15 Kasım 2011 Salı

Sunay Akın - Makiler

DAVET

Dürüst olalım beyler

İlk adım sizden

Sökün savaş gemilerinden

Can simitlerini

SERÇE ve KEDİ

I

Toprağın altından bağlanıyor

Artık telefon telleri

Ve bir telaş

Yüreğini sarıyor serçenin

Gördükçe kedileri

II

Anlar mı serçenin

Neden göç etmediğini

Sobanın kurulmasını

Bekleyen

Kedi

III

Yalnızca rüzgar gelir

Ölü bir serçenin

Cenaze törenine

Ve usulca

Kımıldatır tüylerini

Kediden önce

DİŞİ KUŞ

Kuru bir ot

Gibi yaşıyorum

Gözlerden uzak

Patika bir yolun

Kıyısında


Tek suçum

Sap olmamak

Baltanın

Kanlı oyunlarına

Ama yinede

Umut dolu kalbim

Belki bir dişi kuş

Taşır beni diye

Daldaki yuvasına

ELİŞİ

Savaş haberleriyle dolu

Renkli gazete sayfasını

Katlayıp bir çocuk üst üste

Kesiyor özene bezene

Elindeki makas ile

Ve insanlar oluşuyor kağıttan

Tutuşmuşlar elele

GÖRÜLMÜŞTÜR

Ne yak mektubun ucunu

Ne sevgini sayfalar

Dolusu dile getir

Zarfı kapatırken yalnız

Kuytu dudaklarını

Çokça değdir

SEVMEK

Saçak altına sığınmış

Göçmen kuşun

Kar tanecikleri arasında

Düşen beyaz tüyünü de

Görebilmek

İşte

SEVMEK

BİRARAYA

Eşit olmadığı

Söylenir insanların

Aynı boyda olmayan

Beş parmağı gibi bir elin

Oysa uzanır

Nice yorgun

Emekçinin dudağı

Su dolu

Avucuma

Elimin

Eşit olamayan

Beş parmağımın ucunu

Getirince

Bir araya

ÇOBAN

Oy birliğiyle koyunlar

Keçiyi seçer

Kendilerine başkan

Oysa sürünün başına

Kurdun akrabası

Köpeği koyar

Çoban

DUDAK PAYI

Çay bardağında

Bırakılan dudak payı

Kadar bile

Uzak kalamam

Gözlerine

Yakın olsun isterim

Ellerime ellerin

Yanında beton binaya

Yaslanması gibi

Köhne bir evin

Seni bir çivi

Gibi çaktım

Çünkü beynime

Ve toplayıp

Bütün kerpetenleri

Attım denize


8 Kasım 2011 Salı

Bir Ekol : Şahin Kaygun

Fotoğraf sanatçısı ve yönetmen.Fotoğrafları yanında Afife Jale (1987) ve Dolunay (1988) adlı iki filmin yönetmenliğini yapmıştır.Adanalı sanatçı 1992 yılında 41 yaşında vefat etmiştir.

Şahin Kaygun, fotoğraf “çekmediğini”, fotoğraf “yaptığını” belirtmiştir. O’na göre fotoğraf; makinanın sunduğu hazır görüntüyü kişisel bir vizyona dönüştürecek olanakların araştırıldığı bir alandır. Sanatın genelinde olan müdahale ya da değiştiricilik, Kaygun’un fotoğraflarında iyice yansımasını bulmuştur. Kendisi de çalışmalarında sınırsız müdahale yöntemleri uygulamış, bu nedenle de 1980’li yılların sonunda yaptığı Polaroid fotoğrafları ve 1990’lı yılların başında sergilediği resim-fotoğraf bileşimi Foto-pentür çalışmaları büyük tartışmalar yaratmıştır.






Beyhan Özdemir'e Şahin Kaygun'u tanıttığı için teşekkür ederiz.

Açlık


5 Kasım 2011 Cumartesi

Albert Camus

'' Adam öldürme ve işkence etmenin birer öğreti olduğu ve neredeyse birer kurum haline geldiği bir uygarlıkta, cellatların memur kadrolarına girmeye yerden göğe kadar hakları vardır''

'Bir ülkeyi tanıma yollarından biri,
orada insanların nasıl öldüğünü bilmektir..''

3 Kasım 2011 Perşembe

Goethe


Ruhların gerçek uyumu halinde insanlar birbirine durmadan yaklaşırlar, görünürde birbirinden uzaklaşsalar bile.
Goethe

Jiddu Krishnamurti

“İnsanların aklına köklü bir devrim fikrini getirmenin ne kadar önemli olduğundan bahsediyorduk. Bu kriz, aslında bir bilinç krizi. Öyle bir kriz ki, artık daha fazla eski kuralları, eski şablonları, eskiden kalma gelenekleri kabul edemez. Hele, dünyanın bugünkü haline bakınca, bunca sefalet, çatışma, yıkıcı zulüm, saldırganlık vb. İnsanoğlu hâlâ eskiden beri bildiğimiz gibi, hâlâ barbar, hâlâ şiddet tutkunu, saldırgan, açgözlü, rekabetçi ve inşa ettiği toplum da bu değerler üzerine kurulu.” –Jiddu Krishnamurti




1 Kasım 2011 Salı

Burzum - Bálferð Baldrs



Geceye inen yoğun sis gibi bu müziğin notaları.Uyuşturucu etkisinde, bir düşünce ötesi yok.Karanlıkta koca bir boşluk. İlginç, bünyede ki tüm kötü düşünceler, kötülükler su yüzüne çıkıyor.Kalbin rutubetli yerlerine ışık tutuyor.Soğuk bir orman ve ormanda karanlık,koyu bir nehir. Başına ne geleceğini bilmeden yol alıyorsun siyahlar giyinmiş insanlarla. Ağaçların arası kötülük dolu.. Yada ortaçağ Avrupa’sının içinde kaybolmak gibi. Sokaklar kan kokuyor ve nefret tıpkı bir veba gibi yayılıyor bedene. Hep koyu her yer koyu, yıldız bile yok. En aydınlık hali alacakaranlık... Karmaşık.

‘Di’

30 Ekim 2011 Pazar

Sevgili Kızım - Düş Hekimi


Sevgili kızım;

tek kullanımlık yaşam, sana verilmiş en değerli hediyedir

ve kalitesi, yüreğinle verdiğin kararlar, esirgememiş emek,

uğraşılarına baktığın pencere ile ilgilidir.

** ** **

Aslında tüm bir yaşam

olması istenen gibi değil;

olmasını istediğin gibi olmalıdır.

Bunun bedeli ağır olabilir;

ama hiçbir bedel,

başkasının yaşamını yaşamaktan

daha ağır değildir.

** ** **

Yaşam şikayetlerle, karalayıp silmelerle, haddini bildirmelerle yitirilmeyecek kadar kısa ve değerlidir.

Ancak görmeye cesaret ettiğin düşler gerçekleşir ve hiçbir yaş düş kurmana engel değildir.

Düşlerin, bedenin varamayacağı limanlara götürecek tek yelkenlidir

ve gidilen yol, varılacak noktadan daha önemlidir.

Yaşamın uzunluğu, brüt yıl sayısı ile değil, ürettiklerinin katsayısıyla, ardında bıraktığın sürülmüş topraklarla ifade edilir. Tek iz bırakmadan, tek çivi çakmadan, tek tohum ekmeden gelinip geçilmiş bir yaşam, açılmadan iade edilmiş bir zarf gibidir.

Her insanın işini sevmesi gereklidir;

sevmediği bir işte çalışmak kader değil, ruhi tembelliktir. Azim, aşk ve sağlık, seveceğin işi bulmada ya da kurmada - olmazsa olmaz - sermayedir. Vicdan ve haksızlığa direnç ise, bu hazinenin koruyucu melekleridir. Akan suları durduracak mazeretler söylense de, gerisi hikayedir.

Önce kendine güvenirsen ve bilgiliysen;

hiçbir yaş yepyeni bir başlangıca engel değildir. Tek kullanımlık yaşam, gerekmese bile her yaşta - her şeye yeniden, yeniden, yeniden başlayabilme inancıyla güzeldir.

Önce kendinden verirsen ve emeğini esirgemezsen;

keyif de çıkagelecektir – gönül penceresinden görebilirsen.

** ** **

İş, yaşamın en önemli dilimidir;

her işte bir keyif gizlidir

ve yaşam hak edilmiş keyifle güzeldir.

Sonlu yaşamının, son anına kadar yeniden başlayabilmen,

sonsuz öğrenmenin, öğretmenin, üretmenin keyfini düşler gibi görebilmen

ve görmemeye - göstermemeye yeminli gözlere de gösterebilmen dileğimle…

düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com

29 Ekim 2011 Cumartesi

Türk Tarihinde At


At Türk'ün kanadıdır.
Kaşgarlı Mahmud

Çinliler Türklerden bahsederken; Yaşamları atlarına bağlıdır… derler

Çin ve Arap kaynaklarında Türklerin at yetiştiriciliği ile uğraştıkları ve yetiştirdikleri atları komşu ülkelere sattıkları bilgisi geçmektedir.

Ayrıca Çin kaynaklarında 11 cinstürkatından bahsedilir.

Kaşgarlı Mahmud’un, “Divanu Lügati’t Türk” adlı eserinde; “At Türk’ün kanadıdır” der.

Batılı yazarlardan Sidonius’a göre “At, başka bir kavmi sadece sırtında taşır, ancak

Hun kavmi at sırtında ikamet eder” demiştir.

Avrupalılar Hunları; “At’a yapışık kavim” olarak adlandırmıştır.

Bizans kaynakları Türklerin atlar ile bağlarından şöyle bahseder “Türkler sanki at üstünde doğmuşlardır, yerde yürümesini bilmezler”.

Bu bağı ölüm bile ayıramaz. Orta Asya’daki Türklerin mezarlarında yapılan kazılarda atlarıyla birlikte gömüldüğü tespit edilmiştir.

Türklerde at yetiştiriciliği altı bin yıl öncesine dayanmaktadır. İlk ehlileştirmenin de Türkler tarafından yapıldığı tespit edilmiştir.

Şaman mitolojisinde at ölümün ve sezginin sembolüdür. Gökyüzünde ve yeryüzünde yeri vardır. Tanrının insanlara yardım etmesi için atlara ihtiyaç vardır.

Türklerin şaman ayinlerinde asalarının başında at sembolleri bulunmaktadır. Bu da diğer dünyaya göç edilmesi sırasında ölen kişiye yardım edecek hayvanın at olduğunu gösterir.

Efsaneye göre Türk gökyüzünden yeryüzüne at ile inmiştir.

Tanrı ile iletişim kurmak kanatlı bir at sayesinde oluyordu.

Köroğlu’nun metinlerinde de uçan at efsanesine rastlıyoruz.

Kırat’ımın elinden babam can mı kurtulur?

Elma gözlü Kırat’ım benim

Canım Kırat gözüm Kırat

Sana olsun murat

Her yanında çifte kanat

Uçar gider ha gider, ha gider

Kazaklara göre at rüzgardan yaratılmıştır.

Sudan çıkan at efsanesi de Türklere aittir. Arap devleti idaresindekitürkorduları at yetiştiriciliği yaparlardı. Bağdat civarında yapılan yetiştiriciliğin efsanesi de bu atların göl aygırından türediğine inanılır. Önemli olan nokta ise; meşhur Arap atı neslinin de bu soya dayandığı söylenir.

Köroğlu’nun Elaziz rivayetinde, Köroğlu’nun babası atları seçerken tuzlu göle sürer bir tek Kırat kurtulur. Bu atın da aygırı neslinden geldiğine inanılır.

Dede Korkut destanında da hapse düşen adamın atının kendisini 16 yıl beklediğinden söz edilir.

Manas destanında Kökötöy Han’ın atı Maaniker’den şöyle bahsedilir.

Kanadı altı, ayağı dört

Bulutlu göğün altından

Dönüverir çitin üstünden

Yürür mü uçar mı görünmez,

İnsanlarca bilinmez.

Efsaneleşmiş atlardantürktarihinde bir de Kamertay vardır. Bu at gül suyu içer, badem yer, havada rüzgar gibi gider. Sevdiği adamı istediği yere göz açıp kapayıncaya kadar ulaştırır.

Ayrıca destanlarda geçen efsane atlar ilk önce sahibini bindirmez daha sonra kahramanın gücünü görür ve onunla dost olur. Birçoktürkdestanında bu tip hikayeler geçmektedir.

Türk tarihinde atlar konuşur ve sahibiyle dertleşir ve sahibine öğüt verir.

At kurbanı da çok eski birtürkgeleneğidir. Hükümdar öldükten sonra Tanrı Gölüne diri atların atıldığı ve kurban edildiği bilinir.

Kurban edilecek atların arasında kır ve beyaz seçilmektedir.

Manas’ın doğduğu gün Yakup Han “ak boz kısrak” kurban eder.

Kurban edilecek at, boğularak yada bel kemiği kırılarak öldürülür. Hayvanın canı çıkmak üzereyken, ellerinde tuttukları ekmek atın yanına getirilir. Böylelikle çıkan talih ve mutluluğun ekmeğe karıştığına inanılır.

Kurban edilen hayvanın kemikleri kırılmaz. Ateşte yakılır veya gömülür. Kimi özel ayinlerden sonra kemikler toplanır bir kaba konur ve kayın ağacına asılır.

Türklerde önemli bir yas adeti ölünün bindiği atın kuyruğunu kesmektir.




Tuna Akçay

28 Ekim 2011 Cuma

Ölüm töreni çağı

Yaşadığımız çağda aşkların sahte olduğuna, gerçek aşkın hiç olmadığına inanan insanlar hayli fazla. Bu durumun araştırdığım kadarıyla sosyolojik ve psikolojik açıdan çokça sebebi var. Burada o konulara değinmeden sadece toplumun aşktan ne anladığı üzerine bazı alıntılar yapmaya karar verdim.

Facebook üzerinden on binlerce kişinin takip ettiği, aşk-sevgi-ilişkiler üzerine açılmış birçok sayfa mevcut. İnsanların aşka bakış açısı,seviyesizliği, zevk ve beğenilerinin sığlığı ve aşkın ne kadar yanlış anlaşıldığının göstergesi adeta.


Havalar soğuyunca sevgilimi yaktım. Ne yapayım odun doğalgazdan daha ucuz.

Yufka yüreğine dikkat etmezsen, onu sana kol böreği yapıp yedirirler.

Klavyenin boşluk tuşu gibisin sevgili.Çok yer kaplıyorsun ama sonuçta boşsun işte.

Aşk kapıyı çaldığında hemen açma, bazıları zile basıp kaçıyor.

Küfürler biriktiriyorum lügatımda. Gidişine lafım yok da dönüşüne söylenecek sözüm olmalı zulamda.

Hayatta iki şeyin peşinden koşulmaz. Bir sevgili iki otobüs. Çünkü ikisi de on beş dakika da bir geçiyor.

Tuştu kurar gibi hayal kurmayın, gördüğünüz her hıyarla.

Seni seviyorum; 1 cümle, iki kelime, 13 harf, iki insan ve bir aptal


Uzun uzadıya yazmanın bir anlamı yok, bu basitliğe ve aşağılık düzenin içerisine batmış durumdayız zaten.

Bu çağa öldüren çağ adı verilebilir. Felsefenin, şiirin, aşkın, ahlakın, değerlerin ölüm töreni çağı. Uygarlığa, bilgiye, doğaya, aşka, insanlığa topyekün savaş açılmış bir çağ.

27 Ekim 2011 Perşembe

Dünya güzel ama çok uzaktan diyebilmek


Bir adım daha atsam çıkıcaktım. Sadece insanlıktan değil, bütün dünyadan.
İnsanın kendi imkanlarıyla bir uzay mekiği inşa etmesi böyle oluyor işte. Önce deneme mahiyetinde fırlatılan maymunlar gibi birkaç duygu bindiriliyor mekiğe. Sonra da bütün beden, bütün beyin hazırlanıyor, dünyanın dışına yollanmaya. Tek amaç, ay'a benzeyen bir uydu olmak. Dünya güzel ama çok uzaktan diyebilmek

!

İster cehalet deyin, ister densizlik; Van depremini ‘Türk - Kürt ayrımı’ bağlamında değerlendirenlerin yaptığı, terörist ile (o teröristin öldürdüğü masum) vatandaşı doğrudan aynı kefeye koymaktır. O bölgede yaşayan insanları topyekün terörist saymak, öyle göstermektir.

Asıl vahim, asıl tehlikeli olan da işte bu sığ bakış açısıdır.

Şimdi bir düşünün, şöyle bir soru olabilir mi mesela?

“1999’da İstanbul’da, Gölcük’te, Yalova’da, İzmit’te, Adapazarı’nda ölenlerin arasında kaç Kürt kökenli vardı?”

Olur mu böyle bir soru?

Bu soru ne kadar garip, ne kadar anlamsız ise;

“Van’da, Erciş’te kaç Laz, kaç Arap hayatını kaybetti? Kaç Çerkez yaralandı? Kaç Türk, kaç Gürcü kökenli hala enkaz altında?” sorusu da o denli saçma, bir o kadar şuursuzca değil mi?

‘İnsan’ ve onun hayatı değil midir esas olan?

Doğal afet ile ortaya çıkan acıya, yerine, bölgesine göre bakılabilir mi?

Depremle gelen ölümün; dini, ırkı, etnik kökeni, rengi olur mu?

Başka sorum yok!

18 Ekim 2011 Salı

Hayatı Öğrendim - Özdemir Asaf


YAŞ 5
Anne ve babamın birbirlerine bağırmalarının beni ne kadar korkuttuğunu öğrendim.

YAŞ 7
Meşrubat içerken gülersem içtiğimin burnumdan geleceğini öğrendim.

YAŞ 12
Bir şeyin değerini anlamanın en iyi yolunun bir süre ondan yoksun kalmak olduğunu öğrendim.

YAŞ 13
Annemle babamın elele tutusmalarının ve öpüşmelerinin beni daima mutlu ettiğini öğrendim.

YAŞ 15
Bazan hayvanların kalbimi insanlardan daha fazla ısıttığını öğrendim.

YAŞ 18
İlk gençlik yıllarımın keder, şaşkınlık, ıstırap ve aşktan ibaret olduğunu öğrendim.

YAŞ 24
Aşkın kalbimi kırabileceğini ama buna değer olduğunu öğrendim.

YAŞ 33
Bir arkadaşı kaybetmenin en kestirme yolunun ona ödünç para vermek olduğunu öğrendim.

YAŞ 36
Önemli olanın başkalarının benim için ne düşündükleri değil benim kendi hakkımda ne düşündüğüm olduğunu öğrendim.

YAŞ 38
Eşimin beni hala sevdiğini, tabakta iki elma kaldığında küçüğünü almasından anlayabileceğimi öğrendim.

YAŞ 41
Bir insanın kendine olan güveninin, başarısını büyük oranda belirlediğini öğrendim.

YAŞ 44
Annemin beni görmekten her seferinde sonsuz mutluluk duyduğunu öğrendim..

YAŞ 46
Yalnızca minik bir kart göndererek bile birinin gönlünü aydınlatabileceğimi öğrendim.

YAŞ 49
Herhangi bir işi yaptığımdan daha iyi yapmaya çalıştığımda, o işin yaratıcılığa dönüştüğünü öğrendim.

YAŞ 50
Sevgi, evde üretilmemişse, başka yerde öğrenmenin çok güç olabileceğini öğrendim.

YAŞ 53
İnsanların bana, izin verdiğim biçimde davrandıklarını öğrendim.

YAŞ 55
Küçük kararları aklımla, büyük kararları ise kalbimle almam gerektiğini öğrendim.

YAŞ 64
Mutluluğun parfum gibi olduğunu, kendime bulaştırmadan başkalarına veremeyeceğimi öğrendim.

YAŞ 70
İyi kalpli ve sevecen olmanın, mükemmel olmaktan daha iyi olduğunu öğrendim.

YAŞ 82
Sancılar içinde kıvransam bile başkalarına basağrısı olmamam gerektiğini öğrendim.

YAŞ 90
Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar olduğunu öğrendim.

ve YAŞ 95
Öğrenmem gereken daha pek çok şeyler olduğunu öğrendim.

Özdemir ASAF