23 Aralık 2011 Cuma
22 Aralık 2011 Perşembe
GÜLSELİ İNAL VE AHMET ERHAN
GÜLSELİ İNAL VE AHMET ERHAN
"Günümüzde aşkın durumu içler acısı ve içi boşaltılmış; sanki satranç tahtalarının üzerinde sevişiliyor. Öte yandan herkes bir aşktır tutturmuş gidiyor. Aşk mı oluyor, yoksa torba mı doluyor; ben bilmem. Ben yaşlı ve hasta bir adamım... Şu sıralar aşk sokağa düşmüş, diyorlar, yanımdan geçerken görmezden geliyorum."
Ahmet Erhan
"Erkeklerin, cinselliği kabalaştırarak şiir yazmaları bana çok saçma geliyor. Benim şiirlerim erotiktir, cinsellik de vardır benim şiirlerimde. Hatta yoğun erotiktir. Bana ‘aşk şairi’ diyenler bile var. Ama hiçbir şekilde şiirlerimde, erkeğin bedeniyle ilgili herhangi bir şey kullanmam, kullanmamaya da özen gösteririm. Erkeklerin, kadınların bedenlerini uluorta, kabalaştırarak şiir yazmalarına karşıyım. Küfre karşıyım bir kere."
Gülseli İnal
Kurtalan Express, makinisti Barış Manço 'yu anlatıyor
Bahadır Akkuzu:
Halk Barış Mançoyu nasıl tanıyorsa bizde onu öyle tanıyorduk. Olduğu gibi kendini gösteren bir insandı.
Ahmet Güvenç:
Barış çok karizmatik bir insandı. Büyük bir performansla halkın arasında olmayı başarıyordu. Burası Türkiye. Burada böyle olması bence çok normal. Düşünün ki, bunun aynısını Japonya'da yapabildi. Çok kısa zamanda Japonya’da Japoncasını toparlayıp, insanlarla diyalog kurdu. Biz konserleri çalarken inanamadık, çıkıp Japonca konuşmasına. Bir şey söylüyor, onlar gülüyordu. Bir şey daha söylüyor, gene güldürüyordu. Barış'ın böyle bir yaklaşımı vardı insanlara ve o yaklaşımı sağlamak için kendinden her türlü özveriyi her zaman verdi.
Eser Taşkıran:
Mançoloji albümüne sekiz ay önce başlamıştık. Ve bu sekiz ay içinde çeşitli sağlık sorunları yaşadı. Bir ameliyat geçirdi. Ameliyat sonrası hemen tekrar stüdyoya döndü. Daha dinlenmeden! Daha önce yaptığım prodüksiyonlarda, stüdyoda bulunduğum için biliyorum, normalde en iyi yorumcu bile günde bir veya iki şarkı söyleye bilir. O beş şarkı söylemek istiyordu. Bu 24 şarkılık albümünün 23 sözlü şarkısını 4 günde okudu. Arada takılıyordu: "Bakarsınız bir şey olur! Barış Ağabeyiniz ameliyat geçirdi!" diyordu.
Bahadır Akkuzu:
Konuşması zaten hızlı idi. Beyni çok hızlı çalışırdı. Konuşması bile beynine yetişemiyordu. Dolayısı ile böyle bir insanın hayata vereceği çok şey vardır. Ya biz hep çokların üstündeydi ve dolayısı ile hızlı konuşmak zorundaydı. Yani ortak paydada bir "çok" vardı. O ‘çok’u yapmak zorundaydı; çok yaptı ve bıraktıkları da çok aslında. Barışa, sevgiye, dostluğa yönelte bilecek o kadar çok mesajlar bıraktı ki, son mesajını bile, kendi adında olduğu gibi, büyük sürprizler yaparak bıraktı. Çok hızlıydı. Yapması gereken çok şey vardı ve hiç bitmezdi. Zaten Barış Manço 150 yaşına kadar da gelseydi, erken gitti diyecektik, netice de çünkü yapacağı projeleri mutlaka olacaktı.
Ahmet Güvenç:
Barış Manço çocukları büyüklerden ayırmazdı. Barış'ın çocuklara yaklaşımı ile ilgili bir anımı anlatacağım. Geçen günden beri kafama takıldı. Çocuklar şarkı söylerken, biliyorsunuz, biz arkada çalıyorduk. Bu da benim pek hoşuma gitmiyordu. Bir gün bunu Barış'a... "İşte Barış, çalmasak?" falan felan dedim. Bana olayı şöyle izah etti:
"Ahmet", dedi, "düşün!" dedi. "Biz çocuklara öyle değer veriyoruz ki, onlar şarkı söylerken, Ahmet ağabeyleri, Bahadır ağabeyleri onların arkasında çalıyorlar. "Biz çocuklara bu değeri veriyoruz." dedi. Ve onu ı güne kadar hiç öyle düşünmemiştim. Bir daha başka türlü düşünemedim.
21 Aralık 2011 Çarşamba
Son Kahve
1. Bölüm /Göz
“göz” kaydedilmek istenenin ilk teşhisçisi, kaybolmak üzere olanın da son habercisidir; “kaybetmek” yolda rastladığınız biri ile bir an göz göze gelip, yolunuza devam etmenizle başlar, sevdiğiniz biri ile bir daha hiç göz göze gelememenize kadar devam eder…
bir de “kaybedeceğini bilmenin” ağırlığı vardır; takip edilebilen…
belki birkaç cümle çıkar ağzınızdan yada bakakalırsınız öylece
…
…
2. Bölüm
tavsiye edilen bir hayat, varoluşu temsil edebilir mi?
3. Bölüm
ölüm; bazen doğal bir son, bazen bir pazarlık bazen de kendinden vazgeçişi temsil eder
4. Bölüm
orada öylece duran “bir süs eşyası” en fazla ne sunabilir?
mesela, tüm bu olan biteni izleyen birkaç yapma sarı limona; “kahve içtiğimiz o sabah, gün aydınlanıyorken, şimdi karanlık mıdır?” diye sorsam, cevap verebilir mi?
5. Bölüm
çocukken minik sakız tanelerini dizerdi, dar uzun koridorun salona açılan kapısının yanındaki raflara…
üst üste dizilmiş raflarda, en alt raf onun oyun alanıydı
alttan ikinci rafta “vov vov” dururdu; korktuğu gözünün önünde olmalıydı belki de…
6. Bölüm
niceleri geçer
yaşamları boyunca göz boyayan
enkazlarını bırakırlar
kimse anmaz onları
…
…
kimileri de birkaç kişi tarafından hatırlanır ve sonsuza kadar kalır
7. Bölüm
“sesler” vardır, sadece sizin hatırladığınız
kaybolanla birlikte, söylemlerde kalan; “şu sarı otları sevmiyorum” dedi, eliyle ilerideki ağacın altını göstererek; “mezarlıklarda olur onlardan çokça…”
8. Bölüm
görüntüler vardır, sadece “anlamı” ifade edebilen…
“kaybolan” ise gitmiştir artık!.
9. Bölüm /Makine
makine mekaniktir, düşünmez; kaydeder…
ortaya çıkan “görsel”, nesnesinin mesajını iletir,
anlam, onu yükleyene aittir…
10. Bölüm /Sorgu Sual
peki ya kaybolacak olanın kendiniz olduğunu yalnızca siz bilseydiniz, korkar mıydınız?
siz, var olabilme umudu ile tutunmaya çalışıyorken, diğerleri ne düşünüyordur?
Son Bölüm
o gün uzattığı o son sigarayı geri çevirdiğimi düşündükçe göğsüme bir ağrı saplanır her seferinde…
“düzgün adam” olmanın kahrolası yapmacıklığı…
…
…
harika bir hayat!...
20 Aralık 2011 Salı
Akıl Çağlarından Biri Jean Paul Sartre
''Sahip olduğum eşyalar, zamanla bana sahip oluyorlar. ne zaman bi nesneyi sevsem, onu hemen bi başkasına veririm. cömertlik değil bu. nesnelerin kölesi olmak istemiyorum''
"Kediye kedi diyelim; sözcükler hastaysa onları iyileştirelim"
''Ben inançsızlığa, dogmaların çatışması sonunda değil, büyükbabamla büyükannemin ilgisizlikleri yüzünden vardım. Bununla birlikte, inanıyordum: gecelikle, yatağımın kenarına diz çöküp, ellerimi birleştirip, her gün dua ediyordum, ama gittikçe daha seyrek düşünüyordum tanrıyı.
Daha birkaç yıl, yaradan ile açık ilişkilerimi sürdürdüm; kendi başıma kalınca artık aramaz oldum onu. yalnız bir kere, o'nun varolduğu duygusuna kapıldım. kibritlerle oynamış, küçük bir halıyı yakmıştım; tanrı beni gördüğünde, müthiş cinayetimi örtbas etmekle uğraşıyordum, kafamın içinde ve ellerimin üzerinde bakışı'nı hissettim; feci derecede ortada olan, canlı bir hedef gibi dönüp duruyordum banyo odasında. kızgınlık kurtardı beni: böyle büyük bir dikkatsizlik karşısında köpürdüm, küfrettim, büyükbabam gibi: "Hey allahım, ya rabbim, hay allahım, ya rabbim" diye mırıldandım. Bundan sonra hiç bakmadı bana.
Başarısızlığa uğramış bir tanrı denemesini anlattım size: Tanrı'ya ihtiyacım vardı, verdiler, ne aradığımı bilmeden aldım O'nu. Yüreğime kök salmadığı için, bir süre sıkıntıyla yaşadı içimde, sonra öldü. Bugün bana O'ndan söz edildiğinde, eski bir güzele rastlayan yaşlı bir delikanlının üzüntüsüz gönül hoşluğuyla "elli yıl önce, o anlaşmazlık, o yanılma olmasaydı, aramızda bir şeyler olabilirdi" diyorum.
hiçbir şey olmadı.."
11 Aralık 2011 Pazar
Bye Bye Tükçe İçin Örnek
Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.
Sene: 1975
Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.
Sene: 1985
Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.
Sene: 1995
Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım. Fenâ hâlde kal geldi yâni.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim. Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.
Sene: 2006
Âbi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yâni.. Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fenâ göçeriz dedim, enjoy durumları yâni. Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin. 'Hav ar yu yavrum?'
Sene: 2026
ven ay vaz si hör ; ben çok sürprays yâni öyle işte birden..hayy beybi dedim ona ama ben ay dont nowww yani âbi yaa.. Ama o da bana öyle baktı, if so âşık len bu manita.. 'offff beybiiiii offffffff layf iz superrrrrr yaaaa ...'
10 Aralık 2011 Cumartesi
Yerçekimli Karanfil - Edip Cansever
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
5 Aralık 2011 Pazartesi
Jacques Brel - Les Bourgeosis
Gözlerimizi gömerek biraya,
Şişko adrienne de montalant'da
Dostum jojo'yla
Ve dostum pierre'le
Yirmili yaşlarımızı içiyoruz birlikte.
Jojo kendini voltaire sanıyor
Pierre'se kazanova'yı oynuyor
Ve ben, ben ki daha başı havada
Ben, sanıyorum ki kendimim yalnızca.
Ve gece yarısı, 'üç sülün' otelinden
Noterler çıkıp geçerken
Onlara kıçımızı gösterip saygılar sunuyoruz
Ve hep bir ağızdan şarkı söylüyoruz:
Domuz gibidir burjuvalar
Yalandıkça aptallaşırlar
Domuz gibidir burjuvalar
Yaşlandıkça amcıklaşırlar
Yüreğimiz sımsıcak,
Gözlerimizi gömerek biraya,
Şişko adrienne de montalant'da
Dostum jojo'yla
Ve dostum pierre'le
Yirmili yaşlarımızı yakıyoruz birlikte.
Voltaire bir naip gibi dans ediyor
Kazanova ise cesaret edemiyor
Ve ben, ben ki hâlâ daha başı havada
İyice sarhoşum, neredeyse kendi çapımda.
Ve gece yarısı, 'üç sülün' otelinden
Noterler çıkıp geçerken
Onlara kıçımızı gösterip saygılar sunuyoruz
Ve hep bir ağızdan şarkı söylüyoruz:
Domuz gibidir burjuvalar
Yalandıkça aptallaşırlar
Domuz gibidir burjuvalar
Yaşlandıkça amcıklaşırlar
Yüreğimiz dinginleşmiş
Gözlerimiz yere inmiş
'üç sülün' otelinin barında
Üstat jojo'yla
Ve üstat pierre'le
Noterler arasında eğleniyoruz birlikte.
Jojo lafı voltaire'den açar
Pierre'se kazanova'yı anar
Ve ben, ben ki şimdi bile daha başı havada
Ben, yine kendimden söz ediyorum yalnızca.
Ve sayın başkomiser, gece yarısı olunca,
Bayan montalant'dan koşup çıkıyorlar
Her gece, bu genç serseri 'kıçı kırıklar
Ve şu şarkı eşliğinde bize mabatlarını açıyorlar:
Domuz gibidir burjuvalar
Yalandıkça aptallaşırlar
Domuz gibidir burjuvalar
Yaşlandıkça amcıklaşırlar
4 Aralık 2011 Pazar
Yalnızlığı -birdenbire değil - ağır ağır yedim.
3 Aralık 2011 Cumartesi
Barış Manço diyor ki...
Barış Manço diyor ki...
-Dünyanın en iyi anlatım dilinin anadilim olduğuna inanıyorum.
Türkçe'nin çok muazzam bir esnekliği olduğunu düşünüyorum.
İki buçuk yaşındaki çocuğun anlayabileceği şekilde de anlatabiliyorum şarkılarımı.
Kırk yıl kafasını çalıştırsa da bu "adam ne demek istiyor?" diye zorlanılacak şekilde de anlatabiliyorum.
-Biz, kelimelerle, melodilerle, ezgilerle direkt gönüllere girme savaşı veriyorduk.
Zaten gönüllere girseniz çıkmıyorsunuz.
Şimdiki arkadaşlarımızın kavgaları gönle girmek değil,insanların eklem yerlerine hitap ederek gözlerine
girmek sadece.
Adı üzerinde zaten; göze girenler de hemen gözden çıkıyor.
-İstanbul doğumluyum; Galatasaray Lisesi'nde okudum;
Belçika Kraliyet Akademisi'ni bitirdim.
Otuz sene Fransızca konuştum.
Bu açıdan bakılınca batı kültürü ile yetişmiş bir adam olarak görünüyorum.
Anadolu topraklarını ilk olarak 19 yaşındayken gördüm.
55 yıllık yaşamımın büyük bir bölümünü yabancı ülkelerde konuşarak ve yaşayarak geçirdim.
Ona rağmen hâlâ kendi dilimden, kendi dînimden ve halkımdan kopmadım.
Diğer insanlar 15 günlük tura gidince hemen dönüyorlar ve gittikleri ülkenin dili ile konuşuyorlar.
Ben dilimi 35 yıldır bozamadım 15 günde bir insanın dili Türkçe'den kayabiliyorsa o insanın geninde bozukluk vardır.
Bakıma ihtiyacı vardır böyle insanın.
Geçen Ramazan ayında Kudüs'teki çekimlerimde Kudüs'te yaşayan,
Anadolu'dan 80 sene önce göçmüş bir Ermeni ailesi bizi iftara davet ettiler.
Biz bunu Ramazan ayında yayınladıktan sonra bir sürü vatandaşımız tekrar yayınlanmasını istediler.
Burada garip olan şu: Bu aile 80 sene önce Türkiye'den göçmüş; anne-baba ve çocuklar orada doğmuşlar.
Torunlar da orada doğmuş ve senden benden iyi Türkçe konuşuyorlar.
İnsanları etkileyen de sanırım bu durumdu.
Ama öte taraftan İstanbul'lu bir aile 15 günlüğüne Venedik'e gidiyor. Bir bakıyorsun dili dönmüş.
-Türkiye'de spor neyse müzik de odur.
Türkiye'yi idare edenler ne kalitedeyse müzik de odur.
Türkiye'nin bakkalı ne kadar namusluysa müzik de odur.
Bu imparatorluğu biz yapan değişik unsurların birbirine saygısından kaynaklanan bir ortamdan geliyorum.
Her sabah siftah yaparken bizim esnaf birbirine hayrlar dilerdi.
Siftah yaptıktan sonra gelen müşteriyi komşusuna gönderirdi.
Şimdi böyle bir toplum var mı? O esnaf market oldu.
Zaten benim zamanımda hatırlamıyorum bir futbol maçında olay çıksın.
Bugün her futbol maçında olay çıkıyor. Tribünde çıkmasa sahada çıkıyor.
Böyle topluma böyle müzik olur. Mecliste şimdi kavga ediliyor.
Bizim zamanımızda en fazla sıra kapaklarına vurulurdu.
Şimdi meclisimizde tekme-tokattan geçilmiyor.
Bu böyle gitmeyecek tabiî. Her hareket kendi alternatifini ortaya çıkarır.
Her reaksiyon kontra reaksiyon getirir. Devamlı bir bozulmayı hiç bir toplum kaldıramaz.
-Hafızasına aldığını başkalarına da aktarabilene entelektüel denir.
Entelektüel olmak mecburiyetindeyiz.
Ama kafana yerleştirdiklerini anlatmazsan insanlara o zaman entelektüel değilsindir.
Koca koca adamlar var 70-80 yaşında hâlâ kitap yazmıyorlar. Koca bakanın anıları var.
Bu adam anılarını mezara götürüyor. Bu doğru değil. Keşke hepimizin, 60 milyon insanın kitabı olsa.
Herkes kendi hayat öyküsünü anlatsa; biz bunu okusak da faydalansak.
Mesela ben bütün edindiğim tecrübelerimi insanlara aktarmaya çalışıyorum.
Şu anda muhteşem bir olay var. Kamera, tv, video gibi onları kullanıyorum.
Benim derdim dünyayı gezmek değil. Öyle bir kaygım yok.
Kimse evinin sıcak rahatlığı varken öyle kutuplara, ekvatora gidip dolaşmaz.
İnsanlar arasında iletişim köprüsü kurmanın yaşamımdaki görevim olduğuna inanıyorum.
-Kimse dünyaya sebepsiz gelmiyor. Yaradan bizi belli işleri yapsın diye göndermiş dünyaya.
Çocuklara hizmet etmek de benim görevlerim arasında. Benim içimdeki çocuk hiç büyümüyor.
Kendimin büyümediğini hissettiğim için çocuklarla hep birlikteyim.
-Biz ülke olarak teşekkür etmeyi bilmiyoruz. Teşekkür Arapça "şükran"dan gelir.
Lütfen de Farsça'dan geliyor. Türk'ün lügatinde bir şeyi isteyerek almak yok.
Öyle hani lütfen verir misin deyip arkasından da teşekkür etmemişiz.
Bu bizim bir yaramız; yaraları ortaya koyup teşhir etmez isen önleyemezsin.
Sevincimizi nasıl ifade edeceğimizi bilmiyoruz.
Maçtan takım galip çıkınca penceredeki masum vatandaşı vurabiliyoruz.
Neymiş takım gol atmış. Yerin dibine batsın böyle gol. Düğünlerimizde de böyle.
Ancak gençlerden ümitliyim. Hem politik-ideolojik görüşlerinden hem duygusal renklerinden.
Çünkü hepsi farklı. Bu gençlerin babaları tek tipti.
-Ortaya bir şeyler koyuyorsam bunların ileriki kuşaklar tarafından bilinmesini istiyorum.
Bu da ancak yazı yoluyla olacak. O açıdan ben söyleşilere büyük önem veriyorum.
Televizyon söyleşilerine o kadar sıcak bakmıyorum. Bunlar, yazılı kaldığı için daha önemli.
Entellektüel Boyut Röportajı 13.04.1998
26 Kasım 2011 Cumartesi
Andrey Voznesenski - OZA
OZA
XIV
selam oza, evde, geceleyin
ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler, yalarken kendi gözyaşlarını
senin soluğundur duyduğum ses
selam oza!
nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
selam oza!
ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
daha da korkunç, bir başına değilsen oysa :
şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana
selam oza!
ey insanlar, lokomotifler, mikroplar
gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona
harcatmam onun dokundurtmam kılına
selam oza!
yaşam bir bitki değilse aslında
neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
selam oza!
ne acı bu denli geç rastlamak sana
ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda
karşıtlar getiriliyor bir araya
bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
sense sevinçli. dilerim sonuna dek kalırsın öyle
dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm
inan, kendimle üzmeyeceğim seni.
inan, ders olamayacak sana ölümüm
inan, yük olmayacağım sana yaşamımla
selam oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
şükür ki girdin yaşamıma
selam oza!
ANDREY VOZNESENSKI
‘Oza’, ANDREY VOZNESENSKI, Çeviri : MEHMET H. DOĞAN, TURGAY GÖNENÇ, İLERİ Yayınevi, 1992..