Slavoj Zizek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Slavoj Zizek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Nisan 2017 Perşembe

Slavoj Zizek – İslam Arşivleri


Doğrusu uzun zamandır bir kitapla kavga etmemiştim. Batının uydurduğu içi boş "Ilımlı İslam" terimine karşı "Ilımlı Oryantalist" bakışıyla yazılmış bir kitap olduğunu düşünüyorum. Ilımlı Oryantalist diyerek kast ettiğim şey ise tarih boyunca süre gelen Doğu-Batı ve din çatışmalarında taraflardan biri olan İslam dinini Zizek gibi bir düşünürün dahi Oryantalist düşünceden kurtulamadan yorumlamasıdır. Kitapta anlattığı hikayelerde ya tamamen meddesel yaklaşmış, ya anlattığı hikaye çarpıtılmış ya da çok yüzeysel değinildiği için manası anlaşılmıyor. Zizek'i tamamen gömmek de doğru değildir. İslam'ı anlamaya çalıştığını kitabı okurken anlıyorsunuz fakat çok fazla pozitivist düşünmekten kendini kurtaramamış. Bir toplumu pozitivist düşünce yöntemiyle anlama çabası bir çok hataya sebep olacaktır. Sonuçta maddenin tabiatını anlamada çok kullanılışlı olan bu yöntem sosyal bilimlerde çok çürük veriler sunduğu artık net biçimde biliniyor. Gene de Zizek'in hatalı yorumlarının ve gözlemlerinin yanı sıra doğru gözlemlerinin de olduğunu belirtmek gerek. 

Kitabın en güzel yönü şu ki; İslam'a ve müslüman toplumlarına sosyolojik ve psikolojik yönden bir Batılı düşünürün gözünden bakma fırsatı sunuyor. Bu noktada belirtmek gerekir ki Zizek'in İslam dinin mahiyetini, derinliklerini tam anlamıyla bilmesi beklenemez. Fakat müslüman olduğunu söyleyen çoğu kişiye göre çok daha fazla İslam'ı araştırdığı ve üzerine düşündüğünü de hemen fark ediyorsunuz. 
Kitaptan olabildiğince alıntı yapmak isterdim fakat tüm kitabı paylaşmam gerekirdi bu durumda. Aşağıda belirli bir yere kadar yazıya döktükten sonra yazma kısmı çok uzun ve sıkıcı gelmeye başladığından alıntıların fotoğrafını koymaya karar verdim. Üşengeçliğimdan ötürü kusura bakmayın. 

Slavoj Zizek – İslam Arşivleri

Hazreti Muhammed karikatürlerinin suçlamalarına karşı düzenlenen şiddetli gösterilerle ilgili günlük haberlerin yol açtığı heyecan ve aciliyet duygusu kayboldu. Dönüp geçmişe (ve elbette geleceğe) bakıp bir denge bulmanın vakti geldi.

Bu olayda gözden kaçırılmaması gereken bir ironi kendini gücenmiş hisseden ve gösterilere katılan binlerce insanın %99.99'unun Danca karikatürleri hiç görmemiş olmasıydı. Bu olgu bizi küreselleşmenin bir başka, çok çekici olmayan bir yönüyle karşı karşıya getiriyor: "Küresel enformasyon köyü” denen şey, Danimarka'nın pek bilinmeyen bir günlük gazetesinde yaşanan bir olayın çok uzaktaki Müslüman ülkelerinde - sanki Danimarka ile Suriye (ve Pakistan, Mısır, Irak, Lübnan, Endonezya ve ... ) komşu ülkelermiş gibi - böylesine şiddetli bir kargaşaya yol açmasını sağlayan şeydir. S. 9 ve s. 31

Peter Sloterdjik'in dediği gibi: "Daha fazla iletişim demek, her şeyden önce, daha çok çatışma demektir. S. 10 ve s. 31

Yabancılaşma (aynı zamanda) sosyal dokunun içine yerleşmiş mesafedir: ben başkalarıyla yan yana yaşasam bile, normal olan onları görmezden gelmektir. S. 10

Bazen, yaşam tarzlarının huzurla bir arada olabilmesi için belli bir dozda yabancılaşma kaçınılmazdır. Bazen, yabancılaşma bir sorun değil bir çözümdür: küreselleşme eğer birbirimizden yalıtılmış halde durursak değil, tersine, birbirimize çok yakınlaşırsak patlayıcı
bir hal alır. S. 10

Hegel de zaten Musevilikle İslam’ın spekülatif özdeşliğine yönelik yaklaşımıyla bu iz üzerinde değil miydi? Basmakalıp bir ifadeye göre, Musevilik (tıpkı İslam gibi) "saf'' bir tek tanrıcılıktır, buna karşılık Hristiyanlık, Üçleme'siyle, çok tanrıcılıkla
yapılmış bir uzlaşmadır; hatta Hegel İslam’ın en saf, tek "yücelik dini" olduğunu, Yahudi tek tanrıcılığının evrenselleşmesi olduğunu belirtir:

Yahudilerin sınırlı ilkesi Müslümanlıkta evrenselliğe yayılır ve böylece aşılır.. Burada, Tanrı artık, Asyalılarda olduğu gibi, dolayımsız duyu kipiyle var olan bir şey olarak düşünülmez,  dünyanın bütün  o çokluğunun ötesinde bulunan, sonsuz bir yüce Güç olarak anlaşılır.
Bu yüzden, Müslümanlık kelimenin tam anlamıyla, yücelik dinidir. S. 38 (G .WE Hegel, Philosophy of Mind, Oxford: C:larcn don Press 1971, s.44.)

İslama canlılık veren bastırılmış Olay nedir?
Bunun anahtarı başka bir sorunun altında yatıyor:  İslam, yani üçüncü Kitap Dini bu diziye nasıl uyuyor? Musevilik soykütük dinidir, peşpeşe gelen kuşakların dinidir; Hristiyanlıkta Oğul Çarmıhta öldüğü zaman, bu aynı zamanda Babanın da ölmesi demektir (Hegel bunun farkındaydı) - ataerkil soykütüksel düzen de ölür, Kutsal Ruh aile dizisine uymaz, bir post-ataerkil ailevi topluluk ortaya çıkarır. Diğer iki kitap diniyle, hem Musevilik hem Hıristiyanlıkla çelişen İslam, ataerkil mantık alanından Tanrıyı dışlar: Allah bir baba değildir, simgesel olarak bile değildir - Tanrı birdir, ne doğmuştur ne de canlıları doğurur. İslam’da bir Kutsal Aile’ye yer yoktur. ….. İslam’la birlikte, artık Totem ve Tabu tarzında, babanın öldürülmesi ve bunun yarattığı,  kardeşleri bir araya getiren suçluluk aracılığıyla bir topluluk kurmak olanaksızdır - İslam’ın beklenmedik güncelliği buradan gelir.  S. 42 - 43

Yasakların yasaklanması bir tür bütün yasaklanın “genel eşdeğeridir” bir evrenseldir ve böylece evrenselleştirilmiş bir yasaktır, bütün fiili ötekiliklerin yasaklanması: ötekinin

yasağının yasaklanması kendi ötekiliğini yasaklamaya eşdeğerdir. S. 59

 s. 60

 s. 62

 s. 62

 s. 65

 s. 66

 s. 68

 s. 70

 s. 73


Slavoj Zizek, İslam Arşivleri, Çev: Sabri Gürses, Çeviribilim Ajans ve Yayıncılık, İstanbul, 2015






27 Haziran 2016 Pazartesi

Bir Sapığın İdeoloji Rehberi

Ben zaten başından beri çöplükten besleniyorum. Bu çöplüğün adı ise ideolojidir. Bu ideolojinin kullandığı malzemenin gücü ise benim gerçekte ne yediğimi görmemi engelliyor. Bizleri köleleştiren yalnızca yaşadığımız gerçeklik değildir, bize dayatılan ideolojide yaşadığımız açmazın en üzücü yanı hallerimize sığındığımızı düşündüğümüz zamanlarda bile aslında birebir aynı ideolojinin içinde olmuş olmamızdır.

Bizler ideolojinin kurguladığı, bizden istenenin yapıldığı bir toplum içinde yaşıyoruz. Pek çok değerlerimizi yitirdik dememiz de çok da yanlış olmaz. Toplumu yönlendirenler tarafından görevlerimizi yapmak için kendimizi feda etmememiz ve hayattan zevk almamız vurgulanıyor; “Gerçek potansiyelinizi fark edin”, “kendiniz olun”, “tatmin olacağınız bir yaşam sürün”.

İdeoloji kafa karıştıran bir şeydir, gerçek bakış açımızı bulandırır.

İdeoloji bize basit bir şekilde empoze edilmez. İdeoloji denen şey sosyal dünyayla sürekli ve doğal olarak geliştirdiğimiz bir ilişkidir. Anlamı, dünyayı bu şekilde keşfederiz. Bizler bir anlamda ideolojimizden zevk alırız.

İdeolojinin dışına çıkmak bizi üzer, bu acı veren bir deneyimdir. Bunu yapmak için kendinizi zorlamanız gerekir.   

Psikanalizin en temel ilkelerinden biri zevkle basit hazlar arasındaki farkı keşfetmektir, ikisi aynı şey demek değildir. Zevk, alınan hazzın bozulmuş şeklidir. İnsan acı çekerken bile zevk duyabilir. İşte bu uç unsur görev ve zevk arasındaki basit ilişkiyi temelden ayrıştırır. Bu aynı zamanda ideolojinin kendini bulduğu yerdir. Özellikle de dini ideolojinin varlığını ortaya koyduğu noktadır.

İnsan çölde gerçekten susuyor. Koladan başka ne içilebilir ki? Niye? Çok uzun zaman önce Marx bu konuda önemli bir açıklama yapmış. Ürün bizim satın aldığımız ve tükettiğimiz basit bir nesne değildir aslında. Ürün denilen şeyler, ideolojik ve hatta metafizik özelliklerle dolu nesnelerdir. Bir ürünün varlığı her zaman görünmez bir üstünlüğü yansıtır, ve kola için yapılan klasik tanıtımlar bu görünmez satır arası içeriği çok açık ifade eder.

Gerçek olan nedir? Kolanın diğer olumlu özelliklerinden biri değildir elbet.
Yaşadığımız, post modern olarak tanımladığımız toplumlarda zevk almaya mecbur tutuluruz. Zevk almak sapkınca bir göreve dönüşür adeta. Arzu etmek, belli bir nesneye karşı duyulan arzu değildir kesinlikle. Bu aynı zamanda arzulamaya karşı duyulan bir arzu olagelmiştir. Arzulamaya karşı duyulan arzu… belki de en çok arzuladığımız şeye kavuştuğumuzda artık onun bir şey ifade etmemesinin nedeni de budur, o isteğimiz artık tatmin olduğundan ötürü arzulamayız. En büyük melankolik deneyimlerden biri, bir şeye olan arzumuzun tamamen kaybolmasıdır. Duygu olarak sadece doğal ihtiyaçlarımızı karşıladığımız döneme de geri dönemeyiz artık. Diyelim ki bize sunulan üründen vazgeçtik ve sadece ihtiyaç duyduğumuz ürüne yöneldik. Susadığımız zaman su içeriz mesela. Bu duruma geri dönemiyorsunuz. Aşırılık sonsuza dek sürüyor.

Kola durdukça ısınıyor, artık gerçek kola gibi değil. İşte sorun da bu. Üstün bir durumdan en alt seviye bir durumu geçişi bilirsiniz. Kolayı soğuk olarak sunduğunuzda belli bir cazibesi vardır. Ama ısınınca bir anda berbat bir şeye dönüşüyor. Ürünlerin en temel diyalektiği budur. Burada ürünlerin gerçek ve nesnel özelliklerinden söz etmiyoruz. Sözünü ettiğimiz şey ürünlerin yanıltıcı, aldatıcı özellikleri.

Meşhur, “neşeye övgü” adlı eserin özelliği nedir? Genellikle insanlığa övgü olarak değerlendirilir. Kardeşlik ve tüm insanların özgürlüğü olarak değerlendirilir. Burada göze çarpan unsur, bu iyi bilinen melodinin evrensel boyutta adapte edilebilir olması. Birbiriyle tamamen tezat olan politik hareketler için kullanılabilir. Nazi Almanya’sında bu eser, çoğunlukla büyük toplumsal olayların kutlanmasında kullanılmıştır. Sovyetler birliğinde Beethoven ilah haline gelmiş ve Neşeye Övgü neredeyse bir Komünist şarkısı haline gelmiştir. Çin’de büyük kültür devrimi günlerinde neredeyse tüm Batı müziklerinin yasaklandığı günlerde Dokuzuncu Senfoni kabul görmüştür. Gelişmiş burjuva müziği eseri olarak yorumlanmasına izin verilmiştir. Güney Rodezya’da bestenin sözleri değiştirilerek milli marş olarak kullanılmıştır. Almanya Doğu ve Batı olarak ayrıldıktan sonra katıldıkları olimpiyatlarda bir Alman madalya kazandığında hem Doğu hem de Batı Almanya’nın marşı olarak Neşeye Övgü çalınıyordu. Bugün, Avrupa Birliğinin resmi olmayan marşı Neşeye Övgü’dür.

Fantezi dediğimiz şey bireylerin özel meseleleri değildir aslında. Fanteziler ideolojilerimizin ana merkezini oluşturan unsurlardır. Psikanaliz açısından fantezi temelde bir yalandır. Yalan olmasının nedeni yalnızca bir fantezi olması, gerçek olmaması değildir. Tutarlı olamamanın oluşturduğu boşluğu bu fanteziler doldurduğu için yalan. Görüş açımızı yitirdiğimizde, ne yapacağımızı tam olarak bilemediğimizde fanteziler bize kolay çözümler sunuyor. 43.22

 

Alman Hard Rock grubu Rammsstein, sıklıkla Alman Nazizmiyle flörtte olduğu, Nazi simgelerini kullanmakla suçlanır. Ama konserlerini dikkatlice gözlemlerseniz ne yaptıklarını gayet net görebilirsiniz. Örneğin en çok bilinen şarkılarından biri Raise Raise. Rammstein grubu Nazi ideolojisini oluşturan unsurları minimal düzeyde kullanmaktadır. Bunlar da şehvet duygularını harekete geçirmek için kullanılmaktadır. Belli bir haz yaratılmak isteniyorsa bu küçük yüz hareketleriyle yaratılabilir. Bunların belirgin bir ideolojik anlamı yoktur. Ramsstein’ın yaptığı anlında bu unsurları Nazi söyleminden kurtarmak, özgürleştirmektir. Bu şekilde ideolojik olandan çıkartarak zevk almamızı sağlamaya çalışmaktadır. Nazizimle mücadele etmenin yolu bu unsurlardan zevk almaktır.

Starbucktan bir kapiçino satın aldığımızda aynı zamanda bir ideolojiyi satın aldığımızın farkında mıyız? Hangi ideolojiyi? Siz de biliyorsunuz. Bir Starbucks mağazasından içeri girdiğinizde karşınıza değişik tanıtım afişleri çıkar. Mesela, bizim kahvelerimiz pahalı ama biz gelirimizin yüzde birini Guatemala’lı fakir çocuklara harcıyoruz, yoksullara yardım ediyoruz gibi… eskiden basit, sade tüketim söz konusuydu. Bir ürün satın alır sonra üzüntü duyardınız. Starbucks bu tüketim arzunuzu karşılar ve bir ürünü tüketirken vicdani rahatsızlığı ortadan kaldırır. Çünkü bir yandan tüketimde bulunuyor bir yandan da insani görevini yerine getirdiğini hissediyorsun. Bunu da ürüne yüksek fiyat ödeyerek yapıyorsun. Yani biraz fazla para vererek sadece bir tüketici olmuyor, çevreye karşı görevini de yerine getiriyorsun.
Kapitalizm oldukça tuhaf dinsel bir yapıya sahiptir ve kapitalizmin değişmez tek bir talebi vardır. Sermaye akışı mutlaka sağlanmalı, çoğalarak daha çok yayılmalı, kendi kendini çoğaltmalı ve bu amaç için her şey feda edilmeli. Hayatlarımızdan tutun, doğaya, çevreye kadar.


1.31








9 Mayıs 2016 Pazartesi

Tuvalet Paradoksu!




Tuvalet Paradoksu: Toplumların tuvalet kültürü ile toplumun edebiyat anlayışı, dünyayı algılma şekli ve siyaset politikası arasında ki o ince ilişki...