13 Eylül 2012 Perşembe

Tembellik Hakkı

(Sırp Marica Kicusic'in
yorumuyla yedi ölümcül günah - Tembellik)
* Bugün, uçuk renkli cılız çiçekler misali, solgun tenli, bozuk mideli, kolu budu tutmaz olan fabrika kızlarımız ve kadınlarımız var!... Sağlam zevkler tatmamışlar hiç ve bu konuda yüzlerini güldürecek hiçbir şey söyleyemezler! – Ya çocuklar? Çocuklara 12 saat çalışma! Gözün çıksın yoksulluk!

* Filozoflar, hiç çalışmadan para pul, han hamam edinmek için yoksullara iş verenlere, insansever diye alkış tutuyorlar. Bir köyün orta yerinde bir fabrika kurmaktansa, oraya veba tohumları saçmak, su kaynaklarını zehirlemek daha iyidir. Fabrika işçiliğini başlatın, ne neşe kalır orada, ne sağlık, ne de özgürlük. Yaşamı güzel ve yaşanmaya değer yapan ne varsa, hepsi gitti gider.

Ekonomi uzmanları da, işçilere “ toplumsal zenginliği artırmak için çalışın!” deyip duruyorlar hep.
Ama, bir başka ekonomist, Destut de Tracy, onlara şöyle yanıt veriyor:
“Yoksul uluslarda halkın rahatı yerindedir. Zengin uluslardaysa, halk, genellikle yoksuldur.”

* Anglikan Kilisesi rahibi saygıdeğer Townshend, Hıristiyan hoşgörüsü adına şunları söylüyor boyuna: “Çalışın, gece gündüz demeden çalışın! Çalışarak yoksulluğunuzu arttırırsınız, sizin yoksulluğunuz da, yasa gücüyle sizleri zorla çalıştırmaktan kurtarır bizi.

* Üretici, üretme kredisi bulduğu sürece, çalışma kudurganlığının dizginlerini koyverdi mi,  işlenecek ham madde sağlamak için habire borçlanır da borçlanır. Piyasanın boğazına kadar dolup taştığını; mallar bir türlü satılmayınca da, bono vadelerinin dolacağını düşünmeksizin, durmadan üretir de üretir. Kuyruğu sıkışınca da gidip Yahudi’ye yalvarır, ayaklarını kapanır, kanını, onurunu ayaklar altına atar.

* İnsan Hakları’ndan binlerce kere daha kutsal olan Tembellik Hakkı’nı ilat etmeli; günde üç saatten çok çalışmamaya kendini zorlamalı, günün ve gecenin geri kalan saatlerinde tembellik etmeli ve tıka basa yemeli.

*sosyete kadınları, acının acısı bir yaşam sürüyorlar. Terzi kadınların didine çırpına yaptıkları o perilere yaraşır tuvaletleri deneyip değerlendirmek için, sabah akşam, bir giysiyle bir başkası arasında mekik dokuyorlar. Saatlerce, saçlarını enselerinde toplatıp topuz yaptırma tutkularını, her ne pahasına olursa olsun doyurmaya çalışan usta berberlere teslim eden, o içi boş kafalılar. Korselerinin içinde sıkışıp kalmış, kunduraları içinde ayakları büzüşmüş, bir itfaiyecinin yüzünü kızartacak denli açık saçık bir kıyafetle, yoksullar için birkaç metelik toplamak amacıyla, gecelerce balolarda fır dönüp dururlar. Sevsinler sizi.

* Ürettiğimiz tüm mallar, sürümleri kolay olsun ama çok dayanmasın  diye, bile bile üstünkörü yapılıyor.
Ürünlerin nitelikleri dolayısıyla insanlığın ilk dönemlerine taş devri, bronz devri deniliyorsa, bizim çağımıza da kalpazanlar çağı denilecektir.


Tembellik Hakkı Paul Lafargue

9 Eylül 2012 Pazar

Öğretmen olmak kolay değil



Kelimelerin kökenini inceleyen bilim çok ilgimi çektiği halde, o konunun uzmanı değilim. Ancak, Türk Dil Kurumu’nun kelime üretiminde kullandığı eklerden (cicı-cucü) ekleri ile (man-men) eklerine bir türlü ısınamamışımdır.

Sütçü; süt satan adam, kalaycı; kalay yapan kimse, simitçi; simit satan adam ve buna benzer oduncu, kömürcü, yoğurtçu. Buraya kadar tamam. Bir de şunlar var: solcu, sağcı, ülkücü, devrimci. Anladığım kadarıyla, o tarafı tutan, o yolda giden bir anlam veriyor. Birinci grup onu satıyor, ikinci grup yolunda gidiyor. Bu iki münasebetsiz anlam farkından dolayı ‘’Atatürkçü’’ ifadesinden hiç hoşlanmam. İkinciyi gösterip, birinciye oynuyormuşuz gibi beni ürkütür. Ben şahsen Atatürkçü değilim, Atatürk taraftarıyım.

Gelelim ‘’öğrenci’’ kelimesine. Bence bu, ‘’ci’’ değil, ‘’ici’’ eki gerektiren bir kelimedir: öğrenci. Yani; binici, eğitici, öğretici, aydınlatıcı kelimelerinde olduğu gibi, o işi yapan anlamına gelen ek. Yanılıyorsam söylesinler, yanılmıyorsam bu ayıplarını düzeltsinler.

İngilizce’de ‘’adam, insan’’ anlamına gelen ‘’man’’ kelimesinin Türkçe’de bazı kelime sonlarına eklenerek ‘’o işi yapan kişi’’ anlamına getirdiğini görüyoruz; tercüman, çevirmen, okutman, öğretmen. Eski Aramice dilinde de bu son eke rastlıyoruz. Eski Türkler oradan almış olabilirler. Arapça’da tercüme etmek fiillerinin sonuna getirerek ‘’öğretmen, okutman’’ yapmışız. Yani, bu kutsal mesleği saygın zamanlarında,o kişilere ‘’muallim’’ bir konuda derin ve kendine özgü bilgisi olup, bu bilgiyi öğreten saygın kişinin ünvanıydı. Talebe ise, bu bilgiyi almaya istek gösteren kişiydi.

Bu mesleğin saygınlığı fedakarlığından gelir. Hayatınızı bilim ve öğretime adadıysanız, para kazanmayı ikinci plana atmak, bütün varlığınızı o mesleğe adadınız demektir. Görünce ayağa kalkıp, saygı gösterilmesi biraz da bundandır. O bir sanatçıdır. Babadan servet kazanmadıysa, bu meslek insanı zengin etmez. Bilim öğreterek refah içerisinde yaşayamazsınız. Bu mesleği seçenler bunu baştan kabul etmiş demektir. Mesleğin saygınlığını devam ettirmek bizim görevimizdir. Gerçek bir öğretim üyesine Türk insanı kadar saygı gösteren bir toplum düşünülemez. Ancak, elinizi vicdanınıza koyun, sınıf geçirmek için maddi menfaat bekleyen, birbirine özel öğrenci transfer eden, komisyon alabilmek için veliye gereksiz kitaplar aldıran, sınıfta öğretmediği konuları ödev olarak yükleyerek iş yaptığını zanneden, mesleğinde ilerlemeyen, didinmeyen, öğrenciyi her şeyden çok sevmeyen, öğrencinin yaşamında iz bırakmayan ama bu sıfatla maaş alan bazı insanlar, neyse ki henüz azınlıktadır. Bu kişiler toplumdan sevgi ve saygı bekleyemezler.

 Eğitim çok önemli diye diye bu hale geldik - UĞUR DOĞRUGÜVEN
Armoni yay. İstanbul, Mayıs 2003

Eğitim çok önemli diye diye ne hale geldik

 
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Hatalı Tutumları


Politik nedenlerle, veliye hoş görünmek için sınıf geçme şartları devamlı kolaylaştırılmış, öğrenciler yarım yamalak bilgilerle lise mezunu yapılarak üniversite kapılarını yığılmıştır.

Sınıf geçme ve mezun olma şartları kolaylaştıkça eğitim kalitesi düştüğünden, okullar iki satırlık dilekçe yazmaktan bile aciz mezunlar ihraç eder duruma düşmüştür.

İyi yetişmemiş lise mezunları ile eğitim yapmak zorunda kalan üniversiteleri bitiren öğrenciler, uluslar arası ölçülerin çok altında, özellikle mesleki uygulama yeteneği kazanmamış mezunlar oldukları için hayata atılınca apışıp kalmaktadır.

Henüz hayatında borç senedi görmemiş iktisat mezunları, eline mala almamış inşaat mühendisleri, daha bir makineye el değdirmemiş makine makine mühendisleri mesleklerini ancak mezuniyetten sonra çalıştıkları işyerlerinde öğrenebilmektedirler.

Eğitim kadroları, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki öğrenme heyecan ve isteklerini kaybetmiş; öğretmenler, kutsal ideallerinden uzaklaşmışlardır.

Eğitimde gerileme, öğretmen kalitesinde de düşüşlere sebep olmuş, nitelikli öğretmen sayısı gittikçe azalmıştır.

Okullar, insan işleyen fabrikalar gibidir. Sonuçta yetişmiş insan olarak ürün verirler. Bir fabrika kurarken, ne imal edebileceği ve ürünün nitelikleri önceden saptanır, imalat bu plana göre yapılır. Bizde öyle bir şey yoktur. Eğitim Bakanlığı, mesela bir lise mezununun tarifini yapmamıştır. Acaba liseyi bitiren bir öğrencinin nitelikleri ne olmalıdır?

Kısaca sayarsak:
a)      Doğru dürüst yazı yazabilmelidir. Aslında bir Türk Milli Yazı Karakteri oluşturulmalı ve öğrenciler bu yazıyı yazabilmelidir.Gelişmiş ülkelerde, bir Alam elyazısı karakteri vardır, bir İngiliz veya İsveç yazı karakteri vardır. Liseyi bitiren öğrencilerin yazısı öyle olur. Bizde üniversite mezunu olduğu halde yazısı iğrenç derecede çirkin olan insanların sayısı daha da çoktur. Bu, eğitim sistemimizin sayısı ve özellikle uluslar arası ilişkilerde bize puan kaybettirmektedir.
b)       Lise mezunu bir insan; edebiyat, sanat, genel kültür, tarih ve coğrafya konuşlarında yeterince bilgi sahibi olmalıdır. Dünya edebiyat klasiklerinden en az on kitap okumamış bir lise mezunu düşünülemez.
c)       Matematik ve özellikle geometri konularında çok iyi yetişmiş olmalıdır.
d)       Estetik, renk uyumları, dekorasyon, spor, dans gibi konularda dünya gençlerinin gerinde kalmamalıdır.
e)       Atalarımızdan miras kalan atasözlerini ve vecizeleri yeterince bilmelidir.
f)        Fikirlerini yazıya dökebilmeli, toplum karşısında konuşabilmelidir.
g)       Davranış kurallarını öğrenmiş olmalıdır.


 Eğitim çok önemli diye diye bu hale geldik - UĞUR DOĞRUGÜVEN
Armoni yay. İstanbul, Mayıs 2003













6 Ağustos 2012 Pazartesi

Bascho

 Kumun üzerinde bırakılmış su tanesi
denizin unutkanlığıdır.
Uzak dağlarda kalmış bir bulut
Rüzgarın unutkanlığıdır.
Toprağa düşmüş gümüşlü bir kanat
geçen kuşun unutkanlığıdır.
Hayale dalmak ve ağlamak ihtiyacı
gençlik yıllarının unutkanlığıdır.

Bascho
Fotoğraflar: Mesut Gümüşlüoğlu ve Özlem Kadakaloğlu : Unutkan Bellek

Kara Prens

 "Kimi şanslı çocukların, geçmişlerine dair, yerel yaşam alanı olarak andıkları bahçeleri ya da manzaraları vardır." 

"Biz ve sanat birbirimiz için yaratılmışız ve bu bağın koptuğu yerde insan yaşamı da kopar." 

"Hem vergi memurları, hem de diş hekimleri insan doğasında yer alan derin korkuları ortaya çıkartabiliyor. Bizlere, alınan her keyfin, yıkıcı da olsa bir karşılığı olduğunu, bu keyiflerin bize karşılıksız değil, ödünç olarak verildiğini, en vazgeçilmez melekelerimizin bile gelişir gelişmez çürümeye başladığını hatırlatıyor." 

"Zorbalara hayır diyen insanların ve büyük sanatçıların önünde eğiliyorum." 

"Evlilerle evli olmayanlar arasında doğal bir kutuplaşma vardır. Evli insanların içgüdüsel olarak karşımda benden ne kadar şanslı oldukları, hatta benden daha doğru yapıyor olduklarını ima eden gösteriler yapmalarına tahammül edemem." 

"Belki de kurtuluşun sırrı burada yatıyordu. Karşındakinin yaptığı kötü hareketin ayrıntılarını görmezden geleceksin." 

"Başka insanların hayatında gezinip duran bulutumsu bir ektoplazma olmak istemem. Herkese belli belirsiz sempati göstermek, aynı zamanda bir insanı gerçekten anlayabilmeyi de engelleyen bir şeydir." 

"Bulanık romantik mitler sanat değildir. Sanat hayal gücüdür. Hayal gücü değişir, eriyip kaynaşır. Hayal gücü yoksa bir elinde aptalca ayrıntılar, öbür elinde boş hülyalar kalır. Sanat sonsuz sınırlamalar ve sessizlikten çıkar." 

"Sanatçı gerçeği yansıtabileceği özel bir dili öğrenen kişidir." 

"Kendimizi betimlemelerle savunuyor, dünyayı genellemelerle yumuşatıyoruz." 

"İyinin zaferi diye bir şey yoktur, zafer varsa bu iyinin zaferi değildir. Gözyaşlarının kurutulması, masumların ve haksızlığa uğrayanların acılarının silinmesi diye bir şey yok." 

"Bazı insanların sanki otomatik bir tepki haline getirdikleri saplantılı egoist kaygıları ve içlerinde saklayıp atamadıkları ukdeler vardır." 

"Birini sevsen de onu affetmeyebiliyorsun." 

"Kader duygusu aptalca bir köleliğe sürükleyebilir insanı." 

"Dostlukların çoğu donmuş ilişkilerden ve gelişemeyen yarı düşmanlıklardan oluşur." 

"İnsan denilen hayvanı en iyi kaygı duygusu tanımlıyor. Kaygılar azaldıkça, beni bütün insanlardan sıyıracak bir inziva hem özgürlüğümün, hem de geçmiş köleliğimin derecesini ölçebiliyor." 

"Mektuplar ne kadar tehlikeli makineler. Galiba yavaş yavaş demode olmaları o kadar kötü bir şey değil. Mektuplar sonsuz kere okunabilir ve yorumlanabilir; hayal gücünü ve fantezileri harekete geçirebilir; ısrarcı olabilir, kor gibi yanan kıpkırmızı bir gösterge olabilir." 

"Kendisini parfümlü banyo suyu gibi dünyanın üzerine boşaltarak ona hakim olmaya çalışıyordu." 

"Elem insanda kıvılcımlar yaratmalı, kendine acıma duygusu değil." 

"İnsan ruhu -dinde ender de olsa görülebilen o mucizeler bir yana- yalnızca aşk ve sanat tarafından işareti verilebilen bir sonsuzluğa hasrettir." 

"Eğer amaçlanan mükemmellikse, hayat ve sanatı kesinlikle birbirinden ayrı tutmalı."

"Kendi zihnimizden habersiz oluşumuzun o işkence edici tuhaflığı, kendi kendimizin gizliliğinin verdiği o ayrıcalıklı rahatlık yok mu." 

"Zaman bir kaygı, bir korkudur. Silinir gider." 

"Kıskançlık günahların en gönülsüzce yapılanıdır. Hem en çirkini, hem de en kolay affedilebilir olanıdır... " 

"Ruh kimi zaman öyle viran oluyor ki, yalnız adı kalıyor." 

"Ah, insan biçiminin o zavallı dayanıksızlığı, yumurta kabuğu gibi kırılganlığı! Et ve kemikten yapılma, bu güvenilmez, çabucak kırılabilen makine, öldürürcesine kendine çeken sert yüzeyli bu gezegende nasıl hayatta kalabiliyordu?"

"İnsan şiddetle arzuladığı bir şeye sonunda kavuştuğunda zamanın durmasını istiyor." 

"Mutlu aşk benliği çözerek dünyayı görünür kılar. Mutsuz aşk ise saf acının açığa çıkmasıdır." 

"Affetmek hep bir duygu gibi düşünülür. Aslında duyguların sona ermesi demektir." 
Iris Murdoch - Kara Prens

3 Ağustos 2012 Cuma

Ağ - Iris Murdoch


"Olaylar yanımızdan bu kalabalıklar gibi akıp geçer ve her birinin çehresi ancak bir an görülür. Çok önemli olan şeyler sonsuza kadar değil, sadece geçici bir süre çok önemlidirler. Bütün uğraşlarla sevgiler, servet ve ün peşinde koşmalar, gerçeği aramalar, hepsi, tıpkı gerçeğin kendisi gibi akıp geçen ve hiçliğe dönüşen anlardan oluşmuştur. Gene de bizler bu hiçlikler dehlizinin içinden, geçmiş ve gelecekteki temelsiz barınaklarımızı yaratan o mucizeli yaşam gücüyle ilerler dururuz. Böylece yaşar gideriz; zamanın sürekli ölümüyle haşır neşir bir ruh, yitik anlamlarla, yeniden yakalanamayan anlarla, anımsanmayan yüzlerle haşır neşir, ta ki en son darbe bütün bu an'larımızı sona erdirinceye ve o ruhu, çıkıp geldiği boşluğa geri gönderinceye değin."
Iris Murdoch - Ağ (Under The Net)
Ayrıntı Yayınları (Çeviren: Nihal Yeğinobalı)

31 Temmuz 2012 Salı

Büyük bir kalabalık ama yalnızlık diz boyu


İzlediğiniz fotoğraf Timurtaş Onan : Beyoğlu Geceleri albümünden. Metropolde yaşayanlar bilirler, varolmak gerçekten zor. Bu kadar göç alan kalabalık bir şehirde insanların yaşamlarındaki uçurumlar New York gibi metropollerde olduğu gibi kaçınılmaz. Herkese yer olmadığı apaçık ortada. Beyoğlu’nda da bunu gözlemleyebiliyor insan. Bir tarafta eğlenen bir kesim bir tarafta üç beş kuruş için orada bulunan geceinsanları, karton kutuların üstünde yatan evsizler, kendini alkole vermiş eski sinema emekçileri ve usunu yitirmiş umutsuz kişiler. Büyük bir kalabalık ama yalnızlık diz boyu,coşku ve öfke bir arada.Eğlence yerleri de enteresan; Jazz kulüpleri,türkü barlar ,elektronik müzik yapan kulüpler,travesti pavyonları, Rock barlar hepsi yan yana.

Geyikli Gece / Turgut Uyar

Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıktaHer şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

Geyikli geceyi hep bilmelisiniz

Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak

Bir yandan toprağı sürdük

Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık

Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı

Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

"Geyikli gecenin arkası ağaç

Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

Hiçbir şey umurumda değil diyorum

Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor

Biliyorum gemiler götüremez

Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında

Aldatıldığımız önemli değildi yoksa

Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mi diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı ayrı olduğumuzdandı

Ama ne varsa geyikli gecede idi

Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk

"Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede

İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
Sultan hançerleri gibi ayışığında
Bir yanında üstüste üstüste kayalar
Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
"Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum"

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Özlemi tanıyanlar ne çektiğimi bilirler


Özlemi tanıyanlar ne çektiğimi bilirler
Yalnız ve bütün zevklerden uzak
Göğün o tarafına bakıyorum
Ah! Beni seven ve tanıyan çok uzakta
İçim anıyor, içim sancıyor
Özlemi tanıyanlar ne çektiğimi bilirler

Goethe

Ben evde bir köşede oturuyordum. Mektubunu derhal açamadım. Bir müddet yanımda dolaştırdım. Okusam derhal bitecekti.
...
Hava bozdu, benimle beraber matem tutuyor.

Oğuz Atay


1 Temmuz 2012 Pazar

Bertolt Brecht İyilik Neye Yarar?


İyilik neye yarar,
Öldürülürse iyiler çarçabuk,
ya da iyilik görenler?

Özgürlük neye yarar,

yaşarsa bir arada
özgürlerle tutsaklar?

Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese,

akıl neye yarar?

İyi insan olacağınıza,

öyle bir yere götürün ki dünyayı,
iyilik beklenmesin!

Özgür insan olacağınıza,

öyle bir yere götürün ki dünyayı,
kavuşsun özgürlüğe herkes,
özgürlük sevgisi geçersiz olsun!

Akıllı insan olacağınıza,

öyle bir yere götürün ki dünyayı,
akılsızlık zararlı olsun!

BERTOLT BRECHT

Çeviri: A. KADİR

30 Haziran 2012 Cumartesi

Revolver

“Kendinizle ilgili bilmediğiniz bir şey vardır, varlığını bile inkâr edeceğiniz bir şey, ta ki bir şey yapmak için geç kalana kadar. Sabahları uyanmanızın tek sebebi budur, aşağılık patronunuzdan çile çekmenizin nedeni, döktüğünüz kan, ter ve gözyaşının… çünkü bunlar, insanların sizi aslında ne kadar çekici, iyi, cömert, komik ve akıllı olduğunuzu bilmeleri içindir…”
“Hepimiz onaylanmış keşleriz, hepimiz sırtımızın sıvazlanmasını isteriz, küçük hediyeler almayı severiz…”

26 Haziran 2012 Salı

Biraz ciddiyet!

“Beyler! Tanzimat ilân ettik olmadı,
ardından iki tane Meşrutiyet ilân ettik, yine olmadı;
onların ardından Cumhuriyet ilân ettik, yine olmadı.
Ne dersiniz, bu sefer biraz da ciddiyet ilân etsek olmaz mı?”
Sakallı Celal

13 Haziran 2012 Çarşamba

Hasret - Nazım Hikmet

Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekler beni
                    bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
                       yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta
                   koşuyorum ardından.

Nazım Hikmet

4 Haziran 2012 Pazartesi

Nazım Hikmet - Ben İçeri Düştüğümden Beri





Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ´Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...´
Bana sorarsanız: ´On senesi ömrümün...´
Bir kurşun kallemim vardi, ben içeri düştügüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsaniz: ´Bütün bi hayat...´
Bana sorarsanız: ´Adam sende bi hafta...´
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştügümden beri
Yedibuçugu doldurup çikti.
Dolaşti dişarda bi vakit,
Sonra kaçakçiliktan tekrar düştü içeri, alti ayi doldurup çikti tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocugu olacakmiş baharda...

Şimdi on yaşina basti, ben içeri düştügüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yilin titrek, uzun bacakli taylari,
Rahat, geniş sagrili birer kisrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanlari hala fidan, hala çocuktur.

Yeni meydanlar açilmiş uzaktaki şehrimde, ben içeri düştügümden beri...
Ve bizim hane halki, bilmedigim bir sokakta, görmedigim bi evde oturuyor

Pamuk gibiydi bembeyazdi ekmek, ben içeri düştügüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsiz

Ben içeri düştügüm sene, ikincisi başlamamişti henüz
Daşov kampinda firinlar yakilmamiş, atom bombasi atilmamişti Hiroşimaya
Bogazlanan bir çocugun kani gibi akti zaman
Sonra kapandi resmen o fasil, şimdi üçünden bahsediyor amerikan dolari
Fakat gün işigi her şeye ragmen, ben içeri düştügümden beri
Ve karanligin kenarindan, onlar agir ellerini kaldirimlara basip dogruldular yari yariya

Ben içeri düştügümden beri güneşin etrafinda on kere döndü dünya
Ve ayni ihtirasla tekrar ediyorum yine
´Onlar ki;
toprakta karınca,
su da balık,
havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır´

Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf´ı güzaf...

Nazım Hikmet

13 Mayıs 2012 Pazar

En yaygın dil fakirliktir

İzlediğiniz fotoğraf Çin'li bir köylünün yaşantısını anlatıyor. Maddi gücü olmayan tarımcılar traktör ya da tarlayı sürecek hayvanları olmadığı için daha güç ve zahmetli yöntemlere baş vuruyorlar.

Ne dersiniz, fakirlik o kadar yaygın bir dil ki İngilizceden bile daha yaygın. Fakir olunca ne burada ne de dünyanın başka bir ucunda yaşamak kolay değil.

395 metre yükseklikte bal hasatı

İzlediğiniz fotoğraf Fransız fotoğrafçı Eric Valli tarafından Nepal'de çekilmiştir.

Fotoğrafta izlediğiniz Nepal kabilelerinde ''Gurung'' denilen bal toplayıcılarından biri. Kendisi 63 yaşında ve yirmili yaşlarından beri her yıl 395 metrelik bir uçurumda bal hasat ediyor.

Para, tüm kesimden insanların vaz geçilmez bir organıdır.

İzlediğiniz fotoğraf Micah Albert tarafından Kenya'da çekilmiştir.

Çöp toplayıcılar, genellikle toplumun en düşük ekonomik sınıfıdır. Fotoğraftaki çöp toplayıcı tüm gün 50 cent kazanabilmek umuduyla kauçuk ve hurda topluyor.


Para, tüm kesimden insanların vaz geçilmez bir organıdır. Sağlık çoğu zaman kimin umrunda?

Sessiz fotoğraf denemesi



Roland Barthes Camera Lucida kitabının bir yerinde Gustav Janouch ile Franz Kafka'nın fotoğraf hakkındaki bir diyaloğundan bahseder. Janouch Kafka'ya "Görüntü için gerekli koşul görmedir" der. Kafka'nın cevabı ise basit olur: "Biz nesneleri aklımızdan çıkarmak için fotoğraflarız. Öykülerim gözlerimi kapamamın bir yoludur." Daha sonra Barthes devam eder: "Fotoğraf sessiz olmalıdır (yaygaracı fotoğraflar vardır, onları sevmem): bu bir ölçülülük sorunu değil, bir müzik sorunudur. Mutlak olan özellik ancak bir sessizlik hali ve çabası içinde sağlanabilir". (Camera Lucida, Fotoğraf Üzerine Düşünceler, Altıkırkbeş Yayınları, Şubat 2000)

Aforizma


   Aforizma: “Yokluk, herşeye zorunlu olarak tokluktur.”

Fotoğraf: Tuna Akçay

Ba-şar-mak

İzlediğiniz fotoğraf yazar ve fotoğrafçı Merih Akoğul tarafından Adana'da Down Sendromu ve Otistik çocuklara eğitim verilen bir okulda çekilmiştir.

Merih Akoğul, engelli çocuklar fotoğraf projesi için yaptığı röportajdan ufak bir alıntı (Projenin adı “Ba-şar-mak” ) : ''Onları, Tanrı’nın işaretlediği çocuklar olarak görüyorum. Daha değerliler. O çocukların hiçbirinin engeli kendilerinden kaynaklanmıyor. Doğum sırasında boyunlarına kordon dolanıyor oksijensiz kalıyorlar, annel
erinin kullandığı ilaçlardan etkileniyorlar, akraba evlilikleri var, bazen Down Sendromunda olduğu gibi kromozom sayısı etken oluyor. Şimdi bu çocuklar benim için çok daha özeller. Projelerimi bitirdikten sonra bana “Neden engelli çocuklar?” ya da “Ailenizde engelli kimse var mı?” diye kaç kez soru geldi. İlle böyle bir şey mi beklemek zorundayız. Yani ülkeyle, vatanla ilgili düşünebilmek için bir çocuğunuzun şehit mi düşmesi mi gerekir? Engellilerle, Down Sendromlularla ya da Otizmle ilgilenmek ve bunlara yönelik projeler yapmak için mutlaka ailenizde bir engelli olması gerekmiyor. İnsanoğlunun başına bir şeyler gelmeden olayların farkında olması gerekiyor.''