15 Nisan 2012 Pazar

Edip Cansever - Cin

 
Tapınırken bulduk kendimizi
O sonsuz geceye
Gece mi, değil mi, bir gece hayaleti mi belki
Dolaştı durdu bizimle
Bütün gün dolaştı durdu ve
Sindi
Büyülenmekten arta kalan bir bitkinliğe.

Sahi, o ölen kimdi.

İlkel bir acı gibi
Düşüverdi ilk bakış gözlerinden
Kaskatı. Ve belirdi sanki yüzünde
Görünürdeki tek şey; daha sonra da olmak
Çıkardı birden şapkasını ve çıkardı şapkasını, şapkasını
Şapka mı, değil mi, bir şapka hayaleti mi belki
Bir bira içti ve vurup gitti kapıyı ardından
Yürüdü, geçti, kuru otlar
Yapraklar yakılan bir caddeyi.

Peki, o ölen kimdi.

Tam o sırada bir dolu bardak cin istemiştin sen
Bir dolu bardak cin, öğle üzeri
Damıtılmış gündüzden
Cin, cin!
Seni bir daha kendine gömen, bir daha
Kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden
Elbette ki güzeldir
İnsanın insana verebileceği en değerli şey
Yalnızlıktır.

Cin bitti.


Sartre Bulantı


".....Seni ilk öptüğüm zamanı hatırlamazsın tabii."

Bir zafer kazanmış gibi, "Hatırlıyorum, çok iyi hatırlıyorum. Thames kıyısında, Kew Bahçeleri'ndeydi," diyorum.


"Ama hiçbir zaman bilmediğin bir şey varsa o da benim dikenler üzerine oturmuş olduğumdu; eteklerim sıyrılmıştı, bacaklarım delik deşik olmuştu, kıpırdasam daha fazla batıyordu. Orada Stoacılık para etmezdi işte. Bana dünyayı unutturmuş değildin, seni öpmek için büyük bir istek de duymuyordum, sana vereceğim öpücük daha çok önemliydi; bir anlaşma, bir bağlantı olacaktı bu. Duyduğum acı ne kadar kaba bir şeydi değil mi? Böyle bir anda bacaklarımı düşünemezdim. Duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu."


.............


"Doğru. nefretin ve, aşkın ve ölümün üzerimize, Kutsal Cuma'nın alev dilleri gibi indiğine inanıyordum. İnsanın nefretle ya da ölümle ışıyabileceğini sanıyordum. Nasıl yanılmışım. Evet, "nefretin" gerçekten var olduğuna, gelip insanlara eklendiğine, onları kendilerinin üzerine yücelttiğine gerçekten inanıyordum. Oysa, nefret edene benden başka, seven benden başka bir şey yok ortada. üstelik şu ben, hep aynı şey; uzayan, bir türlü sona ermeyen bir hamur parçası....Kendine öyle benziyor ki, insanların nasıl olup adlar yarattıklarına, ayrımlar gözettiklerine şaşmamak elden gelmiyor."


Benim gibi düşünüyor. Ondan sanki hiç ayrılmamışım.


"Dinle beni," diyorum." Deminden beri bir şey düşünüyorum ..... Şu anlattıklarının hepsini, ben sana başka sözcüklerle anlatmak için gelmiştim. Doğru bu. Varış noktasında buluştuk. Bundan ne kadar hoşlandığımı anlatamam."


Tatlı ve inatçı bir halle, "Ya, demek öyle?" diyor. "Değişmemiş olman daha hoşuma gidecekti. Bu daha uygun olurdu. senin gibi değilim ben. Bir başkasının benimle aynı şeyleri düşündüğünü görmek hoşuma gitmez. Aldanıyorsun sanırım."

 

Sartre - Bulantı

sy 204

8 Nisan 2012 Pazar

Fil Adam


kusurlu olmayı seviyorum
uğraşacak bir şeylerim var hala diyorum

ve ben kusurlu olmanızı da diliyorum 
uğraşsın herkes sadece kendisiyle diye.

La Haine

Bu elli katlı bir binadan düşen adamın öyküsüdür. Adam düşerken kendini rahatlatmak için sürekli şöyle demektedir: Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda... Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.

R. M. Rilke - İşçileriz Biz

  


 İşçileriz biz; çırak, kalfa, usta, her çalışan;
Kurarız seni, ulu katedral, beraber.
Ağır başlı bir yolcu gelir bazen.
Geçer pırıltı gibi ruhlarımızdan,
Gösterir bize titreyerek yeni bir hüner.
Sallanan iskeleye tırmanırız,
Sarkar çekiçler ağır, ellerimizden
Ta ki bir saatle öpülür alınlarımız,
Parlak bir saat, her şeyi bilen; anlarız,
Senden gelir, yel eser gibi denizden
Derken nice bin çekiçten bir gürültü ağar,
Öter vuruş üstüne vuruş dağlarda bütün.
Salarız seni, ancak kararınca gün:
Ve belirli çevre çizgilerin doğar.
Tanrı, büyüksün
Sen ne yaparsın, Tanrı, ben ölünce?
Testin olan ben kırılıp dökülünce?



  
 R.M. Rilke
 Yedinci Mühür'ün  temelini oluşturan Rilke şiiridir.


Van Gogh Görememek

“... ama işte, her gün yaşadığımız günlük, gerçek yaşamı tek yönlü bir tren yolculuğu haline getiren de bu bilmeme duygusunun ta kendisi... Hızla ilerliyorsun, ama hiçbir nesneyi yakından ayırdedemiyorsun ve en önemlisi, lokomotifi göremiyorsun...”
Vincent Van Gogh

Yere batsın felsefe!

"Yine mi "sürgün"? Yere batsın felsefe! Felsefe bir Juliet yaratamadıkça, yerinden sökemedikçe bir şehri, prensin yargısını değiştirmedikçe, neye yarar? Yeter fazla söyleme..."


Romeo & Juliet  Shakespeare

Yedinci Mühür

 Bu benim elim. Hareket ettirebiliyorum. Kanım damarlarımda akıyor. Güneş tepemizde parlıyor. Ve ben, Antonius Block… Ölüm’le satranç oynuyorum!
- Tanrının kendini göstermesini, benimle konuşmasını istiyorum. Karanlıkta ona sesleniyorum ama sanki hiç kimse yok.
+ Belki de kimse yoktur.
- O halde yaşam korkunç bir şey.  Her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz.
+ Çoğu insan ne ölümü ne de yaşamın hiçliğini düşünür.
- Ama bir gün hayatın sonlarında karanlıkla yüzleşmeleri gerekecek.
+ O gün…
- Korkumuzdan bir imge yaratır ve sonra o imgeye tanrı adını veririz.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Pantolonlu Bulut - Vladimir Mayakovski


Pelteleşmiş beyninizdekirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi


hayal kuran düşüncenizi
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim
dalga geçeceğim geberesiye küstah ve zehir dilli.


Tek bir ak saç yok ruhumda
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı
yirmi iki yaşında.


Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar onu trampete yükler.
Fakat tersyüz edebilir misiniz kendinizi benim gibi
Öyle ki dudaklar kalsın ortada salt dudaklar!


Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı
kibirli patiskadan ve melek soylu memur karısı.


Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...


İster misiniz
ten kudurtsun beni


- ve gök gibi renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım sevecen olayım ki öylesine
hani erkek değil de pantolonlu bir bulut desinler bu!


İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...


Vladimir Mayakovski


Neye benziyoruz


"Bunalıyoruz çocuk bunalıyoruz. Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini alıyoruz..."
 Şükrü Erbaş

Düşlerine sığınanlara



İyi bir düşçü asla uyanmaz.
 
Fernando Pessoa

6 Nisan 2012 Cuma

Pi





Filmin Konusu: Max, sosyal hayatı neredeyse hiç olmayan, matematik konusunda dahi bir bilgisayar uzmanıdır. Neredeyse tüm zamanını ev yapımı süper bilgisayarı "Euclid"in başında geçirmektedir. Max'e göre üç temel prensip vardır: 1- Matematik doğanın dilidir. 2- Her şey rakamlarla ifade edilebilir ve anlaşılabilir. 3- Doğada bazı kalıplar vardır. Max'in amacı da bilgisayarı yardımıyla doğadaki bu kalıplara ulaşmaktır.

Çalışmaları sırasında 216 haneli gizemli bir sayı ile karşılaşır. Yahudi bilimadamları Tanrı'nın isminin 216 haneli bir sayıdan meydana geldiğini düşünmektedirler. Tanrı'ya inanmayan Max, akıl hocası Sol'a danışır ve onun da Pi sayısını araştırırken 216 haneli bir sayı ile karşılaştığını öğrenir. Hocası Sol'un aksi yöndeki tüm ısrarlarına rağmen, Max her ne pahasına olursa olsun bu sayının sırrını çözmek istemektedir.

Toplum bir dert değil felakettir - Cioran

Toplum bir dert değil felakettir; içinde yaşayabilmemiz ne enayi bir mucize! Onu kızgınlıkla kayıtsızlık arasında kalarak seyreylediğimizde, yapısını hiç kimsenin yıkamamış olması, iyilik yanlısı ümitsiz ve edepli zihinlerin şimdiye kadar onu kazıyıp temizlememiş olması açıklanamaz bir şeydir.

E. M. Cioran
Gecenin karanlığı toplumun karanlığından daha iyidir. 
Hz. Mevlana

Down By Law


Eğer bakışlar öldürebiliyorsa,
ben şu anda öldüm demektir.


Ben çığlık atıyorum,
sen çığlık atıyorsun,
hepimiz çıldırmak için
çığlık atıyoruz.

  


Tom Waits

Farklılaşmaya Çalışırken Aynılaşmak


ama herkes ki kendisi olsun
sonra herkes kendisi olsun
bir gün herkes kendisi olsun
edip cansever

‎Güvenme ona; sana sırtını dönse de, çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü yine sana bakmaktadır.

Maldoror 2. Şarkı

Görkemli Kaybedenler - Leonard Cohen


Değişiyorum.
Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.


Tek bir heceyi bile atlamadı ve mırıldandığı sözcükleri sevdi çünkü söyledikçe çıkardığı seslerin değiştirğini ve her değişimin bir geridönüş ve her geridönüşün de bir değişim olduğunu gördü.



Değişiyorum.
Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Bu bir maskeler dansıydı ve her maske mükemmeldi çünkü her maske gerçek bir yüz ve her yüz gerçek bir maskeydi ve böylece yalnızca bir maske ve tek bir gerçek yüzün olduğu danstan ötede ne maske ne yüz kalıyordu ve bu, tekrar tekrar, kendi kendine değişen isimsiz bir şeydi. Sabah olduğunda, şarkı söyleyenler kabuktan yapılma çalgılarını daha yavaş sallamaya başladılar. Şafak sökerken giysiler toplanmaya başladı. Aşıklar fabrikasında gece vardiyası bitmişti; kolları birbirlerinin beline ve omzuna sarılmış aşıklar, puslu yeşil bir sabaha doğru çıkarken, dizlerinin üzerine çökmüş yaşlı adam imanını ve tedavisinin tamamlandığını ilan ediyordu. Catherine de onların arasında yatmıştı ve kimse fark etmeden, yine onlarla beraber çıktı.


görkemli kaybedenler - leonard cohen

Karşıt çıkarcılık



"hepimiz çalışmayacak duruma gelmek için çalışıyorduk ama biri çalışmayacak olursa kızıyorduk ona."









cesare pavese
yalnız kadınlar arasında

Albert Camus / Yaz


 Yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır?

Yumuşacıklığı uzayan kimi geceler, evet, onların bizden sonra da karaya ve denize geleceklerini bilmek ölmeyi kolaylaştırır. Her zaman sürülmüş, her zaman el değmemiş, büyük deniz, geceyle dinim! Bizi yıkar, verimsiz izlerinde doyurur, bizi kurtarır ve ayakta tutar. Her dalgada, bir vaat, hep aynı. Dalga ne söyler? Yerimi kimseler bilmeden, soğuk dağlar arasında, yakınlarımca yadsınmış, gücümün sonuna gelmiş durumda ölmem gerekseydi, deniz son anda, hücremi doldurur, beni kendi kendimin üstünde tutar, kinsiz ölmeme yardım ederdi.

Gece yarısı kıyıda yalnız başımayım. Biraz daha bekleyip gideceğim. Göğün kendisi de kazaya uğramış, tüm yıldızlarıyla birlikte, şu saatte, tüm dünyada, ateşler içinde, limanların karanlık sularını aydınlatan şu şilepler gibi. Uzam ve sessizlik yüreğin üstüne tüm ağırlığıyla çöküyor. Birden bastıran bir aşk, bir büyük yapıt, belirleyici bir edim, dönüştüren bir düşünce, kimi anlarda aynı katlanılmaz sıkıntıyı verir, karşı konulmaz bir çekimle bilikte. Güzelim var olma bunalımı, adını bilmediğimiz bir tehlikenin çok hoş bir yakınlığı,
yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır? Yeniden, durup dinlenmeden, yıkımımıza koşalım.

Hep açık denizde, tehlike içinde, krallara yaraşır bir mutluluğun göbeğinde yaşıyormuşum gibi gelmiştir bana.

-1953-

Albert Camus
/ Yaz




Boşa Hayal Kurmak


Yine camın anlaşılmaz gerçekliğine çarpan sineğin hikayesi söz konusu sanki.

Yazmak mutsuzluktur

"Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz.
bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan
ve bana bu yeryüzünü cehennem eden
bu yazmak eyleminden kurtulduğum,
mutlu olduğum bir tek şey var: resim yapmak."


İlhan Berk