27 Ağustos 2011 Cumartesi

Bob Dylan – Savaşın Efendileri

Gelin savaş efendileri
Siz, silahları yapanlar
Siz, ölüm uçakları yapanlar
Siz, dev bombaları yapanlar
Siz, duvarların ardına
Gizlenenler
Bilmenizi isterim ki,
Maskelerinizin ardını
Görüyorum.

Siz, asla bir şey üretemediniz
Yok etmek için üretmekten
Başka
Dünyamla oynarsınız
Küçük oyuncağınızmış gibi
Elime bir silah verirsiniz
Ve gözlerimden saklanırsınız
Ve kaçar gidersiniz uzaklara
Uçuşurken mermiler.

Geçmişteki yuda gibi
Yalan söyler aldatırsınız
Bir dünya savaşının
Kazanılabileceğine
İnanmamı İstersiniz.

Ama gözlerinizden anlıyorum
Ve beyninizden anlıyorum
Tıpkı gördüğüm gibi
Helamda akıp giden suyu

Siz Tetiktekileri Çekersiniz
Başkaları ateş etsin diye
Sonra arkanıza yaslanıp
Seyredersiniz
Ölü sayısı artarken
Konağınızda saklanırsınız
Genç insanların kanları
Bedenlerinden akarken
Ve çamura karışırken.

En berbat korkuyu saçtınız
Saçılabilecek
Bu dünyaya
Çocuk getirme korkusu
Doğmamış isimsiz
Bebeğimi tehdit ettiğiniz için
Damarlarınızda akan
Kan kadar etmezsiniz.

Ne Biliyorum ki
Böyle konuşacak
Çok gençsin diyebilirisiniz
Cahilsin diyebilirisiniz
Ama bildiğim bir şey var
Sizden genç olduğum halde
İsa bile asla
Bağışlamayacak yaptıklarınızı.

Bırakın size bir soru sorayım
Paranız o kadar değerli mi
Size af mı satın alacak
Öyle mi sanıyorsunuz
Anlayacaksınız elbet
Ölümün eşiğindeyken kazandığınız bütün paralar
Ruhunuzu asla geri satın
Alamayacak.

Ve umarım ölürsünüz
Ve ölümünüz yakındır
Puslu bir öğleden sonra
Tabutunuzun ardından
Gideceğim ve ölüm yatağınıza indirilirken
Seyredeceğim sizi
Ve mezarınızın başında
Duracağım
Öldüğünüzden emin olana dek.....


Kurt Cobain (Bir kaç anı)



# Birlikte çalıştıkları bateristlerden Chad Channing’in (Bleach’te davuldaydı) 100 kereden fazla taşındığı iddia ediliyor.

# Kurt’ün kolundaki “K” dövmesi, sanatçının favori plak şirketi K Records’u simgeliyor. K Records, Cobain’i derinden etkileyen Seattle’lı grup Beat Happening’in önadamı Calvin Johnson’a ait bağımsız bir kuruluş. Kurt, Shonnen Knife, The Vaselines (sıkı bi grup), Jad Fair ve hayranlık duyduğu daha birçok alternatif ismi K Records bünyesindeyken keşfetti.

# Sanatçının küçük bir çocuk olarak portresi: “Annem her gün saçlarımı tarar, şık ve temiz giysiler giydirirdi bana. Ve Beyaz Çöplüklerde takılmama izin vermezdi. Fakat ne yapalım ki, biz de Beyaz Çöplükten başka bir şey değildik. (Beyaz Çöplük, konum olarak A.B.D.’nin ortasında bulunan, orta sınıf Amerikalıların yaşadığı yerlere genel olarak verilen ad. Beyaz Çöplükte çok fazla çocuk yetişir; yazın karavanlarla yolculuk eder, Mc Donalds müdavimi olurlar.) Biraz snoptum, hatta bayağı. Kimseyle arkadaşlık etmezdim, çünkü budalalıklarına tahammül edemiyordum. Zaten onlarda benden pek hoşlanmıyorlardı. Fakat aynı zamanda kızlarla aram iyiydi, böylelikle isteğimde gruplarına kabul ediliyordum.”



# Delikanlılık yıllarında Kurt’un en büyük eğlencesi kamyonların üzerine sprey boyayla “Queer” (argoda homoseksüel) yazmaktı. Graffiti yapmak ayrıca Kurt’un ilk tutuklanma nedeniydi. Yıllar önce Aberdeen’de Krist Novoselic ve Buzz Osbourne ile bir bankanın duvarına “Homosexsual Sex Rules” yazan Kurt yakalandı ve 180$ kefaletle ve bir ay süreli gözetim şartıyla serbest bırakıldı.

# Kurt’un annesi Wendy O’Connor (Taylor) göre çocukken Kurt, yemek masasında “Boda” adlı hayali bir oyun arkadaşının oturduğunu düşünürmüş.

# Liseyi bitirdiğinde Kurt birçok sanat okulundan burs kazandıysa da, formların üstüne asit döküp geri yollayarak bütün teklifleri reddetti.

# Kurt’un annesi bir barda garson olarak çalışıyordu ve evleri olmadığı zamanlarda parkta yatıyorlardı.


# Kurt ve Courtney’in Los Angeles’taki evleri bir Budist Türbesi gibi döşenmiş, oyuncak bebekler ve dev bir plak koleksiyonuyla doldurulmuş bir çok küçük odadan ibaret. Cobain’lerin plak arşivi 60′ların pop’undan 90′ların seçmelerine kadar çok geniş bir yelpazeden oluşuyor.

# İlk albümleri “Bleach” yayınlanmadan önce Krist boyacı, Kurt ise bir dişçinin ofisinde odacı olarak çalışıyordu. Ve doktorun morfinlerini çalıyordu.

# Nirvana’nın Geffen Records ile anlaşmasının 750 bin $ civarında olduğu söylense de,gerçek rakam 250 bin$. Üstelik iki plak için. Nirvana’nın olağanüstü başarısı ve popülaritesi(!) sayesinde Kurt’un karısının grubu Hole bu rakamın iki katı bir meblaya imza atmış bulunuyor. Bu da işin ironik yanı.

# Kurt ile Courtney Hollywood’un Club Lingerie konser salonunda aynı sahneyi paylaştılar: Rock Against The Rape (Tecavüze Karşı Rock). First Strike Rape Prevention adlı kuruluşun düzenlediği konserde Kurt ile Courtney’den önce Concrete Blonde’un Johnette Napolitano’su akustik repertuarıyla, Exena Cervenka şiirleriyle ve 7-Year Bitch bir saatlik punk saldırısıyla, tecavüze öfkelerini kustular. Sahneye önce tek başına çıkan Courtney, distorsiyonlu elektrik gitarıyla iki yeni parçası (artık çook eskidi) ‘Doll Parts’ ve ‘Miss World’ü seslendirdi. Daha sonra “My husband, Yoko!”diyerek sahneye davet ettiği eşiyle ‘Pennyroyal Tea’nin şiddetli bir akustik versiyonunu çalan grunge prensi ve prensesi geceyi ‘Where did you sleep last night?’ı yorumlayarak kapattı.



Panter

Panter

O daimi parmaklıklardan öyle bıktı ki,

hiçbir şey barındıramıyordu bakışı.

Sanki binlerce parmaklık vardı.

Ve parmaklıkların ötesinde dünya yoktu.


Güçlü esnek adımların atılımıyla

küçücük çemberler çizmesi,

büyük bir istencin felçli gibi durduğu

merkezin etrafında kudret dansı gibiydi.


Yalnızca bazen gözbebeklerinin perdeleri

kalkardı sessizce. Gergin tutuk kaslar arasından

akan bir görüntü girerdi içeri,

dalardı yüreğine ve yiter giderdi.


Rainer Maria Rilke (1875-1927)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy




25 Ağustos 2011 Perşembe

Acının Kanatları


Dostoyevski'nin hayatını değiştiren olay neydi biliyor musunuz?
Kendi idam sahnesi...
Çar'ın baskı döneminde, arkadaşlarıyla bir sohbet grubu kurmuştu. Yakalandı. 28 yaşında idam isteğiyle yargılandı.
Mahkemenin sonucunu beklediği gece hücresinden alındı. Ölüm kararı yüzüne karşı okundu. Papaz günah çıkarttırdı. Gözleri kapalı olarak bir direğe bağlanıp, müfreze karşısına geçirildi.
"Ateş" emrini beklerken gerçek karar bildirildi kendisine...
Aslında mahkeme 8 yıl hapis vermiş, Çar bunu 4 yıla indirmişti; ama ona ders olsun diye böyle bir gösteri planlanmıştı.
Böylece "ölüm"le tanıştı; oysa bu sefil oyunda asıl keşfettiği şey, "yaşam"dı.
Stefan Zweig'a göre 4 yıl sonra yaralı parmaklarından zincirleri çıkardıkları zaman sağlığı bozulmuş, şöhreti uçup gitmişti, ama kırık dökük bedeninden her zamankinden daha parlak fışkıran tek bir şey vardı:
Yaşama sevinci...
Durumu en iyi anlatan cümle Nietzsche'nindir:
"Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar".

"Bilginin her türü ıstıraptan gelir. Sefahat, duraklamak ve geriye bakmamak eğilimindedir, oysa acı hep nedenleri sorar. İnsan ağrılarda incelir. Sürekli kurcalayan, törpüleyen acı, ruhun toprağını altüst eder. Yeni düşünce meyveleri için gerekli havalandırmayı sağlayan da bu altüst oluştur".


"İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman, ayrılmalarına yakın zamandır."

"Anlamından çok hayatı sevmeli... Anlam ancak o zaman anlaşılır hale gelir."

"İşin garip, şaşmaya değer yanı, Tanrının gerçekten var olması değil, böyle bir fikrin, Tanrı ihtiyacı fikrinin, insan gibi vahşi, zararlı yaratığın kafasında yer edebilmesi... Bu derece kutsal, duygulandırıcı, yüksek ve insana onur veren bir düşüncedir bu."

"Diyelim ki, derin bir acım var, karşımdakinin acımın ölçüsünü tam olarak öğrenmesi olanaksızdır. Çünkü o hiçbir zaman benliğime gitmez, sadece bir başkası olarak kalır."

"Zaman zaman insanın acımasızlığı 'vahşi' sözcüğüyle ifade edilir ama bu, vahşi hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman ustalık ve zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz."

"Demek ki, suçlu olan insanların kendileri; onlara cennet verildiği halde, özgürlük istemişler, mutsuz olacaklarını bildikleri halde gökten ateş çalmışlar."

"Ben, eden bulur karşılığı peşindeyim, bulamazsam kendimi yok etmem lazım. Hem bu karşılık ileride, sonsuzlukta değil, hemen burada, yeryüzünde olmalı; bunu gözlerimle görmeliyim."

"Başıboş kalınca hemen tapınacağı bir Tanrı bulmak insanın en büyük kaygısıdır. Bu zavallı yaratıkların tasası yalnız senin benim için tapınacağımız bir varlık bulmak değil, herkesin ve ille 'hep birlikte' imanla baş tacı edecekleri birini bulmaktır. İşte bu ortaklaşa tapınma ihtiyacı hem tek tek, hem toplu olarak bütün insanların ta ilk yüzyıllardan beri başlıca ıstırap konusu olmuştur. Toplu tapınma yüzünden birbirlerinin kanına girerlerdi. Kendilerine birtakım tanrılar icat ederler, birbirlerine, 'Tanrılarınızdan vazgeçin, bizimkileri kabul edin: yoksa sizi de, Tanrılarınızı da yok ederiz!' derlerdi. Bu, kıyamete kadar böyle sürüp gidecektir."

"Ne için yaşadığını kesin olarak bilmeden insan yaşamayı kabul etmez, hatta dünya nimetlerine boğulsa bile kendini yok etme yoluna gider."

"İnsan için vicdan özgürlüğü kadar çekici, ama o kadar da azap verici şey yoktur."

"Daha az değer verseydin, istekleri de daha az olurdu."

"Tanrıma isyan ettiğim yok. Sadece, dünyasını kabul etmiyorum."

"Bazı insanların düşmanlığı, dostluklarından daha yararlı oluyor."

"Yazık ki, gerçekler çoğu zaman ince bir zeka ürünü değildir."

"Falanca filancanın işlediği suçun değil, fakat bütün bunları kanıksamış olmamızın korkusunu duymak zorundayız."

Fyodor Dostoyevski - Karamazov Kardeşler



"Yazgının, olması gerekenin bilinci, onu yaşamında ilk kez yakalamıştı ve 'evet evet, yaşam bu' demekten başka ne gövdesiyle ne de beyniyle hiçbir şey yapamıyordu. Bu düşünce etine, kemiklerine girmiş ve beyninin en derin köşelerinde büyümüştü ve onu hiç bırakmayacaktı."

Doris Lessing - Platoda Gündoğumu (Siyah Madonna)

Malina

"Nerede başlıyordu faşizm?
Atılan ilk bombalarda, ya da üzerine yazılıp çizilen terörde değil... Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar..."

Ingeborg Bachmann (Malina)


21 Ağustos 2011 Pazar

BAYAN LAZARUS
İşte yine yaptım 
Her on yılda bir 
Böyle bir tane beceririm 
 
Bir tür ayaklı mucize, tenim 
Bir Nazi lamba siperliği kadar parlak, 
Sağ ayağım 
 
Tüy kadar hafif 
Yüzüm ifadesiz, incecik 
Yahudi kumaşından. 
 
Çözün kundağı 
Ah, sevgili düşmanım. 
Korkutuyor muyum? - 
 
Burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi? 
Acı nefesi 
Ertesi gün yok olacak. 
 
Yakında, çok yakında 
Vahim bir öldür gücü 
Evimde, etimde olacak 
 
Ve ben işte gülümseyen bir kadın. 
Daha sadece otuzunda. 
Ve kedi gibi dokuz canlıyım. 
 
Bu Üçüncü Sefer. 
Ne lüzumsuzluk 
On yılda bir imha. 
  
Bu ne çok iplik. 
Çekirdek yiyen kalabalık 
İtişir içeri görmek için 
 
Ellerimi ayaklarımı çözmelerini - 
Muhteşem soyunmalar. 
Baylar, bayanlar 
 
Bunlar ellerim benim, 
Bunlar dizlerim. 
Bir deri bir kemik olabilirim, farketmez, 
 
Ben de onlardandım, tek tip kadın işte 
İlk seferinde on yaşındaydım. 
Kazaydı. 
 
İkinci seferinde istedim 
Bitirip gitmeyi ve hiç daha dönmemeyi. 
Üstüstüme kapaklandım. 
 
Tıpkı bir midye gibi. 
Tekrar tekrar bağırmaları gerekti çağırmaları 
Ve üstümden ayıklamaları inci gibi parlak yapışkan 
Solucanları 
 
Ölmek 
Bir sanattır, herşey gibi. 
Özellikle iyi yaparım. 
 
Bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum. 
Bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum. 
Sanki gider gibi bir davete. 
 
Bunu yapmak çok kolay bir hücrede 
Ölmek ve kımıldamamak 
Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi 
 
Güneşli bir günde geri gel 
Aynı yere, aynı yüze, zalim 
Eğlenen çığrışlara: 
 
'Mucize!' 
İşte bu yere yıkar beni. 
Ama bir bedeli var. 
 
Yara izlerime bakmanın, bir bedeli var. 
Kalbimi dinlemenin ---- 
Hakikaten çalışıyor. 
 
Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var. 
Bir sözün, veya bir dokunuşun. 
Ya da biraz kanımı akıtmanın. 
 
Bir tutam saçımın veya elbisemden bir parçanın. 
Eee, Herr Doktor. 
Eee, Herr Düşman.
 
Sizin eserinizim ben, 
Paha biçilmez, 
Altın topu bebeğinizim 
 
Bir çığlığa eriyen 
Dönüyorum ve yanıyorum. 
Gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın. 
 
Kül, kül - 
Külü eşele bak. 
Etten kemikten eser yok----


Bir kalıp sabun 
Bir nişan yüzüğü 
Altın bir diş. 
  
Herr Tanrı, Herr Şeytan 
Savulun 
Savulun. 
 
Küllerin arasından 
Doğrulurum kızıl saçlarımla 
Ve çıtır çıtır adam yerim.

‘çünkü nerede olursam olayım – bir gemi güvertesinde, paris’te bir sokak kahvesinde ya da bangkok’da- hep aynı sırça fanusun altında kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.’ – SYLVIA PLATH (Sırça Fanus)

‘bedenimi tuzağa düşürmem gerekiyordu. yoksa beni elli yıl boyunca o ahmak kafesinde hiçbir anlamı olmayan yaşama mahkum edecekti..’ – SYLVIA PLATH (Sırça Fanus)



20 Ağustos 2011 Cumartesi

Serseri ve Kopukların Göğe Çıkışları

"Kalbimin ilk uyandığında fısıldadığı gibi dünya ummak demekti." (s.33)

"Usulca ve özenle gülümse. Bu sonu gelmez dışsallık senin kurtuluşun. Yaşamın tekir balığını bir deniz salyangozu gibi kap." (s.39)

"Ya iyi niyetinizin içine bir kibrit kutusu bile sığabiliyorsa?" (s.47)

"Günü bir yük gibi taşıyıp, gece üstlerinden atarak rahatlayanlar..." (s.48)

"Endişeyle eylem arasında kadınların yüzleri çöküyor. Sahte, yararsız, alçakça, aşktan yoksun giden her şeyi geride bırakarak çekip gidebilirler mi, o mantarlarıyla gizemli tarlalara...
Hakikat onlara yapışıyor, güzelliklerini kemiriyor.
Rahim hantal bir yük sanki. Kim böyle yaygaracı bir yükle düşe kalka tepeye çıkabilir ki?" (s.54)

"Yaşmakların altına mı gizlenmişler, ya da ev işlerinin deli gömleğini mi giymişler, ya da odalarda yalnızken yaralarına çekiç mi vuruyorlar?" (s.67)

"Olmak ve yapmak: asla buluşamayan iki paralel çizgi. (s.69)

"Mutlu bir geçmişin huzur veren anısı, kullanılmayan bir yolun kenarındaki yaban gülü gibi." (s.88)

"Ah o sessiz çığlığın acılı sesi!" (s.100)

"Bir dost, bir dostum olsaydı, düşlenemez bir şey olurdu. Kutsanmışlıkla karşılıklı çoğalmaya götüren, ben olmayan bir ben. Tıpkı Tanrı olan bir Tanrı'nın düşlenemezliği gibiç Düşleyebildiğim her şey benim." (s.103)

"Şimdi, dünyayı yalanlar döndürüyor diyorsun, koruyucu yastıklar insanların işlevlerini sürdürmelerini sağlıyor. Benim kendi koruyucu yastıklarım, ışığım, özlemlerim var." (s.103)

"O yerler, insanlar, şeyler, onlar yalnızca hoş durak yerleriydi. Yatıştırıcılar, serinleticiler." (s.110)

"Bu gülleri topladım çünkü iğrenç görünüyorlardı. Orada öylece durmuş, arıların kendilerini düzmelerini bekliyorlardı." (s.111)

"Mutluluk geometrik değildir, ama nereye bakarsanız bakın her yandan akar gelir." (s.112)

"Bazen bir ağaçtan hiç nedensiz bir acı hüzmesi iniyor." (s.112)

"Kendini kaçınılmaz bir tufanla mutlu etmek kınanacak bir simya mı?" (s.112)

Elizabeth Smart - Serseri ve Kopukların Göğe Çıkışları


19 Ağustos 2011 Cuma

Nasıl mısın İyi misin

"O açgözlü insanlara büyük bir kin duydum. Kazanç uğruna suları da, toprağı da öldüren sanayicilerden, işletmecilerden bir kere daha iğrendim. Sadece çiçeklerimizi, kuş seslerimizi almamışlardı bizden. Baba'nın güzelliğie benzer bütün güzellikleri alıp götürmüşlerdi. Açlık gövdelerimizi nasıl kemiriyorsa, çirkinlik de kafalarımızın içini öyle kemiriyordu."

Edita Morris - Mutlu Gün adlı öyküden (Can Yayınları)


16 Ağustos 2011 Salı


"Dövüş kulübünün ilk kuralı: Dövüş Kulübünden hiçkimseye bahsetmeyeceksin.
Dövüş kulübünün 2.kuralı:Dövüş Kulübünden hiçkimseye bahsetmeyeceksin."

"Eğer ne istediğini bilmezsen, bir bakarsın istemediğin bir sürü şeyin olmuş. "

"Dünyanın en korkunç işi tuvalet kağıdının geri dönüştürülmesi olsa gerek."

"Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaş duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından, kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra aradığınız tabak takımı. Sonra hayallerinizdeki yatak. Perdeler. Halılar. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduklarınız artık sizin sahibiniz olur."

"Hiçbir zaman tamamlanmış olmayayım, ne olur. Hiçbir zaman halimden memnun olmayayım. Hiçbir zaman kusursuz olmayayım. Kurtar beni, Tyler, kusursuz ve tamamlanmış olmaktan."

"Tek dertleri ödedikleri para karşılığında etraflarında koşturup durduğunuzu görmektir."

"Bu senin yaşamın ve her geçen dakika sona eriyor."

"Yaşamı sevmemize ramak kalmıştı."

"Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar. Neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için."

"Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız. Bizi bir gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandıran televizyon programlarıyla büyüdük, ama bunların hiçbirini olamayacağız. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz ve o yüzden çok ama çok kızgınız."

"Sahip oldukların,sonunda sana sahip olur."

Bizler eşşiz değiliz.
Süprüntü ya da pislik de değiliz.
Biz sadece biziz.
Biz sadece biziz ve hayatta başımıza gelenlerin bir nedeni yok.


Dinleyin Sürüngenler;

Sizler özel değilsiniz,
Sizler güzel yada eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz,
sizler işiniz değilsiniz,
sizler paranız kadar değilsiniz,
bindiğiniz araba değilsiniz,
kredi kartlarınızın limiti değilsiniz,
sizler iç çamaşırı değilsiniz,
Sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz..!
Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz.
Hepimiz aynı pisliğin lacivertleriyiz ...!



Chuck Palahniuk - Dövüş Kulübü

Aynı Anda Olur Bunlar... .



ne kadar çok asfalt dökülse de yollara
bir kız kötü yola düşer mutlaka
biri sevgilisini düşünür hayatın anlamı gibi

genelevde bir adam bir kadına
tüm cevap şıkları biraz da kendisiyken
“buraya nasıl düştün” diye sorar

meşhur ve yabancı mağazaları
kapıcı kızları süpürür geceleri
biri namusu kirlenmesin diye canını verir
gece morg bekçisi bir güzel düzer onu
böyle gelmiş böyle gider der biri
“haadii leenn” der bir diğeri
ama esas mekanizmaysa başka biri
birinin hayal gücü zengindir ama hiçtir
biri hayal kurmaya bile adam tutar zengindir

biri zayıf alır matematik dersinden
zayıf veren öğretmen ay sonunu hesaplar
biri boş vakitlerinde su sporları yapar
birinin dolu vakitlerinde evini su basar
kahvede televizyonda laleli yangını seyredilir
“yazık ulan bu nataşalara daha gençlermişde
daha çok düzülürlermiş” der gülerek biri

biri tam otuz yıl sonra çıkar hapisten
habire ev alır biri habire araba alır biri
bir martı ölür kimseye gazeteye ilan vermez
garsona asgari ücret kadar bahşiş verir biri
biri haberlere konu çıksın diye intihar eder
herkes benim gibi olsa dünya ne güzel olur der biri
birinin doğum günüdür şimdi birinin düğünü
biri ölmek üzeredir biri hamile kalırken

biri biri bile değildir tipten kaybeder o biri
biri hayat pahalı der günde yüz kişi ölürken

biri akşamdan kalmadır akşamın haberi yoktur
biri sevgilisine mektup yazar kompozisyon gibi
televizyona dalar biri yakar yemeği

biri birine çarpar iki hayat değil de iki yumurta sanki
trafiğe küfreder biri yolcunun bacaklarına bakarak

altı milyar insanın boku nereye gidiyor der biri
birinin taksidinin son günüdür onu düşünür

biri bir kavgayı ayırayım derken boşu boşuna ölür

eroin krizine girer biri çırpına çırpına yürür

biri köpeğini gezdirir biri bebeğini
köpek losyon kokarken bok götürür bebeği

biri memlekete sadece televizyonda üzülür
yeter ulan memleket de biraz bana üzülsün der biri

birinin bir dişi altındır kıçı gümüş kaplama
birinin teneke kadar değeri yoktur bit pazarında

bir türlü anlam veremez dünyanın döndüğüne biri
dünyayı döndüren enerji nerden gelir kim verir
nerde kalacak bu millet nerde bu devlet der bir diğeri

birinin evine hırsız girer birinin evine polis
biri çöpten ekmek ararken çöplerden heykel yapar biri

serçelerin nüfusu artıyor mu azalıyor mu
fantom niye ormanda on kaplan gücündedir
düzen mi düzülen mi asıl eşcinseldir
ne olacaktır bu fenerin hali allah aşkına
geyik sardıkça sarar kahvede çaylar tazelenir
sur dibinde atlar kesilir kedilerden kokoreç yapılır

hayat çok mantıklıdır insanlar güzeldir der biri
dünyayı hayatı bu hale uzaylılar sokuyormuş gibi
insan toprağa dönüşür topraktan çiçek biter
biri birine verir o çiçeği sevişir hayat sürer
biri ölürken biri dirilir biri ağlarken biri sevinir

biri geç kalırken biri erken gelir birine

biri severken biri ayrılır biri ah derken biri oh der
adları değişik olsa da hep aynı gün yaşanır
yoksulluk dünya da o kadar zengindir ki
açlık ingilizceden bile en birinci lisandır

biri bunları yazar başı göğe mi erer
biri bunları okur ya sever ya küfreder..



'ne bütün kadınlar güzel
ne de erkekler yakışıklı, uzun boylu, esmer
yalan söyler filmler'


"çocuğun elinde kağıt mendil
elbiseleri yırtık pırtık yüzü kirli
çocuğun ayakları çıplak

"yakışıklı abi ceylan gözlü abla"
diyerek satmaya çalışıyor mendilleri
çocuğun evi sokak.

siz mendil almadan da para veriyorsunuz
ve kaçar gibi uzaklasiyorsunuz
maksat vicdan havalandırmak

çocuğun kalbi kırık
o paraya kıyacak
gidip bally alacak
(kalbini mi yapıştıracak?!)"

metin üstündağ



15 Ağustos 2011 Pazartesi

Herşeye karşın herkes sevdiğini öldürür.
Kimi bunu sert bakışıyla yapar,
kimi de yüze gülen bir sözcükle,
korkak kişi bunu bir öpücükle,
cesur adam ise bir kılıçla

Oscar Wilde

14 Ağustos 2011 Pazar

Aşk İnsanı Komik Yapar

"Aşkına sadece saygı gösterilmesini istiyordu.
Sevgilisi ise onu görünce göğüs düğmelerini ilikliyordu."

"Seviyorum seni o halde varım, dedi sevgilisine.
Sevgilisi, Sevmiyorum seni o halde yokum, dedi.
Aşık olan sadece kendi varlığıyla sap gibi ortada kalmıştı."

"Aşkın hayatımı yamulttuç Fazla sıkılmış çamaşıra döndüm."

"Aşk insanın kendini sevgilide kaybetmesidir.
Acaba insan kendinde olsa, yine de aşık olabilir mi?"

"Aşkı için çoğu insan ölüme koşuyor. Acaba aşkı ile yaşamak daha mı zor?"

Konuya İlişkin Atasözleri

-Aşk ülkesini kanunsuz idare eder (İtalyan atasözü)
=Tıpkı İtalyan usulü mafya gibi.

-Aşkın tokadı üzüm gibi tatlıdır (Mısır atasözü)
=Ancak bir namus cinayetine kurban gitmezsen.

-Aşk gecede dolaşır (Yunan atasözü)
=Aşk da karanlık işlerdendir.

Karşılıksız Aşk

"Karşılıksız aşk, asırlarca konuşma isteği duymak
ancak bunun bir monolog olduğunu fark etmektir."

"Karşılıksız aşk, bir uçuruma gül atıp yankısını duymamaktır."

"Karşılıksız aşk bir dağa küsmek ya da bir dağı sevmek gibidir.
Ama dağların bile yankısı vardır."

Beni Hiç Anlamadın

"Beni hiç anlamadın. Ama artık anlamana fırsat vermeyeceğim.
Şans ona kucak açanlar için vardır."

"Beni hiç anlamadın. Ben de acı çeke çeke güçlü oldum.
Artık anlamanı beklemiyorum."

"Beni hiç anlamadın. Sadece gülümsedin.
Tıpkı politikadaki gibi, içten değil hiçten bir gülümseme."

Aşk En çok Şairleri Vurur ya da Kime Vurursa Şair Olur

-Cemal Süreyya, "Daha nen olayım isterdin? Onursuzunum senin!" diyor.
İşin trajik yanı onur gittiği halde aşk gelmiyor.
-Abdurrahim Karakoç, "Başımdan bir karasevda döküldü", diyor.
Evlendikten sonra kovadaki kesinlikle bulaşık suyuna döner.


Aşk İnsanı Komik Yapar, Can Güneş.

Kumral Ada Mavi Tuna

"Kendi inşa ettiğimiz hapishanelerde yaşıyoruz - adına ev, aile, akrabalar, töreler diyerek... Sonra bu duvarların arasında boğulup, çıldırıyor, ama yıkılmasın diye de uğruna hayatımızı siper ediyoruz."

"Hep güçlü olmak zorunda kalmamız ne yorucu..."

"Amerikalılar 'özgürlük para gibidir, harcamadan önce kazanmalı' derler... Fakat bizim bu konuyla ilgimiz olmadığından atasözü ve deyimler sözlüklerimizin Ö harfi özgürlük özürlüdür. Özgürlük üzerine atasözü üretmenin lüks olduğu bir kültürümüz var."

"Yeryüzü kültürümüz genç ve güzel kadın ile genç ve güçlü erkek üzerine kurulduğundan beri ne çok kurban veriyoruz..."

"Yaşamınız, yaşadığımız yer(ler)in ve yaşadıklarımızın resmidir."

"Belki de insanoğlu ve insankızının kırmızı renge olan tutkusu, ölüme kafa tutuşun bir simgesi olarak ortaya çıkmıştı? Kanın rengi sarı ya da yeşil olsaydı, tutkunun rengi de kırmızı olmayacaktı belki?..."

"En acıtıcı yara, asıl yanılanın insanın kendisi olduğunu anlamasıdır. İzi hiç silinmeyen tek yara, kendine ihanet eden bilinç tarafından karartılmıştır! "

"Zorbalar, başa çıkamadıkları, korktukları bir şeyi tarih boyunca daima yıkmışlardı. Zorbalar, insanları, kitapları ve binaları hep yaktılar..."

"Savaşa giden askerin duyuları ve duyguları günlük yaşamın içindeki askerden çok farklılaşmıştır artık. Bunun yalnızca ölüme gitmek psikolojisi olduğunu sanmak işi hafifletmekten başka bir şey değildir. Halbuki savaş psikolojisi çok daha karmaşıktır ve örneği idama gitmek psikolojisine de hiç benzemez."

"İnsanın eli kitaba her dokunuşta, kitaptaki sevgi ve derin özlem sözcükleri ısıya dönüşerek, tene fiziksel olarak değer, buram buram yayılır..."

"Unutmak yanlışları tekrarlatması bakımından sakıncalıdır."

"Sanmak ile olmak arasındaki uçurumdan hep nefret ettim! Sanmak içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken, olmak gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca... Ne mutludur o, oluşlarının içine sanışlarını da katmayı başaran insanlara..."

"Birisini sevmekle gelen o inanılmaz hoşgörünün gücü azaldığında, ayrıntılar bile batar insana..."

"Başarı, istediklerini gerçekleştirme yolunda elde edildiği zaman önem kazanır."

"Aşk azapların en eşsizi, sevinçlerin en derinidir."

"Gökler benim kalacak...Anlıyor musun? Gökler bütün insanların ülkesidir. Yıldızlar...Onlar hepimizin umudu...Sakın onları alma benden, sakın ha!"

"İsteksiz, hevessiz ve umutsuz olmak hali feci yorucudur."

"Düşlerimde bile kendimim."

Kumral Ada Mavi Tuna -Buket UZUNER


Güneş Yiyen Çingene

"Düşkırıklıkları için antibiyotik yapılamıyor."

"Ne kadar uzun zamandır hasrettim içten bir insana! Nasıl da canımı yakıyordu küçük hesaplarla katledilmiş içtenlikler son zamanlarda, nasıl da tanıyordum samimiyetsizliği her yeni çehrede, hep keyifsiz... Kimseye anlatamıyordum ki; herkeste bir 'başkalarına gereksinmez havalar', 'kendine yetebildiğini kanıtlamalar', 'korkularını, başarısızlıklarını kendsiyle bile yüzleşememek', 'acısını, yalnızlığını dostlarıyla dahi paylaşamamak' modası, kibri..."

"Ben ne yaptım? Kitaplarımın, kanarya kuşlarımın, müziğin ve günlük yaşantının arasında yalnız yaşamaya koyuldum."

"Düşlerini öldüren insan diri diri gömülmüştür."

"Ciddiye almalı gülmeyi ve ağlamayı. Tıpkı düşler gibi... Düşler kurmayı, düşlerle beslenmeyi bilmeyen kişi kısırdır."

"Başka dereler bulmalısın. Kuruyan bir dere, akan başka bir dereye götürmeli seni. Ve daima akan bir dere."

Buket Uzuner (Güneş Yiyen Çingene)


An'lar

Sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
Kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
Ve elbette çok daha coşku dolu olurdu sevdalarım,
içine az buçuk da ciddiyet katılmış.
Bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
Korkmazdım daha çok riske girmekten.
Daha çok yolculuğa çıkar, gündoğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın keyfini.
Hiç bilmediğim yerlere giderdim gidebildiğimce.
Doyasıya dondurma yer, boşverirdim kurufasülyenin nimetlerine
Öyle bir şansım olsaydı eğer,
dertlerim de yaşamın gerçeğini taşırdı, yalnızca düşlerin değil
İşte hani onlardan, her dakikasını verimli geçirenlerden biriydim.
Aynı an'lara geri dönebilseydim eğer,
yalnızca iyi ve güzel olanlarını tatmak isterdim yeniden.

Öğrenemediyseniz hala, öğrenin artık:
Yaşam an'lardan oluşur. Sadece an'lardan...
Şimdi'yi yakalayın.

Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi ve
paraşütü olmadan yerinden kıpırdayamayanlardan biriydim.
Ama yeni baştan yaşayabilseydim eğer,
iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
İlkbahara yalınayak girer,
Sonbahara dek unuturdum pabuçlarla yürümeyi.
Hiç bilinmeyen yollara dalardım, tadını çıkarırdım gün ışığının,
Çocuklarla daha çok oynardım, sil baştan yaşayabilseydim eğer...

Ama heyhat, seksenbeşimdeyim artık
ve biliyorum ki...
ölmekteyim.

Jorge Luis Borges



Hayallere Dalmak

Kumun üzerinde bırakılmış su tanesi
denizin unutkanlığıdır.
Uzak dağlarda kalmış bir bulut
Rüzgarın unutkanlığıdır.
Toprağa düşmüş gümüşlü bir kanat
geçen kuşun unutkanlığıdır.
Hayale dalmak ve ağlamak ihtiyacı
gençlik yıllarının unutkanlığıdır.

Bascho