4 Şubat 2012 Cumartesi

Thomas Bernhard - Düzelti

 
Normal bir insanın koni inşa etmek gibi delice bir fikri olamazdı- bugüne kadar hiç inşa edilmemiş bir koniyi inşa etme gibi bir fikri.

Buraya giren düşünmek zorundaydı, sürekli düşünmek koşulu, sürekli düşünmeyen buraya dayanamazdı, bir an bile dayanamazdı.

Artık benim varoluşum diye bir şey yok.

Böylesi bir ülke böylesi bir ülkenin utanmazlıklarına karşı çıkmayan insanlara gereksinim duyar, böyle bir ülkenin ve böylesi bir devletin sorumsuzluklarına karşı çıkmayanlara gereksinim duyar.

Devlet olarak bu daimi sapıklık ve orospuluk…

 
Devletin vatandaşları yalnız ikinci ve üçüncü ve dördüncü, ama her durumda yalnız en son seçeneğe razıdır.

İlk andan itibaren, düşünmenin ilk anlarından itibaren bu ülkeden ve bu devletten kendini kurtarması gerekir.

Vatan denilen bu yerin gerçekte onun için, tıpkı bu vatandan çıkan pek çok başka kişi için de olduğu gibi, hiç bir suçu bulunmadığı halde, sırf burada doğduğu için ömür boyu süren akıl almaz bir ceza olduğu bilinir.

Kimse doğumundan sorumlu değildir.

Bütünüyle politikleşmiş bir dünya ve bu dünyayı hareket ettiren bütünüyle politikleşmiş bir toplumla işimiz. Aslında insan bütünüyle politik bir varlık, nasıl davranırsa davransın ya da ne yaparsa yapsın, hatta bu gerçeği istediği an inkar etsin, fark etmez.
 
Müzik, diyordu sürekli, doğa bilimine ve insanın yapısına en yakın olan sanattır, müzik temelinde işitilir kılınan matematiktir.

Düşündüğümü ve ilerlettiğimi müzik olmadan düşünemem asla ve ilerletemem.

İnsanlar saygı duymak yerine hayranlık duymayı yeğliyorlar ve hayranlıkları kanalıyla sadece zihinleri bulandırıyor ve başkasında kıymetli olanı hayranlıklarıyla berbat ediyorlardı, oysa uygun olan bir saygıyı korumalıydılar.

Anne baba ne olmalıydı, çocuklara yol gösterici.

Bütün dünya en korkunç ve en zevksiz biçimde ve canice bu binalarla tıka basa doldurulduğunda çok geç olacak, o zaman yeryüzü ölecek. Biz yeryüzünün mimarlar tarafından tahrip edilmesi karşısında çaresiziz !

Okul yolunda hep uygun kıyafetler içinde giyinikken yaşam yolunda her zaman uygun kıyafetler içinde giyinik değildik.

İnsanlar sürekli kendilerini öfkelendiren ve tedirgin eden şeylerle karşılaşıp duruyorlar, hem de her zaman huzur bulduklarını sandıkları anda huzursuzlukla karşılaşıyorlar, dengelerini bulduklarını sandıkları zaman tam tersi bir duruma itiliyorlar. Bizde her zaman huzurun yanılsaması var, çünkü içimize huzurun tam girebileceği anda, girebileceği, girebileceği, girebileceği diyorum, yine en büyük huzursuzluk içinde buluyoruz kendimizi.

Huzurlu olmam için bir nedenim yoktu, tersine bu düşünce yüzünden gittikçe daha çok uykum kaçtı.

Herkes bir şekilde çıkış yolu bulamamaya mahkumdur, insan yapısı böyledir.

Her zaman sahip olduğumuzdan fazlasını isteriz, bize uygun olandan daha fazlasını ve bu yüzden de mutsuzuzdur.

Biz kendimiz için algıladığımız her şeyi yani gördüklerimizi ve içimizden geçirdiğimiz her şeyi sürekli anlamlandırmalara ve bilmecelere bağlarsak önünde sonunda deliririz diye düşündüm.

Düştüğümüz huzursuzluk ve her gün düştüğümüz ve bir daha ondan kurtulamadığımız, yaşam boyu kurtulamadığımız huzursuzluk bizi yaşam boyu her şeye karşı hiddetlendiriyor.

İnsanın fikirsizliği onun ölümüdür, diye yazmış Roithamer ve ne kadar çok insan fikirsizdir, onlar var olamazlar.


 
Nefret dışında hiçbir şey bizi ileriye, öne götüremez..

Sürekli ağırlaştırılmış cezayla tehdit edildim, oysa yaşamım zaten yeterince ağır ceza doluydu.

Her şey bizim için faydalıdır, hele en dehşet verici olanın en faydalı oluşu gibi.

Biz birlikte olan, hele de evlenmiş iki insan gördüğümüzde, bu iki insanın nasıl olup da böylesi bir karar verdiklerini ve bu yönde davrandıklarını sorarız, doğalarının söz konusu olduğunu söyleriz kendimize, çoğunlukla bunların zaman içinde birbirlerini öldürecek iki insan haline geldiklerini, bu yüzden yan yana geldiklerini, er geç birbirlerini öldüreceklerini söyleriz………….
…… Birbirlerine karşılıklı işkence edeceklerini, işkence çekecekleri ortak geleceklerini belki de açıklıkla gördüklerini, yine de akılsızlıkla birleştiklerini, evlendiklerini, sonradan akla gelebilecek en mutsuz çocukları dünyaya getirdiklerini, ne yana bakarsak bakalım bunun kanıtını görüyoruz….
…. Birleşiyor, evliliğe kalkışıyor, kendi mahvoluşlarına dalıyor, adım adım akla gelebilecek en dehşetli duruma, evlilik mahvoluşuna, ki bu düşünce ve duyguların
 Ve gövdenin mahvoluşu demektir, her yerde görebiliyoruz.

Doğa insanları yan yana getiren, onları şiddetle çarpıştıran en anlaşılmaz şeydir, bu insanlar bütün araçlarla birbirlerini mahvetsin, öldürsün, dibe çökertsin, yok etsin diye..

Bugünün eğilimi başka, doğa başkadır.

Biz sürekli düzeltiriz ve kendimizi düzeltiriz ve de en büyük acımasızlıkla, çünkü her an her şeyi yanlış yaptığımızı kavrarız, yanlış kavradığımızı, nasıl da yanlış davrandığımızı, o zamana kadar her şeyin bir yanlışlık olduğunu, bu yüzden bu yanlışlığı düzeltiriz ve bu yanlışlığın düzeltisini de düzeltiriz …
 
Gece en büyük açıklık, kafanın kuraldışı durumu…

İnsanların basitliği her an birden bire usandırıcı olur, alçaklıkları, zevksizlikleri, kabalıkları, hainlikleri…

Her fikir olabilecek en büyük rahatsızlığı taşır.

Çevre saygı sahtekarlığı gösterir ve dünyadaki fikirleri mahvetmek için her şeyi yapar… Böylece biz ne tarafa bakarsak bakalım dünyada mahvedilmiş fikirler görürüz.
 
Gittiğimiz okullar üzerimizde yalnızca mahvedici bir etki yaptı, beni bunalıma soktular, gittiğim, girmek zorunda olduğum tüm okullar beni aşağıladı.

Okullarda hep eski kokuşmuş konulara çalışılır ve öğrenen, eğitim alan kişinin düşüncesini ve ruhunu ısrarla mahveder, biz  okullarda artık umutsuzluklarından kurtulamayan umutsuz insanlara dönüştürülürüz.

Biz bir okula sadece mahvedilmek için gideriz, okullar devasa mahvetme kurumlarıdır, orada yardım arayanlar mahvedilir….Okullar, insanı bozma kurumları…

2 Şubat 2012 Perşembe

Kitleler Psikolojisi - Gustave Le Bon

Düşünmeğe ve muhakeme etmeğe pek az kabiliyetli oldukları halde kitleler, fiil ve harekete pek kabiliyetli görünmemektedirler.

Kalabalıklar yalnız yıkıcı kuvvete sahiptirler. Bunların üstünlüğü ve hakimiyetleri her vakit bir kargaşalık ve düzensizlik ifade eder.

Bir medeniyetin yapısı çürüyünce, kitleler onun yıkılmasını çabuklaştırır.

Kitle(kalabalık, yığın) kelimesi, basit ve alelade manasıyla, milliyetleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya toplayan tesadüf her ne olursa olsun, rasgele bir fertler topluluğunu ifade eder.

Psikolojik bakımdan ise kitle tabiri büsbütün başka bir manada kullanılır. Bazı muayyen hallerde ve yalnız bu hallerde bir insanlar topluluğu, onu vücuda getiren ayrı ayrı fertlerin malik oldukları karakterlerden çok farklı yeni karakterlere sahip olur.

Birbirinden ayrı binlerce kişi, günün birinde bazı şiddetli heyecanların, mesela bir milli vakanın tesiriyle bir araya gelerek psikolojik bir kitle meydana getirebilirler.

  
Kitleyi meydana getiren fertler kimler olursa olsun; yaşama tarzları, işgüçleri, karakterleri yahut zekaları ister benzer, ister ayrı olsun, kalabalık haline gelmiş olmaları onlara bir nevi kolektif ruh aşılar. Bu ruh onları, her biri tek başına, ayrı ayrı bulundukları halde duyacaklarından, düşüneceklerinden ve yapacaklarından tamamıyla başka hissettirir, düşündürür ve yaptırır.


Her günkü fiillerimizin bir çoğu, anlatamadığımız gizli Saiklerin eseridir.

Irkın ruhunu teşkil eden şuuraltı unsurların tesiriyledir ki, bir ırkın bütün fertleri birbirlerine benzerler. Bu ırkın fertlerini birbirinden ayırt ettiren şey terbiyenin ve istisnai bir ırsiyetin eseri olan, şuurlu amillerdir.

Meşhur bir matematikçi ile kunduracı arasında entelektüel nisbet bir uçurum bulunabilir, fakat seciye ve inançlar bakımından fark ya hiç yoktur, veya pek azdır.

Kitleler, zekayı değil, vasat şeyleri bir araya toplarlar. Çoğu defa tekrar olunduğu gibi elalem Voltaire’den daha fazla zeka sahini değildir.

Fert, şahsi menfaatini topluluğun menfaatine kolayca feda eder. Bu fedakarlık hali aslında insanın tabiatına muhalif olmakla beraber ancak bir kitleye dahil bulundukça meydana çıkan bir fenomendir.

Bir kitleye mensup olması yüzünden insan, medeniyet merdiveninden bir çok basamak aşağı iner.

Kitleler kolaylıkla cellat, fakat aynı kolaylıkla ulvi bir dava uğrunda şehit olabilirler.

Cahil ve alim, bir kere kitle içinde bulununca vakaları objektif olarak müşahede etmek bakımından aynı kabiliyet seviyesine inerler. Zihni bakımdan yüksek seviyede olmanın ehemmiyeti yoktur.

  
 
Kitlelere hitap etmek aşağı derecedeki sanatlardan biridir, fakat tamamen hususi kabiliyet ve istidatlar ister.

Kitlelerdeki mübalağacılığın hiçbir suretle zekaya değil, hislere ait olduğunu ilaveye hacet yoktur.

Pek az anladıkları ve fikirler için kendilerini kahramanca ölüme teslim etmiş olan kalabalıklar ne kadar çoktur.
Grevler yapan kitleler ücretlerinin arttırılmasından daha ziyade bir patrona itaat etmek için bunları yapar.

Eğer kitleler çoğu defa akıl ve muhakeme ile hareket etseydiler ve yalnız kendi menfaatlerini düşünseydiler arz küresi üzerinde hiçbir medeniyet gelişemez ve insanlığın tarihi olamazdı

Görünüşler ve gösterişler tarihte gerçeklerden daha fazla bir rol oynamıştır. Gerçek olmayan gerçek olana üstün gelmiştir.

Akla karşı olan sonsuz savalarında, hisler hiçbir zaman yenilmemiştir.

Kavimlerin kederini hükümetler değil, kendi karakterleri tayin eder.

Bir memleketin gençliğine verilen eğitim tarzı o memleketin kaderini önceden görmeye yardım eder.

Kelimelerin kudreti zihinlerde uyandırdıkları ve gerçek manalarından apayrı hayallerden gelir.

Kelimelerin kudreti o kadar büyüktür ki, en iğrenç şeyleri kabul ettirmek için iyi seçilmiş kelimeler maksadı temin eder.

Kitleler hiçbir zaman gerçeğe susamamıştır.

İhtiyarlığın önünde her şey, irade bile söner…

İddia ve mücadele hayatla mücadele edebilmek için en kuvvetli vasıtalardır.
  

 
Hayvanlar gibi insanlar da yaratılıştan taklitçidir. Taklit, insan için bir ihtiyaçtır, şu şartla ki, taklit kolay olsun, mesela modanın yayılması bu ihtiyaçtandır.

Kitleler delil ve ispatlarla değil, modellerle sevk olurlar.

Tarih ve hususiyle edebiyat ve güzel sanatlar tarihi, kimsenin kontrol etmeğe yeltenmediği aynı fikirlerin tekrarı olduklarından nihayet herkes mektepte öğrendiğini tekrar eder durur.

Medeniyet unsurlarını değiştirmeye değiştirmeye mecbur olmaksızın inançlarını değiştirmek henüz hiçbir kavme nasip olmamıştır.

Merkeziyetçi bir cumhuriyet kıyafet değiştirmiş bir monarşidir.

Bir ideali takip ederek barbarlıktan medeniyete geçmek, sonra bu ideal kuvvetini kaybedince çözülmek ve ölmek. İşte bir kavmin hayat çemberi bundan ibarettir.




Gustave Le Bon
KİTLELER PSİKOLOJİSİ
1979 YAĞMUR YAYINEVİ - İSTANBUL


GECENİN SOĞUK CADDELERİNDE - FURUĞ FERRUHZAD



Pişman değilim
Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi
Çünkü ölüm tepsinin doruğunda
Öptüm yazgımın çarmıhını
Gecenin soğuk caddelerinde
Hep tedirgin ayrılıyor çiftler
Birbirlerinden
Bir tek fısıltı duyuluyor : hoşça kal! Hoşça kal!
Gecenin soğuk caddelerinde

Pişman değilim
Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim
Yaşam yeniden doğuracak onu
Yeniden yaşatacak beni rüzgârların
Göllerinde yüzen haberci gülü

Bak, görüyor musun
Nasıl çatlıyor tenim
Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin
Nasıl filizlenmeye
Başlıyor kan
O çok sabırlı çizgisinde belimin?

Ben senim
Seven
Ve kendi içinde olan kimse o
Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden
Binlerce garip ve belirsiz şeyle
Koyu isteğiyim ben toprağın
Yeşersin diye uçsuz bozkırlar
Kendine çeken bütün suları

Uzaklardan gelen sesimi dinle benim
Gör beni koyu sisinde sabah dualarının
Ve aynaların dinginliğinde

Bak, gene de nasıl dokunabiliyorum
Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine
Nasıl bir dövme yapabiliyorum yüreğime kan lekesi gibi
Suçsuz mutluluklarından yaşamın?

Pişman değilim
Benden konuş ey sevgilim bir başka benle
Gecenin soğuk caddelerinde
Gene aşk dolu gözlerini gördüğün
Benden!
Ve hatırla beni, kederle öperken o
Gözlerinin altındaki çizgileri…

FURUĞ FERRUHZAD 
‘SONSUZ GÜNBATIMI..’ , FURUĞ FERRUHZAD, Farsçadan Çevirenler : ONAT KUTLAR, CELAL HOSROVŞAHİ, ADA Yayınlar, Şubat 1989, 61 Sayfa

26 Ocak 2012 Perşembe

Amin Maalouf - Ölümcül Kimlikler

 Fotoğraf : Andreea Anghel

 Einstein’ın ‘’ aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar. halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece 2’ye ayrılırlar: iyi insanlar ve kötü insanlar.” sözü aslında bu kitabı çok iyi biçimde özetliyor. Doğmayı seçmediğimiz gibi rengimizi, bir ömür giyeceğimiz elbisemiz olan bedenimizi, cinsiyetimizi, dilimizi, kültürümüzü, çoğu zaman düşüncelerimizi ve dinimizi bile kendimiz seçemiyorken tüm bu seçemediğimiz fakat üzerimize yapışık olan, adına ‘’kimlik’’ dediğimiz sorunu ya da bizlerin gene bir başkalarını çoğu zaman aşağılamak ve kategorize etmek için kullandığımız ‘’kimlik’’ olgusunu büyük bir ustalıkla işliyor Amin Maalouf.



 Her birimizin, sözlerinin masum olmadığının, tarih boyunca kötü ve ölümcül olduğunu ortaya çıkaran önyargıların sürdürülmesinde payı olduğunun bilincine varması bana önemli görünüyor.
Çünkü başkalarını çoğu zaman en dar aidiyetleri içinde sıkıştıran bizim bakışımız ve onları özgür kılacak da gene bizim bakışımız.

Kimlik öyle bir çırpıda verilmez, yaşam boyunca oluşur ve değişir.

Kabil’de kız doğmakla Oslo’da kız doğmak aynı anlamı taşımıyor, kadınlık aynı biçimde yaşanmıyor, ne de kimliğin başka hiçbir öğesi…

Her birimiz, itildiğimiz, bize yasaklanan ya da tuzaklar kurulan yollar arasından kendine bir yol açmak zorunda; birdenbire kendimiz olamayız, ne olduğumuzun ‘’bilincine varmakla’’ yetinmeyiz, neysek o oluruz; kimliğimizin ‘’bilincine varmakla’’ yetinmeyiz, onu adım adım kazanırız.
Fotoğraf : Albert Watson

Darmadağın olmuş kültürlerin içinde doğanlar için, değişimi ve modernliği alış farklı biçimlerde ortaya kondu. Çinliler, Afrikalılar, Japonlar, Kızılderililer ya da Amerika yerlileri için, yunanlılar ve Ruslar için, İranlılar, Araplar, Yahudiler ya da Türkler için modernleşme, sürekli olarak kendilerinden bir parçanın terk edilmesi anlamına geldi.

‘’Kimliklerimizi kaybetmeden nasıl modernleşebiliriz?’’ ; ‘’ Kedi öz kültürümüzü yadsımadan batı kültürünü nasıl özümseyebiliriz?’’ ‘’Batı’nın insafına kalmadan onun bilgi ve tekniğini nasıl kazanabiliriz?’’

Türkler de Avrupa’ya daha az ayakbağıyla daha kolay katılabilmek için kültürlerini, dillerini, alfabelerini, giyim kuşamlarını ‘’Arap etkisinden kurtarma’’ işine giriştiler.

Başımıza gelenler hep biraz da başkalarının hataları yüzündendir.

Çoğunluğun zulmü, ahlaki açıdan, azınlığın zulmünden daha iyi değildir.

Milliyetler çağının şafağında değil günbatımındayız.
Fotoğraf : Albert Watson

Din asla tarihin zindanlarına gömülemeyecek, ne bilim tarafından, ne bir doktrin, ne de siyasal bir rejim tarafından.
‘’ Nasıl’ın Tanrı’sı bir gün gelecek silinecek ama ‘’niçin’’in Tanrı’sı asla ölmeyecek.

Hiçbir biçimde bir din olmadan dünyayı düşünemiyorum.

Güvensizlik hiç kuşkusuz zamanımızın anahtar sözcüklerinden biridir.

-    Büyük işlerin gerçekleştirildiği, tarihin başından beri eşi benzeri olmayan bir yüzyıl ama aynı zamanda bağışlanamaz suçların  ve umutların yüzyılı-

Gelecek umutlarımızın mı yoksa karabasanlarımızın mı yarını olacak?

Tarihçi Marc Bloch, ‘’ İnsanlar babalarından çok, zamanlarının çocuklarıdır’’ diyordu.

İnsanların birbirine gitgide daha çok benzemelerini görünce, gerçekten sevinmeli midir? Pek yakında tek bir dilin konuşulacağı, herkesin aynı asgari inanç demetini paylaşacağı, herkesin televizyon karşısında aynı sandviçleri geveleyerek aynı Amerikan dizilerine bakacağı renksiz bir dünyaya doğru gitmiş olmayacak mıyız?

 Fotoğraf : Emre İkizler

Dünyalılaşma, bizi tek bir hareketle, biri gözüme hoş, diğeri kötü gelen, birbirine zıt iki gerçekliğe doğru sürüklüyor; yani evrenselliğe ve tektipliliğe.


Amin Maalouf – Ölümcül Kimlikler
Çevirine: Aysel BORA
YKY







Yusuf Atılgan - Ayrılık


Doğu yeli esiyor karşıdan
kirpiklerim tozlu
Ergin başaklar geçiyor iki yanımdan
                        Sensiz

Bir serin denizde misin kumda mısın
Öyle mi omzunda kuruyan deniz tuzu
                         Bensiz

Çorak tarlada geçkin bir at çakalı    
Bir telli kavak bir zeytin bir kuş
                         Sensiz

Evde misin masal söyleyenin var mı
Açık mı kapılar yataklar boş mu
                          Bensiz

YUSUF ATILGAN
(Milliyet Sanat Dergisi, Şubat - 1980)

Facebook Sayfamız Hakkında Duyuru

Sebebini bilmediğim nedenlerden ötürü Facebook Sayfamız
kapatılmış olabilir. Daha öncesinde de on beş bin üyemiz varken kapatılmıştık. Eğer tekrar kapatılırsak yeniden bir sayfa açmayı düşünmüyorum. Ne de olsa yılda bir kez kapatılıyoruz... Bundan sonra ki yayınları bu blog ve fotoğraf paylaşımları için Bu bloğu takip edebilirsiniz.

22 Ocak 2012 Pazar

FERNANDO PESSOA - Sırların Cebri

Lisbon Revisited (1923)

Hayır : hiçbir şey istemiyorum.
Hiçbir şey istemiyorum dedim.

Sonuçlarınızla gelmeyin bana!
Tek sonuç ölmektir.

Estetik getirmeyin bana!
Ahlaktan söz edilmesin!

Uzak tutun benden ne varsa metafizik adına!
Eksiksiz sistemlerin çığırtkanlığını yapmayın bana, fetih defilesi yapmayın önümde

Bilimler (bilimler, Tanrım! Bilimler) –
Bilimler, sanatlar, modern uygarlık!

Ne kötülük yaptım ben tanrılara?
Hakikat onlardaysa, kendilerine saklasınlar!

Teknisyenim ben, ama tekniğin içindedir benim tekniğim.
Deliyim ben bunun dışında, mutlak bir deli olma hakkıyla.
Mutlak bir deli olma hakkıyla , işitiyor musunuz beni?

Bunaltmayın beni, tanrı aşkına!

Evli, işe yaramaz, sıradan ve nazik olmamı mı istiyorsunuz benim?
Bunun tersi olmamı mı istiyorsunuz, herhangi bir şeyin tersi?
Başka biri olsaydım eğer, kapris yapardım hepinize.
Ama böyle, kendim gibi, sabırlı olun!
Bensiz gidin cehenneme,
Ya da bırakın beni tek başıma gideyim cehenneme!
Niçin beraber gidecekmişiz?

Koluma girmeyin!
Koluma girilmesini sevmem. Yalnız olmak isterim.
Söyledim size yalnızım ben!
Ah, ne sıkıcı size eşlik etmemi istemeniz!

Ey mavi gökyüzü -çocukluğumunki gibi-
Boş ve kusursuz ezeli hakikat!
Ey ata yadigarı, sessiz, uysal tejo,
Gökyüzünün yansıdığı küçük hakikat!
Ey yeniden kavuştuğum acı, dünün ve bugünün Lizbon’u!
Bana bir şey vermiyorsun, benden bir şey almıyorsun, hissettiğim hiçliksin sen.

Rahat bırakın beni! Gecikmem, ben ki asla gecikmem…
Ve geciktikçe Dipsiz Derinlik ve Sessizlik yalnız kalmak isterim ben!
‘FERNANDO PESSOA’ (Alvaro De Campos..)






‘SAYISIZ varlıklar yaşar içimizde,
Düşünsem de, hissetsem de, bilmem
Kimdir düşünen hisseden kim.
Ben sadece bir mekânım
Hissedilen ya da düşünülen.

Birden fazla ruhum var benim.
Benden fazla ben var bende.
Yine de varım
Herkesten farksız olarak.
Sustururum onları : ben konuşurum.

Kesişen içgüdüleri
Hissettiklerimin ya da hissetmediklerimin
Tartışırlar içimde.
Bilmiyorum onları. Hiçbir şey yazdırmazlar
Var olduğum ben’e : ben yazarım

YALNIZSIN. Kimse bunu bilmiyor. Sus ve aldat.
Ama aldatıcı görünmeden aldat.
Asla umma sende daha önce var olmayan bir şeyi,
Herkes kendisiyle hüzünlüdür.
Güneş senindir güneş varsa, dallar eğer dalları arıyorsan,
Şans eğer şanssa sana düşen.

BEKLİYORUM, sakince, meçhulü-
Kendi geleceğimi ve her şeyinkini.
Sonunda her şey sessizlik olacak,
Hiçliğin yüzeceği denizden başka.

HİÇTEN hiç kalır. Hiçiz biz.
Biraz güneş biraz hava ardımızda bırakır
Üstümüze çöken solunmaz karanlığını
Mütevazı ve kaçınılmaz toprağın,
Ertelenmiş cesetlerdir yaratılan.

Yapılan yasalar, seyredilen heykeller, yazılar odlar-
Hepsinin kendi mezarı var. Eğer biz,
Bir iç güneşin kan verdiği tenler,
Yaşlanıyorsak, onlar niye yaşlanmasın?
Hikâyeler anlatan hikâyeleriz biz, hiç.
‘FERNANDO PESSOA’ (Ricardo Reis..)
‘SIRLARIN CEBRİ..’ , FERNANDO PESSOA, Çeviri :IŞIK ERGÜDEN, NİSAN Yayınları,38 Sayfa, Kasım 1995..

14 Ocak 2012 Cumartesi

Mevlana Mesnevi - Birinci Defter

· Ey oğul! Bağı çöz, azat ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?

  • Her şey maşuktur, aşık bir perdedir. Yaşayan maşuktur, aşık bir ölüdür.
  • Aşıklar gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
  • Peygamber demiştir ki: ‘’ Her kim sırrını saklar ise çabucak muradına erişir.’’ Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir.
  • Kalemin rüzgardan, kağıdın sudan olursa ne yazarsan derhal yok olur.
  • İnsan, içi su dolu, dışı kupkuru küp gibidir.
  • Göz nuru, gönüllerin nurundan meydana gelir.Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Allah nurudur.
  • Zıt, zıttı meydana çıkarır, gösterir. Varlık aleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin.
  • Mustafa ‘dünya bir andan ibarettir’

  • Ölülerin aşkı ebedi değildir, çünkü ölü, tekrar bize gelmez. Diri aşk, ruhta ve gözdedir.
  • Din işinin hükmünü anlamaya imkan yoktur. Ona ancak hayran olunur. Fakat din işinde hayrete düşen, arkasını ona çevirmiş ondan haberi olmayan bir hayran değil, sevgiliye dalmış, onun yüzünden sarhoş olmuş, kendisinden geçmiş bir hayrandır. Birisinin yüzü sevgiliye karşıdır, öbürünün yüzü yine kendisine doğru.
  • Ahmağın özrü kabahatinden beter olur. Cahilin özrü her ilmin zehridir.
  • Bütün ırmaklara su veren deniz bile her çöpü başının üstünde taşır. Deniz bu kereminden dolayı eksilmez; ihsanı yüzünden aşağılanmaz.
  • Ben doğru söylüyorum, doğru söz acıdır.
  • Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil. Sana şeker verirse sen bunu zehir bil! Kaza gelince düşmanları dostlardan ayıramazsın.
  • Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer. Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir.

  • Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; doğru yoldan ayırır. Garez gelince hüner örtülür Gönülden, göze, yüzlerce perde iner.
  • Kadı kalben rüşvet almaya karar verince zalimi, ağlayıp inleyen mazlumdan nasıl ayırt edilebilir?
  • İhtilaf; gidiş tarzıdır, yolun hakikatinde değil.
  • Karanlık bastı, yol kayboldu.
  • Allah yüze ‘bildirici’ demiştir.Peygamber insanları ayırt etme hususunda ‘ insan, sözünde gizlidir’ dedi. Yüzün renginde gönül halinden bir nişan vardır. Bana acı, sevgi kalbinde tut! Kırmızı yüz, sahibinin refah ve saadetine delalet eder, sarı yüz, sahibinin meşakkat ve bela içinde olduğunu bildirir.
  • Kuyunun karanlığı, halkın verdiği karanlıktan daha iyidir. Halkın ayağını tutan, halkla karışıp görüşen; başını kurtaramamış, selamete erememiştir.

  • Bu zahiri vücudun Allah’ın varlığıyla var olduğunu bilmemesi körlüğüne delildir.
  • Öküz kimdir ki sen onun maskarası olasın. Toprak nedir ki sen onun otu olasın.
  • Biz umumiyette aslanlarız ama bayrak üstüne resmedilmiş aslanlar! Onların zaman zaman hareketleri, hamleleri rüzgardandır.
  • Kör değilsen bu körlüğü kendinden bil. Kendine kötü de, başkasına deme!
  • İki parmağını iki gözünün üstüne koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et! Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom, nefsin parmağında.
  • İnsan gözden ibarettir. Geri kalanı bir deridir. Göz de, dostu gören göze derler. İnsan, dostu görmeyince kör olsun, daha iyi.
  • ‘ Korkmayın’ sözü korkanlara sunulan hazır yemektir. Ve bu yemek tam onlara layıktır. Korkusu olmayana nasıl ‘korkma’ dersin? O, derse muhtaç değil ki!
  • Temiz şeyler, temizler içindir; sevgiliyi hoş tut hoşluk gör; incit, incin!
  • İlletli kimse, ne tutarsa illet olur.
  • Denizin altı mı daha hoştur, yoksa üstü mü?

· Şu aslı bil kikimde dert varsa o, koku almış, dermana ermiştir. Kim daha ziyade uyanıksa o daha ziyade dertlidir. Kim işi daha iyi anlamışsa onun benzi daha sarıdır.

  • Bir adam, gözün nuruna bakarsa iki gözün nuru, birbirinden ayırt edilemez.
  • Ey surete tapan! Manayı elde etmeye çalış! Çünkü mana suret tenine kanattır.
  • Kim, Allah’ın olursa Allah onun olur.
  • Aşk ve can… her ikisi de gizli ve örtülüdür.
  • Eğer gönlün bahçesinden cüzü bir zevk ve hal eskilse aklı başında olan kişinin gönlünü, binlerce gam kaplardı.
  • Zaten hangi hoş vardır ki nahoş olmasın? Yahut hangi tavan vardır ki yıkılmamış, yere serilmemiştir.
  • Karanlıklar içinde parlak gönüller çoktur.
  • Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer.
  • Aklın, insanlara ayak kösteği olunca o akıl, akıl değildir.
  • Ey kadın, sen kadın mısın, yoksa hüzün ve keder atası mı?
  • Sen hiç kör için süslendin mi?

  • Ümitsizlik diyarına girme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var.
  • Allah, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve münacatta bulunmak meylini verir. Onun için ağlayan göz ne mübarektir. Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir. Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur. Akarsu neredeyse orası yeşerir; nerede gözyaşı dökülse oraya rahmet nazil olur. İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanında yeşillikler bitsin. Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı… Merhamete nail olmak istersen zayıflara merhamet et…

  • Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet!
  • Dünya nedir? Allah’tan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir.
  • Yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur. Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiçbir şey değildir.
  • Bütün alem cesettir, ilim candır.
  • Üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de mezhebin. Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur.

  • Kadın, Hak nurudur, sevgili değil.
  • Sevgi; insanı kör eder, sağır yapar.
  • Her şeyin suretini bırak, manaya bak.
  • Kendisini göstermeyi süslenip bezenen kişi ister.
  • Halkın savaşı da çocukların savaşı gibidir. Tamamı ile manasız, esassız ve hor!
  • Gönül mü Allah’tır, Allah mı gönül?