Nephan Saran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nephan Saran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ağustos 2017 Pazar

İnsanla ilgili düzenli bilgi yani Antropoloji


Antropoloji
Bilim, bir özneye ya da bir grup özneye ait bilginin dizgesel (sistematik) anlatımı ve sınıflandırılması olup, bu bilgi araştırmalar sonucu olduğu denetlenebilen ilkeler ve yasalar olarak düzenlenmiştir. Buradaki teme ölçü, “bilginin dizgesel araştırmalar sonucu doğruluğu denetlenebilen” ilkeler ve yasalar halinde düzenlenmiş oluşudur. S. 11
Bugün bilimsel bilgi alana psikolojik tepkilerden anlık (zihinsel) etkinliklere, Termodinamiğin matematik yararlarından ırklar arası ilişkilere, yıldızların oluşumu ve parçalanmalarından kuşların göç yollarına, ultramikroskobik virüslerden extragalatik kitlelere, kültürlerin yok oluşundan evrenin parçalanmasına kadar yayılan bir alanı kapsar. Bu derece birbirinden farklı konuları kapsayan bir alanın, herkesçe kabul edilen bir tanımı yapmak ise olanaklı değildir. S. 12
Açıklama ile varsayım kesinlikle birbirinden farklı şeylerdir. Genellikle sosyal bilimlerde ilişki bildirilerinden daha çok kavram açıklamaları yapılmıştır. Burada akla gelen, “Acaba insan davranışlarıyla ilgili varsayımlar ortaya konulamayacağı için  mi sosyal bililmlerde varsayımlardan daha çok açıklamalar yapılıyor?” sorusudur. Bu sorunun cevabı ise belki şu olabilir: İnsan davranışlarının son derece karmaşık olması nedeniyle ilişki bildirilerine, yani varsayımlara ulaşmak güç olabilir. Ancak asıl neden: sosyal bilimler üyelerinin bu yolda düşünmeye başlamalarının çok yeni oluşudur. Üstelik sosyal bilimler alanında genellikle “açıklamalarla” “varsayımlar” yani ilişkiye işaret eden bildiriler karıştırılmıştır. Bu hususta bir örneği antropoloji alanında verebiliriz<. Bir antropoloğa Çinlilerin neden süt sevmediğini sorsanız muhtemelen “kültürleri” sebebiyle der. Ama bu soruyu açıklayan bir cevap değildir. Ancak şu da belirtilmelidir ki, sosyal bilimlerdeki kavramları ve özelliklerini saptamak tümüyle faydasız sayılmaz. Aksine bunlar olmaksızın “ilişki bildirileri” anlamsızdır. S. 19
Antropoloji kelime yapısı olarak iki yunanca kelimenin birleşimidir. “insan”” anlamına gelen Antropos ile “düzenli bilgi” anlamında olan Logos. Böylece kelime anlamı olarak Antropoloji, insanla ilgili düzenli bilgi anlamındadır. S. 21
Antropoloji birey olarak insanla ilgilenmez. İlgisi grup içinde yaşayan insan ve bu insanın yaptıkları ve davranışlarıdır. S. 21
İnsan davranışlarının ne denli çeşitli ve farklı olduğunu göstermek üzere çeşitli davranış anlamlarına bakalım: Örneğin, gıdalanma sonsuz biçimde gruptan gruba değişir. Arktik bölgelerde yaşayan Eskimolar hemen hemen sadece et ve balıkla yaşarlar, buna karşılık Meksika yerlisi insanların gıdası tahıl ve sebzedir. Doğ Afrika’da yaşayan Baganda gruplarında süt ve sütlü gıda vazgeçilmez bir gıda türüdür. Batı Afrika’da ise yenilmese de olur. Amerikan yerlileri arasında balık aranılan bir gıdadır. Fakat Yeni Meksika  ve Arizona yerlilerinden olan Navaholar ve Apacheler balığı mide bulandırıcı bir şey olarak kabul ederler. Yine bazı Meksika yerli grupları ve diğer bazı insan grupları köpeği lezzetli bir gıda türü sayarlar ve özel olarak beslerler, ama diğer bazıları için düşüncesi dahi mide bulandırıcıdır. Müslümanlar ve Museviler için domuz eti yenilecek şey sayılmaz; başkaları için pek leziz ve besleyici bir gıdadır. Pek çoğumuz tavşan eti ya da kaplumbağa bacağı ya da kızarmış salyangozu iştah açıcı bulmayız. Buna karşılık bazıları ise bunları nadide bir yiyecek olarak addederler. S. 128
Taylor kültürü şöyle tanımlar: bir toplumun azası olarak insanoğlunun kazandığı bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk, örf, yetenekler ve adetleri içeren karmaşık bir bütündür. Linton kültürü “sosyal kalıtımla” eşleştirir. Lowie “Sosyal gelenekler bütünü” olarak tanımlar. S. 129
Hayvanlar aleminde kültür mevcut olmaksızın “toplumun” var olduğu bir gerçektir. Arılar, karıncalar toplumu bunun en bilinen örnekleridir. Böylece kültür insan türüne has olup hayvanlar aleminde başka hiçbir canlı toplumunda var olmayan bir olgudur. S. 129
Kültürün en önemli özelliklerinden biri de ilerlemiş kültürlerin gittikçe artan bir güçle doğayı kontrolü altına alabilmesi ve insanın doğaya hakimiyeti arttığı nispette  doğaya bağımlılığının azalmasıdır. S. 132
Bir toplumun yapısı, birbirinden farklı tipte kurallardan oluşur. Bireyler grupların temel birimleridir. Kurumlar ise sosyal bir hedefe varabilmek için bir grup içindeki bireylerin çalışmlarından doğan belirli ilişkiler kümesidir. Başka bir deyimle, kurumlar insanın çeşitli gereksinmelerini karşılamak üzere gösterecekleri etkinlikler için toplumca kabul edilmiş ve yerleşmiş usullerdir. S. 133
Çeşitli toplumlarda kadınlara ve erkeklere has olarak gösterilen faaliyetler göz önüne alınırsa, bu farklılaşmanın hemen tamamıyla kültür işi olduğu açığa çıkar. Arapesh kadınları genel olarak erkeklerden daha ağır yük taşırlar. Kabilenin inancına göre bunun nedeni “kadınların başlarının daha kalın ve kuvvetli oluşudur”. Bazı toplumlarda ağır işlerin tamamı kadınlar tarafından yapılır. Tchambuli buna örnektir. Marques adalarında yemek pişirmek, bütün ev işleri, çocuk bakımı, erkeklerden beklenen işlerdir. Kadınlar zamanlarının çoğunu süslenmekle geçirirler. Yine bazı ilkel topluluklarda hareketli ödevler kadınlara verilmiştir. Tasmanya yerlilerinde oldukça güç bir iş olan ayı balığı avcılığı kadınların işidir. Ağaç tepelerinde yaşayan opossum avcılığı da ağaçlara tırmanmak suretiyle kadınlardan beklenen iştir. Kadınların ve erkeklerin yapacakları işler toplumdan topluma değişmekle beraber her toplumda iş dağılımı bakımından daima kadın ve erkek farkı yapılır. S. 134
Belirli bir kültür, bir toplumun üyeleri tarafından paylaşılan yaşama düzeni olup, topluma ait aletler, teknik, sosyal kurumlar, davranışlar, tavır alışlar, inançlar ve değer yargılarının bütünüdür. S. 136
İnsan içinde yaşadığı doğanın açıklayamadığı güçlerini merak etmeye ve bunları da anlamaya çalışıyordu. İçinde yaşadığı doğanın açıklayamadığı güçlerini kendine benzeyen fakat kendinden daha güçlü varlıklar olarak düşünmeye başladı; ve bu kudretli varlıkları kendine yararlı bir şekilde hareket ettirmeyi ve kullanmayı düşünmüş olmalı; böylece sihre, büyüye başvurdu. Sonuçta, toplum içinde gıda maddelerini üretenlerin ve alet yapanların yanında, görünmeyen bir alemin güçlerini kendilerine yarar şekilde kullanmaya çalışan ve bu kudretli varlıkların yardımlarını sağlamaya çaba gösteren bir sınıf belirdi; bunlara ruhban sınıfı diyoruz. Bu sınıf, sihir ve büyü yoluyla evrenin üstün güçlerini kontrol altına almaya ve onların yardımını sağlamaya çabalıyor, aynı zamanda içinde yaşadıkları dünyayı anlamaya ve açıklamaya da gayret ediyordu. S. 146
Sanılır ki doğada bir düzen olduğu düşüncesini insana ilham eden gökyüzü olmuştur. Güneşin hep aynı yerden doğuşu hep aynı yerden batışı, ayın gökyüzünde değişmeyen bir yol izlemesi, insanı hiç kuşkusuz hayretlere boğmuş ve bu düzeni saptamaya gayret etmişti. S. 147
Rahipler gökyüzü gözlemlerini sırf bir merak yüzünden yapmış değillerdi. Yıldızların hareketleriyle insanların gelecekleri arasında bir bağ olabileceğine inandıklarından gök cisimlerinin hareketlerine anlam vermeye çalışıyorlardı. Bilinmeyen bir yıldızın gökyüzünde görülüşü, güneşin tutulması bir harbin olacağına ya da salgın bir hastalığın, kıtlığın geleceğine bir işaret olabilirdi. Rahiplerin görevleri ise, bunların olacağını daha önce tahmin edip krallarına bildirmekti. İşte bu çabalar sonucu bir tip falcılık gelişti ki buna astroloji diyoruz. S. 147
Batı felsefesinin tarihini anlatan Bertrand Russell’e göre; büyük bir filozofun özellikle Aristo’nun eserleri okunurken iki özellik gözden kaçırılmamalıdır: Birincisi, kendisinden önce gelenlerle olan ilişkisi, ikincisi de kendisinden sonra gelenlere etkisi. Aristo, kendisinden önce gelen filozoflar ve matematikçilerden olumlu yönde sonsuz derecede faydalanmış, kendinden sonra gelenleri de sonsuz derecede olumsuz yönde etkilemiştir. Aristo, Grek düşünüşünün en yaratıcı devresinde gelmiş ve ölümünden sonra 2000 yıl onun ayarında bir filozof daha çıkmamıştır. Matematik, fizik, politik, etik alanındaki fikirleri tartışmasız kabul edilmiş ve bu nedenle felsefenin ve bilimin gelişmesinde önemli bir engel oluşturmuştur. S. 151
Romalıların kökeni kesinlikle bilinmez. Yaklaşık olarak M.Ö 2000 senelerinde, Greklere akraba olan ve Hint-Avrupa halklarından bir grup İtalya’da gözükür. M.Ö 1000 tarihlerinde Güney İtalya’ya ve Sicilya’ya yayılır. 900 senelerinde, nereden geldikleri kesinlikle bilinmeyen bir başka grup, Etrüskler, Tiber nehrinin kuzeylerine yerleşirler. M.Ö 8.asırda ise Grekler, Güney İtalya’da ve Sicilya’da koloniler kurarlar.
7.asırda Roma’daki küçük grup, kuvvetlenmeye başlar. Halkın büyük bir kısmı Latin olup kökeni Hint-Avrupa’dır. Fakat Etrüsklerle karışmış olmaları da çok muhtemeldir. Kuruluşlarında idare şekli krallık olup sonra Cumhuriyete dönüşür. Bundan sonra iki asır Roma toplumu siyasal çatışmalara sahne olmuş ve sonuçta M.Ö 451-450 yıllarında demokratik bir yönetim Roma’da yerleşmiş ve yavaş yavaş İtalya’ya egemen olmuştur. S. 152
“Hristiyanların, hastalıkların iyi olması için mumlar diktikleri devirlerde Müslümanlar doktora giderdi” diyor bir yazar. Yalnız Bağdat’ta 864 kayıtlı hekimin olduğu bilinmektedir. 9.asrın sonlarında ve 10.asrın başlarında ilerleyen bilgiler arasında kimya, cebir, astronomi, trigonometri, optik ve botanik sayılabilir. S. 154

İslamiyet’te bilimin en yüksek devreye eriştiği devirlerde bilim adamları gözleme ve deneye de önem vermekteydiler. Bu yöntemin en önemli temsilcilerinden ikisi Jabir ve Al-Razi’dir. S. 154

 Nephan Saran, Antropoloji, İnkilap Kitapevi, İstanbul, 1992