Röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Röportaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Aralık 2012 Pazar

Buharlaşan bir inek Chuck Palahniuk


 “Dövüş Kulübü”nü okuduktan sonra, kitabı tam olarak anlayamadığımı hissettim. Siz anlıyor musunuz?
Ben onu sadece bir tür macera kitabı olarak gördüm. Oysa şimdi dışarı çıkıp, onu açıklama, savunma süreci... Herşeyden önce onu bir şekilde kendime açıklamalıyım. Bütün bunlar neyle ilgiliydi? Ve daha sonra bu gerçeği izleyen savlar geliştirmeliyim. Bu benim dört yıl önce yaptığım birşeydi, ben artık aynı insan değilim ve kitabın hatırlamadığım bölümleri var. Filmi seyrettiğimde “Şimdi bu kitapta mı vardı, yoksa sadece filmde mi var?”diye düşünüyorum.

Filmlerden bahsetmişken, “Dövüş Kulübü”nün setinde eğlendiniz mi?
Evet, gerçekten bana çok çok iyi davrandılar. Bana bu kadar iyi davrandıklarına inanamadım. Çok sıkıcı. Gerçekten inanılmaz sıkıcı. Çok pis bir yerde oturursunuz –sesli çekim işi inanılmaz pistir- veya sıcak güneşin altındasınızdır, sizden başka herkesin yapacak bir işi vardır ve siz David Fincher’in yanında oturan ve güneş koruyucusuyla birlikte sürekli buharlaşan bir ineksinizdir.

 Güneş koruyucusu buharlaşır mı?
Evet. Daha önce hiç görmemiştim. Gerçekten çok sıkı. Sürekli olarak yukarı doğru çıkıp sonra gidiyorlar: “İzin ver seni buharlaştırayım.” Seni buharlaştırıyorlar ve sürekli gidiyorlar: “Yiyecek veya içecek birşeyler ister misiniz? İstediğiniz herşeyi getirebiliriz.” Yani gerçekten size iyi davranıyorlar. Çok komik, kimseye yaklaşmamaya karar vermiştim. Helena (Bonham- Carter) diğerleri ateş ederlerken, ses kayıt bölümünün üstündeki setin dışında duruyordu. Biraz uzağına oturdum, laptop bilgisayarımı çıkardım ve çalışmaya başladım. Sonra, ışık değişimi için ara verildi. Edward Norton, setten çıkıp, beni gördü ve “Hey Chuck. Selam, nasıl gidiyor?” dedi. “Helena, bunun kim olduğunu biliyor musun? Bu maestro, kitabı yazan adam bu” diye devam etti. Helena Bonham-Carter bana baktı ve “İki saattir hangi Allahın cezası olduğunu merak ediyordum” dedi. Helena gerçekten çok tatlıydı. Karavanında, birlikte akşam yemeği yedik.

“Dövüş Kulübü”nün bir yerinde ana karakter, çok yorgun olduğu için vücut dışı deneyimler yaşıyormuş gibi hissettiğinden bahsediyordu. Bu sizin kişisel bir tecrübeniz mi? Uykusuzluk hastalığınız var mı?
Ara sıra berbat bir uykusuzluk hastalığına kapılıyorum. Bunun neye bağlı olduğunu bilmiyorum. Reno, Nevada’da bazı arkadaşlarla bir gezideydim ve uyuyamadım. Reno’nun kenar mahallelerinde, şafak doğana kadar bütün gece dolandım. Ve ancak şafak doğduğunda geri dönüp devrilebildim. Ama sokaklarda dolanırken, kendime “Dövüş Kulübü”nün hikayesini anlattım. Uykusuzluğun neredeyse çıldırtıcı bir safhasında, hikayenin konusunun büyük bir bölümünü çıkartmış olarak geri döndüm.

Gerçekten bazen hiç uyuyamıyor musunuz? Bazen bir-iki saat kestirebiliyor musunuz? Uykusuzluk çeken biri olmayı meydana getiren etkenler neler?
Komik, eğer uyuyabilirseniz, belki bir saatlik, çıldırtıcı, inanılmaz hafif bir uyku, kendinizi uyumuş gibi hissetmiyorsunuz, çünkü bu uyku çeşidinde, geçirdiğiniz zaman boyunca bilinciniz açık. Daha sonra uyanıp, düşünüyorsunuz “şimdi ben uyuyor muydum?”

Düşünce bazında bu bir karmaşa yaratmıyor mu, yani şimdi ben bu söyleşiyi rüyamda mı gördüm?
Kesinlikle. Bir süreliğine, hayatınızdaki herhangi bir şeyin gerçekliğini ortadan kaldırıyor.

Uykusuzluğun, araba kullanmak, söyleşide bulunmak, evden çıkmadan önce fırını kapatmayı hatırlamak gibi hayatınızdaki belirli alanları etkilediğini düşünüyor musunuz?
Bilişsel yeteneğimi etkilemiyor gibi görünüyor, sanki bazen beni tamamen özgür kılıyor, çünkü beni rahatlık alanımdan çıkartıyor ve fikirlerim arasındaki bağlantıları kurgulayabildiğim, bu garip, boşluksal trans safhasına sokuyor. Yazmadığım zaman, gerçekten iyi uyuyabiliyorum demektir -uyuyabildiğim kadar iyi-. Yazmadığım zaman rahat ve sağlıklıyım.

“Dövüş Kulübü”nün büyük bir hızla yayıldığını bilmek nasıl birşey?
İyi ama komik, çünkü bir kitabı ilk yazmaya başladığınızda “ceketli fotoğrafımı çektirmek çok eğlenceli olacak” diye düşünürsünüz ve sonra “tura çıkmak çok eğlenceli olacak, imza günleri çok eğlenceli olacak, galaya gitmek çok eğlenceli olacak.” Bütün bunlar bir çeşit eğlence ama hiçbir şey, heyecan, eğlence, zevk ve tüm diğer şeyler açısından, kitap yazma sürecine yaklaşamıyor.

Sizin açınızdan yazmanın en heyecanlı kısmı hangisi?
Bir sürü araştırma yapmak ve sonra araştırma peltesini alıp biraraya getirerek bağlantıları kurmak. “Dövüş Kulübü”nde, gerçekleşene kadar, hikayenin dönüm noktasını bilmiyordum. Ben de kitabı okuyan herhangi biri gibi hayretler içerisinde kaldım. Neyin ne olduğunu anladıktan sonra, evin etrafında iki saat boyunca dolandığımı hatırlıyorum. Bu tür bir keşfin yaşattığı heyecan ve zevk bence herşeye bedel.

15 Kasım 2011 Salı

Zifiri Karanlık Bir Adam Jacques Brel

‘j. clouzet : sizce nedir şefkatin anlamı..

jacques brel : şefkati seviyorum ben.. şefkati vermeyi de seviyorum almayı da.. ama genelde şefkatten yoksunuz hepimiz.. şefkati alma yürekliliğini gösteremiyoruz çünkü verme yürekliliğini de.. çünkü şefkat annelerimizden ve babalarımızdan gelmeliydi her şeyden önce.. aileyse bir zamanlar olduğu gibi değil artık.. yavaş yavaş yok oluyor şefkat ve en acısı , yeri hiçbir şeyle doldurulamıyor.. özellikle de kadınların eskisi denli müşfik olmadıklarını söylemek gerek.. bir tutkunun dışavurumudur aşk.. şefkatse bambaşka bir şeydir.. tutku yok olabilir günün birinde , şefkat hiç değişmez , hep olduğu gibi kalır.. öyle sanıyorum ki , şarkılarımdaki aşkla şefkati anlatmak istiyorum aslında.. bu hep böyle oldu ama ancak şimdi ayrımsayabiliyorum kimi gerçekleri..



j. clouzet : kadınların erkeklere önemsenebilecek birtakım şeyler getirebileceklerine inanıyor musunuz , dengeyi örneğin..

jacques brel : hayır.. kadınlar bir denge getirmezler erkeklere.. çünkü hep de verdiklerinden daha fazlasını alırlar , almak isterler sizden.. zamanla dengemizi yitirebilmemize de neden olurlar dahası.. sahip olduğumuz her şeyi kendilerine vermeye bizi zorunlu kılarlar da ondan.. bu oyunu oynamayı kabullenirsek , sonuçta bir boşlukta , yoksul ve soysuzlaşmış olarak buluveririz kendimizi.. ve oldukça sağlıklı mahluklar olduklarından , günün birinde bir başkası için terk ediverirler bizi.. aynanın karşısındadırlar.. biraz ruj sürerler dudaklarına.. yeniden başlar her şey.. hayır , kadınlar birtakım şeyler getirebilirler erkeklere , yadsıyamayız bunu.. ama bir denge değildir kuşkusuz getirdikleri..



j. clouzet : yalnızlığın size çok çekici geldiği doğru mu..

jacques brel : evet.. yalnız yaşamak günün birinde mutlaka gerçekleştireceğim bir tasarı.. tamıtamına bir yalnızlık isteği değil bu , kente yakın bir evde yaşayıp , kent merkezine örneğin haftada birkaç kez gidebileceğim bir yaşama düzeni daha çok..

bir münzevi olarak değil , kabuğuna çekilmiş bir kişi olarak yaşamak istiyorum yalnızca.. beni yavaş yavaş rahatsız etmeye başlayan kimi yanlış anlamaları kendimden uzak tutabilmek için böyle davranacağım.. böylelikle yalnız bir insan olmadığıma başkalarına inandırmak için umutsuzca sürdürdüğüm bu oyuna da son vermiş olabileceğim.. aslına bakılırsa sapına kadar bir yalnızım çünkü..’

14 Temmuz 2011 Perşembe

Yaşlı Moruğun Röportajı


‘Şarap ve klasik müzik eşliğinde yazıyorsunuz; neden jazz ya da rock değil ve esinlenmek için ne kadar şarap içmeye ihtiyaç duyarsınız?

Jazz ve rock beni klasik müzik kadar yükseltmiyor. Klasik müzikte yüzyılların izi var bir kere. Daha çok kan , daha çok biçem.. yerinden kalkar yürür ve gitmiştir. Jazz sızlanıp durur. Rock ise daha gürültülü ve yapmacıktır, o büyük ve heyecan verici kumardan uzaktır..

Yazarken ufak ufak içerim. Bir şişe şarabı bitirmek iki saatimi alabilir. Bir buçuk şişeden sonra yazının kalitesi düşer zaten. Ondan sonra barlardaki sarhoşlardan farkım kalmaz; kendini tekrar eden sıkıcı bir ahmak..

Alkol, atlar ve daktilo benim gerçeklerden kaçış yollarımdır diyorsunuz; gerçekler sizin için nende bu kadar korkunç? Canınız çok mu yandı da şimdi herkesten kaçmaya çalışıyorsunuz?

Gerçek herkes için hayli korkunç olabilir. Çoğu hayat mutlu değil. Çoğu insan hayatını nedensiz yaşar. Ya da nedeni başka kaynaklarda, başka yerlerde, başka kurumlarda ararlar. Kendine özgü ve doğal ruhların sayısı çok değil.

Ben münzeviyim. İnsanlardan kaçıyorum çünkü ilgi alanları genellikle sınırlı ve bayağı, ayrıca kötü niyetli ve can sıkıcılar.. hayvanlar , öte yandan harikulade yaratıklar. Gözlerindeki ve beden dillerindeki güzelliği fark etmek yeterli. İnsanlar o kadar iyi görünmüyor, o kadar güzel ya da sahici davranmıyor..

Peki gerçeklerden kaçmak istiyorsanız kitaplarınızın çoğu neden otobiyografik ?

Kitaplarımın çoğu neden mi otobiyografik? Neden sabahları başkalarının değil de kendi ayakkabılarımı giyiyorum ? Neden komşularımın değil de kendi düşlerimi görüyorum ? Ben sadece yapay ihtiyaçlar yüzünden çarpıtılmış sıradan gerçeklikten kaçmaya çalışıyorum.. Hayat hakkında tek bir kötü söz edemeyiz çünkü onu hiçbir şeyle kıyaslayamayız.. İnsanların hayatta ve hayata karşı yaptıkları asıl tatsız olan..

Alkol birçok Amerikalı yazarın sonu oldu (O’Neill , Faulkner, Hemingway, London ) , sizin sonunuzun da aynı olacağına dair kaygınız var mı? İçkiyi bırakmayı hiç düşündünüz mü ?

Saydığınız yazarların sonunun alkol yüzünden geldiğinden hiç de emin değilim.. Belki başka bir şey yüzünden geldi sonları.. Bir yazarı mahvedebilecek o kadar çok şey var ki.. Bunlar büyük şeyler de olabilir, ardı ardına gelen küçük şeyler de.. Ya da bizim farkında bile olmadığımız şeyler .. Yaratıcılığın kaynağı çok gizemlidir.. Hiçbir şey bilmiyoruz hakkında..

Hayır, içkiyi bırakmayı hiç düşünmedim. Benim için son derece memnuniyet verici, makul ve yaratıcı bir faaliyet.. Yakında yetmişime basacağım ve çoğu insanın içtiği su miktarından daha fazla alkol tükettim..

İleriye dönük umutlarınız var mı ?

Daktilonun başına geçip kağıt takmayı umuyorum; tuşların takırtısı, radyoda klasik müzik, solumda kırmızı ve harikulade şarap şişesi.. Bundan da iyi, daha şanslı ne olabilir? Bu her şey..’

CHARLES BUKOWSKI – GÜNEŞE UZAN

(Parantez Yayınevi , 2005)

‘..Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi , makbul biri değilim. Kötü adam sevdim hep. Kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim. Dişleri kırık, yolları kırık adamlar ilgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar..’

‘..Adi kadınlardan da hoşlanırım, çorapları sarkmış , makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır. Çünkü ben de serseriyim. Ahlak sevmem, din sevmem. Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam…………………..’

CHARLES BUKOWSKI

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Tom Waits - Soğancığın İsyanı

- Size zor gelen şeyler neler?
- Genellikle gerçeği ve hayali iç içe yaşıyorum. benim gerçeğimin, bir ampülün duya olan ihtiyacı gibi, hayale ihtiyacı var. Hayal gücümün de, bir körün değneğine duyduğu ihtiyaç gibi gerçeğe ihtiyacı var. Matematik bana zor gelir. Harita okumak zor gelir. Emirlere uymak da. Ayrıca marangozluk, elektronik, sıhhi tesisat, hadiseleri doğru hatırlamak, çengelli iğne bulmak, sabır, Çince sipariş vermek, Almanca müzik seti kılavuzu...

- En çok sevdiğiniz film sahneleri neler?
- Kızgın Boğa'da De Niro'nun ringde olduğu sahneler. "Cennet Bekleyebilir"de Julie Christie'nin "bir fincan kahve ister misin?" dediği andaki yüz ifadesi. "Cennetin Doğusu!'nda James Dean'in kalp krizi geçiren babasının başucunda otururken hemşireyi odadan kovması. "Touch Evil"da Marlen Dietrich!in "o, erkeğin hasıydı" deyişi. Nick Cage'in "Vampirin Öpücüğü"nde bir amamböceği yiyişi. "Chinatown"un final sahnesi. Rod Steiger'ın "Rehin"de altın ahakkında söyledikleri. Brando'nun Baba'daki ölüm anı. Lee Marvin'in "Kuzeyin İmparatoru"nda yük vagonunun altında gidişi. Dennis Weaver'ın "Touch Of Evil"da, küçük bir ağaca tutunarak "ben gecelerin insanıyım" deyişi. "Eastwick'in Cadıları"nda Jack Nicholson'ın kiliseye girişi. "Blade Runner"da Rutger Hauer'ın ölürken çektiği söylev. "Define Adası"nda tavernadaki kör adam. "Zorba"da Anthony Quinn'in kumsaldaki dansı.

- En olmadık yerlerde tanık olduğunuz en olmadık şeyler ne?
- Brezilya'da kral tahtını andıran boyacı sandıkalrı. Reno'daki bir rehincinin vitrinindeki takma dişler. Müthiş akustik: Hapishanede. Şahane mönü: Tulsa-Oklahoma havaalanında. Portekiz'in Fatima kentindeki hediyelik eşya dükkanları. bir Morrissey konserindeki Chicano (Meksikalı Amerikalı) kitlesi. Büyük yoksulluk: Washington D.C.'de. Evsiz bir adamın, Çin mahallesindeki bir çöplükte, müthiş güzel opera sesiyle "bakteri" kelimesini şarkı söyler gibi söylemsi. En güzel atların New York'ta olması. St. Louis sakinlerinin ekseriyetinin kırmızı pantalon giymesi. Baltimore'da 1890'da görülen bir cinayet davasında bir katil zanlısının suçlu bulunmasına rağmen serbest bırakılması. Yargıç kararı okurken şöyle diyor: "Suçlusunuz bayım, fakat masum bir insanı hapse atamam." Mesele şu: Katil, siyam ikizi.

- Keşke dünyaya daha erken gelseydim, dedirten, kaçırdığınız için hayıflandığınız neler var?
- Vodvil. Kültürlerin karışımı ve tuhaf melezlikler. Delta Blues gitaristleri ve Hawaili müzisyenlerin bir araya gelmelerinin sonucu olarak slide gitarın bugün bizim Afro-Amerikan dediğimiz ortak müzikal dil olarak benimsenmesi. Birçok kültür gibi o da çapraz döllenme eseri. Goerge Burns, çok sevdiğim bir vodvil sanatçısıydı. Ne söylerse söylesin, iğneleyici, soğukkanlı, merak uyandırıcı ve komikti. Dans da ederdi. Şöyle demişti: "Maalesef bu ülkeyi yönetmeyi bilenler direksiyon sallamakla ya da saç kesmekle meşgul.

-Neleri merak ediyorsunuz?
- Jokeyler atlarına neler söyler? Otoyol kanarında bir ağaç olmak nasıl bir duygu? Dünya insanoğlunu ne zaman sırtından silkeleyip atacak? bir gazete kesekağıdı olduğunda ne hisseder? Bazen keman siyam kedisi gibi ses çıkarır; ilk keman telleri kedi bağırsağından yapılmış, arada bir bağlantı var mı? Günün birinde insanoğlu robotlarla evlenecek mi? Elmas, sadece sabırlı bir kömür parçası mı? Ella Fitzgerald hakikaten bir şarap kadehini sesiyle kırdı mı?

- Korktuğunuz şeyler neler?
- Uçak yolculuğunda türbülans. Siren sseleriylel el fenerlerinin buluşması. McCain'nin seçimleri kazanması. Ellerinde makinalı tüfek olan Almanlar.

- Sevdiğiniz sesler?
- Atların ve trenlerin gelişi. Okulun paydos zilinde çocuklar. Aç kargalar. Orkestranın akort yapması. Eski westernlerdeki bar piyanosu. Lunapark treni. Buzun eriyişi. Matbaa. Transistörlü radyoda maç nakli. Bir apartmanın penceresinden gelen piyano deris. Traktör. Eski yazarkasalar. Tap dansçıları. Arjantin'deki futbol tribünleri. Kalabalık bir lokantanın mutfağı. Sis düdüğü. Eski filmlerdeki gazete büroları. Fillerin yürüyüşü. Sucuğun kızarması. Boks ringindeki gong. Çince tartışma. Langırt. Kestane fişeği. Zippo çakmak. traktör. Theremin. Güvercinler. Martılar Baykuşlar. Kumrular.

Roll'un 6 No'lu Özel Sayısı'ndan Alıntılanmıştır.

11 Ocak 2011 Salı

Ara Güler Röportajı







fotograf net : Son zamanlarda fotoğraf çekiyor musunuz? Eski İstanbul ne yazık ki yok artık . . .
Size, İstanbul'da cazip gelen konular nedir ?


Ara Güler : Yok öyle cazip gelmek, iş yapıyorum iş.


fotograf net : Çalışıyorsunuz hala öyle mi? Bir ömür verdiniz fotoğrafa hala bunun karşılığını alamadınız mı?

Ara Güler : Bırak palavra lafı. Ben zengin piçiyim. Ben zengin değilim babam zengindi. Ecza deposu sahibiydi, ecza deposu gibi birşeydi. Fotoğraf dünyası bitmez yani, sanat bitmez, insanlar biter. Mesela kapak resmi için Türkiye'nin bütün kapitalistlerini topladım hepsinin fotoğraflarını çektim. Ben Time'ın muhabiriyim, hiç sonu gelir mi bu işin?


fotograf net
: İnsanlar artık sizin iş için fotoğraf çekmediğinizi düşünüyorlar . . .

Ara Güler : Kim düşünüyor, Has***tirsin pezevenkler.

fotograf net : Digital makine kullanıyor musunuz?

Ara Güler : Var bana hediye ettiler daha tutmadım bile.

fotograf net : Bu digital dünyası nasıl sizce? Fotoğrafı nasıl etkiledi? Herhangi bir zararı oldu mu?

Ara Güler : Hayır faydası oldu. Eskiden bir yerden bir yere fotoğraf göndermek ne kadar zordu şimdi ne kadar kolay oldu.

fotograf net : Günümüzde, karanlık odanın durumu, değeri nedir?

Ara Güler : Eskiden cama çekilirdi, dagerotife çekilirdi, bilmem neye çekilirdi.. Şimdide elektronik çekiliyor. Yani esasında fotoğraf değişmiyor ki tekniği değişiyor sen teknikci misin sana ne! Sen kompozisyonunu kur gözünü ver gözünü, bir eğitimdir fotoğraf. çek, istersen ıstırap çek, ne b*k çekersen çek. Yani çektiğinde kompozisyon var mı, birşey anlatıyor musun? Bakan adam bir b*k anlıyor mu? Eğer varsa merhaba fotoğrafçısın.. Yok digitalmiş yok devre bilmem neymiş... Bunlar tekniğin neticesidir, değişecektir tabiki . . .
Alacaksın o tekniğe adapte olacaksın . . .

fotograf net : Sizin için hangisi öncelikli ?Anı yakalamak mı yoksa altın kurallar mı?

Ara Güler : Adamına göre değişir. Birisi öyle bakar, birisi böyle bakar... Kimisi kompozisyon kurar, kimisi ressam gibi düşünür kendini, aslında b*ktan birşeydir fotoğraf.

fotograf net : Biraz ironik bir durum oldu ama . . .

Ara Güler : Eee öyledir aslında.. Ekmek mi mühim fotograf mı?

fotograf net : Ekmek tabiki ama siz yani bir ömür boşa mı geçti diyor sunuz?

Ara Güler : Yok ben hayatımıdan memnunum

fotograf net
: Okuduğumuz dökümanlardan algıladığımız kadarıyla, İstanbul ve Beyoğlu sizin için çok önemli, doğru mudur?

Ara Güler : Doğrudur tabiki, önemli olmaz mı? . . .

fotograf net : Hiç başka bir yerde yaşamayı düşündünüz mü?

Ara Güler : Ben yurtdışını sevmem ki. Ben İstanbul'luyum Türkiye'liyim. Beni Amerikan'ın Cumhurbaşbanı yapsanız olmam, Türkiye'ninde olmam . . . Anladın mı? Bana vız gelir böyle şeyler . . .

fotograf net : Eski İstanbul'u özlüyor musunuz,?

Ara Güler : Eski İstanbul'u ben bile bilmem. Eski İstanbul biz doğmadan evvel varmış . . .

fotograf net : Sonuçta sizin fotoğraflarınızdaki İstanbul yok artık. İnsanlar, kafeler mekanlar hep birbirine benzer şeyler oldu.

Ara Güler : Mekanlar değişecek tabiki İstanbul Avrupa gibidir. . .
Ama daha önemlisi, kafalarda değişiklik yapmak lazım . . . Ama kafalarda hiç bir b*ka yaramaz ne yazık ki...

fotograf net : Rober Haddeciyan, bir kitabın ön sözünde sizin için şöyle yazmış. "Edebiyat alanındaki çalışmalarınıza devam etmediğinizden dolayı, edebiyatımız için büyük kayıptır "

Ara Güler : O bilmiyor ama, yazıyorum, devam ediyorum . . . Ama aslında adam akıllı bir şey yazamıyorum.Çok angarya var üzerimde . . . Önsöz yaz, bilmem ne yaz.

fotograf net : Masanızın üzerinde Nazım Hikmetin kitabını görüyorum severmisiniz?

Ara Güler : Sevmezmiyim yaa Nazım Hikmetin herşeyini çok severim.

fotograf net : Hocam fotoğraf eğitimi hakkında ne düşünüyor sunuz?

Ara Güler : İnsanın içinde bir b*k yoksa, eğitimlerin üstüne altın döksen bir b*k etmez.

fotograf net : Şiir, edebiyat, Felsefe, yaşamdaki duruş . . . Bunların Fotoğrafa etkisi, katkısı nedir?

Ara Güler : İnsanın bir görüşü olmalı.. Bir kültür meselesidir, öyle olunca iyidir . . . Tabiki çok önemlidir . . .

fotograf net : Nuh'un gemisi izini dünyada ilk siz gördünüz ve fotoğrafladınız, konu hakkında ki düşünceniz?

Ara Güler : Şimdi bu öyle bir b*k ki.. Pazartesi günü İz de(İz TV'de) bir program yayınlanacak. Onu izleyin Orada bir sürü şey anlattım ama . . .

fotograf net : Hocam ölümsüz olduğunuzu biliyorsunuz değil mi? Yüzyıllar boyunca, eserleriniz yaşayacak bu nasıl bir duygu?

Ara Güler : Yok canım sende . . . Adolf Hitler, fatih Sultan Mehmet öldükten sonra . . .

fotograf net
: En çok sevdiğiniz fotoğrafçı? Gençlerden beğendiğiniz fotoğrafçı var mı ?

Ara Güler : Var yahu deli misin? Bomba gibi herifler var . . . Yani şimdi aklıma gelmiyor ama . . .

fotograf net : Fotoğrafın Türkiye'de geleceği nasıl?

Ara Güler
: Pek müthişte bir şey değil yani . . .

fotograf net : Türkiye'de kadın fotoğrafçılar nasıl? Yada başka bir deyişle kadınlar fotoğrafta nasıllar?

Ara Güler : Siz bilmezsiniz Yıldız Moran vardı . . . Özdemir Asaf'ın eşiydi . . . Eleni vardı mesela foto muhabiriydi . . .


fotograf net : Türkiye'de belgesel fotoğrafçılığı ve gelişimini nasıl görüyorsunuz?

Ara Güler
: Ben zaten belgesel fotoğrafçıyım. Ben sana birşey söyleyeyim mi, belgesel olsun yada olmasın herşey lazımdır yani. Eğer insanlık tarihi yazılıyorsa herşey lazımdır. Öyle şeyler vardırki, mesela biri şimdi Atatürk fotoğrafı getirse, ister profesyonel olsun ister amatör çekmiş olsun Atatürk resmi lazımdır . . . .

fotograf net : Fotoğrafarınzıda genelde hep insan var?

Ara Güler
: Hep insan var tabiki . . . Yaşam var yaşam . . . Herşey insan içindir . . . Bir cami ne için var? Mezarlık ne için var? Ne varsa insan için var . . . .


fotograf net : Geçmişe baktığınızda, hiç yaşamınzda keşkeniz oldu mu?

Ara Güler : olmuştur belki . . . .

fotograf net : Çekemediğiniz kare?

Ara Güler : Yani ben esasında bir sürü fotoğrafçıyı düşünmüşümdür ama çekmemişimdir. Çekmek demek onu kayıda geçmek ve ölümsüzleştirmektir. Onu kayıt etmek, tarihe bırakmaktır. Fotoğraf makinesi sadece makinedir, makineden başka hiçbirşey değildir. Mesela elindeki bu fotograf makinesi hiçbir zaman sevdalanmaz kimseye, aşık olmaz, ağlamaz. Anladın mı? Halbuki, sanat insanın ruhundaki gelişmelerin bir neticesidir, Fotoğraf düşünülür, fotografcı, fotografı ressamın bir kompozisyonu düşündüğü gibi düşünür anladın mı? Onu çeker yahut çekemez. Fotoğraf makinesi limite bir şeydir, ancak belirli bir açıyla görebilir, muayyen teknik şeyleri vardır . . . Hakikat hiçbir zaman sanat eseri değildir. Hakikat bir dökümantasyondur.

fotograf net : Sanatçı olan bir insanda en önemli özellik sizce nedir?

Ara Güler : Sanatçı diye bir adam vardır, oda ruhuyla vardır. Fotoğraf makinesi vardır diye olmaz sanatçı adam.. Öyle olsaydı Kodak en büyük sanatçı olurdu, çünkü dünyanın bütün kodak makineleri onundur. Sana en güzel daktiloyu alsak sen büyük romancı mı olursun? Anladın mı? Sanat başka şeydir, sanat başka şeydir . . . Biz bunları bu kutuların içerisine sıkıştırmışız, adına sanat diyoruz. Beleşten sanatçı geçinebilmek için fotografcı olmak en kolay yoldur. Esasında fotografcı olmak çok zor şeydir de onlar için kolaydır. Bir Eugine Smith olmak kolay mı?

fotograf net : Yeni sergi veya kitap çıkartmayı düşünüyor musunuz?

Ara Güler
: Şu anda İtalya'da bir sergim var. Günde bin kişinin üzerinde ziyaret ediliyor. La Republica gazatesi, bu sergideki fotograflarım için bütün bir sayfa haber yapmış. Banada gazeteden gönderdiler. Grand photographer diye Magnumun yeni kitapçıkları çıktı. Benim fotoğraflarımdan oluşan kitapçıka çıktı.

fotograf net : Aşk için ne düşünüyor sunuz?

Ara Güler
: Aşktan neyi anlıyorsun? Değişik güzel bir yeşil rengi veyahutta kırmızı sonbahar ağacınıda sevmek aşktır.


fotograf net : Sayın Rober Haddeciyan'ın neden böyle dediğini şimdi daha iyi anlyoruz.

Ara Güler
: Sahi Rober ne demişti?

fotograf net : Sayın Rober Haddeciyan "Edebiyat alanındaki çalışmalarınıza devam etmediğinizden dolayı, edebiyatımız için büyük kayıptır " demişti.

Ara Güler : O öyle ettirmediğimi düşünüyor . . . Sağolsun..

fotograf net : Hayatınızdaki aşklar?

Ara Güler : Bizim gibi adamlar aşık maşık olmaz . . . Boşversene bizim gibi adamlar realist adamlardır.

fotograf net : Gerçek dost?

Ara Güler : Eşim

fotograf net : Çocuksu yanlarınız?

Ara Güler
: Olmaz mı . . .

Ara Güler : Burası çok soğuk donduk yahu . . . Hadi gidelim yetmez mi?

fotograf net : Ara Bey bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Ara Güler : Teşekkürler...