını dönmeyi severler..

X. kitaplar ve fahişeler doğurgan olur..

XI. kitaplar ve fahişeler – ‘dar kafalı yaşlılar, genç orospular..’ bir zamanların kötü şöhretli kitaplarından ne kadar çoğu bugün gençleri eğitmekte kullanılıyor..

XII. kitaplar ve fahişeler kavgalarını herkesin gözü önünde ederler..

XIII. kitaplar ve fahişeler – birinin sayfalarındaki dipnotlar neyse, ötekinin çoraplarındaki banknotlar da odur..

‘SON BAKIŞTA AŞK..’ , WALTER BENJAMIN , METİS Yayınevi.. Sunuş ve Hazırlayan : NURDAN GÜRBİLEK.. , 1993 , Kasım 2008..

bütün eğlenceler ölüm düşüncesini içerir..JIM MORRISON


Kollarında bir ada buldum,

Gözlerinde bir ülke..

Zincirleyen kollarında,

Yalancı gözlerinde..

Kır , yık , del , geç öte yakaya..’

JIM MORRISON (The Doors)


‘diyelim ki sadece gerçekliğin sınırlarını deniyordum.. neler olacağını merak ettim.. hepsi bu : sadece merak..’ – JIM MORRISON

‘bütün eğlenceler ölüm düşüncesini içerir..’

‘uyku her gece içine dalınan okyanus derinlikleridir.. sabah uyanırsın üstünden sular damlayarak , nefes nefese ve gözlerin yanarak..’

‘modern yaşam trenle bir yolculuktur.. yolcular pis kokulu koltuklarında alabildiğine dönüşüme uğrar ya da vagondan vagona sallanarak dolanırlar; bitmek bilmeyen bir dönüşümün esiri..’

‘az veya çok hepimizi röntgencinin psikolojisiyle uyuşturulmuş durumdayız. Tıbbi ya da ahlaki anlamda değil , yaşam karşısındaki tüm fiziksel ve duygusal duruşumuzla.. ne zaman ki bu edilgenlik büyüsünü bozmaya çalışırız, davranışlarımız acımasızı , kontrol dışı ve çoğunlukla da tiksindirici , yürümeyi unutmuş bir yatalak gibidir..’

‘filmler yapay olarak döllenmiş ölü fotoğraflar bütünüdür.. film seyircileri sessiz vampirlerdir.. film bir çeşit sahte ölümsüzlük bahşeder.. sinemanın çekiciliği ölüm korkusunda yatar.. seyirci ölmek üzere olan bir hayvandır..’

‘sanatın , var olabilmek için seyirciye ihtiyacı olduğunu sanmak yanlıştır.. film gözler olmadan da oynar. seyirci ise onsuz var olamaz.. film onun varlığını garantiler..’

‘film , ete batırılan bir iğnenin yabancı bir başkentte patlamalar yaratabileceği varlık zincirini aydınlatamadığı sürece bir hiçtir..’

Tanrılar , Yeni Yaratıklar – JIM MORRISON (Çeviri : Ogan Güner , Korsan Yayınları , 1991)

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Ölüm mü? Ne buluş!


HÔTEL DIEU (1980-1990 arası..)
bilinçli bilinçsiz tehlikeyi bile bile garip bir çekiciliği var ölümün, ona yardım etmek için gerekeni yapıyoruz..
ölüm birkaç kez elimden kurtuldu kaçtı, boşuna saklanıyor, nasıl olsa onu yakalarım.. er geç şurasında ne kaldı ki..
kimin aklına gelir..
nâzım, dünyanın bir gün yok olmasına yakınıyor şimdiden.. dünyanın ölümüne ağlıyor peşin. böylesi bir ağıt hiç yakılmamıştı yeryüzünde.. yeryüzünün geleceği için acı duyulmamıştı.. ne geniş bir insanlık açısı.. bunca uzaklara kederlenen şair , bunca yakın küçücük olaylarımıza da yakınmayı becermiş..
içimde bir savaştır gidiyor.. ekranda görebilsem olan biteni.. .evirme hareketlerini, saldırışları, geriye çekilmeler, kimi kimi..
hızır aleyhisselam doktor kıyafetinde koridorda dolaşıyor.. arkasında bir sürü saygılı melekler, zar zor kanatlarını saklıyorlar beyaz giysileri altında..
..
INSTITUT GUSTAVE-ROUSSY VILLEJUIF (1991)
lanet olası uykusuzluk..
hastabakıcıya bakılırsa, hastanelerde, tiroid hastaları gün geçtikçe çoğalıyor..
neden ola..
stres, sıkıntı, yorgunluk ihtimal.. ölümü sakın adam yerine komayın, yoksa kendini bir şey sanabilir..
tek sorun, çıkış kapısını fazla itişsiz kakışsız tutturmak..
..
ölüm havası, ölüm hevesi..
ölüme ortak çıkmak..
ölüm mü ? ne buluş !
sabah ışığı cam mavisi..
kimseye söylemedim bugüne kadar : sakat doğmuşum, ruhum yok benim.. ya da varsa, nerde olduğunu bilmiyorum.. iyi saklanmış..
doğduğum gün çoktan ölmüştüm..
öldüğüm gün çoktan doğmuştum..
bu konuda tecrübeliyim.. doğmadan önceki yokluğum, ölümümden sonraki yokluğum kadar, sonsuza dek sürmüştü.. önceki ve sonraki, yokluk kavramına ulaşmak.. ikisi bir yerde bitişiyor mu yoksa.. iki uçta bir sonsuzluk halkası mı çiziliyor zaman ve mekan dışı böylece..
siyah delik..’
‘ÖLÜM MÜ ? NE BULUŞ !’ , ABİDİN DİNO, SEL Yayıncılık, Ocak 2005 , 68 Sayfa..

3 Temmuz 2011 Pazar

çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı kazmadıkça..

‘insanların çoğu bir evin ne anlama geldiği hakkında hiç düşünmemiş gibi görünüyor.. yaşamlarını gereksiz yere yokluk içinde geçiriyorlar.. çünkü komşularının evi gibi bir evlerinin olması gerektiğini düşünüyorlar.. sanki bir insan terzinin onun için dikmeyi istediği her türden elbiseyi giymek ya da zamanla palmiye yaprağından şapkasını ya da dağsıçanı derisinden kasketini giymeyi bırakmak zorundaymış gibi, kendilerine bir taç almaya paraları yetmiyor diye zor zamanlardan söz ediyorlar.. sahip olduklarımızdan daha elverişli ve rahat bir ev her zaman olası, ancak kabul edilebilir ki, bir insanın parası buna yetmeyecektir.. hep daha fazlasını edinmek için mi çalışacağız, ara sıra daha azıyla da yetinemez miyiz.. saygın kişiler ölmeden önce, gençlere böylesine ciddi bir şekilde, ilkeleri ve örnekleriyle, fazladan bir takım parlak ayakkabı ve şemsiyeler ve boş misafirler için boş misafir odaları edinmenin gerekliliğini mi anlatacaklar.. niçin bizim mobilyalarımız da arapların ya da kızılderililerin ki kadar yalın ve basit olamaz.. cennetin habercileri ve insana verilen ilahi hediyelerin taşıyıcıları olarak ilahlaştırdığımız velinimetleri düşündüğümde, beraberlerindeki kişilerin gelip ayaklarına kapandıklarını ya da bir araba yükü gösterişli mobilyaları olduğunu gözümde canlandıramıyorum.. ruhani ve entelektüel anlamda onlardan üstün olduğumuz oranda, mobilyalarımızın araplarınkinden gösterişli olmasına izin verseydim – bireysel bir izin olamaz mı- ne olurdu.. günümüzde evlerimiz mobilyalarla tıka basa doldurulup kirletiliyor.. iyi bir ev hanımı büyük kısmını süpürüp çöp çukuruna atardı ve sabah yapılması gereken işini tamamlamış olurdu.. sabah işi.. aurora’nın kızılı ve menon’un müziği aşkına.. insanın sabah işi ne olmalı bu dünyada.. üç kireçtaşı parçası vardı masamda.. iğrenerek pencereden attım onları, aklımın mobilyalarının tamamı tozluyken bu taşların her gün tozlarının alınması gerektiğini anlayınca.. o halde nasıl sahip olabilirim mobilyalı bir konuta.. açık havada oturabilirim çoğunlukla, çünkü çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı kazmadıkça..’

‘NEREDE VE NE İÇİN YAŞADIM..’ , HENRY DAVID THOREAU, Çeviri : YONCA YALÇIN ÇAKMAKLI, NOTOS KİTAP Yayınevi, Aralık 2010, 156 Sayfa..


29 Haziran 2011 Çarşamba

Azizler ve Alimle

"Soyut bilgi masum değildir. Zehirdir: Karanlık, şiddet dolu, acımasızdır. Yaşamdan kopuk olmakla kalmaz, yaşamı terörize eder, kanla canla beslenir." (s: 24)

"Her şeyin gözle görülür olması katlanılmaz bir şey. Gördüklerimizin görülebilecek bütün herşey olması." (s: 25)

"Bir derinlik hayaline saplanmış budalalar olduğumuz için gizli olanı arıyoruz. Gerçekliğin dayanılmaz budalalığını görmemek için elimizden geleni yapıyoruz." (s: 25)

"Burjuva mantığının yasalarıyla partinin gücü ancak otuz-kırk kişi kadardı, ama diyalektik anlamda dallar ülkedeki her fabrikaya uzanıyordu." (s:32)

"Gerçeklikle onun temsili arasında, adı konmamış bir uçurum vardı." (s: 43)

"Dilin de kendi sınırları vardır. Dilin sınırları dünyamızın sınırlarıdır." (s: 114)

"Yalnızca geçmişi unutabilirsek özgür olabiliriz." (s: 125)

"Bizi umutsuzluğa sürüklüyor, sonra da biz şiddetle karşılık verdiğimizde, kendi alınlarındaki Kabil işaretini görmezden gelip, bize vahşi damgası vuruyorlar. Kendilerine, tıpkı Kızılderililerin Batılı göçmenlere baktıkları gibi, yabancı işgalciler gözüyle baktığımızı anlamıyorlar." (s: 126)

"Mizah değerli bir devrim silahıdır." (s: 128)

"İnsanın kim olduğunu söylemesi her zaman zordur. Bu üzülünecek değili kutlanacak bir şey." (s: 130)

"İnsanı hayvandan büyük yapan dildir. Trajedisi de budur." (s: 132)

"Fikir insanın hamurunda vardır. Onunla yaşarlar ya da onunla ölürler." (s: 133)

"Sizin şu felsefe dediğiniz şey, insanlarla ilgilenmemenin bir diğer adı sadece." (s: 135)

"Birey son derece değerlidir. Aynı zamanda yüce bir kurgu." (s: 135)

*Terry Eagleton-Azizler ve Alimler

28 Haziran 2011 Salı

Kitap Hırsızı

"İlk önce renkler. Daha sonra insanlar. İnsanlar genellikle bir günün renklerini sadece gün başlarken ve sona ererken fark ediyorlar, ama benim için günün her anı, her dakikası değişen, içiçe geçen yığınla farklı renk tonu içeriyor. Tek bir saat bile binlerce değişik renkten oluşabilir. Mumsu sarılar, bulutsu maviler. Kasvetli karanlıklar." (s.3-4)

"Çocuklar, çoğu zaman hantal sersemlikteki yetişkinlerden çok daha kurnaz olabiliyor." (s.31)

"Sözcüklerini avucunda biriktirip, iyice yoğurduktan sonra masanın üzerinden fırlatır gibi konuştu." (s.32)

"Sessizlik, kopmak için yakaran bir lastik gibi uzadı. Kız kopardı. "(s.129)

"Her yerde kitaplar! Bütün duvarlar oldukça kalabalık ancak mükemmel sıralanmış raflarla giydirilmişti. Duvarın boyasını görmek neredeyse mümkün değildi. Siyah, kırmızı, gri, her renkten kitabın sırtında değişik renkte ve boyada yazılar vardı. Liesel Meminger'in hayatında gördüğü en güzel şeylerden biriydi.
Hayretle gülümsedi.
Böyle bir oda nasıl olabilirdi! (...)

Gitgide oda küçüldü, ta ki, kitap hırsızı birkaç adımla uzanıp raflara dokunana dek. Tırnaklarının kitapların sırtına değip geçerken çıkarttığı tıkırtı sesini dinleyerek elinin tersini ilk raflarda gezdirdi. Çıkan ses bir çalgı sesi gibiydi ya da koşan ayakların notaları gibi. Peşpeşe raflar boyunca ellerini yarıştırdı. Ve kahkahalar attı. (...)
Kaç kitaba dokunmuştu? Kaç kitabı hissetmişti?
Raflara doğru ilerleyip bu kez daha yavaşça ve elinin içiyle tekrar kitaplara dokundu; avuçlarının içinde her kitabın sırtının oluşturduğu engebeyi hissediyordu. Işıklı bir hüzmeden yayılan parlak hüzmeler gibi büyülü bir histi, kusursuz bir güzellik karşısında duyulan his gibi. Birçok kez neredeyse yerinden çekip çıkaracaktı kitaplardan birini ama düzeni bozmak istemedi. Fazla mükemmeldiler." (s.129-130)


"Çevirdikçe, sayfalar yazılmış hikayenin yükü gibi gürültü çıkardılar." (s.233)

"Hiçbir insanın benimki gibi bir yüreği yoktur. İnsan yüreği bir çizgidir, oysa benimki bir daire ve doğru anda, doğru yerde olabilmek gibi sonsuz bir yeteneğim var. Bunun sonucu olarak insanları hep en iyi ve en kötü anlarında yakalayabiliyorum. Onların hem çirkinliklerini hem de güzelliklerini görüyorum; aklıma takılıyor, ikisini birden nasıl barındırabiliyorlar? Yine de kıskandığım bir yanları var. İnsanlar hiç değilse ölecek kadar sağduyulular (Ölüm) (s.480)

"Sözcüklerden nefret ettim ve onları çok sevdim, umarım onları doğru kullanmışımdır." (s.515)

Markus Zusak - Kitap Hırsızı (Book Thief) (Encore Yayınları)

13 Haziran 2011 Pazartesi

‘ne zaman sadece heyecanlı bir özlem olmakta karar kılacaksın..’ – FERNANDO PESSOA

164

eylemsizlik bütün dertlerin tesellisidir.. hareket etmemek bize her şeyi verir.. hayal etmek her şeydir , sonunun eyleme varmaması koşuluyla.. insan sadece düşlerinde dünyanın kralı olabilir.. ve kendini gerçekten tanıyan herkes , dünyanın kralı olmayı arzuladığının farkındadır..

düşünmek , ama varolmamak ; işte bunu yapan kraliyet tahtına oturmuş demektir.. istek duymaksızın arzu duymayı başarmak , taç giymek gibidir.. sırt çevirdiğimiz her şeye sahip oluruz böyle ; çünkü varolmayan gün ışığında ya da varolması mümkün olmayan ay ışığında onları sonsuza dek düşleyerek hep aynı kalmalarını sağlayabiliriz..

239

insan her şeyden bıkar , anlamak hariç.. bu cümlenin anlamını kavramak bazen zor oluyor.. bir sonuca varmak için düşünmek insanı yorar , çünkü ne kadar düşünür , tahlil eder , görürsek , sonuca o kadar zor varırız..

o zaman insan öyle bir eylemsizliğe düşer ki , o haldeyken göz önünde olanı iyice anlamak olur tek derdimiz , bir estet tavrıdır bu , çünkü aslında ilgilenmediğimiz halde anlamak isteriz , anladığımız şeyin doğru olup olmadığını umursamayız ; sadece anladıklarımızın içinde her şeyin tam olarak nasıl sunulduğuna ve bu sunuluş biçiminin nasıl bir güzellik statüsü kazandığına bakarız..

insan düşünmekten , kendine özgü görüşlere sahip olmaktan , eylemek için düşünmeyi istemekten yorulur.. ama geçici olarak da olsa , başkalarının görüşlerini benimsemekten yorulmayız.. içimizde uyandırdıkları eğilimlere itaat etmez , sırf üzerimizdeki etkilerini görmek amacıyla yaparız bunu..

270

sanat , varolmak denen iğrenç şeyden kurtulmamızı sağlayan bir yanılsamadır.. danimarka prensi hamlet’in çektiği çileleri , azabı hissettiğimiz sürece kendi başımıza gelenleri hissetmez oluyoruz – bize ait oldukları için aşağılık şeylerdir bunlar , zaten aşağılık olmak doğalarında vardır..

aşk , güneş , uyuşturucu ve sakinleştiriciler sanatın belli başlı dallarıdır ya da daha doğrusu , kendi yarattıkları etkileri üretmenin temel yolları.. ne var ki , ister aşk , ister güneş , ister uyuşturucular olsun , hepsi kendilerine has hayal kırıklıklarıyla gelir.. aşk bıkkınlık verir , umudumuzu kırar.. güneşin ardında uyanırız ve uyuduğumuz sürece yaşamamışızdır.. uyuşturucuların bedeli , organizmayı uyarırken çökertmeleridir.. ama sanatta hayal kırıklığı yoktur , çünkü her şeyin bir aldatmacadan ibaret olduğu daha baştan kabul edilmiştir.. sanatta uyumak yoktur , çünkü sanat insanı uyutmaz – rüya görüyor olsak bile.. sanattan zevk almanın ne bir bedeli vardır ne de vergisi..

sanatın verdiği zevk aslında bize ait değildir ; dolayısıyla acılarla ya da pişmanlıklarla bedelini ödemek zorunda kalmayız..

sanat denince , zevk veren , ama bize ait olmayan her şey bunun içine girer : gelip geçen birinin bıraktığı iz , bir gülümseyiş , batan güneş , şiir , nesnel evren..

sahip olan , kaybeder.. bir şeye sahip olmaksızın hissedeceğini hisseden ise o şeyi korumuş olur , çünkü o şeyin içinden özünü çekip almasını bilmiştir..

403

çiçek dürbünü..

konuşma.. fazlasıyla olaysın.. karşımda durmana üzülüyorum.. ne zaman sadece heyecanlı bir özlem olmakta karar kılacaksın.. o zamana dek kaç kadın olacaksın kim bilir.. ve seni görebileceğimi düşlemeye mecbur olmak , kimsenin geçmez olduğu eski bir köprü.. hayat bu işte.. ötekiler kürekleri bıraktı.. birlikler emir tanımaz oldu.. süvariler şafak ve mızrak şakırtıları arasında gitti.. şatoların tekrar ıssız kalmayı bekledi.. rüzgarlardan yüksek ağaç taburlarını terk eden olmadı.. gereksiz sundurmalar , emin ellere bırakılmış değerli kaplar , kehanetlerin belirtileri – bütün bunlar tapınakların derinliklerinde secdeye varan alacakaranlıklara aittir , bizim şimdiki buluşmamıza değil , çünkü parmaklarının ve geciken kıpırdanışlarının dışında , gölgelerini yayan ıhlamur ağaçlarının varolması için hiçbir neden yok..

uzak topraklar için sayısız nedenler.. kral vitraylarından mamul anlaşmalar.. dini tablolardaki o zambak.. kafile kimi bekliyor.. kayıp kartalı tekrar nereye dikmişler..’

‘HUZURSUZLUĞUN KİTABI..’ , FERNANDO PESSOA , Çeviri : SAADET ÖZEN , CAN Yayınları , Ekim 2006 , 536 Sayfa..




9 Haziran 2011 Perşembe

YALAN ROMAN.– ÉMILE AJAR

‘başlangıç diye bir şey yok.. herkes gibi , sıram gelince ben de doğdum , o zamandan beri de bir aidiyettir gidiyor..

kendimi toplamdan çıkarmak için her yolu denedim , ama bunu kimse başaramamış , hepimiz birer artıyız..

oysa satrançta benim adımla ‘ajar savunması’ diye bilinen , son derece yetkin bir savunma sistemi geliştirmiştim.. önce cahors hastanesi’nde yattım , sonra da birçok kez doktor christianssen’in kopenhag’daki psikiyatri kliniğinde..

beni uzmanlara gösterdiler , incelediler , testlerden geçirdiler , keşfettiler ; savunma sistemim çöktü.. ‘tedavi’ edildim ve yeniden piyasaya sürüldüm..

dosyamdan birkaç rapor çalmayı başardım , belki edebi açıdan işe yarar bir şeyler bulurum , kendimi toparlarım diye..

‘rol yapma alışkanlığının yıllar boyunca böylesine kararlı ve sürekli biçimde benimsenerek bu aşırı noktaya vardırılması ve bir saplantıya dönüşmesi , ciddi kişilik sorunları olduğunu göstermektedir..’

pekala , buna bir diyeceğim yok ; ama herkes zaten birbiriyle yarışırcasına rol yapıyor.. cezayirli bir tanıdığım var , kırk yıldır çöpçü rolü oynuyor ; bir başkası , metroda bilet zımbalama görevlisi , o da günde üç bin kez aynı hareketi yapıyor ; rol yapmazsanız asosyal , uyumsuz ya da sinir hastası damgası yersiniz.. hatta daha da ileri gidip size bütünüyle düzmece bir dünyada , oynayarak yaşadığımızı söyleyebilirim , ama o zaman da olgunlaşmadığımı düşünürsünüz..’

‘aidiyetimin klinik belirtilerinin , onların deyimiyle ‘semptomlarım’ın ne zaman başladığını bilmiyorum.. tam olarak hangi kıyım söz konusuydu , hatırlamıyorum ; ama birdenbire bütün parmakların beni işaret ettiğini , olağanüstü bir görülebilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumu hissettim.. işte o , yakalayın.. dünya çapında biri olduğumu , sınırsız sorumluluk taşıdığımı keşfediyordum.. zaten psikiyatrlar da bu yüzden sorumsuz olduğuma karar verdiler.. dünya çapında bir işkenceci olduğunuzu hissettiğiniz anda , ‘işkence kurbanı’ teşhisini yapıştırıverirler size..

kendimden kaçmak için her yolu denedim.. hatta svahili dilini öğrenmeye bile kalktım ; benden fersahlarca uzakta olsa gerekti.. çalıştım , çok uğraştım ; ama boşuna , svahili dilinde bile kendimi anlıyordum , aidiyet yakamı bırakmıyordu.. bunun üzerine macarca – finceyi denedim.. cahors’da macarca – fince bilen birine rastlamayacağımdan , böylece kendi kendimle burun buruna gelemeyeceğimden emindim.. ama kendimi güvende hissetmiyordum ; lot bölgesinde bile macarca – fince bilen insanoğullarının bulunabileceği düşüncesi beni tedirgin ediyordu.. bu dili bilenler bir tek biz olacağımızdan , duygulanıp birbirimizin kollarına atılmamız ve açık yüreklilikle konuşmamız tehlikesi vardı.. karşılıklı suçüstüler açığa vurulacaktı , ondan sonra da gelsin posta arabası saldırısı.. posta arabası saldırısı diyorum , çünkü konumuzla ilgisi yok , bu da kaçırılmaması gereken bir fırsat.. konuyla ilgili olmayı kesinlikle istemiyorum..

bu arada , beni anlamayacak ve benim de anlamayacağım birini aramaya devam ediyorum , korkunç bir kardeşlik ihtiyacı içindeyim..’

‘YALAN ROMAN..’ – ÉMILE AJAR (ROMAIN GARY) , Çeviri : ROZA HAKMEN , AGORA Yayınevi , 2011..


21 Şubat 2011 Pazartesi

ESKİ MISIR ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

‘ben dünüm , bugünüm , yarınım..

varlığımla dolmayan gün yoktur..

benim açtığım yoldur şimdiki çağ..’
‘ÖLÜLER KİTABI’ndan..




‘şen geçir günlerini , bıkmadan , yorulmadan :

ne malını mülkünü öbür dünyaya götürebilirsin ,

ne de geri gelirsin öteki tarafa gidince..’


‘elinde keskiyle çalışan sanatçı

tarlayı belleyen ırgattan fazla yorulur

akşam olunca yan gelip yatar mı.. ne gezer..

kolları koparcasına çalışır

ortalığı aydınlığa kavuşturmak için..’


‘işitilmemiş sözler bulsam , garip cümleler söylesem ,

kimselerin kullanmadığı bir dilim olsa ,

tekrarlanmamış , bayatlamamış deyimlerimle

eskilerin sözlerinden uzaklaşsam..’

ANKHU (m.ö. 2000 yılları..)



AKHENATEN’İN YAKARIŞI..

senin tatlı soluğundur benim soluğum ,

güzelliğin her zaman gözlerimin önünde..

duyabilsem sesini kuzey rüzgarında ,

güzelim , seninle dinçleşir bedenim..

uzat ellerini , yol göster ruhuma , canıma can kat :

beni sonsuzluğa çağırsan hazırım gitmeğe..

DİN ADAMI ANKHU’NUN

BOZUK DÜZENDEN YAKINMASI

olup bitenler , çileden çıkarıyor insanı :

memleket baştan başa azapla kıvranıyor ,

yıldan yıla büsbütün allak bullak…

bir öncekini aratıyor her geçen yıl..

kargaşalık var ülkede , yıkımın eşiğindeyiz..

kapı dışarı ettiler adaleti ,

haksızlık kol geziyor hükümet çevrelerinde..

tanrıların tasarıları karman çorman ,

tanrı buyruklarına aldırış eden yok..

memleketin durumu berbat,

ne taraf baksak çile ,

halk yas tutuyor kentlerde de , taşrada da…

millet yoksulluktan perişan ,

insanlarda ne saygı kaldı , ne sevgi..

huzur sultanları bile ter ter tepiniyor..

gün doğunca baş çeviriyoruz

gece olanları görmemek için..

olup bitenler , çileden çıkarıyor insanı :

dertler tümen tümen geliyor bugün..

yarın ıstırapların seli kopup gelecek..

memleket baştan başa tedirgin,

ama ağzını açıp tek kelime söyleyen yok..

masum insan kalmadı artık,

herkesin işi gücü fesat..

yürekler yas içinde , tasa içinde..

komut verenle komut alan bir-örnek,

ikisinin de dünya umurunda değil..

her sabah kalkar kalkmaz görüyoruz durumu,

ama düzeltmek için çabaya girişmiyoruz..

dün neyse bugün de o..

miskinlik sinmiş insanların yüzüne ,

kimse laf anlamıyor ,

anlayıp kızanlar bile dilini tutuyor..

yaman bir acıyla kıvranıyorum durmadan :

yoksullar , zengin karşısında güçsüz..

ne acıklı bunu görüp de haykırmamak..

ama anlamayanlara dil dökmek daha acı..

insan , sesini yükseltmeye görsün ,

başlıyor gerçekleri bilmeyenlerin öfkesi..

bugünlerde herkes sırf kendini dinliyor ;

kendinden başkasına inanan yok..

hiç ilişki kalmadı gerçekle söz arasında…

ANKHU (m.ö. 2000 yılları..)

‘ESKİ MISIR ŞİİRİ’ , TALAT S. HALMAN , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , 1972..

12 Şubat 2011 Cumartesi

Kürk Mantolu Madonna

* İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.

* Etrafını bu kadar iyi tanıyan, karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın heyecanlanmasına ve herhangi bir kimseye kızmasına imkan var mıydı? (...) Herşeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?

* Bütün mesele, etrafındakilerin onu tanımamasındaydı ve o da kendini tanıtmak için herhangi bir teşebbüste bulunacak adam değildi. Bundan sonra aradaki buzu çözmeye, bu insanların birbirlerine karşı duydukları müthiş yabancılığı gidermeye imkan yoktu.

* Onun şimdi bütün mesafelerin ve zamanın arkasına çekilmiş olduğunu ve oraya kimseyi bırakmayacağını seziyor ve hiç sokulmak teşebbüsünde bulunmuyordum.

* Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?

* Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya'nın Nihal'inden, Vecihi Bey'in Mehcure'sinden, Şövalye Büridan'ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra'dan, hatta mevlid dinlerken tasavvur ettiğim, Muhammed'in annesi Amine Hatun'dan birer parça vardı. O benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı.

* Benim gibi hayatında hiç macerası olmayan bir erkeğin ilk defa böyle bir kadınla karşılaşması hakikaten korkunç olurdu.

* Hayatımda hiç kimseye mukavemet etmeye alışmamıştım. Elimden gelen ancak kaçmaktı, onu da şimdi yapamazdım.

* Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim...

* Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, - ruhumuzla yaşamaya - başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.

* Göreceksiniz ya, ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım... Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir...

* Şimdi gülemeyecek kadar mesuttum ve saadetimi ciddiye alıyordum.

* Bu sondu... Bir defa da bunu tecrübe edeyim dedim. Belki bu noksandı, diye düşündüm. Ama değil... İçimde hep o boşluk var... Daha da büyümüş olarak... Ne yapalım kabahat sende değil... Sana aşık değilim. Halbuki dünyada sana aşık olmam icap ettiğini, sana da aşık olmadıktan sonra hiç kimseyi sevemeyeceğimi, bütün ümitlerimi terk etmek lazım geleceğini gayet iyi biliyorum. Ne kadar isterdim... Başka türlü olmayı ne kadar isterdim... (Maria Puder)

* Demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor. (Maria Puder)

* Şimdi, geldiği kadar sebepsiz ve ani, çekilip gidiyordu. Fakat benim için bundan sonra eski uykuya dönmek imkanı yoktu. Yaşadığım müddetçe türlü türlü yerler gezecek, dilini bildiğim ve bilmediğim insanlarla tanışacak ve her yerde, herkeste onu, Maria Puder'i, Kürk Mantolu Madonna'yı arayacaktım. Onu bulamayacağımı daha şimdiden biliyordum. Fakat aramamak elimde olmayacaktı.Beni bütün ömrümce bir meçhulü, mevcut olmayan bir şeyi aramaya mahkum ediyordu. Bunu yapmamalıydı...

* Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.

* Hayatımızın, birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum. Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu.

* Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi.

* Bir hayatı baştan aşağı dolduracak kadar zangin olan hatıralar, böyle kısa bir zamana sıkıştırıldıkları için hakikattekinden daha canlı, daha tesirliydiler.

* Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam...

( Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna, YKY )