10 Mayıs 2012 Perşembe

Çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buralardan


Çıplak olarak ölü bulunduğunda Romy Schneider’ın avucunda sıkışmış bir kağıt parçasından babası Wolf Albach-Retty’nin bir zamanlar kendisine yazıp bir yaş gününde hediye ettiği şu sözler okunuyordu:

- Çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buralardan, çünkü sadece senin olan tek şeydir o!

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Benim küçük vahşi ayıcığım


“Benim küçük vahşi ayıcığım, [...] Yunancam konusunda beni birazcık da olsa kutlamamana üzülüyorum. Eğitimimi övecek küçük bir paragraf ayırabilirdin. Ama siz, sayın Hegelciler, hiçbir şeyi, mükemmel olsa bile, sizin bakış açınıza tam olarak uygun değilse asla kabul etmiyorsunuz. Bu yüzden alçakgönüllü olmalı ve kendi başarılarımla yetinmeliyim. [...] Demek şimdi siyasetle de ilgileniyorsun! Bu olabilecek en riskli şey. Sana sadece Vale faveque diyebilirim, çünkü sana iki satır yazmamı bile istememişsin. [...] Bu kadar hasta olmasaydım, çoktan valizimi hazırlamış yanına geliyor olurdum. [...] Geceleri uykusuz, seni düşünüyorum ve tüm dualarımı sana yolluyorum... Benim sevgili Karl’ıma uçup gitsin diye her bir parmağıma bir öpücük konduruyorum; aşkımın suskun nişaneleri olmasınlar, ona aşkın gizli ve tatlı, içten sözlerini mırıldansınlar... Hoşça kal, biricik sevgilim... Hoşça kal küçük Tren. Hoşça kal benim sevgilim. Seninle mutlaka evleneceğim, değil mi?”

jenny von westphalen'den 10 ağustos 1841'de nişanlısı karl marx'a yazılmış mektuptan bir parça bu. bir kaç gün önce nişanlılar nihayet başbaşa görüşme olanağı bulabilmişlerdir. jenny'nin annesi yanlarında jenny'nin erkek kardeşi edgar'ın da bulunması şartıyla bu görüşmeye izin verir. jenny, o görüşmenin mutluluğuyla yazar bu mektubu. o yıllarda jenny 27 marx 23 yaşındadır. -jacques attali, karl marx evrensel zihin, turkuvaz y.-

27 Nisan 2012 Cuma

Okurların yalnızlık hissinin sebebi


"edebiyatçıların eseri kalır, okuyucu ise ölür... okudukça zevkleriniz incelir, daha tuhaf, daha rafine kitaplara, yazarlara el atmaya başlarsınız, bu meşgale sırasında muhtemelen hayat gailesi bakımından dibe doğru kaymaktasınızdır... okuduklarınızı, müstesna olduğunu düşündüğünüz satırları birilerine anlatmak istersiniz, zira şahsa mahsusun hazzı kısa sürer, ömrü uzun olan paylaşmaktır... fakat ortalığı herzamanki gibi kaba saba kelimeler, düşük cümleler işgal etmiştir, o gürültüde kimse sizi duymaz... okumak hem bir hayat başarısızlığının, ki unutmayın okumak mağlupların işidir, hem de derin bir yalnızlık hissinin sebebi olup çıkmıştır... okuduğumuz onca kitabıi hayatınızı yatırdığınız o zorlu ve hassas meşgaleyi mezara götüreceğinizden korkmaya başlarsınız... ve siz de bilirsiniz ki yalnız ölmek zordur, arkanızda mutlaka bir kaç müttefik, bir kaç şahit bırakmak istersiniz..."

Murat Uyurkulak
Bazuka

25 Nisan 2012 Çarşamba

7 Fotoğraf 7 Yorum


İzlediğiniz muazzam siyah beyaz fotoğraf Sebastião Salgado isimli fenomen fotoğrafçının giriştiği uzun soluklu fotoğraf projelerinden birin olan ve Salgado’nun 2004′ten bu yana üzerinde çalıştığı ‘Genesis’ten bir kare.

Fotoğrafın çekildiği yer ABD’nin Alaska eyaletindeki bir ulusal park.
 



İzlediğiniz fotoğraf Chris Jordan’ın Pasifik Okyanusu’nun tam ortasında, en yakın kıtaya uzaklığı 3,200 kilometre olan Midway Adası’nda yürüttüğü bir belgesel projesinden.

 Yerde yatan Albatros yavrusunun katili okyanus yüzeyinde dolaşan atıklar. Bu yavru, ebeveynlerinin yiyecek sanarak denizden topladığı plastik kapaklar ile besledikleri ve açlıktan ölen binlerce albatros yavrusundan sadece birisi.
 

İzlediğiniz fotoğraf Philippe Halsman’ın meşhur Dali Atomicus eseri. Fotoğrafta yer alan kişi de sürrealist ressam Salvador Dali’den başkası değil.

Halsman’ın insanları zıplarken fotoğraflamakla ilgili sözlerine değinmek gerek: “Birisinde
n zıplamasını istediğinizde, tüm ilgisi zıplama eyleminin kendisine yoğunlaştığı için düşen maskelerin ardından gerçek kendisi ortaya çıkıyor”.

Salvador Dali’nin fotoğrafa yansıyan çocuksu ifadesi de, Halsman’ın hipotezini doğrular nitelikte.


İzlediğiniz fotoğraf 1900′lü yılların başında, Belçika Kralı II. Leopold’un Afrika’daki sömürgelerinden biri olan Kongo’da, bir din adamı tarafından gizlice çekilmiş.

Fotoğraftaki adam, kendisi gibi köle olan ve yeterince kauçuk toplayamad
ığı için cezalandırılan 5 yaşındaki kızının kesilen sol eli ve sağ ayağına bakıyor. Bu korkunç fotoğraf 1885 ve 1908 yılları arasında Kral Leopold’un Afrika’daki hakimiyeti süresince işlenen 5 milyon cinayet ve sayısız işkenceden sadece birisinin tanığı ve Kral Leopold’un, Afrika’da sahip olduğu topraklardan elini çekmesi ile sonuçlanan medya tepkisini başlatan belgelerden birisi.
 

Elliott Erwitt izlediğiniz fotoğrafı 1950 yılında Kuzey Karolayna’da çekmiş. Soldaki çeşmenin üzerinde “Beyaz”, sağdakinin üzerinde ise “Renkli” yazıyor. Beyazlara mahsus olan çeşmenin sağdakinden farkını gözden kaçırmak imkansız.

Adını fotoğraf tarihine çektiği ironik ve absürd fotoğraflarla yazdırmış olan Elliott Erwitt’in bu fotoğrafı, ABD’deki ırkçılığı en çarpıcı şekilde ifade eden, en kalp kırıcı eserlerinden biri.
 

 İzlediğiniz fotoğraf James Nachtwey’den. Nachtwey’in fotoğrafladığı kişi, 1994 yılında Ruanda’da gerçekleşen ve sadece bir ay içerisinde Hutu’ların 1 milyondan fazla Tutsi’yi öldürüldükleri soykırımdan sağ kalan bir Tutsi.


Bob Strong’un 2010 yılında Afganistan’da çektiği fotoğraf, insan olma deneyimini katlanılmaz hale getiren bir olayı resmediyor.

Birden bire doğrulup güneşte yanmış yüzüne kıyasla bembeyaz kalmış bedenini apar topar örtecek gibi görünen kişi, hayata gözlerini yalnızca dakikalar önce yummuş, kendi halinde bir Afgan köylüsü.

19 Nisan 2012 Perşembe

Cem Karaca - Gazel



Güneş Doğmuştur

Saatler dakikaları
Vurmuşlar da sırtına
Yıllara doğru koşuyorlardı
Ömür dediğimizi eksilterek
İnce ince eksiliyorduk
Eksiliyordum
Eksiliyordun
Ve sen uyuyordun

Sana seni
Sana beni
Sana bizi anlatıyordum
Ve çıkarmıştım gözlüklerimi
Göremiyordum
Ve sen uyuyordun
Ehh
İyi uykular be bidanem.

 
XXXVII

Genelde geceleri dalar insan
Kurar kızar öfkelenir
Hele bir de yalnızsa
Eli telefona giden
Ancak bu gece
Ne sen varsın ne telefon
Kurdum kızgınım öfkeliyim
Ne sen varsın ne telefon.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Bir sözcüğün ölümü demek



Bir sözcüğün ölümü demek, dünyamızın daha bir kısırlaşması,
kemikleşmesi, yoksullaşması demektir.
Giderek de yokolması...


İlhan Berk

N. F. Kısakürek - Geçen Dakikalarım

Kimbilir nerdeseniz,
Geçen dakikalarım?
Kimbilir nerdesiniz?

Yıldızların korkarım,
Düştüğü yerdesiniz;
Geçen dakikalarım?

Acaba tütsü yaksam,
Görünür mü yüzünüz?
Acaba tütsü yaksam?

Siz benim yüzümsünüz
Eğilip suya baksam,
Görünür mü yüzünüz?

Gitti bütün güzeller;
Sararmış biri kaldı,
Gitti bütün güzeller.

Gün geldi saat çaldı,
Aranızda verin yer;
Sararmış biri kaldı!..

1930



15 Nisan 2012 Pazar

Edip Cansever - Cin

 
Tapınırken bulduk kendimizi
O sonsuz geceye
Gece mi, değil mi, bir gece hayaleti mi belki
Dolaştı durdu bizimle
Bütün gün dolaştı durdu ve
Sindi
Büyülenmekten arta kalan bir bitkinliğe.

Sahi, o ölen kimdi.

İlkel bir acı gibi
Düşüverdi ilk bakış gözlerinden
Kaskatı. Ve belirdi sanki yüzünde
Görünürdeki tek şey; daha sonra da olmak
Çıkardı birden şapkasını ve çıkardı şapkasını, şapkasını
Şapka mı, değil mi, bir şapka hayaleti mi belki
Bir bira içti ve vurup gitti kapıyı ardından
Yürüdü, geçti, kuru otlar
Yapraklar yakılan bir caddeyi.

Peki, o ölen kimdi.

Tam o sırada bir dolu bardak cin istemiştin sen
Bir dolu bardak cin, öğle üzeri
Damıtılmış gündüzden
Cin, cin!
Seni bir daha kendine gömen, bir daha
Kendine gömdükçe de bir önceki acı yenisinden
Elbette ki güzeldir
İnsanın insana verebileceği en değerli şey
Yalnızlıktır.

Cin bitti.


Sartre Bulantı


".....Seni ilk öptüğüm zamanı hatırlamazsın tabii."

Bir zafer kazanmış gibi, "Hatırlıyorum, çok iyi hatırlıyorum. Thames kıyısında, Kew Bahçeleri'ndeydi," diyorum.


"Ama hiçbir zaman bilmediğin bir şey varsa o da benim dikenler üzerine oturmuş olduğumdu; eteklerim sıyrılmıştı, bacaklarım delik deşik olmuştu, kıpırdasam daha fazla batıyordu. Orada Stoacılık para etmezdi işte. Bana dünyayı unutturmuş değildin, seni öpmek için büyük bir istek de duymuyordum, sana vereceğim öpücük daha çok önemliydi; bir anlaşma, bir bağlantı olacaktı bu. Duyduğum acı ne kadar kaba bir şeydi değil mi? Böyle bir anda bacaklarımı düşünemezdim. Duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak gerekiyordu."


.............


"Doğru. nefretin ve, aşkın ve ölümün üzerimize, Kutsal Cuma'nın alev dilleri gibi indiğine inanıyordum. İnsanın nefretle ya da ölümle ışıyabileceğini sanıyordum. Nasıl yanılmışım. Evet, "nefretin" gerçekten var olduğuna, gelip insanlara eklendiğine, onları kendilerinin üzerine yücelttiğine gerçekten inanıyordum. Oysa, nefret edene benden başka, seven benden başka bir şey yok ortada. üstelik şu ben, hep aynı şey; uzayan, bir türlü sona ermeyen bir hamur parçası....Kendine öyle benziyor ki, insanların nasıl olup adlar yarattıklarına, ayrımlar gözettiklerine şaşmamak elden gelmiyor."


Benim gibi düşünüyor. Ondan sanki hiç ayrılmamışım.


"Dinle beni," diyorum." Deminden beri bir şey düşünüyorum ..... Şu anlattıklarının hepsini, ben sana başka sözcüklerle anlatmak için gelmiştim. Doğru bu. Varış noktasında buluştuk. Bundan ne kadar hoşlandığımı anlatamam."


Tatlı ve inatçı bir halle, "Ya, demek öyle?" diyor. "Değişmemiş olman daha hoşuma gidecekti. Bu daha uygun olurdu. senin gibi değilim ben. Bir başkasının benimle aynı şeyleri düşündüğünü görmek hoşuma gitmez. Aldanıyorsun sanırım."

 

Sartre - Bulantı

sy 204

8 Nisan 2012 Pazar

Fil Adam


kusurlu olmayı seviyorum
uğraşacak bir şeylerim var hala diyorum

ve ben kusurlu olmanızı da diliyorum 
uğraşsın herkes sadece kendisiyle diye.

La Haine

Bu elli katlı bir binadan düşen adamın öyküsüdür. Adam düşerken kendini rahatlatmak için sürekli şöyle demektedir: Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda... Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.

R. M. Rilke - İşçileriz Biz

  


 İşçileriz biz; çırak, kalfa, usta, her çalışan;
Kurarız seni, ulu katedral, beraber.
Ağır başlı bir yolcu gelir bazen.
Geçer pırıltı gibi ruhlarımızdan,
Gösterir bize titreyerek yeni bir hüner.
Sallanan iskeleye tırmanırız,
Sarkar çekiçler ağır, ellerimizden
Ta ki bir saatle öpülür alınlarımız,
Parlak bir saat, her şeyi bilen; anlarız,
Senden gelir, yel eser gibi denizden
Derken nice bin çekiçten bir gürültü ağar,
Öter vuruş üstüne vuruş dağlarda bütün.
Salarız seni, ancak kararınca gün:
Ve belirli çevre çizgilerin doğar.
Tanrı, büyüksün
Sen ne yaparsın, Tanrı, ben ölünce?
Testin olan ben kırılıp dökülünce?



  
 R.M. Rilke
 Yedinci Mühür'ün  temelini oluşturan Rilke şiiridir.


Van Gogh Görememek

“... ama işte, her gün yaşadığımız günlük, gerçek yaşamı tek yönlü bir tren yolculuğu haline getiren de bu bilmeme duygusunun ta kendisi... Hızla ilerliyorsun, ama hiçbir nesneyi yakından ayırdedemiyorsun ve en önemlisi, lokomotifi göremiyorsun...”
Vincent Van Gogh

Yere batsın felsefe!

"Yine mi "sürgün"? Yere batsın felsefe! Felsefe bir Juliet yaratamadıkça, yerinden sökemedikçe bir şehri, prensin yargısını değiştirmedikçe, neye yarar? Yeter fazla söyleme..."


Romeo & Juliet  Shakespeare

Yedinci Mühür

 Bu benim elim. Hareket ettirebiliyorum. Kanım damarlarımda akıyor. Güneş tepemizde parlıyor. Ve ben, Antonius Block… Ölüm’le satranç oynuyorum!
- Tanrının kendini göstermesini, benimle konuşmasını istiyorum. Karanlıkta ona sesleniyorum ama sanki hiç kimse yok.
+ Belki de kimse yoktur.
- O halde yaşam korkunç bir şey.  Her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz.
+ Çoğu insan ne ölümü ne de yaşamın hiçliğini düşünür.
- Ama bir gün hayatın sonlarında karanlıkla yüzleşmeleri gerekecek.
+ O gün…
- Korkumuzdan bir imge yaratır ve sonra o imgeye tanrı adını veririz.

7 Nisan 2012 Cumartesi

Pantolonlu Bulut - Vladimir Mayakovski


Pelteleşmiş beyninizdekirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi


hayal kuran düşüncenizi
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim
dalga geçeceğim geberesiye küstah ve zehir dilli.


Tek bir ak saç yok ruhumda
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı
yirmi iki yaşında.


Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar onu trampete yükler.
Fakat tersyüz edebilir misiniz kendinizi benim gibi
Öyle ki dudaklar kalsın ortada salt dudaklar!


Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı
kibirli patiskadan ve melek soylu memur karısı.


Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...


İster misiniz
ten kudurtsun beni


- ve gök gibi renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım sevecen olayım ki öylesine
hani erkek değil de pantolonlu bir bulut desinler bu!


İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...


Vladimir Mayakovski


Neye benziyoruz


"Bunalıyoruz çocuk bunalıyoruz. Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini alıyoruz..."
 Şükrü Erbaş

Düşlerine sığınanlara



İyi bir düşçü asla uyanmaz.
 
Fernando Pessoa

6 Nisan 2012 Cuma

Pi





Filmin Konusu: Max, sosyal hayatı neredeyse hiç olmayan, matematik konusunda dahi bir bilgisayar uzmanıdır. Neredeyse tüm zamanını ev yapımı süper bilgisayarı "Euclid"in başında geçirmektedir. Max'e göre üç temel prensip vardır: 1- Matematik doğanın dilidir. 2- Her şey rakamlarla ifade edilebilir ve anlaşılabilir. 3- Doğada bazı kalıplar vardır. Max'in amacı da bilgisayarı yardımıyla doğadaki bu kalıplara ulaşmaktır.

Çalışmaları sırasında 216 haneli gizemli bir sayı ile karşılaşır. Yahudi bilimadamları Tanrı'nın isminin 216 haneli bir sayıdan meydana geldiğini düşünmektedirler. Tanrı'ya inanmayan Max, akıl hocası Sol'a danışır ve onun da Pi sayısını araştırırken 216 haneli bir sayı ile karşılaştığını öğrenir. Hocası Sol'un aksi yöndeki tüm ısrarlarına rağmen, Max her ne pahasına olursa olsun bu sayının sırrını çözmek istemektedir.

Toplum bir dert değil felakettir - Cioran

Toplum bir dert değil felakettir; içinde yaşayabilmemiz ne enayi bir mucize! Onu kızgınlıkla kayıtsızlık arasında kalarak seyreylediğimizde, yapısını hiç kimsenin yıkamamış olması, iyilik yanlısı ümitsiz ve edepli zihinlerin şimdiye kadar onu kazıyıp temizlememiş olması açıklanamaz bir şeydir.

E. M. Cioran
Gecenin karanlığı toplumun karanlığından daha iyidir. 
Hz. Mevlana