4 Eylül 2011 Pazar

Pablo Neruda - Ölmeyin

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.



Yavaş yavaş ölürler,
İzzeti nefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
İstemeyenler.



Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.



Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
Görmek istemekten kaçınanlar
Yavaş yavaş ölürler.



Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
Dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler...

Pablo Neruda



2 Eylül 2011 Cuma

Eşyalar konuşurken insanlar nasıl uyuyabiliyor?



Ama böyle şeyler düşündüğünüzü kimseye söyleyemezsiniz.
Ben de öyle yapıyorum kimseye söylemiyorum.

Koltuk örtüsünün içindeki salyangozumsu şekillerin sabaha kadar
‘’biz böyle kıvrıldıkça kıvrılıyoruz ama kimse farketmiyor ‘’ dediklerini,
Masamın üstündeki makasın birden bire harekete geçip kendi dilediği gibi önüne geleni kesmeye başlayacağını ama bu facianın on beş dakikadan fazla sürmeyeceğini

Telefonun kendı kendıne başka bir telefonla görüştüğünü ve o yüzden suskun olduğunu

Bütün bunları ben de kimseye söyleyemiyorum.
Niye şu sigara küllüğü bana ezik ve mutsuz olduğunu söylüyor?

Buzdolabını açarsam yirmi yıl öncesine çıkan bir dünyanın eşiğinde olacağımı neden bir ben düşünüyorum.?
Neden bu saatte yakındaki martıların ve duvar diplerinde küçük yaratıkların tıkırtılarını bir ben duymak zorundayım ?

Halının saçaklarını gördünüz mü?
Ya içindeki desenlere gizlenmiş işaretleri ?

Dünya tuhaflıklar ve işaretlerle kaynaşırken herkes nasıl uyuyabiliyor?



1 Eylül 2011 Perşembe

Marguerite Duras - Parkta


"İnsanın yaşamını güzelleştirebilecek durumda olması ve bunu reddetmesi gerçekten garip." (s.29)

"İnsan daha başlamadığını sanır, oysa başlamıştır. Hiçbir şey yapmadığını sanır, oysa yapmaktadır. Bir amaca doğru yürüdüğünüzü sanırsınız, bir de dönüp bakarsınız ki, amaç ardınızda kalmış." (s.33)

"İnsanı bütün gün acıya boğan işe, meslek mi denir?" (s.37)

"İnsanlar konuşma ihtiyacı duydular mı, hemen göze çarpar bu, ve ne gariptir, genellikle, hiç de iyi karşılanmaz bu ihtiyaç. Yalnız parklarda garipsenmez." (s.40)

"Ne kadar karartırsanız karartın, gündüzün tehlikeleri sızar içeri." (s.44)

"Yaşamımı dolduran büyün o ufak tefek sorunlar, sanki o güne dek yalnız, hayalimde varmışlar gibi, bir anda eriyip gitmişti. Uzak bir geçmiş gibi hatırlıyordum onları ve hatırladıkça gülüyordum." (s.58)

"Herkesin sahip olduğu şeyleri kendiniz için, yalnız kendiniz için de isterken ruhunuzu kaplayan bezginliği yenmek çok güçtür." (s.59)

"Mutlu olmak, gölgeden kaçıp güneşi arayışımız gibi." (s.64)

"Hayal kurmayı unutmuş insanların o toprağa dönük, yorgun bakışı..." (s.65)

"İnsanlar aslında mutluluğa dayanamıyorlar. Mutlu olmak istiyorlar tabii, ama bunu elde eder etmez, birtakım yersiz düşlerle kendilerini yiyip bitiriyorlar... İnsanlar mutluluğa mı dayanamıyorlar, yoksa onu yanlış mı tanıyorlar, ya da kendileri için neyin gerekli olduğunun mu farkında değiller, mutluluğu kullanmayı mı beceremiyorlar, yoksa öteye beriye çekiştirmekten yorgun mu düşüyorlar, bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa, habire ondan söz ediyorlar, böyle bir sözcük ortada ve herhalde boşuna icat edilmedi." (s.66)

"Bütün koşullar sağlanıp işler iyi gitmeye başladı mı, insanla bunu bozmak için ellerinden geleni yaparlar. Acı bulurlar mutluluğu." (s.67)

"Nerede olursam olayım, vaktimi yitiriyormuşum gibi bir duyguya kapılmaktan korkuyorum." (s.85)

"Bazı insanlar yaşamaktan öyle büyük bir zevk alırlar ki, umut beslemeseler de olur." (s.89)

Marguerite Duras - Parkta (Yankı Yayınları)

31 Ağustos 2011 Çarşamba

29 Ağustos 2011 Pazartesi

YUVARLAĞIN KÖŞELERİ


Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
Zeka ile düşersen kavrulursun.
Akıl ile düşersen çıldırırsın.
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç.


Özdemir Asaf



28 Ağustos 2011 Pazar

Yoruldum patron


Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri. İnsanların birbirine kötü davranmasından bıktım. Her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan bıktım. Çok fazla var, sanki her an için kafama cam parçaları batıyor. Anlıyor musun? Karanlıktan korkuyorum patron lütfen ışığı kapatma…

The Green Mile




Sıfır Noktasındaki Kadın


Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey ummuyordum. Hiçbir şeyden korkmuyordum. Bu yüzden özgürdüm. Çünkü yaşamımız boyunca bizi köleleştiren isteklerimiz, umutlarımız, korkularımızdı. Özgürlüğüm onları öfkelendiriyordu. Hala istediğim, hala korktuğum ya da hala özlediğim bir şey kalmış olması hoşlarına giderdi. O zaman bir kez daha köleleştirebilirlerdi…

Neval El Saddavi – Sıfır Noktasındaki Kadın


Charlie Chaplin – Büyük Diktatör


Üzgünüm, ben imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil.
Hükmetmek ya da işgal etmek istemiyorum. herkese yardım etmek istiyorum. yahudi, katolik, siyah, beyaz… hepimiz birbirimize yardım etmek istiyoruz. Diğerlerinin mutluluğu hepimizi mutlu ediyor. Hiç kimseden nefret etmiyoruz, hiç kimseyi aşağılamıyoruz. Bu dünyada herkese yer var. Bu dünyada herkesi doyuracak kadar zenginlik var.

Hayat hür ve güzel olmalı.

Biz doğru yoldan çıktık. iktidar hırsı insan ruhunu zehirledi. Nefret duvarları ördü. Bizi mutsuzluğa ve insan kıyımına mahkum etti. Hızı keşfettik ama yerimizde sayıyoruz. Makineleşme bolluk yerine yokluk getirdi. Bilgimiz bizi saygısız ve yobaz yaptı. Çünkü düşünüp az hissediyoruz. Makineden çok insanlığa ihtiyacımız var. Beceriden çok iyiliğe ihtiyacımız var. Aksi takdirde şiddet galip gelecek ve hayat yok olacak.

Uçak ve radyo bizi birbirimize yaklaştırdı. Bu icatların temelinde iyilik, kardeşlik ve beraberlik var. Şu anda sesimi milyonlarca insan duyuyor.

Umutsuz kadın erkek ve çocuklar. masum insanlara işkence yapan, onları hapse atanlar. Bir sistemin kurbanı olanlar beni duyanlara sesleniyorum.
Umutsuzluğa kapılmayın. Mutsuzluğumuzun sebebi hırslı kişilerin insanlığın ilerlemesinden korkmasıdır. Nefret geçer, diktatörler ölür. Halktan aldıkları iktidar halka geri döner.

İnsanlar ölür, hürriyet ölmez.

Askerler!
zorbalara itaat etmeyin. Onlar sizi eziyor. Düşüncelerinizi, hislerinizi ve hareketlerinizi planlıyor. Sizi koyun yerine koyuyorlar. İnsanlıktan çıkmış, beyni ve kalbi makineleşmiş kişilere teslim olmayın. Siz ne makine ne koyunsunuz. Sizler insanlarsınız. Kalbinizde insanlara aşk besliyorsunuz. Sizde nefret yok, sevilmeyen insan kin besler.

Askerler!
Esirlik için değil, hürriyet için savaşın. Değerli luke’ün dediği gibi: “Cennetin kapıları insana açıktır.” bir kişiye, birbir gruba değil, herkese açıktır. Güç sizin, siz halkın elindedir. Makine ve mutluluk yaratma gücü. bu güçle yaşamı hür ve güzel yapın. Harika bir maceraya dönüştürün.

Demokrasinin verdiği bu gücü kullanmalıyız.birlikte harika bir dünya yaratalım. Herkese iş sağlayan, gençlere umut, yaşlılara garanti veren bir dünya. Yobazlar bunları vaat ederek iktidarı aldılar. yalan söylediler, zaten asla sözlerini tutmazlar. Diktatörler kendi hırsları için halkı köleleştirir.

Biz bu vaatleri yerine getirmek için savaşalım. dünyayı kurtaralım, milli engelleri yok edelim. hırs, kin ve yobazlığı yürürlükten kaldıralım. Aklın idare ettiği bir dünya için savaşalım. bilim ve ilerleme herkese mutluluk getirir. Askerler demokrasi uğruna birlik olalım.

Hanna!
Beni duyuyor musun?
Neredeysen gözlerini aç. Bulutlar dağıldı, güneş açıyor.
Karanlıktan ışığa çıkıyoruz. yeni bir dünya kuruluyor: Dost bir dünya. insanların nefret ve hırslarından kurtulduğu bir dünya.
Yukarıya bak, insan ruhunun kanatları var. Uçmayı öğrendi. gökkuşağına doğru uçuyor. Umuda, yarınlara doğru uçuyor. Parlak yarınlar herkesin olacak.
Senin benim ve hepimizin.
Yukarı bak Hanna.

Büyük Diktatör-1940
(Charlie Chaplin)




Nankör mü, melankolik mi?: Edebiyatta kediler

Yokluğu Çekilmeyen Kedi: Kedi tutkusu, yokluğu yaşamını çekilmez kılacak denli büyük olan yazar Bilge Karasu sadece denemelerinde kedilerinden bahsetmekle kalmaz; kendini en iyi yansıtan kitaplarından birinin adını “Ne Kitapsız Ne Kedisiz” koyar. “Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir” diyen Bilge Karasu’nun kedilerine koyduğu adlar da “Bibik” ve “Bıyık”mış.
Aynanın İçindeki Kedi: “Gülümsemesiz bir kedi alışıldık bir şeydi. Ama kedisiz bir gülümseme, işte bu çok ilginçti” der Lewis Carroll, “Aynanın İçinden”in bir görünüp bir kaybolan tuhaf kahramanı Cheshire Kedisi için. Herhalde sayacaklarımız arasında en ilginç kedi imgesi, “Aynanın İçinden”in çokbilmişi, tuhaf gülümsemesiyle felsefi öğütler veren Cheshire Kedisi’dir. Alice ne zaman ne yapacağını bilemez bir halde ortalıkta dolansa, nereye gideceğini şaşırsa, içinden çıkılmaz durumlara düşse Cheshire Kedisi beyefendi bir bilge olarak beliriverir. “Beliriverir” diyoruz çünkü bu kedi, gökyüzünde önce gülümsemesi sonra yüzünün öteki ayrıntıları olmak üzere yavaş yavaş görünür. “Varacağın yerin önemi yoksa hangi yoldan gittiğinin de bir önemi yok” der ve belki de bilinçaltını temsil eden kedisiz bir gülümseme olarak okurlarının içine işler.

Kavga Nedeni Olarak Kedi: Kediseverler gözünüzde hep melankolik, sakin ve kırılgan insanlar olarak canlanıyorsa eleştirmen Nurullah Ataç’ın da sıkı bir kedisever olduğunu öğrenmek şaşırtıcı olacaktır sizin için. Ataç gibi hırçın, açık sözlü bir yazar bile Günce’sinde “kedi sevmeyen insanla anlaşamam ben” diyecek kadar kedi düşkünü. Ataç, kedilere getirilen beylik eleştirileri yanıtlar. Kedilerin nankör olmadıklarını, sahiplerine yaranmaya, kendilerini beğendirmeye çalışmadıkları için vakur olduklarını iddia eder. Ataç’a göre insanlar hep kendi büyüklüklerini kanıtlamak derdindedirler. Bu yüzden de sadece kedilerden değil, tüm varlıklardan kendilerine minnet duymalarını beklerler. Kedi ise nankör değil gururludur, minnet duymaz çünkü boyun eğmez!

Zeki, Fedakâr Kedi: Çocukluk masallarımızın en sevimlilerindendir Çizmeli Kedi. Babasının kendisine miras olarak tuhaf bir kediyi bıraktığını öğrenen küçük oğul elbette bu kedinin yaşamını değiştireceğini bilemezdi. Çizmeli Kedi atılgan, zeki, üstelik de “nankör kedi” tamlamasına zıtlık oluşturacak denli fedakâr bir hizmetkârdır. Kedilere yönelik tüm olumsuz sıfatların reddedilişi olarak belirir Çizmeli Kedi.


Nankör, Bencil Kedi: Kedi denince ilk akla gelen çağrışım melankoli ise ikincisi de nankörlüktür. Memduh Şevket Esendal “kedinin nankörlüğü”nü, bildik kedi ve sahibi ilişkisinden farklı bir biçimde anlatıyor “Soysuz Kedi” adlı öyküsünde. Anne kedi, kendi keyfince evin içinde dolanan, yavrularını emzirmeye bile yeltenmeyecek denli bencil bir kedidir. Bir gece sahibi, yavrularını emzirmek zorunda kalsın diye anneyi ve yavrularını bir dolaba kilitler. Ama sabah dolabın kapağını açtığında içeride tek bir kedi görür, o da annedir. Esendal’ın anne kedisi nankörlük ve bencillik sınırını vahşiliğin eşliğinde aşar. Herhalde hiçbir nankör kedi öyküsü de yavrularını yiyen bir anneninkinden daha etkileyici değildir.

Toplumsal Sınıf Göstergesi Olarak Kedi: Türk edebiyatının en eğlenceli yazarlarından Hüseyin Rahmi Gürpınar tam da kendisinden beklenecek bir şekilde kullanıyor kedi imgesini “Ada Vapuru” öyküsünde. Adadaki farklı kültürlerin temsilcileri karşı karşıya gelir bu öyküde: Madam’ın buldog köpeği, hanımların kedileri Mestan ve Ceylan’a saldırır. Böylece saatler süren vapur yolculuğu tam da Gürpınar’lık eğlenceli bir curcunayla geçer.


Uyumsuzun Notlarındaki Kediler: Güncelerini “Bir Uyumsuzun Notları” başlığıyla yayınlayan Tomris Uyar da bir kedisever. Sık sık kedilerinden bahsettiği “Yüzleşmeler”inde kedilerin insanlar tarafından nankör olarak değerlendirilmesine şaşmadığını çünkü kedileri tavlamanın zor olduğunu, örneğin basit bir ciğer parçasıyla başarılamayacağını söyler. Kedi kolay bir hayvan değildir. Sahibi olan insanı tavlamak belki de daha kolaydır. Çünkü insan kimi zaman kediye göre daha çocuksu olabilir.

Adı Katmerli Kedi: İyi bir kedi adında hangi harf mutlaka olmalı diye sorsak siz ne yanıt verirsiniz bilemeyiz ama Hulki Aktunç’a göre “S” harfi, iyi bir kedi adının olmazsa olmazıymış. Kedisi Sisip de kendisi gibi ukala, keyfine düşkün, alaycıdır. En azından “Uzanmış Bir Adamın Beş Düşüncesi”nde Sisip’i böyle tanımlar Aktunç. Sisip adı hem Yunan mitolojisindeki Sisiphos Söylencesi’ni çağrıştırır Aktunç’a hem de katmerli bir adı olduğundan onun için çok özeldir.

Kediler Kitabı: Gökhan Akçura, kedilerle ilgili kapsamlı derleme kitabı “Kedi Kitabı”nı hazırlarken sadece öykülerden yola çıkmamış. Deneme, anı ve makaleleri de toplamış. Elbette başka yazarların bir derlemesini yapmış olması, kendisinin kedilerle sadece editoryal anlamda ilgilendiğini göstermiyor. Akçura da kendi kedisi Pati ile bir otoparkta karşılaşmış ve bir de bakmış ki eve birkaç ay kalsın diye getirdiği Pati dokuz yıldır yanındaymış. Gökhan Akçura’nın bu kitabını fırsatını bulduğunuzda kaçırmayın deriz.


Postane

Yine akşamdan kalmaydım ve sıcak dayanılır gibi değildi -kırk derecelik bir hafta. Her gece içmeye devam ediyor, sabahları Taş ve her şeyin olanaksızlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyordum. Çocukların kimlikleri Afrika güneş kaskları ve gözlükleri giyiyorlardı; ama ben, hep aynıydım, yağmur ya da güneş- yırtık pırtık giysiler, çivileri ayaklarıma batan eski ayakkabılar. Mukavva parçaları koyuyordum ayakkabılarımın tabanlarına. Bir süre için iş görüyorlardı, ama çok geçmeden çiviler topuklarıma batmaya başlıyorlardı yine. Viski ve bira terliyordum, koltuk altlarımdan, ve sırtımda bir torbayla dolanıyordum çarmıh misali; torbadan dergiler çıkarıyor, binlerce mektup dağıtıyordum güneşin altında kavrulup sendeleyerek.


* Bana vız gelir. Kıçını öpecek değilim. Ya işi bırakırım ya da açlıktan ölürüm; başka yolu yok.

* Bütün bu postacıların yaptığı, mektuplarını kutulara atmak ve düzmekti. Bu tam bana göre bir işti, ah evet evet evet.

* Gözlerinde hiç parıltı yoktu.

* Her gece içmeye devam ediyorduk.

***

- “Ya köpek?”
- “Köpek de senin olsun” dedim,
- “Seni özleyecek.”
- “Ne güzel, birisi beni özleyecek.”

* Ya bütün dünyayı istiyordum ya da hiçbirşeyi.

* Yemek sinirlere ve ruha iyi gelir. Cesaret mideden gelir, gerisi boştur.

* İş, bir hava saldırısı anında düzüşmeye çalışmaya benziyordu.

* Hapiste güvence altındaydı insan. 3 metrekare. Ne ödenecek kira, ne kamu hizmetlerinden yararlanma, ne gelir vergisi, ne çocuk yardımı. Ne taşıt plaka ücreti. Ne trafik cezaları. Ne içkili araba kullanma suçu. Ne at yarışlarında kaybetme. Ücretsiz sağlık hizmetleri. Kafanın uyuştuklarıyla yaptığın yoldaşlık. Kilise. Tokmakçılık. Bedava gömülme.

* Herkesin sürdürdüğü türden bir yaşam: bizi öldürüyor.

charles-bukowski

* Hiçbiri bana göre değil.

* Eee, bütün dahiler ayyaştır.

* Cenaze törenlerinde bir iş vardı. Olaylara daha iyi bakmanı sağlıyorlardı. Hergün bir cenaze töreni olsaydı, köşeyi çoktan dönmüştüm.

* Saçımı taradım. Keşke şu suratımı da tarayabilsem, diye düşündüm.

* Sabahleyin, sabahtı ve ben hala yaşıyorum.




27 Ağustos 2011 Cumartesi

Bob Dylan – Savaşın Efendileri

Gelin savaş efendileri
Siz, silahları yapanlar
Siz, ölüm uçakları yapanlar
Siz, dev bombaları yapanlar
Siz, duvarların ardına
Gizlenenler
Bilmenizi isterim ki,
Maskelerinizin ardını
Görüyorum.

Siz, asla bir şey üretemediniz
Yok etmek için üretmekten
Başka
Dünyamla oynarsınız
Küçük oyuncağınızmış gibi
Elime bir silah verirsiniz
Ve gözlerimden saklanırsınız
Ve kaçar gidersiniz uzaklara
Uçuşurken mermiler.

Geçmişteki yuda gibi
Yalan söyler aldatırsınız
Bir dünya savaşının
Kazanılabileceğine
İnanmamı İstersiniz.

Ama gözlerinizden anlıyorum
Ve beyninizden anlıyorum
Tıpkı gördüğüm gibi
Helamda akıp giden suyu

Siz Tetiktekileri Çekersiniz
Başkaları ateş etsin diye
Sonra arkanıza yaslanıp
Seyredersiniz
Ölü sayısı artarken
Konağınızda saklanırsınız
Genç insanların kanları
Bedenlerinden akarken
Ve çamura karışırken.

En berbat korkuyu saçtınız
Saçılabilecek
Bu dünyaya
Çocuk getirme korkusu
Doğmamış isimsiz
Bebeğimi tehdit ettiğiniz için
Damarlarınızda akan
Kan kadar etmezsiniz.

Ne Biliyorum ki
Böyle konuşacak
Çok gençsin diyebilirisiniz
Cahilsin diyebilirisiniz
Ama bildiğim bir şey var
Sizden genç olduğum halde
İsa bile asla
Bağışlamayacak yaptıklarınızı.

Bırakın size bir soru sorayım
Paranız o kadar değerli mi
Size af mı satın alacak
Öyle mi sanıyorsunuz
Anlayacaksınız elbet
Ölümün eşiğindeyken kazandığınız bütün paralar
Ruhunuzu asla geri satın
Alamayacak.

Ve umarım ölürsünüz
Ve ölümünüz yakındır
Puslu bir öğleden sonra
Tabutunuzun ardından
Gideceğim ve ölüm yatağınıza indirilirken
Seyredeceğim sizi
Ve mezarınızın başında
Duracağım
Öldüğünüzden emin olana dek.....


Kurt Cobain (Bir kaç anı)



# Birlikte çalıştıkları bateristlerden Chad Channing’in (Bleach’te davuldaydı) 100 kereden fazla taşındığı iddia ediliyor.

# Kurt’ün kolundaki “K” dövmesi, sanatçının favori plak şirketi K Records’u simgeliyor. K Records, Cobain’i derinden etkileyen Seattle’lı grup Beat Happening’in önadamı Calvin Johnson’a ait bağımsız bir kuruluş. Kurt, Shonnen Knife, The Vaselines (sıkı bi grup), Jad Fair ve hayranlık duyduğu daha birçok alternatif ismi K Records bünyesindeyken keşfetti.

# Sanatçının küçük bir çocuk olarak portresi: “Annem her gün saçlarımı tarar, şık ve temiz giysiler giydirirdi bana. Ve Beyaz Çöplüklerde takılmama izin vermezdi. Fakat ne yapalım ki, biz de Beyaz Çöplükten başka bir şey değildik. (Beyaz Çöplük, konum olarak A.B.D.’nin ortasında bulunan, orta sınıf Amerikalıların yaşadığı yerlere genel olarak verilen ad. Beyaz Çöplükte çok fazla çocuk yetişir; yazın karavanlarla yolculuk eder, Mc Donalds müdavimi olurlar.) Biraz snoptum, hatta bayağı. Kimseyle arkadaşlık etmezdim, çünkü budalalıklarına tahammül edemiyordum. Zaten onlarda benden pek hoşlanmıyorlardı. Fakat aynı zamanda kızlarla aram iyiydi, böylelikle isteğimde gruplarına kabul ediliyordum.”



# Delikanlılık yıllarında Kurt’un en büyük eğlencesi kamyonların üzerine sprey boyayla “Queer” (argoda homoseksüel) yazmaktı. Graffiti yapmak ayrıca Kurt’un ilk tutuklanma nedeniydi. Yıllar önce Aberdeen’de Krist Novoselic ve Buzz Osbourne ile bir bankanın duvarına “Homosexsual Sex Rules” yazan Kurt yakalandı ve 180$ kefaletle ve bir ay süreli gözetim şartıyla serbest bırakıldı.

# Kurt’un annesi Wendy O’Connor (Taylor) göre çocukken Kurt, yemek masasında “Boda” adlı hayali bir oyun arkadaşının oturduğunu düşünürmüş.

# Liseyi bitirdiğinde Kurt birçok sanat okulundan burs kazandıysa da, formların üstüne asit döküp geri yollayarak bütün teklifleri reddetti.

# Kurt’un annesi bir barda garson olarak çalışıyordu ve evleri olmadığı zamanlarda parkta yatıyorlardı.


# Kurt ve Courtney’in Los Angeles’taki evleri bir Budist Türbesi gibi döşenmiş, oyuncak bebekler ve dev bir plak koleksiyonuyla doldurulmuş bir çok küçük odadan ibaret. Cobain’lerin plak arşivi 60′ların pop’undan 90′ların seçmelerine kadar çok geniş bir yelpazeden oluşuyor.

# İlk albümleri “Bleach” yayınlanmadan önce Krist boyacı, Kurt ise bir dişçinin ofisinde odacı olarak çalışıyordu. Ve doktorun morfinlerini çalıyordu.

# Nirvana’nın Geffen Records ile anlaşmasının 750 bin $ civarında olduğu söylense de,gerçek rakam 250 bin$. Üstelik iki plak için. Nirvana’nın olağanüstü başarısı ve popülaritesi(!) sayesinde Kurt’un karısının grubu Hole bu rakamın iki katı bir meblaya imza atmış bulunuyor. Bu da işin ironik yanı.

# Kurt ile Courtney Hollywood’un Club Lingerie konser salonunda aynı sahneyi paylaştılar: Rock Against The Rape (Tecavüze Karşı Rock). First Strike Rape Prevention adlı kuruluşun düzenlediği konserde Kurt ile Courtney’den önce Concrete Blonde’un Johnette Napolitano’su akustik repertuarıyla, Exena Cervenka şiirleriyle ve 7-Year Bitch bir saatlik punk saldırısıyla, tecavüze öfkelerini kustular. Sahneye önce tek başına çıkan Courtney, distorsiyonlu elektrik gitarıyla iki yeni parçası (artık çook eskidi) ‘Doll Parts’ ve ‘Miss World’ü seslendirdi. Daha sonra “My husband, Yoko!”diyerek sahneye davet ettiği eşiyle ‘Pennyroyal Tea’nin şiddetli bir akustik versiyonunu çalan grunge prensi ve prensesi geceyi ‘Where did you sleep last night?’ı yorumlayarak kapattı.



Panter

Panter

O daimi parmaklıklardan öyle bıktı ki,

hiçbir şey barındıramıyordu bakışı.

Sanki binlerce parmaklık vardı.

Ve parmaklıkların ötesinde dünya yoktu.


Güçlü esnek adımların atılımıyla

küçücük çemberler çizmesi,

büyük bir istencin felçli gibi durduğu

merkezin etrafında kudret dansı gibiydi.


Yalnızca bazen gözbebeklerinin perdeleri

kalkardı sessizce. Gergin tutuk kaslar arasından

akan bir görüntü girerdi içeri,

dalardı yüreğine ve yiter giderdi.


Rainer Maria Rilke (1875-1927)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy




25 Ağustos 2011 Perşembe

Acının Kanatları


Dostoyevski'nin hayatını değiştiren olay neydi biliyor musunuz?
Kendi idam sahnesi...
Çar'ın baskı döneminde, arkadaşlarıyla bir sohbet grubu kurmuştu. Yakalandı. 28 yaşında idam isteğiyle yargılandı.
Mahkemenin sonucunu beklediği gece hücresinden alındı. Ölüm kararı yüzüne karşı okundu. Papaz günah çıkarttırdı. Gözleri kapalı olarak bir direğe bağlanıp, müfreze karşısına geçirildi.
"Ateş" emrini beklerken gerçek karar bildirildi kendisine...
Aslında mahkeme 8 yıl hapis vermiş, Çar bunu 4 yıla indirmişti; ama ona ders olsun diye böyle bir gösteri planlanmıştı.
Böylece "ölüm"le tanıştı; oysa bu sefil oyunda asıl keşfettiği şey, "yaşam"dı.
Stefan Zweig'a göre 4 yıl sonra yaralı parmaklarından zincirleri çıkardıkları zaman sağlığı bozulmuş, şöhreti uçup gitmişti, ama kırık dökük bedeninden her zamankinden daha parlak fışkıran tek bir şey vardı:
Yaşama sevinci...
Durumu en iyi anlatan cümle Nietzsche'nindir:
"Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar".

"Bilginin her türü ıstıraptan gelir. Sefahat, duraklamak ve geriye bakmamak eğilimindedir, oysa acı hep nedenleri sorar. İnsan ağrılarda incelir. Sürekli kurcalayan, törpüleyen acı, ruhun toprağını altüst eder. Yeni düşünce meyveleri için gerekli havalandırmayı sağlayan da bu altüst oluştur".


"İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman, ayrılmalarına yakın zamandır."

"Anlamından çok hayatı sevmeli... Anlam ancak o zaman anlaşılır hale gelir."

"İşin garip, şaşmaya değer yanı, Tanrının gerçekten var olması değil, böyle bir fikrin, Tanrı ihtiyacı fikrinin, insan gibi vahşi, zararlı yaratığın kafasında yer edebilmesi... Bu derece kutsal, duygulandırıcı, yüksek ve insana onur veren bir düşüncedir bu."

"Diyelim ki, derin bir acım var, karşımdakinin acımın ölçüsünü tam olarak öğrenmesi olanaksızdır. Çünkü o hiçbir zaman benliğime gitmez, sadece bir başkası olarak kalır."

"Zaman zaman insanın acımasızlığı 'vahşi' sözcüğüyle ifade edilir ama bu, vahşi hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman ustalık ve zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz."

"Demek ki, suçlu olan insanların kendileri; onlara cennet verildiği halde, özgürlük istemişler, mutsuz olacaklarını bildikleri halde gökten ateş çalmışlar."

"Ben, eden bulur karşılığı peşindeyim, bulamazsam kendimi yok etmem lazım. Hem bu karşılık ileride, sonsuzlukta değil, hemen burada, yeryüzünde olmalı; bunu gözlerimle görmeliyim."

"Başıboş kalınca hemen tapınacağı bir Tanrı bulmak insanın en büyük kaygısıdır. Bu zavallı yaratıkların tasası yalnız senin benim için tapınacağımız bir varlık bulmak değil, herkesin ve ille 'hep birlikte' imanla baş tacı edecekleri birini bulmaktır. İşte bu ortaklaşa tapınma ihtiyacı hem tek tek, hem toplu olarak bütün insanların ta ilk yüzyıllardan beri başlıca ıstırap konusu olmuştur. Toplu tapınma yüzünden birbirlerinin kanına girerlerdi. Kendilerine birtakım tanrılar icat ederler, birbirlerine, 'Tanrılarınızdan vazgeçin, bizimkileri kabul edin: yoksa sizi de, Tanrılarınızı da yok ederiz!' derlerdi. Bu, kıyamete kadar böyle sürüp gidecektir."

"Ne için yaşadığını kesin olarak bilmeden insan yaşamayı kabul etmez, hatta dünya nimetlerine boğulsa bile kendini yok etme yoluna gider."

"İnsan için vicdan özgürlüğü kadar çekici, ama o kadar da azap verici şey yoktur."

"Daha az değer verseydin, istekleri de daha az olurdu."

"Tanrıma isyan ettiğim yok. Sadece, dünyasını kabul etmiyorum."

"Bazı insanların düşmanlığı, dostluklarından daha yararlı oluyor."

"Yazık ki, gerçekler çoğu zaman ince bir zeka ürünü değildir."

"Falanca filancanın işlediği suçun değil, fakat bütün bunları kanıksamış olmamızın korkusunu duymak zorundayız."

Fyodor Dostoyevski - Karamazov Kardeşler



"Yazgının, olması gerekenin bilinci, onu yaşamında ilk kez yakalamıştı ve 'evet evet, yaşam bu' demekten başka ne gövdesiyle ne de beyniyle hiçbir şey yapamıyordu. Bu düşünce etine, kemiklerine girmiş ve beyninin en derin köşelerinde büyümüştü ve onu hiç bırakmayacaktı."

Doris Lessing - Platoda Gündoğumu (Siyah Madonna)

Malina

"Nerede başlıyordu faşizm?
Atılan ilk bombalarda, ya da üzerine yazılıp çizilen terörde değil... Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar..."

Ingeborg Bachmann (Malina)


21 Ağustos 2011 Pazar

BAYAN LAZARUS
İşte yine yaptım 
Her on yılda bir 
Böyle bir tane beceririm 
 
Bir tür ayaklı mucize, tenim 
Bir Nazi lamba siperliği kadar parlak, 
Sağ ayağım 
 
Tüy kadar hafif 
Yüzüm ifadesiz, incecik 
Yahudi kumaşından. 
 
Çözün kundağı 
Ah, sevgili düşmanım. 
Korkutuyor muyum? - 
 
Burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi? 
Acı nefesi 
Ertesi gün yok olacak. 
 
Yakında, çok yakında 
Vahim bir öldür gücü 
Evimde, etimde olacak 
 
Ve ben işte gülümseyen bir kadın. 
Daha sadece otuzunda. 
Ve kedi gibi dokuz canlıyım. 
 
Bu Üçüncü Sefer. 
Ne lüzumsuzluk 
On yılda bir imha. 
  
Bu ne çok iplik. 
Çekirdek yiyen kalabalık 
İtişir içeri görmek için 
 
Ellerimi ayaklarımı çözmelerini - 
Muhteşem soyunmalar. 
Baylar, bayanlar 
 
Bunlar ellerim benim, 
Bunlar dizlerim. 
Bir deri bir kemik olabilirim, farketmez, 
 
Ben de onlardandım, tek tip kadın işte 
İlk seferinde on yaşındaydım. 
Kazaydı. 
 
İkinci seferinde istedim 
Bitirip gitmeyi ve hiç daha dönmemeyi. 
Üstüstüme kapaklandım. 
 
Tıpkı bir midye gibi. 
Tekrar tekrar bağırmaları gerekti çağırmaları 
Ve üstümden ayıklamaları inci gibi parlak yapışkan 
Solucanları 
 
Ölmek 
Bir sanattır, herşey gibi. 
Özellikle iyi yaparım. 
 
Bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum. 
Bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum. 
Sanki gider gibi bir davete. 
 
Bunu yapmak çok kolay bir hücrede 
Ölmek ve kımıldamamak 
Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi 
 
Güneşli bir günde geri gel 
Aynı yere, aynı yüze, zalim 
Eğlenen çığrışlara: 
 
'Mucize!' 
İşte bu yere yıkar beni. 
Ama bir bedeli var. 
 
Yara izlerime bakmanın, bir bedeli var. 
Kalbimi dinlemenin ---- 
Hakikaten çalışıyor. 
 
Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var. 
Bir sözün, veya bir dokunuşun. 
Ya da biraz kanımı akıtmanın. 
 
Bir tutam saçımın veya elbisemden bir parçanın. 
Eee, Herr Doktor. 
Eee, Herr Düşman.
 
Sizin eserinizim ben, 
Paha biçilmez, 
Altın topu bebeğinizim 
 
Bir çığlığa eriyen 
Dönüyorum ve yanıyorum. 
Gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın. 
 
Kül, kül - 
Külü eşele bak. 
Etten kemikten eser yok----


Bir kalıp sabun 
Bir nişan yüzüğü 
Altın bir diş. 
  
Herr Tanrı, Herr Şeytan 
Savulun 
Savulun. 
 
Küllerin arasından 
Doğrulurum kızıl saçlarımla 
Ve çıtır çıtır adam yerim.

‘çünkü nerede olursam olayım – bir gemi güvertesinde, paris’te bir sokak kahvesinde ya da bangkok’da- hep aynı sırça fanusun altında kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.’ – SYLVIA PLATH (Sırça Fanus)

‘bedenimi tuzağa düşürmem gerekiyordu. yoksa beni elli yıl boyunca o ahmak kafesinde hiçbir anlamı olmayan yaşama mahkum edecekti..’ – SYLVIA PLATH (Sırça Fanus)