24 Şubat 2012 Cuma

Rimbaud - Kötü Kan

 (yazı oldukça uzun olduğu için ufak bir kısmını yayınlıyorum)


Gitmiyoruz, - Buradan yollara düşelim gene, kötülüğümle yüklü, akıl çağımdan bu yana acı köklerini böğrüme süren  - gök yüzüne yükselen, beni yenen, beni yerlere çalan, beni yerlerde sürükleyen kötülüğümle.

Son saflık ve son çekingenlik. Tamam, anlaştık. Dünyaya sergilenmeyecek tiksintilerim ve ihanetlerim.

Haydi, ileri! Yürüyüş, yük, çöl, can sıkıntısı ve öfke.

Kime kiralayacağım kendimi? Hangi hayvana tapınmam gerek? Hangi kutsal surete saldırmalı? Hangi kalpleri kıracağım? Hangi yalanı desteklemeliyim? - Hangi kanda yürümeli?

Daha doğrusu, yasadan sakınmak. – Yaşam acımasız, alıklaşma kolay, - kaldırmak güçsüz bir elle tabutun kapağını, oturmak, boğulur gibi olmak. Ne yaşlılık böylece, ne de tehlike: Fransız değildir dehşet.

-Ah! Öylesine kimsesizim ki herhangi bir kutsal surete sunuyorum sevgilerimi, yetkinliğe doğru.

Ey benim özverim, ey benim olağanüstü erdemim! Şu ölümlü dünyada, yine de!

Tanrım, amma da budalayım!

Rimbaud - İşkence Edilen Yürek

 
Kederli yüreğim salya-sümük güvertede
Yüreğim asker sigaralarıyla izmarit dolu:
Çorba artıkları fırlatıyorlar oraya bile.
Kederli yüreğim salya-sümük güvertede
Bir küfür tufanı eratın ağzında bilmece
Bilerler durmadan kahkahaları sulu mu sulu.

Kederli yüreğim salya-sümük güvertede,
Yüreğim asker sigaralarıyla izmarit dolu!

Maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır
Baştan çıkarır yüreğimi küfür hazretleri,
Dümende dalga geçerler tepeden tırnağa hınzır,
Maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır.
Ey büyüleyici dalgalar o sayenizde paklanır,
Alın yüreğimi yıkayın, bilsin temizliği!
Maslahatlar alesta kalıp çekmeye hazır,
Baştan çıkarır yüreğimi küfür hazretleri!

Küfürleri bitip tütünleri de tükenince
Ne yapacağım ben, ey çalınmış yüreğim?
Hıçkırık olacak hepsi meyhane türkülerinde
Küfürleri bitip tütünleri de tükenince,
Bir meydan savaşı başlayacak zavallı midemde
Yüreğim örselenmiş dalım kırılmışsa benim.
Küfürleri bitip tütünleri de tükenince
Ne yapacağım ben ,ey çalınmış, yüreğim?

15 Şubat 2012 Çarşamba

Platon Bir Gün Kolunda Bir Ornitorenkle Bara Girer…


Sorular sorular… Küçük büyük fark etmez, bir soruya yanıt vermeden önce sorunun ne anlama geldiğini kavramamız gerekir.

‘’Filler neden büyük, gri ve kırışıktır? ‘’
‘’Çünkü ufak, beyaz ve yuvarlak olsalardı aspirin olurlardı’’

İyimser, ‘’Bardağın yarısı dolu,’’ der.
Kötümser, ‘’Bardağın yarısı boş,’’ der.
Rasyonalist ise, ‘’Bardak gereğinden iki kat büyük,’’ der.

Yirminci yüzyıl romancılarından Isaac Bashevis, özgür iradeye inanıp inanmadığı sorulduğunda bıyık altından gülerek, ‘’Başka seçeneğim yok,’’ demişti.

Decartes herhalde asla ‘’Cogito ergo sum’’ (Düşünüyorum öyleyse varım) dememiş olmayı dilerdi. Ne de olsa artık hemen herkes onu sadece bu cümleyle hatırlamaktadır. Ha bir de bu cümleyi bir ekmek fırınının içinde otururken söylediği gerçeğiyle.

Aslında genel olarak, geçmiş deneyimlerinden çıkarım yapamayan kişinin boş kafalı veya daha kaba tabirle bir salak olduğunu kabul ederiz.

Matematik felsefesinin büyük bölümü epey teknik ve zordur. Tek bilmeniz gerekense, matematik söz konusu olduğunda dünyada üç tür insan olduğudur: sayabilenler ve sayamayanlar.

Genç ve şehvetli Aziz Augustine, ‘’ Tanrı’m bana iffet bahşet. Ama hemen değil!’’

Filozoflar inançlılarla ateistlerin tartışmasının hiçbir yere varmayacağında çok önceleri fikir birliğine varmışlarıdır. Çünkü her iki taraf da her şeyi farklı yorumlamaktadır.

Platon Bir Gün Kolunda Bir Ornitorenkle Bara Girer… Thomas Cathcart & Daniel Kleim

14 Şubat 2012 Salı

ROBERT WALSER - HEPSİ BU..

 şu veya bu tarihte dünyaya geldim, şurada veya burada yetiştirildim, düzenli olarak okula gittim, şu veya buyum ve adım da falanca veya filanca ve fazla düşünmem.. cinsiyet bakımından bir erkeğim, devlet bakımından iyi bir vatandaşım ve toplumdaki yerim bakımından da iyi bir ailenin çocuğuyum.. beşeri cemiyetin titiz, sessiz, nazik bir üyesiyim, deyim yerindeyse iyi bir vatandaşım, bir bardak biramı akıllı uslu içmeyi severim ve fazla düşünmem.. iyi yemeklere düşkün olduğum bilinir ve aynı şekilde fikirlerden uzak durduğum da beldir.. keskin düşüncelerden büsbütün uzak dururum; fikirler bana hepten uzaktır ve bu nedenle de iyi bir vatandaşım, çünkü iyi bir vatandaş fazla düşünmez.. iyi bir vatandaş yemeğini yer, hepsi bu!
kafamı pek fazla yormam, bu işi başka insanlara bırakırım.. kafa yoran kişiden nefret edilir; çok düşünen insan, huzursuz bir insan olarak görülür.. julius caesar bile, o kalın parmağıyla, gözleri çukura kaçmış cılız cassius’u göstermişti; ondan korkuyordu, çünkü fikirleri olduğunu tahmin ediyordu.. iyi bir vatandaş korku ve kuşku yaymamalıdır; çok düşünmek onun işi değildir.. çok düşünen kişi sevilmez ve sevilmeyen insan olmak tamamen gereksizdir.. horlamak ve uyumak, şiir yazmak ve düşünmekten daha iyidir.. şu veya bu zamanda dünyaya geldim, şurada veya burada okula gittim, arada sırada şu veya bu gazeteyi okurum, şu veya bu mesleği sürdürürüm, şu veya bu yaştayım, iyi bir vatandaş olduğum bilinir ve iyi yemek yemeyi sevdiğim bellidir.. kafamı pek fazla yormam, çünkü bu işi başka insanlara bırakırım. çok kafa patlatmak benim işim değildir, çünkü çok düşünen kişinin başı ağrır ve baş ağrısı tamamen gereksizdir.. uyumak ve horlamak, kafa patlatmaktan daha iyidir ve akıllı uslu içilen bir bardak bira, şiir yazmak ve düşünmekten kat be kat daha iyidir.. fikirlere tamamen uzak dururum ve kafamı hiçbir koşul altında patlatmam, bu işi baştaki devlet adamlarına bırakırım.. huzurumu bozmadığım için, kafamı yormaya gerek duymadığım için, fikirler benden tamamen uzak olduğu için ve gereğinden fazla düşünerek ödümü patlatmadığım için de iyi bir vatandaşım zaten.. keskin düşünmekten korkarım.. keskin düşünürsem, gözlerim kararır, dehşete düşerim.. onun yerine güzel bir bardak bira içerim ve her türlü keskin düşünceyi baştaki devlet idarecilerine bırakırım.. devlet damları istedikleri kadar keskin düşünsünler ve isterlerse kafaları patlayıncaya kadar düşünsünler, benim açımdan bir sakıncası olmaz.. kafamı yorarsam gözlerim kararır, dehşete düşerim ve bu iyi değildir ve bu nedenle de kafamı mümkün olabildiğince az yorarım ve kafasız ve düşüncesiz kalırım güzelce.. eğer baştaki devlet adamları, gözleri kararıncaya ve kafaları patlayıncaya kadar düşünüyorlarsa o zaman her şey yolunda demektir ve bizim gibiler, huzur içinde, akıllı uslu bir bardak biralarını içebilirler, düşkün oldukları güzel yemekleri yiyebilirler ve geceleri horlamanın ve uyumanın kafa patlatmaktan ve şiir yazmaktan ve düşünmekten daha iyi olduğunu düşünerek, mışıl mışıl uyuyabilir ve horlayabilirler.. kafa yoran kişiden, ancak nefret edilir ve niyet ve görüş bildiren insan huzursuz bir insan  olarak görülür; ama iyi bir vatandaş huzursuz değil, tersine huzurlu bir insan olmalıdır.. keskin ve kafa kurcalayan düşünceyi, gönül rahatlığı içinde baştaki devlet adamlarına bırakırım, çünkü bizim gibiler, sonuçta sadece beşeri cemiyetin sağlam ve önemsiz birer üyesidirler ve bizim gibilere, bir bardak birasını akıllı uslu içmekten ve olabildiğince güzel, yağlı, iyi yemekler yemekten hoşlanan iyi vatandaş veya sıradan vatandaş, denir, hepsi bu!
devlet adamları, gözlerinin karardığını ve başlarının ağrıdığını itiraf edinceye kadar düşünsünler isterlerse.. iyi vatandaşın başı asla ağrımamalıdır, tersine o, güzel bir bardak birasının tadına akıllı uslu varmalıdır ve geceleri usul usul horlamalı ve uyumalıdır.. benim adım şu veya bu, şu veya bu tarihte dünyaya geldim, şurada veya burada, düzenli olarak ve kurallar gereği okula gönderildim, zaman zaman şu veya bu gazeteyi okurum, mesleğim şu veya budur, şu veya bu yaşındayım ve fazla ve çetrefil düşünmekten uzak dururum, çünkü kafa yormayı ve kafa patlatmayı, kendilerini sorumlu hisseden baştaki idareci kafalara seve seve bırakırım.. bizim gibiler, kendilerini uzaktan yakından sorumlu hissetmezler, çünkü bizim gibiler bir bardak biralarını akıllı uslu içerler ve fazla düşünmezler, çünkü bu çok tuhaf zevki, sorumluluk taşıyan insanlara bırakırlar.. ben şurada veya burada gittiğim okulda, yormaya zorlandığım kafamı o gün bugündür, bir daha asla az da olsa yormadım ve kullanmadım.. şu veya bu tarihte doğdum, adım şu veya budur, hiçbir sorumluluk taşımama ve kesinlikle kendi türümün biricik örneği de değilim.. ne mutlu ki, benim gibi bir bardak birasının tadını akıllı uslu çıkaran, tıpkı benim gibi az düşünen ve kafa patlatmayı benim kadar az seven, bu işi başka insanlara, sözgelimi devlet adamlarına sevinerek bırakan epeyce insan var.. keskin düşünceler, beşeri cemiyetin benim gibi sessiz bir üyesine tamamıyla uzaktır ve ne mutlu ki, sadece bana değil, tıpkı benim gibi iyi yemeklere düşkün ve fazla düşünmeyen, şu veya bu yaşta olan, şurada veya burada yetiştirilmiş, beşeri cemiyetin, benim gibi temiz üyelerine ve benim gibi iyi vatandaşlara ve keskin düşüncelerden, tıpkı benim gibi uzak duranlara da uzaktır, hepsi bu!

ALLEN GINSBERG- AMERİKA


amerika her şeyimi  verdim sana,
şimdi bir hiçim
17 ocak 1956 ve iki dolar yirmi sent.
kendi kafam bile destek değil bana.
insanlarla savaşı ne zaman sona
erdireceğiz amerika?
al şu atom bombanı da götüne sok.
kafam bozuk, amerika, bir de
sen üstüme varma,
kafam yerine gelene dek şiir miir de
yazmıycam.
söyle bana amerika ne zaman
melekleşeceksin sen?
ne zaman anadan doğma olacaksın
ne zaman bakacaksın mezarlıktan amerika?
ne zaman milyonlarca troçkistine
yakışır olacaksın?
amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
amerika, hindistan’a yumurtaları
ne zaman bırakacaksın?
amerika bu senin kılı kırk yarmalarından
usandım artık.
ne zaman süpermarkete gidip,
şu güzel gözlerim için
gerekenleri alabileceğim?
amerika, her şeyin  bir yana, eksiksiz
olan bir sen varsın bir de ben,
öbür dünya değil.
şu makinelerine de dayanasıma kalmadı
bilesin ha amerika.
bende bir erimiş olma isteği uyandırdın.
bu tartışmayı çözmek için bir başka
yol olmalı.
burroughs şimdi tanca’da, sanmıyorum
ki geri dönsün
korkunç bir şey olurdu bu.
sen de korkunç musun amerika yoksa
bir oyun mu bu?
saplantımdan döneceğimi sanıyorsan
yanılıyorsun.
öyle üstüme varma amerika, ne yaptığımı
biliyorum ben.
amerika, erikler çiçek döküyor.
aylardır gazete okuduğum yok, her gün
cinayetten birisi kodesi
boyluyor.
amerika, wobblie’lere tutkunum ben.
küçükken komünisttim amerika, özür
falan da dileyecek değilim.
…………
ALLEN GINSBERG, Çeviren: MELİS OFLAS, ALTIKIRKBEŞ Yayınları, 2012 Şubat, 104 Sayfa

9 Şubat 2012 Perşembe

Oğuz ATAY - Tutunamayan İnsan Portresi



Tutunamayan İnsan Portresi
"Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. Yalnız pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldığı zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavruları ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yasamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler.
Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeği unuturlar. Bütün huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar. (bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez) İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat-gene taklitçilikleri nedeniyle-başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir. (aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler)
Din kitapları, bu hayvanları yemeği yasaklamışsa da , gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten bile değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, Belediye Sağlık Müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntıdan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler.
Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri nedeniyle hiç bir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karsısına çıkartılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. (halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir) Filden sonra, din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. Başları daima öne eğik gezindikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uymamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır.
Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. (bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir) Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta oturarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir." 
 

8 Şubat 2012 Çarşamba

Edip Cansever - Düşünce


Zaman, tahayyülün renksiz meyvası
Hayatın bitmeyen raksında keder;
Mes’ut rüyaların saf rayihası;
Uykuda çimlenen ilk düşünceler.
Günahsız arzular, şekilsiz zaman;
Bir rüya gülüşü, içli ve sade;
Yükselir ansızın dal uçlarından,
Bulutsuz rüyalar şekillenince.
Çılgın rüyalardan dökülen billur.
Mevsimi dallardan içen mavilik,
Bir cennet meyvası dallarda huzur;
Meçhul masallardan kalan renksizlik.

EDİP CANSEVER
(İlk Şiiri, 1944..)
(Alıntı : PAPİRÜS Aylık Dergi, Sayı : 2, Temmuz 1966..)

4 Şubat 2012 Cumartesi

Thomas Bernhard - Düzelti

 
Normal bir insanın koni inşa etmek gibi delice bir fikri olamazdı- bugüne kadar hiç inşa edilmemiş bir koniyi inşa etme gibi bir fikri.

Buraya giren düşünmek zorundaydı, sürekli düşünmek koşulu, sürekli düşünmeyen buraya dayanamazdı, bir an bile dayanamazdı.

Artık benim varoluşum diye bir şey yok.

Böylesi bir ülke böylesi bir ülkenin utanmazlıklarına karşı çıkmayan insanlara gereksinim duyar, böyle bir ülkenin ve böylesi bir devletin sorumsuzluklarına karşı çıkmayanlara gereksinim duyar.

Devlet olarak bu daimi sapıklık ve orospuluk…

 
Devletin vatandaşları yalnız ikinci ve üçüncü ve dördüncü, ama her durumda yalnız en son seçeneğe razıdır.

İlk andan itibaren, düşünmenin ilk anlarından itibaren bu ülkeden ve bu devletten kendini kurtarması gerekir.

Vatan denilen bu yerin gerçekte onun için, tıpkı bu vatandan çıkan pek çok başka kişi için de olduğu gibi, hiç bir suçu bulunmadığı halde, sırf burada doğduğu için ömür boyu süren akıl almaz bir ceza olduğu bilinir.

Kimse doğumundan sorumlu değildir.

Bütünüyle politikleşmiş bir dünya ve bu dünyayı hareket ettiren bütünüyle politikleşmiş bir toplumla işimiz. Aslında insan bütünüyle politik bir varlık, nasıl davranırsa davransın ya da ne yaparsa yapsın, hatta bu gerçeği istediği an inkar etsin, fark etmez.
 
Müzik, diyordu sürekli, doğa bilimine ve insanın yapısına en yakın olan sanattır, müzik temelinde işitilir kılınan matematiktir.

Düşündüğümü ve ilerlettiğimi müzik olmadan düşünemem asla ve ilerletemem.

İnsanlar saygı duymak yerine hayranlık duymayı yeğliyorlar ve hayranlıkları kanalıyla sadece zihinleri bulandırıyor ve başkasında kıymetli olanı hayranlıklarıyla berbat ediyorlardı, oysa uygun olan bir saygıyı korumalıydılar.

Anne baba ne olmalıydı, çocuklara yol gösterici.

Bütün dünya en korkunç ve en zevksiz biçimde ve canice bu binalarla tıka basa doldurulduğunda çok geç olacak, o zaman yeryüzü ölecek. Biz yeryüzünün mimarlar tarafından tahrip edilmesi karşısında çaresiziz !

Okul yolunda hep uygun kıyafetler içinde giyinikken yaşam yolunda her zaman uygun kıyafetler içinde giyinik değildik.

İnsanlar sürekli kendilerini öfkelendiren ve tedirgin eden şeylerle karşılaşıp duruyorlar, hem de her zaman huzur bulduklarını sandıkları anda huzursuzlukla karşılaşıyorlar, dengelerini bulduklarını sandıkları zaman tam tersi bir duruma itiliyorlar. Bizde her zaman huzurun yanılsaması var, çünkü içimize huzurun tam girebileceği anda, girebileceği, girebileceği, girebileceği diyorum, yine en büyük huzursuzluk içinde buluyoruz kendimizi.

Huzurlu olmam için bir nedenim yoktu, tersine bu düşünce yüzünden gittikçe daha çok uykum kaçtı.

Herkes bir şekilde çıkış yolu bulamamaya mahkumdur, insan yapısı böyledir.

Her zaman sahip olduğumuzdan fazlasını isteriz, bize uygun olandan daha fazlasını ve bu yüzden de mutsuzuzdur.

Biz kendimiz için algıladığımız her şeyi yani gördüklerimizi ve içimizden geçirdiğimiz her şeyi sürekli anlamlandırmalara ve bilmecelere bağlarsak önünde sonunda deliririz diye düşündüm.

Düştüğümüz huzursuzluk ve her gün düştüğümüz ve bir daha ondan kurtulamadığımız, yaşam boyu kurtulamadığımız huzursuzluk bizi yaşam boyu her şeye karşı hiddetlendiriyor.

İnsanın fikirsizliği onun ölümüdür, diye yazmış Roithamer ve ne kadar çok insan fikirsizdir, onlar var olamazlar.


 
Nefret dışında hiçbir şey bizi ileriye, öne götüremez..

Sürekli ağırlaştırılmış cezayla tehdit edildim, oysa yaşamım zaten yeterince ağır ceza doluydu.

Her şey bizim için faydalıdır, hele en dehşet verici olanın en faydalı oluşu gibi.

Biz birlikte olan, hele de evlenmiş iki insan gördüğümüzde, bu iki insanın nasıl olup da böylesi bir karar verdiklerini ve bu yönde davrandıklarını sorarız, doğalarının söz konusu olduğunu söyleriz kendimize, çoğunlukla bunların zaman içinde birbirlerini öldürecek iki insan haline geldiklerini, bu yüzden yan yana geldiklerini, er geç birbirlerini öldüreceklerini söyleriz………….
…… Birbirlerine karşılıklı işkence edeceklerini, işkence çekecekleri ortak geleceklerini belki de açıklıkla gördüklerini, yine de akılsızlıkla birleştiklerini, evlendiklerini, sonradan akla gelebilecek en mutsuz çocukları dünyaya getirdiklerini, ne yana bakarsak bakalım bunun kanıtını görüyoruz….
…. Birleşiyor, evliliğe kalkışıyor, kendi mahvoluşlarına dalıyor, adım adım akla gelebilecek en dehşetli duruma, evlilik mahvoluşuna, ki bu düşünce ve duyguların
 Ve gövdenin mahvoluşu demektir, her yerde görebiliyoruz.

Doğa insanları yan yana getiren, onları şiddetle çarpıştıran en anlaşılmaz şeydir, bu insanlar bütün araçlarla birbirlerini mahvetsin, öldürsün, dibe çökertsin, yok etsin diye..

Bugünün eğilimi başka, doğa başkadır.

Biz sürekli düzeltiriz ve kendimizi düzeltiriz ve de en büyük acımasızlıkla, çünkü her an her şeyi yanlış yaptığımızı kavrarız, yanlış kavradığımızı, nasıl da yanlış davrandığımızı, o zamana kadar her şeyin bir yanlışlık olduğunu, bu yüzden bu yanlışlığı düzeltiriz ve bu yanlışlığın düzeltisini de düzeltiriz …
 
Gece en büyük açıklık, kafanın kuraldışı durumu…

İnsanların basitliği her an birden bire usandırıcı olur, alçaklıkları, zevksizlikleri, kabalıkları, hainlikleri…

Her fikir olabilecek en büyük rahatsızlığı taşır.

Çevre saygı sahtekarlığı gösterir ve dünyadaki fikirleri mahvetmek için her şeyi yapar… Böylece biz ne tarafa bakarsak bakalım dünyada mahvedilmiş fikirler görürüz.
 
Gittiğimiz okullar üzerimizde yalnızca mahvedici bir etki yaptı, beni bunalıma soktular, gittiğim, girmek zorunda olduğum tüm okullar beni aşağıladı.

Okullarda hep eski kokuşmuş konulara çalışılır ve öğrenen, eğitim alan kişinin düşüncesini ve ruhunu ısrarla mahveder, biz  okullarda artık umutsuzluklarından kurtulamayan umutsuz insanlara dönüştürülürüz.

Biz bir okula sadece mahvedilmek için gideriz, okullar devasa mahvetme kurumlarıdır, orada yardım arayanlar mahvedilir….Okullar, insanı bozma kurumları…

2 Şubat 2012 Perşembe

Kitleler Psikolojisi - Gustave Le Bon

Düşünmeğe ve muhakeme etmeğe pek az kabiliyetli oldukları halde kitleler, fiil ve harekete pek kabiliyetli görünmemektedirler.

Kalabalıklar yalnız yıkıcı kuvvete sahiptirler. Bunların üstünlüğü ve hakimiyetleri her vakit bir kargaşalık ve düzensizlik ifade eder.

Bir medeniyetin yapısı çürüyünce, kitleler onun yıkılmasını çabuklaştırır.

Kitle(kalabalık, yığın) kelimesi, basit ve alelade manasıyla, milliyetleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya toplayan tesadüf her ne olursa olsun, rasgele bir fertler topluluğunu ifade eder.

Psikolojik bakımdan ise kitle tabiri büsbütün başka bir manada kullanılır. Bazı muayyen hallerde ve yalnız bu hallerde bir insanlar topluluğu, onu vücuda getiren ayrı ayrı fertlerin malik oldukları karakterlerden çok farklı yeni karakterlere sahip olur.

Birbirinden ayrı binlerce kişi, günün birinde bazı şiddetli heyecanların, mesela bir milli vakanın tesiriyle bir araya gelerek psikolojik bir kitle meydana getirebilirler.

  
Kitleyi meydana getiren fertler kimler olursa olsun; yaşama tarzları, işgüçleri, karakterleri yahut zekaları ister benzer, ister ayrı olsun, kalabalık haline gelmiş olmaları onlara bir nevi kolektif ruh aşılar. Bu ruh onları, her biri tek başına, ayrı ayrı bulundukları halde duyacaklarından, düşüneceklerinden ve yapacaklarından tamamıyla başka hissettirir, düşündürür ve yaptırır.


Her günkü fiillerimizin bir çoğu, anlatamadığımız gizli Saiklerin eseridir.

Irkın ruhunu teşkil eden şuuraltı unsurların tesiriyledir ki, bir ırkın bütün fertleri birbirlerine benzerler. Bu ırkın fertlerini birbirinden ayırt ettiren şey terbiyenin ve istisnai bir ırsiyetin eseri olan, şuurlu amillerdir.

Meşhur bir matematikçi ile kunduracı arasında entelektüel nisbet bir uçurum bulunabilir, fakat seciye ve inançlar bakımından fark ya hiç yoktur, veya pek azdır.

Kitleler, zekayı değil, vasat şeyleri bir araya toplarlar. Çoğu defa tekrar olunduğu gibi elalem Voltaire’den daha fazla zeka sahini değildir.

Fert, şahsi menfaatini topluluğun menfaatine kolayca feda eder. Bu fedakarlık hali aslında insanın tabiatına muhalif olmakla beraber ancak bir kitleye dahil bulundukça meydana çıkan bir fenomendir.

Bir kitleye mensup olması yüzünden insan, medeniyet merdiveninden bir çok basamak aşağı iner.

Kitleler kolaylıkla cellat, fakat aynı kolaylıkla ulvi bir dava uğrunda şehit olabilirler.

Cahil ve alim, bir kere kitle içinde bulununca vakaları objektif olarak müşahede etmek bakımından aynı kabiliyet seviyesine inerler. Zihni bakımdan yüksek seviyede olmanın ehemmiyeti yoktur.

  
 
Kitlelere hitap etmek aşağı derecedeki sanatlardan biridir, fakat tamamen hususi kabiliyet ve istidatlar ister.

Kitlelerdeki mübalağacılığın hiçbir suretle zekaya değil, hislere ait olduğunu ilaveye hacet yoktur.

Pek az anladıkları ve fikirler için kendilerini kahramanca ölüme teslim etmiş olan kalabalıklar ne kadar çoktur.
Grevler yapan kitleler ücretlerinin arttırılmasından daha ziyade bir patrona itaat etmek için bunları yapar.

Eğer kitleler çoğu defa akıl ve muhakeme ile hareket etseydiler ve yalnız kendi menfaatlerini düşünseydiler arz küresi üzerinde hiçbir medeniyet gelişemez ve insanlığın tarihi olamazdı

Görünüşler ve gösterişler tarihte gerçeklerden daha fazla bir rol oynamıştır. Gerçek olmayan gerçek olana üstün gelmiştir.

Akla karşı olan sonsuz savalarında, hisler hiçbir zaman yenilmemiştir.

Kavimlerin kederini hükümetler değil, kendi karakterleri tayin eder.

Bir memleketin gençliğine verilen eğitim tarzı o memleketin kaderini önceden görmeye yardım eder.

Kelimelerin kudreti zihinlerde uyandırdıkları ve gerçek manalarından apayrı hayallerden gelir.

Kelimelerin kudreti o kadar büyüktür ki, en iğrenç şeyleri kabul ettirmek için iyi seçilmiş kelimeler maksadı temin eder.

Kitleler hiçbir zaman gerçeğe susamamıştır.

İhtiyarlığın önünde her şey, irade bile söner…

İddia ve mücadele hayatla mücadele edebilmek için en kuvvetli vasıtalardır.
  

 
Hayvanlar gibi insanlar da yaratılıştan taklitçidir. Taklit, insan için bir ihtiyaçtır, şu şartla ki, taklit kolay olsun, mesela modanın yayılması bu ihtiyaçtandır.

Kitleler delil ve ispatlarla değil, modellerle sevk olurlar.

Tarih ve hususiyle edebiyat ve güzel sanatlar tarihi, kimsenin kontrol etmeğe yeltenmediği aynı fikirlerin tekrarı olduklarından nihayet herkes mektepte öğrendiğini tekrar eder durur.

Medeniyet unsurlarını değiştirmeye değiştirmeye mecbur olmaksızın inançlarını değiştirmek henüz hiçbir kavme nasip olmamıştır.

Merkeziyetçi bir cumhuriyet kıyafet değiştirmiş bir monarşidir.

Bir ideali takip ederek barbarlıktan medeniyete geçmek, sonra bu ideal kuvvetini kaybedince çözülmek ve ölmek. İşte bir kavmin hayat çemberi bundan ibarettir.




Gustave Le Bon
KİTLELER PSİKOLOJİSİ
1979 YAĞMUR YAYINEVİ - İSTANBUL


GECENİN SOĞUK CADDELERİNDE - FURUĞ FERRUHZAD



Pişman değilim
Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi
Çünkü ölüm tepsinin doruğunda
Öptüm yazgımın çarmıhını
Gecenin soğuk caddelerinde
Hep tedirgin ayrılıyor çiftler
Birbirlerinden
Bir tek fısıltı duyuluyor : hoşça kal! Hoşça kal!
Gecenin soğuk caddelerinde

Pişman değilim
Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim
Yaşam yeniden doğuracak onu
Yeniden yaşatacak beni rüzgârların
Göllerinde yüzen haberci gülü

Bak, görüyor musun
Nasıl çatlıyor tenim
Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin
Nasıl filizlenmeye
Başlıyor kan
O çok sabırlı çizgisinde belimin?

Ben senim
Seven
Ve kendi içinde olan kimse o
Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden
Binlerce garip ve belirsiz şeyle
Koyu isteğiyim ben toprağın
Yeşersin diye uçsuz bozkırlar
Kendine çeken bütün suları

Uzaklardan gelen sesimi dinle benim
Gör beni koyu sisinde sabah dualarının
Ve aynaların dinginliğinde

Bak, gene de nasıl dokunabiliyorum
Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine
Nasıl bir dövme yapabiliyorum yüreğime kan lekesi gibi
Suçsuz mutluluklarından yaşamın?

Pişman değilim
Benden konuş ey sevgilim bir başka benle
Gecenin soğuk caddelerinde
Gene aşk dolu gözlerini gördüğün
Benden!
Ve hatırla beni, kederle öperken o
Gözlerinin altındaki çizgileri…

FURUĞ FERRUHZAD 
‘SONSUZ GÜNBATIMI..’ , FURUĞ FERRUHZAD, Farsçadan Çevirenler : ONAT KUTLAR, CELAL HOSROVŞAHİ, ADA Yayınlar, Şubat 1989, 61 Sayfa

26 Ocak 2012 Perşembe

Amin Maalouf - Ölümcül Kimlikler

 Fotoğraf : Andreea Anghel

 Einstein’ın ‘’ aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar. halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece 2’ye ayrılırlar: iyi insanlar ve kötü insanlar.” sözü aslında bu kitabı çok iyi biçimde özetliyor. Doğmayı seçmediğimiz gibi rengimizi, bir ömür giyeceğimiz elbisemiz olan bedenimizi, cinsiyetimizi, dilimizi, kültürümüzü, çoğu zaman düşüncelerimizi ve dinimizi bile kendimiz seçemiyorken tüm bu seçemediğimiz fakat üzerimize yapışık olan, adına ‘’kimlik’’ dediğimiz sorunu ya da bizlerin gene bir başkalarını çoğu zaman aşağılamak ve kategorize etmek için kullandığımız ‘’kimlik’’ olgusunu büyük bir ustalıkla işliyor Amin Maalouf.



 Her birimizin, sözlerinin masum olmadığının, tarih boyunca kötü ve ölümcül olduğunu ortaya çıkaran önyargıların sürdürülmesinde payı olduğunun bilincine varması bana önemli görünüyor.
Çünkü başkalarını çoğu zaman en dar aidiyetleri içinde sıkıştıran bizim bakışımız ve onları özgür kılacak da gene bizim bakışımız.

Kimlik öyle bir çırpıda verilmez, yaşam boyunca oluşur ve değişir.

Kabil’de kız doğmakla Oslo’da kız doğmak aynı anlamı taşımıyor, kadınlık aynı biçimde yaşanmıyor, ne de kimliğin başka hiçbir öğesi…

Her birimiz, itildiğimiz, bize yasaklanan ya da tuzaklar kurulan yollar arasından kendine bir yol açmak zorunda; birdenbire kendimiz olamayız, ne olduğumuzun ‘’bilincine varmakla’’ yetinmeyiz, neysek o oluruz; kimliğimizin ‘’bilincine varmakla’’ yetinmeyiz, onu adım adım kazanırız.
Fotoğraf : Albert Watson

Darmadağın olmuş kültürlerin içinde doğanlar için, değişimi ve modernliği alış farklı biçimlerde ortaya kondu. Çinliler, Afrikalılar, Japonlar, Kızılderililer ya da Amerika yerlileri için, yunanlılar ve Ruslar için, İranlılar, Araplar, Yahudiler ya da Türkler için modernleşme, sürekli olarak kendilerinden bir parçanın terk edilmesi anlamına geldi.

‘’Kimliklerimizi kaybetmeden nasıl modernleşebiliriz?’’ ; ‘’ Kedi öz kültürümüzü yadsımadan batı kültürünü nasıl özümseyebiliriz?’’ ‘’Batı’nın insafına kalmadan onun bilgi ve tekniğini nasıl kazanabiliriz?’’

Türkler de Avrupa’ya daha az ayakbağıyla daha kolay katılabilmek için kültürlerini, dillerini, alfabelerini, giyim kuşamlarını ‘’Arap etkisinden kurtarma’’ işine giriştiler.

Başımıza gelenler hep biraz da başkalarının hataları yüzündendir.

Çoğunluğun zulmü, ahlaki açıdan, azınlığın zulmünden daha iyi değildir.

Milliyetler çağının şafağında değil günbatımındayız.
Fotoğraf : Albert Watson

Din asla tarihin zindanlarına gömülemeyecek, ne bilim tarafından, ne bir doktrin, ne de siyasal bir rejim tarafından.
‘’ Nasıl’ın Tanrı’sı bir gün gelecek silinecek ama ‘’niçin’’in Tanrı’sı asla ölmeyecek.

Hiçbir biçimde bir din olmadan dünyayı düşünemiyorum.

Güvensizlik hiç kuşkusuz zamanımızın anahtar sözcüklerinden biridir.

-    Büyük işlerin gerçekleştirildiği, tarihin başından beri eşi benzeri olmayan bir yüzyıl ama aynı zamanda bağışlanamaz suçların  ve umutların yüzyılı-

Gelecek umutlarımızın mı yoksa karabasanlarımızın mı yarını olacak?

Tarihçi Marc Bloch, ‘’ İnsanlar babalarından çok, zamanlarının çocuklarıdır’’ diyordu.

İnsanların birbirine gitgide daha çok benzemelerini görünce, gerçekten sevinmeli midir? Pek yakında tek bir dilin konuşulacağı, herkesin aynı asgari inanç demetini paylaşacağı, herkesin televizyon karşısında aynı sandviçleri geveleyerek aynı Amerikan dizilerine bakacağı renksiz bir dünyaya doğru gitmiş olmayacak mıyız?

 Fotoğraf : Emre İkizler

Dünyalılaşma, bizi tek bir hareketle, biri gözüme hoş, diğeri kötü gelen, birbirine zıt iki gerçekliğe doğru sürüklüyor; yani evrenselliğe ve tektipliliğe.


Amin Maalouf – Ölümcül Kimlikler
Çevirine: Aysel BORA
YKY