7 Ocak 2011 Cuma

Tutsak



Tutsak

seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma almayacağım
sen o aydın ve pırıl, pırıl gökyüzüsün
ben bu kafeste bir tutsağım


kara ve soğuk parmaklıklar ardından
gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru
bir elin uzanışını düşlüyorum,
ansızın ben de uçayım sana doğru


boş bir anda düşlüyorum
bu sessiz hapishaneden uçmayı
gülerek gardiyan adamın gözüne
yanında yaşama yeniden başlamayı

düşlüyorum ancak bilirim asla
bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış
gardiyan adam istese bile
kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış


parmaklıklar ardında her sabah
bir çocuğun bakışı güler bana doğru
sevinç şarkılarına başladığımda
dudağında öpücükle gelir bana doğru


şayet bir gün, ey gökyüzü
kanatlanırsam bu sessiz evden
ağlayan çocuğa nasıl söylerim
tutsak bir kuşum vazgeç benden


bir mumum, canımın alazıyla
harabeleri aydınlatırım
sönüklüğü seçersem eğer
bir yuvayı yıkıp dağıtırım

Furug Ferruhzad

Çeviren: Haşim Hüsrevşahi
Yeniden Doğuş’tan



6 Ocak 2011 Perşembe

Angel-A



(Kafedeki ‘melek’ polemiği..)

Angel-A : Ben bir meleğim.. Hoşuna giderse..

ANDRE : Melek mi..

Angel-A : Evet gerçek bir melek.. Gökyüzünden gelen şu kocaman beyaz kanatlı falan olanlardan..

ANDRE : Ah öyle mi ? Peki nerede o büyük beyaz kanatların ?

Angel-A : Onları kafenin ortasında açmamı beklemiyorsun ya..

ANDRE : Sigara tiryakisi bir melek mi ?

Angel-A : Sigara içiyorsam ne olmuş ki ? Ben ölümsüzüm..

ANDRE : Peki o zaman sen bir meleksin.. Ben açık görüşlü biriyimdir.. Sen bir meleksin tamam mı ?

Angel-A : Güzel şu varsayımla başla.. Acıtmaz..

ANDRE : Anladık pekala yukarıda işler nasıl gidiyor ?

Angel-A : Özel bir şey yok.. İş güç işte..

ANDRE : Anlat bana orada işlerin nasıl yürüdüğünü bilmek isterdim..

Angel-A : Bana inanmıyorsun değil mi ?

ANDRE : Angel-a.. Kabul etmelisin ki , bu boyda , sarışın , sigara tiryakisi birisi melek profiline pek uymuyor.. Ve bana kanatlarını göstermek bile istemiyorsun.. Sana nasıl inanayım ki ?

Angel-A : Çok sıkıcısın.. Sana onları açamayacağımı söyledim.. İlk olarak çok büyükler ve onları ancak giderken açabilirim.. Görevim bittiğinde.. Ama o kadar aptalsın ki görevin biteceği filan yok.. O kadar yavaşsın ki , hiçbir şeyi düzene koyamıyorsun.. Uzunca bir süre buradayım daha..

ANDRE : Ne görevi..

Angel-A : Sana yardım etmeye geldim..

ANDRE : Şu ana kadar her şeyi daha kötüye çevirdin..

Angel-A : İşleri kötüye çeviren sensin.. Herkese sürekli yalan söylüyorsun.. Özellikle de kendine.. Öyle ufak tefek yalanlar da değil.. Kendine , kendine bile çok büyük yalanlar söylüyorsun.. Ve korkuyorsun kendinden , her şeyden her zaman.. Hava geçirmez bir şeysin.. Denizden korkan bir istiridye gibisin..

ANDRE : İstiridye mi ? Yukarıdan bana bir istiridye olduğumu söylemeye mi geldin ?

Angel-A : Evet burada neler olup bittiğini anlamana yardıma geldim.. Kim olduğunu fark etmene yardıma geldim.. Böylece kabul edebilirsin..

ANDRE : Hepsi bu mu ?

Angel-A : Bu kadarı yeterince iyi..

ANDRE : Ve bunun bir psikanalizden farkı ne ?

Angel-A : Sana 100 euroya mal olmayacağım..

ANDRE : Tamam diyelim ki sen bir meleksin.. Nasıl oldu bu ? Bulutların üzerindeydin ve seni göreve mi çağırdılar ?

Angel-A : Basit olarak böyle..

ANDRE : Şöyle mi diyorlar ? Angel-a 12.737 numaralı vakayla ilgilenebilir misin ?

Angel-A : Hayır , görevi seçme şansın yok.. Görev sana veriliyor.. Aslında bu iyi bir şey.. Çünkü her melek kendi seçmeye kalksa , planlama departmanı altından kalkamazdı..

ANDRE : Ah evet planlama departmanı.. Planlama önemlidir doğru , peki sonra..

Angel-A : Şey.. Görev verildikten sonra.. Soyunma odasına gidiyorsun.. En sevdiğim kısım bu..

ANDRE : Ve sen hangi rolü seçtin ?

Angel-A : Orospu..

ANDRE : Orospuluk sana çok uyuyor..

Angel-A : Çok teşekkürler.. Diğer tüm rolleri denedim.. Daha garip bir şey denemenin daha eğlenceli olacağını fark ettim..

ANDRE : Bu işi uzun zamandır yapıyor musun ?

Angel-A : 300 yıldır yaklaşık olarak.. Hala gencim.. Neden gülüyorsun..

ANDRE : Bu hikaye harika.. Böylesine geniş bir hayal gücü olan bir kız hiç görmemiştim.. Kitap ya da ansiklopedi yazmalısın.. çok iyi para kazanabiliriz..

Angel-A : Bana hala inanmıyorsun değil mi ?

ANDRE : Hayır !

Angel-A : Bir melek için arkadaşı tarafından reddedilmek ve bir görevi bitiremeden geri dönmek kadar kötü bir şey yoktur !

ANDRE : Lütfen böyle ağlama.. Anla beni ! Ben kaybettim.. Başım belada ve gökten bir orospu mu gönderiliyor bana yardım için ?

Angel-A : Evet sorun ne ?

ANDRE : Sorun şu ki , burada , dünyada bizler görmediğimiz şeylere inanmakta zorluk çekeriz.. Son seyahatin ne zamandı , bilmiyorum ama bu dünya çok materyalist oldu.. Ve ve ve artık uydular var , bilim , televizyon.. insanlar mucizelere inanmıyor.. Kanıta ihtiyaçları var.. Anlıyor musun ? Ufak bir kanıtın bile yok mu ?

Angel-A : Siz erkekler hep aynısınız.. Her zaman kanıta ihtiyacınız var.. Her zaman emin olmanız gerek..

ANDRE : Bu beni suçlayıp durduğun şey : kendime güvenimin azlığı.. En azından sana güvenebileceğimi göster.. Böylece kendime de güvenebilirim belki..

Angel-A : Kimseye söyleme.. Senin yüzünden kovulmak istemem..

ANDRE : Yemin ederim kimseye söylemem..

Angel-A : Şişt !

ANDRE : Söz veriyorum..

(Kül tablası sigaraya doğru masadan yukarıya havalanır..)

Angel-A : Tatmin oldun mu ?

ANDRE : Bu numarayı nasıl yaptın ?

Angel-A : Si….r.. Şaka yapıyor olmalısın.. Kanıt istedin ben de verdim.. Hala bana inanmıyorsun..

ANDRE : Bunu nasıl yaptın ?!

Angel-A : Sen gerçekten de taş kafalısın.. Zihnini açmak için bir mucizeden çok bir matkaba ihtiyaç var..



(aylakadam)

4 Ocak 2011 Salı

Hemşerim Memleket Nere

Hemşerim Memleket Nere

Kendimi bildim bileli yollarda tükettim koskoca bir ömrü
Bir uçtan bir uca gezdim şu fani dünyayı
Okumuşu, cahili, yoksulu, zengini hiç farkı yok hepsi aynı
Sonunda bende anladım hanyayı Konyayı

Sanki insanlık pazara çıkmış ekmek aslanın ağzında
Bir sıcak çorba içermisin diyen yok
Dört duvarı ören çatısını kapatıp içten kilitlemiş kapıyı
Bir döşekte sana serelim buyur diyen yok

Tek bir soru hemşerim memleket nire?
Bu dünya benim memleket
Hayır anlamadın hemşerim esas memleket nire
Bu dünya benim memleket
Tövbe, tövbe, tövbe


Kardeşlik ve eşitlik üzerine uzun uzun nutuklar çekip
Niye senin derin benden koyu diye soran çok
Kaşının altında gözün var diye silahlanıp ölüme koşarken
Kalan dul ve yetim ne yer ne içer diye soran yok

Barış garibim bulamadı çözümü oturdu etti bunca sözü
Gelin hepberaber anlaşalım diyen yok
Zaten paramparça bölünmüş ve yaşanmaz olmuş dünyamız
Daha fazla kesip bölmeye hiç gerek yok

Tek bir soru hemşerim memleket nire?
Dedim ya yahu bu dünya benim memleket
Hayır anlamadın hemşerim esas memleket nire
Bu dünya benim memleket
Tövbe, tövbe, tövbe

Barış Manço-Kurtalan Ekspres


Akşam Oldu Hüzünlendim

Akşam Oldu Hüzünlendim


Akşam oldu hüzünlendim ben yine
Ilık ılık esen meltemin ürpertisi
Ve bitmemiş bir şarkının sözleri yüreğimde
Göyaşı döken sevgilinin tatlı anısı


Akşam oldu hüzünlendim ben yine
Bir şarkı söylemek geldi içimden
Yarım yamalak yamalı bohça
Bir de sahilin sesi kilometrelerce uzaktan


Akşam oldu hüzünlendim ben yine
Bir şiir dökülür kalemimin ince ucundan
Ne söyleyen var ne dinleyen
Garip çok garip

Müzeyyen Senar


Kötü geçen bir günün ardından gelirsin eve…

Seni karşılamak için dikilmiştir duvarlar.

Koca bir günün yükü vardır üstünde.

Bütün gün sızlanmıştır insanlar, şişmiştir kafan.

Dinlenmek için uzanırsın.

Yarım yamalak sevinçler,

yarım yamalak aşklar,

yarım yamalak ders notları,

yarım yamalak an parçaları gelir aklına.

Ağzını açıp tüm bu olumsuzluklar karşısında

söyleyecek bir sözün yoktur,

söyleyebilecek takatinde...

Tam o sırada

hayatına ilahi bir müdahale olur

bir kutsal ses yankılanmaya başlar duvarlarda.

Akşam oldu hüzünlendim ben yine

Balder Nasti

Durukan

3 Ocak 2011 Pazartesi

Hayatınızı Mahvetmeden Önce

HAYATINIZI MAHVETMEDEN ÖNCE NEDEN KAFKA OKUMALISINIZ , JAMES HAWES

Kitap Arkası :

‘Kitaplarını okusun okumasın, herkes Kafka’yı tanır. Fotoğraflarındaki o düşünceli yüzde devlet dairelerinin yoğun sıkıntısı, kâbus gibi yaşanan dönüşümler, Holokost’un habercisi esrarengiz bir ifade vardır. Yaşadığı dönemde dehası şimdiki kadar anlaşılamamış bu adam, tarihin eşsiz karakterlerinden biridir.

Bütün varsayımlara, söylenenlere karşılık Franz Kafka kızları, genelevleri ve pornoyu severdi. Önemli bağlantıları olan bir milyonerin oğluydu ve günde yalnızca altı saat çalışarak iyi para kazandığı bir işi vardı. Prag’ın Almanca konuşulan seçkin sınıfına sadakatle bağlıydı, hatta eserleri daha o zaman edebiyat çevrelerinde kabul görüyordu.

Hayatınızı Mahvetmeden Önce Neden Kafka Okumalısınız, onun yalnız, değeri bilinmemiş, cinsellikten korkan biri olduğu hurafelerini çürüten, Franz Kafka’nın gerçek kimliğini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seren, başarılı bir çalışma.

James Hawes, tarihin önemli bir yanlışını düzeltirken mütevazı bir öneride de bulunuyor: Hayatınızı çarçur etmeden önce Kafka okuyunuz !’



Kitaptan :

“Kafka’nın ünü tuhaftır. Dante, Shakespeare, Goethe, Keats, Flaubert, Dickens, Çehov, Proust hepsi kendilerinden alıntı yapılan yazarlardır. Geçerli olan onların sözcükleridir, zaten arkalarında yalnızca sözcükleri bıraktıkları için bu durum oldukça mantıklı görünür. Kafka’nın sözcükleri, onun seviyesindeki herhangi bir yazarınkilerden muhtemelen daha az alıntılanmaktadır. O dünyada kurduğu hayallerle ünlüdür…”

Hayatınızı Mahvetmeden Önce Neden Kafka Okumalısınız (Why You Should Read Kafka Before You Waste Your Life) , James Hawes , Çeviri : Suğra Öncü , Sel Yayıncılık , 245 Sayfa , Mart 2010.

Amelie

Başka çocuklarla hiç temas kurmadan annesinin aşırı üstüne düşmesi ve babasının araya buzdan bir mesafe koymasına karşın Ameli’nin tek sığınağı kendi uydurduğu dünyasıydı.

Bu dünyada plaklar tıpkı kremler gibi yapılıyordu ve komşusunun aylardan beri komada olan karısı tüm yaşamında uyuyacağı uykusunu bir kerede uyumaya karar vermişti.(Böylece ömrümün geri kalanını, gece gündüz hiç uyumadan geçirebileceğim)

Karanlıkta etrafa bakıp insanların yüzlerini seyretmeyi çok severim.


Buna karşın küçük ve özel şeylerden zevk alabiliyordu.

Elini çekirdek çuvalına batırmaktan,Tatlının üzerindeki kabuğu küçük bir kaşıkla deşmekten ve su kanalında taş sektirmekten hoşlanırdı.

Sensiz şuan ki duygularım ancak geçmişin kuru bir kabuğu olabilir.

Oysa siz asla bir sebze bile olamazsınız çünkü bir enginarın bile kalbi vardır.

Hayat asla sahnelenemeyecek bir oyunun sonsuz tekrarından ibaret.

Kemiklerin camdan değil. Ama hayat seni de kırabilir.

Amélie, şeker tadında, gerçeküstü; içerdiği fikirler açısından sürekli kendini yeşerten, yenileyen anlatımıyla mevsimin en iyi filmlerinden biri. Bu nedenle kaçırmamanızı, yaşantısını içten gelen bir içgüdüyle yönlendiren bu zarif ve tatlı kızın öyküsünü izlemeye koşmanızı öneririm…



2 Ocak 2011 Pazar

Friedrich Nietzsche



‘hiç kimse cesaret edemez

bana sormayı

vatanımın nerede olduğunu

ben asla bağlı değilim ;

bir yere , uçar gider saatler

bir balık misali hürüm ben..’

Friedrich Nietzsche (15 yaşında henüz bir çocukken yazdığı şiirden..)


bir zamanlar söyleyecek çok sözü olanın

içine atıp sustuğu çok şey vardır..

bir zamanlar şimşeği ateşleyecek olanın

uzun zaman bulut olması gerekir..’

Friedrich Nietzsche

‘dibe vurmuş sözünün daha az uyduğu hiç kimse yoktur.. benim hayat vazifem ve bunun aralıksız ilerlemesini daha çok tahmin edenler diyor ki ben insanların en mutlusu değilsem de en azından en cesuru imişim.. sağlığımın kaldıramayacağı kadar yüklendim ve buna katlanmayı da beceriyorum.. ayrıca , dış görünüşüm fevkalade , kaslarım sürekli yürümek sonucu bir askerin kasları gibi , midem ve alt tarafım yerinde.. sinir sistemim , başarması gereken o muazzam faaliyete bakılırsa , pırıl pırıl ve beni şaşırtan bir konu yani çok hassas ve çok kuvvetli : o uzun ağır hastalık , amaca uygun olmayan meslek ve yanlış tedavi sinirlerime pek zarar vermedi , hatta geçen yıl daha da güçlendi ve onlar sayesinde , şimdiye kadar hiçbir insan aklı ve kalbinden doğmamış en cesur ve en yüce ve en fikir zengini kitaplardan birini ortaya koydum.. recoaro’da hayatıma kıymış olsaydım bile , o zaman ben , boyun eğmez ve en düşünen insanlardan biri ölmüş olacaktı , ama çaresizliğe düşmüş biri değil..’

Friedrich Nietzsche , Haziran 1881 , (annesine yazdığı mektuptan..)

DELİLER ve DAHİLER , GERHARD VENZMER , Çeviri :Gürsel Aytaç , OMNİA Yayıncılık , 2010..)


İzler

gereğinden az..

‘insan kendisiyle yalnızdır.. başkalarıyla birlikteyken çoğu kişi kendiyle de değildir.. her ikisinden de sıyrılıp , çıkmak gerekir..’

ERNST BLOCH..

sürüncemede kalış..

‘beklemek de insanı bir o kadar canını bezdirir.. ama sarhoş da edebilir : bir kadın veya adamı , içinden ha çıktı ha çıkacak diye beklediği kapıya uzun süre gözlerini diken biri coşup , mest olabilir ; uzadıkça uzayan tekdüze bir terennümle çakırkeyif olur gibi.. uzadıkça sürüklediği yer hep , muhtemelen pek de hayra alamet olmayan , karanlık bir noktadır.. ama beklenen adam veya kadın gelmediğinde yaşanan bariz hayal kırıklığı , bu sarhoşluğu gidermek bir yana , durumda da oluşan tabii neticesine , kendine has bir akşamdan kalma mahmurluğuna dönüşür.. beklemenin ilacı , sırf içmeye değil , yemek pişirmeye de teşvik eden umut beslemedir..’

ERNST BLOCH..

tam da şimdi..

‘ne zaman bizzat kendimizin daha yakınına çıkarız.. insan yataktayken mi kendine gelir , yoksa seyahatteyken mi , ya da bazı şeylerin ona yine daha iyi göründüğü kendi evinde mi.. herkes , bilinçli yaşamında beraberinde gelmeyen ve açıklığa kavuşmayan bir şeyleri unutmuş olma duygusunu tanır.. bu nedenle , insanın tam şimdi söylemek isteyip de aklından uçup giden şey çoğunlukla da önemli görünür.. ve insan , içinde uzun süredir oturduğu bir odayı terk edecek olduğunda , gitmeden önce tuhaf tuhaf sağa sola bakınır.. burada da henüz keşfedilmemiş olan bir şey kalmıştır geride.. insan onu da yanına alır ve ne olu olmadığına başka bir yerde bakar..’

ERNST BLOCH..

hayrette kalış..

‘sadece düşünün bir.. bazen mavi sineği görüyorum.. doğru , tüm bunlar kulağa kifayetsiz geliyor , bunu anlayabiliyor musunuz , bilmiyorum..’ – ‘evet , evet , bunu anlayabiliyorum..’ – tabii , tabii.. ve ara sıra çimene bakıyorum ve çimen belki bana bakıyordur yine ; ne biliyoruz ki.. tek bir çimen yaprağına bakıyorum , belki biraz titriyor ve bana bunda bir şey var gibi geliyor , ve kendi kendime şöyle düşünüyorum : işte şimdi burada bu ot durup titriyor ! ve müşahede ettiğim şey bir ladinse , o vakit onun beni biraz da düşündürten bir dalı vardır belki de.. fakat zaman zaman yükseklerde insanlarla da karşılaşıyorum , bu da oluyor..’ – ‘tabii , tabii’ , deyip doğrulmuştu.. ilk yağmur damlaları düşmeye başlamıştı.. ‘yağmur yağıyor’ , dediydim.. o da, ‘evet , siz yağmur yağdığını düşünün sadece’ , demiş ve çoktan gitmişti..’

PAN , KUNT HAMSUN..

‘evet , siz yağmur yağdığını düşünün sadece.. bunu hisseden ve aniden hayret eden , çok geride , çok ilerideydi.. aslında dikkatini çeken şey azdı ama yine de birdenbire tüm soruların kökenine yaklaşmıştı.. gençlikte genellikle böyle açık ve saftır ahengimiz.. pencereden dışarı bakar , yürür , durur , uykuya dalar , uyanırız , her zaman aynı hikayedir ve sadece şu boğuk duyguda ışır : her şey ne kadar da tekinsiz , ‘var olmak’ ne kadar da karşı konulamayacak denli tuhaf.. bu formül bile fazladır , sanki tekin olmayan sadece ‘var olmadan’ ileri gelirmiş gibi görünür.. fakat insan hiçbir şeyin olmadığını düşünürse , bu da daha az esrarengiz değildir.. bunu anlatmak için tam yerinde kelimeler yoktur , ya da insan ilk hayrette kalışı eğip büker..’

ERNST BLOCH..

İzler , ERNST BLOCH , Çeviri : SUZAN GERİDÖNMEZ , İLETİŞİM Yayınevi , 2010..

ALBERT CAMUS DEFTERLER


‘aşkın öldürdüğü de olur , hem de kendinden başka hiçbir gerekçe olmaksızın.. birini sevmenin başkalarını öldürmek olduğu bir sınırı bile vardır.. bir bakıma aşk , kişisel ve mutlak suçluluk olmadan olmaz.. ama bu suçluluk yalnızdır.. aklın tanıklığından yoksun , ağır bir yüktür..
insan seviyorsa , yalnızca karar vermesi ve gerçek aşkın pek sonucuna yapayalnız karşılık vermesi gerekir.. bu serüven dolu yalnızlığı , insan isteksiz bir kalbe ve ahlaka yeğler.. insan kendinden korkar ve kendisi için korkar.. durumunu reddederek , kendini esirgemek ister.. başlıca kaygısı , suçluluğunun ağırlığını biraz dindirecek bir gerekçe aramaktır.. madem ki suçlu olmak gerekiyor , en azından , yalnız kalmasın..’


‘onur pamuk ipliğine bağlıdır.. korunabilmesi genellikle şans eseridir..’


‘mesleğim ve yeteneğim hakkında duyduğum korku.. sadık olmak uçurumdur , sadakatsiz olmak hiçliktir..’


‘aşktaki ölçüsüzlük azizlere özgüdür , gerçekten istenen tek şeydir.. toplumlar , nefrette ürettikleri ölçüsüzlüğün dışında bir ölçüsüzlüğü asla üretemediler.. bu nedenle , onlara uzlaşmaz bir ölçü salık vermek gerek.. ölçüsüzlük , çılgınlık , uçurum , bunlar bazıları için , belli edilmemesi , ya da olsa olsa , yalnızca zihinde yaratılması gereken , gizler ve tehlikelerdir..
işte bu nedenle şiir sonsuz besindir.. gizlerin gözetimini ona emanet etmek gerekir.. herkese ait olan bir dilde yazan bize gelince , iki bilgelik olduğunu bilmek ve bazen , en yüksek düzeydeki bilgeliklerden birini bilmezden geliyormuş gibi yapmak zorundayız..’


‘kendimi zorlasam bile beceremediğim ‘yalanı’ hep reddetmişsem , bu , yalnızlığı hiç kabul edemeyişimdendir.. ama şimdi , yalnızlığı da kabul etmek gerekiyor..’


‘yıllar boyunca herkesin ahlakına göre yaşamayı istedim.. kendimi herkes gibi yaşamaya , herkese benzemeye zorladım.. kendimi ayrı düşmüş hissettiğim zaman bile , bütünleşmek için böyle davranmak gerektiğini söyledim.. ama bütün bunların sonunda felaket geldi.. şimdi kalıntılar arasında dolaşıyorum , kuralsızım , tereddütler içindeyim , yalnızım ve bunu kabullenerek , tek oluşuma ve kusurlarıma boyun eğdim.. tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonra – bir doğru yaratmak zorundayım..’

DEFTERLER-3 , ALBERT CAMUS , Çeviri : ÜMİT MORAN ALTAN , İTHAKİ Yayıncılık , 2003..

KATİL OROSPULAR




‘o zaman , ben max değilim , diyeceğine , grubunla yola devam etmeye çalışıyorsun.. bir an paniğe kapılıyorum , öyle bir panik ki insan zihninde gülmeyle korkuyu birbirine katıştırıyor.. tam ne yapacağımı bilemeden peşinden gidiyorum.. ama sen ve üç kişi daha duruyorsunuz , boş gözlerle beni süzüyorsunuz.. konuşmamız lazım max , diyorum sana.. o zaman sen , ben max değilim , benim adım max değil , diyorsun , beni bir başkasıyla karıştırıyor olmalısın.. ben de sana , kusura bakma , max’a öyle çok benziyorsun ki , ama seninle de konuşmak istiyorum , diyorum.. ne konuşacaksın.. max’ı , diyorum.. gülüyorsun , bu kez kararlı bir edayla arkadaşlarının gerisinde kalıyorsun , onlar ilerlerken gittikleri barın adını söylüyorlar , bu kentten o bardan yola çıkarak ayrılacaksınız.. tamam diyorsun , orada görüşürüz.. arkadaşlarının siluetleri gitgide küçülüyor , arkamızda kalan stadyumda küçülüyor.. motosikleti ben kullanıyorum , gaz pedalına sonuna kadar basıyorum , büyük bulvar o saatte neredeyse bomboş , sadece stadyumdan çıkanlar var , sen arkamdasın , belime sarılıyorsun , sırtıma bir midyenin kayalara yapıştığı gibi yapıştığını hissediyorum.. bulvarda hava gerçekten yumuşakçalara çarpan dalgalar kadar soğuk.. bana daha sıkı yapışıyorsun , denizin sadece düşmanca olmayıp bir zaman tüneli olduğunu kavrayan birinin doğallığıyla.. daha önce boynuna sardığın gömlek gibi şimdi de sen belime sarılıyorsun.. ama bu kez dans eden conga , uzun bir tüpü andıran büyük bulvar’da esen rüzgar oluyor.. gülüyorsun , bir şeyler söylüyorsun , kim bilir belki ağaçların altında yürüyen insanların arasında arkadaşlarını görmüştün , belki tanımadığın birilerine hakaretler yağdırıyordun.. ah , max , sen ne hoşçakal dersin , ne merhaba , ne de görüşelim , sen sadece kan davası kadar eski sloganları tekrarlarsın , evet eski ama tutunduğun kayadan daha eski değil.. hani o dalgaları , geceleri derindeki akıntıları hissederek , sürüklenmeyeceğinden emin tutunduğun kaya..’

‘şimdi arkanda bıraktıklarını , neler bırakabileceğini , neler bırakman gerektiğini düşün ; rastlantının yeryüzüne gelmiş gelecek en büyük katil olduğunu da düşün..’

KATİL OROSPULAR , ROBERTO BOLANO..

’18- bataille bir yazısında gözyaşlarının en uç iletişim biçimi olduğunu söyler.. ben de ağlamaya başladım, ama normal , öyle bildiğimiz gibi ağlamıyordum , yani gözyaşlarım yavaşça yanaklarımdan süzülmüyordu , vahşice , hıçkıra hıçkıra ağlıyordum , biraz alice harikalar diyarında da olduğu gibi , her yanı seller götürüyordu..’

’40- hüzünden ölünür mü.. evet , hüzünden ölünür , açlıktan ölünür (çok sancılı bir ölüm) , hatta kin beslemekten bile ölünür..

41- aynı işkence ve ölümün tekrarlandığı , aynı partiye mensup , aynı güzellikte , bu tanımadığım şili’li kız aynı kişi miydi , yoksa üç ayrı kadın mıydı.. bir arkadaşa göre aynı kadındı , vallejo’nun ‘kitle’ şiirinde olduğu gibi öldükçe çoğalıyordu , hala ölü kalsa da.. (aslında vallejo’nun şiirinde ölü adam değildi çoğalan , çoğalanlar onun ölmesini istemeyenlerdi..)’

DANS NOTLARI , ROBERTO BOLANO..

KATİL OROSPULAR , ROBERTO BOLANO (öyküler) , Çeviri : PERAL BAYAZ , METİS Yayınları , Şubat 2010..