22 Şubat 2014 Cumartesi

Anayur Oteli


 Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm.

Sağdı daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük.
 
Bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzünde.

Ayna karşısında poz vermek

İşte size ileri görüşlü bir hanımefendi. Şu sıralar hayli moda olan aynada kendi fotoğrafını çekmenin ilk örneği 1900'lü yılların başında çekilen bu fotoğraf. O zamanın teknolojisiyle hayli uğraşmış olsa gerek...

İstanbulda artık göremeyeceğimiz kış manzarası

 Ancak fantastik filmlerde ya da kışın çok soğuk geçtiği yerlerde gördüğümüz donmuş nehirler, göller misali vaktiyle Marmara Denizi de donmuş. 1929 yılında o kadar soğuk olmuş ki, Haliç donmuş. Benzer bir soğuk 1954 yılında yaşanmış, bu sefer Karadeniz'in kuzeyinden gelen buz kütleleri bıoğazı kapamış, kullanılmaz hale getirmiş. Yaklaşık iki hafta bu böyle devam etmiş.

11 Şubat 2014 Salı

Sevmek için mücadele et. Sevdiğini bir daha söyle. Sınırı aş. Malcolm X




Bir taş at.
Bir taş daha at.
Bir şiir ateşle. Bir yumruk yükselt.
Sesini yükselt.
Bir çocuk yetiştir.
Bir maske tak.
Duvara bir slogan yaz.
Şehitleri an.
Bir hayal kur.
Bir barikat kur.
Tarihine sahip çık.
Sokaklara sahip çık.
Bir slogan at.
Bir kurşun at.
Bir tohum ek.
Bir ateş yak.
Bir cam kır.

Terle.
Sahte belge düzenle.
Bir bildiri bastır.
Bir kanun kaçağını barındır.
Bir yara sar.
Bir dosta sevgi göster.
Silahını temizle.
Hakikati söyle.
Bir miting düzenle.
Arkanı kolla.
Gökyüzüne bak.
İz bırakma.
İşçilerden öğren.
Bir yoldaşa öğret.
Bir hücreyi ziyaret et.
Bir savaş esirini kurtar.
FBI'ın gizli dosyalarını çal.
Kendi kalbini çal.
Parolayı aklında tut.
Bir aynasızı silahsızlandır.
Bir füzeyi çalışmaz hale getir.
Bir fıkra anlat.

Bir plan yap.
Bir ümit ışığı gör.
İsmini değiştir.
Bir teoriyi test et.
Bir dogmaya meydan oku.
Korkunu kullan.
Bir damla gözyaşı akıt.
Haritayı incele.
Hainlerle hesaplaş.
Ağırlığını hakkıyla taşı.
Biraz daha ağırlık kazan.
Sevmek için mücadele et.
Sevdiğini bir daha söyle.
Sınırı aş.

MALCOLM X

Mâlik el Shahbaz


18 Ocak 2014 Cumartesi

başlayınca bırakamıyor insan


Forrester'ı Bulmak

Kendimiz için yazdığımız sözler, 
her zaman, 
başkaları için cümle sarf etmekten daha iyidir


10 Kasım 2013 Pazar

Düzene Uygun Kafalar nasıl oluşturulur





‘okulda insanlar imal edilir.. bu insan yapma sürecine eğitim denir.. geniş anlamda düşünüldüğünde; içerisine doğduğumuz aile, sinema, televizyon, tiyatro ve radyo ile gazete, kitap ve afişler de okul sayılır.. bir nevi bilgi iletmeye yarayan bütün yerler okuldur..

İnsanlar alışkanlık ya da şiddet gibi doğal olmayan davranışları, aslında bilgilerinin sonucudur. Alışkanlıklarımızı da bir ölçüde edindiğimiz bilgiler oluşturur. Bir insanın davranışları yaşamının akışını belirlediği gibi, edindiği bilgiler de yaşama biçimini belirler. Öyleyse okullarda yalnız insan değil, hayat da biçimlendirilir.

İnsan yapımında kullanılan bilgiler, “yapmak” istediğimiz insan türüne uygun olmak zorundadır. Eğer onu bir tamirci yapacaksak, veteriner yapan bilgiler kullanamayız. 

Bize verilen bilgiler, kafamızın içinde yargı ve kanılara dönüşür. Yargı ve kanılar, davranışlarımızı yöneten işleyişin birer parçasıdır.

Bilmediği amacı gerçekleştirmek, genellikle makinelerin özelliğidir. Bir araba hedefine “bilmeden” ulaşır: O yönetilir. Makineler gibi davranmamızın olağan bir şey olmadığı çok açık.

Akıllı olmamız, aptalca davranmamızı engellemez.

Soru sormaktan utanmak kötü bir eğitimin sonucudur.


 Okullarda ders konuları insanlkardan uzaklaştıkça, daha kesin ve açık oluyor.. Konular ne kadar yararlıysa o kadar anlaşılmaz oluyor. Eğitimcilerimiz ve kitle haberleşme araçları özellikle toplum düzeni ve devlet diye adlandırdıkları, kısacası iç ve dış yaşamımızı tümünü etkileyen kuvvetler hakkında konuşurken oldukça kapalı şeyler söylüyorlar.

çeşitli nesneler yapmak üzere farklı farklı araçlar kullanılır.. insan yapma aracı ise bilgidir..

insanlar doğal ihtiyaçlarına, alışkanlıklarına veya şiddete uyarak davranmadıkça, gösterdikleri davranışlar bildikleri ile sınırlıdır.. alışkanlıklar bile bir ölçüde bilgi tarafından şekillendirilir.. insanın davranışları yaşamının seyrine yön verirken, edindiği bilgiler de yaşama biçimini belirler.. öyleyse okullarda yanız insan değil, (insanın) yaşam öyküsü de imal edilir..

bilginin özünü anlamanın yegane yolu, onun (bilginin) insan hayatına etkisini araştırmaktan geçer..

İnsanları, belli eşyalara ihtiyaç duyduklarına inandırmak bu denli güç olduğuna göre, üretim neden arttırılsız? Reklam onların paçasını bırakır bırakmaz, daha az satın alıyorlar. Şimdi bile bir sürü yararsız mal üretiyorlar. Bunların tek yararı, onları üreten fabrikatörün zenginleşmesidir. Yararlı mallar ise yeterli oranda üretilmez.

Bir aracın niteliğini daha iyi anlayabilmek için, o aracın nasıl bir amaca yönelik kullanılacağını bilmek gerekir.. aracın niteliğini amaç şekillendirir.. amaçsız araç olmadığı gibi, amaçsız bilgi de yoktur..

İnsan yapımında kullanılan bilgiler, ‘yapmak’ istediğimiz insan türüne uygun olmak zorundadır.. eğer onu bir tamirci yapacaksak, veteriner yapan bilgiler kullanamayız..




 eğer gönüllü bir alman askeri olmasını istiyorsak, ona elbet ineklere tapan birine gerekli bilgiler veremeyiz..



‘eğer eşek bir dolabı döndürerek tarlayı suluyorsa, böylece kendi yaptığı iş ve sahibin yaptığı işle daha büyük değerler yaratılıyorsa, eşeğin yeni oluşan bu değerler üzerinde hak sahibi olması gerektiği hiç kimsenin aklına gelmez.. yalnızca dünyadan habersiz tımarhanelikler ve köpeklere vizon mantolar satın alan deli karılar bu eşeğe saman yerine sünger yataklar sermek isterler.. en hoşgörüsüz ahlakçı bile, eşeğin yarattığı değeri, sahibinin almasını doğru bulur.. isa bile eşeği taşıyacağına üzerine binmiştir.. eşeğin ahırında daha büyük bir pencere olması gerektiğine, ona birkaç leziz lokma verilmesi ve ona karşı iyi davranılması gerektiğine katılanlar çok olacaktır.. fakat yarattığı değerlerin karşılığının eşeğe para ile ödenmesi fikri kimsenin aklının ucundan bile geçmez..’

‘üretenler, ne üreteceklerine, ne kadar üreteceklerine karar veremezler.. bir bakıma üreticiler işverenlerin yanında, eşeğin sahibi karşısında bulunduğu durumdadır..

nerede duracağımıza başkaları karar verir..
 

insan imal eden biri : emirlerine uyan, yakınmadan ona fabrikalar inşa eden insanlar yapacaktır..

bizi ‘yapan’ bilgileri, en önemli uğraşları mal ürettirip sattırmak olan kişiler seçer.. bizden ve ailemizden kimseye mal ürettirmez ve sattırmaz.. satmak üzere eşya üreten insanlar her yerde azınlıktadır.. roket satan bir insanın, okullarda roketin korkunç bir silah olarak tanıtılmasından hiç çıkarı olabilir mi..

okullarda, özellikle ilkokullarda yapılan dersler boyunca sürdürülen ‘delice’ üretimin ne çaplara vardığını söylemek güç.. ezenlerin okullarında gözleri korkmuş ana-babalarımız, bu korkularından dolayı hala onlar öğrenciyken kendilerine yutturulan öğretilere göre davranıyorlar.. eğer ahlaksızca, sapıkça ve aptalca yaşamayı önlemek istiyorsak – en azından önlemeye başlamak istiyorsak- işe düşüncelerimizin biçimlendiği, zenginlerin bilgi verdirdikleri yerden –yani okuldan başlamalıyız..




okullardaki eğitim programına, gazete, radyo ve televizyon programlarına karşı kendimizi savunmazsak, kafamızdaki düşünceler, düşmanımız olmaya devam edecektir..’

E. A. RAUTER, Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur , Çeviri : Merlin Ecer, Gözlem Yayınları,1976

6 Kasım 2013 Çarşamba

Francis Bacon

Zamanın hiç değişmeyen, hep uyulası öğütleri yoktur.


Alay konusu olmayacaksa hiçbir insan Tanrıların sofrasına kabul edilmez.

Şiddete yönelik her çözüm yeni kötülüklere gebedir.

Avam, en değersiz tutumları övgüyle, vasat olanları hayranlıkla karşılar da, en yücelerinden hiç anlamaz.

Sağlığı aşırı gözetmek, zihni dirençsiz kılarak bedenin dilencisi yapar.

Sağlıklı beden, ruhun konuk evi; hastalıklı beden ise tutukevidir.

Yatak büyük imparatorlukları yönetmiştir; sedye ise büyük orduları.

Ün, haberciden daha kötü bir yargıçtır.

Övgü, meziyetten ziyade gösterişle kazanılır; bu yüzden içinde gerçeklerden ziyade tutarsız bir tavır barındırır.

Birisinin aptallığı, bir başkasının talihidir.


Yaşamında önemli ölçüde boş vakti olmayan biri, ne iş görür ne öğrenir ne de pişman olur.

Merhamet kadar çoğu kere suçlu çıkan başka bir erdem yoktur.

Hükümetlerin kaba adaleti, ancak bir filozof yönetime geçerse saygıyı hak eder.

Korkunun kendisi dışında hiçbir şey korkutucu değildir.

Kişi kitap okurken bilgelerle, eylem halindeyken ise aptallarla söyleşi içindedir.

Her bildiğini söylemeye meyilli olan, bilmediklerini de söyler.

Sessizlik, itiraf dinleyenin erdemidir.
Sessizlik düşüncelerin mayalanmasıdır.

Aklını küçük meselelerle meşgul edenin, büyük düşünceler için kapasitesi yok demektir.

Taklit yaratıcılığın göz boyayan bozulmuşluğudur.

Şaka, insanı çoğu kez başka yoldan ulaşamayacağı hakikate taşıyan şeydir.

Gözüpeklik, aptallığın kılavuzudur.

Zihni bazı güçlü tutkuların otoritesinden daha iyi düzene sokabilen başka bir şey yoktur.

Bilge olan, hayalini kurduğu şeyi arar; peşinden gideceği özel bir şeyi olmayan için her şey tatsız ve usandırıcıdır.

Şu tek düşünceli adamlardan nefret ediyorum!

Aşk, dar düşüncenin ürünüdür.

Başka hiçbir şeyin, aşkın olduğu kadar çok adı yoktur; o halde aşk dediğimiz şey, ya kendini tanıyamayacak kadar aptal ya da maskenin ardına gizleyecek kadar sahtedir.

En kötü yalnızlık, gerçek dostluklardan mahrum olmaktır.

İntikam bir tür vahşi adalettir.

Şiddetin intikamını şiddetle alan kişi insana değil, yasaya karşı suç işlemiştir.

Yasalar çoğu kez uyuduğu için, kişisel intikamın yaydığı korku faydalıdır.

Bir gün Demosthenes'e sorulmuş: "Bir konuşmacı için en önemli şey nedir?" "Konuşma tarzı" diye cevaplamış. "İkincisi nedir?" "O da konuşma tarzı." "Üçüncüsü nedir?" O yine "konuşma tarzı" demiş.

Ele geçirmekte acele ettiğimiz şeylerin ancak gölgesini yakalayabiliriz.

Güvensizlik bilgeliğin sinirleri, şüphe ise eklemleri için ilaçtır.

En kötü tiran yasaya işkence edendir.

Şüphe zayıf inancı gevşetir, sağlam inancı güçlendirir.

Herkesin aslında kendini aradığını görmüyor musun? Sadece seven kişi kendini bulur.



Doğruluk, bu aralar üzücü derecede nadir bulunuyor. Black Mirror

Doğruluk, bu aralar üzücü derecede nadir bulunuyor.

Bir şeyden şüphelendiğinde gerçeğin su yüzüne çıkması her zaman iyidir. Çürük bir dişinin olup da dilinle uğraşıp çürüğü çıkartmak gibi bir şey.

İlişkiler tiyatroya gitmek gibidir. Aslında ücreti öderken tüm geceyi mahvetmek üzeresindir. Birisi "İyi vakit geçirdiniz mi?" diye sorduğunda ikiniz de, "Evet, mükemmeldi." dersiniz. Sorun ödediğiniz ücretten daha da beterdir. "Evet, çok sevdik." şeklinde devam eder. "Birlikte olmaktan zevk duyuyoruz ve diğerleri bizi bağlamıyor." "Hayatınız boyunca tüm isteklerinizi paylaşabileceğiniz birisinin olması, mükemmel."

Gerçekler bazen dandiktir.

Hafızamızın çoğu aslında gereksiz şeylerle doludur.

Doğru olmayan her şey yalan değildir.

Televizyondaki bu yetenek şovuna çıkmadan önce bir konuşma hazırlamadım. Kelimeleri planlamadım. Denemedim bile. Biliyordum ki buraya çıkmalı, dikilmeli ve beni dinlemenizi sağlamalıydım. Gerçekten dinlemenizi; diğer zamanlarda yaptığınız gibi dinliyormuş gibi bir tavır takınmanızı değil. Yüzlerinizde hissettiğinizi görmek istedim. Bir tavır takınıp sahneye yöneltiyorsunuz ve biz de laylaylom, şarkı söyleyip dans ediyor, etrafta yuvarlanıyoruz. Sizin burada gördükleriniz  insan değil. Burada insanları değil otları görüyorsunuz. Ot ne kadar sahteyse o kadar seviyorsunuz. Çünkü sahte otlar artık işe yarayan tek şey. Midemizin kaldırabildiği tek şey onlar. Aslında tek şey değil. Gerçek acı ve gerçek ahlaksızlığı da kaldırabiliyoruz. Şişman bir adamı kızağa geçirip deli gibi güleriz. Çünkü bunu hak ettik. Biz çalışırken o kaytardı. Haydi ona gülelim! Çaresizlikten, aklımızı öylesine kaybettik ki daha iyisini düşünemiyoruz. Bildiğimiz her şey sahte ot yığını ve bok satın almak. Birbirimizle böyle konuşuyoruz; kendimizi, bok satın alarak ifade ediyoruz. Ne? Bir hayalim mi var? En büyük hayalimiz, var olmayan avatarımız için yeni bir uygulama almak! O, orada bile değil! Var olmayan şeyler satın alıyoruz. Bize gerçek, bedava ve evet? Bu bizi mahvederdi. Böyle bir şey için çok uyuşuğuz. Boğulabilirdik bile. Şaşılacak derecede çok şeye dayanabiliyoruz. Bir mucize yakaladığınızda, onu küçük küçük parçalara ayırarak dağıtıyorsunuz. Ondan sonra da onu büyütüp, paketleyip 10 bin filtreden geçiriyorsunuz. Ta ki bir dizi anlamsız ışık haline gelene kadar. O sırada biz de gece gündüz bisiklete biniyor, nereye gidiyoruz? Ne için güç üretiyoruz? Hepsi küçücük hücreler ve ekranlar, daha büyük hücreler ve daha büyük ekranlar ve sikeyim sizi! Diyeceğim bu, siktirin gidin. Orada oturup yavaşça işleri kötüleştirdiğiniz için sikeyim sizi. Spot ışıklarınızı da sizi de o kibirli yüzlerinizi de sikeyim. Benim yakınlaştığım bir şeyin sizce hiçbir anlamı olmadığı için hepinizi sikeyim. Onu alıp batağa sokup, kemiklerine kadar çökertip bir şakaya çevirdiğiniz için. Milyonlarca şakanın arasında bir şakaya daha. Var olduğunuz için sikeyim sizi. Kendim için, bizim için, herkes için sikeyim sizi. Sikeyim sizi!

Herkesin bir zayıflığı vardır.

Bizim politikacılara ihtiyacımız yok; hepimizin iPhone'ları ve bilgisayarları var, değil mi? Yani, verilmesi gereken herhangi bir kararda, kuralda, çevrimiçi yayınlarız işte. İnsanların kabul etme veya etmeme oylaması yapmasına izin veririz; çoğunluk kazanır. Demokrasi budur. Gerçek bir demokrasi budur.

Dürüstlük acımasızdır.

Bugünlerde bir dönüm noktası yakalamak çok zor ama olduğu zaman, şahane oluyor.


26 Ekim 2013 Cumartesi

Her neyse...

Rivayet şudur ki; Özdemir Asaf, hoşlandığı bir kadına açılmak ister.. Kadına bütün güzellikleri sıralar, Türkiye için İstanbul'un, İstanbul için gecenin, gece içinde yürümenin, yürürken de düşünmenin ne kadar güzel ve önemli olduğunu anlatmaya çalışır. Fakat sözü o kadar evirip çevirmesine rağmen bir türlü kadına getiremez ve kendisi için onun da bu kadar önemli olduğunu söyleyemez. Sonunda "her neyse" deyip kalkar masadan, geriye şu mısralar kalır:

''Türkiye’de istanbul ne ise
İstanbul’da gece ne ise
Gecede yürümek ne ise
Yürürken düşünmek ne ise
Seni unutamamacasına düşünmek ne ise
Unutamamanın anlamı ne ise
Seni sevmek ne ise
Saklayayım mı yok söyleyeyim derken
Birden aşka düşmek ne ise.
Her neyse...''

19 Ekim 2013 Cumartesi

18 Ekim 2013 Cuma

Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm



İSTANBUL

Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.

Cahit Külebi
 
 


17 Eylül 2013 Salı

Mühürlenmiş Zaman



Aleksander Blok, “Şair, kargaşadan uyum yaratır” demiştir. Puşkin, şairi peygamberlik yeteneğiyle donatır…

Sanatsal görüntü daima, birinin yerine ötekini, büyüğün yerine küçüğü geçiren bir göstergedir. Canlıdan söz etmek isteyen sanatçı ölüden bahseder, sonsuz hakkında konuşabilmek için sınırlı olanı sunar… Bir yedek! Sonsuzu maddeleştirmek mümkün değildir, ancak onun yanılsaması, görüntüsü yaratılabilir.

Bence, çağımızın en üzücü özelliği, sıradan insanın bugün, güzeli ve gerçeği olmayanı yansıtmakla ilgili olan her şeyden koparılmış olmasıdır. “Tüketicilere” göre biçilmiş günümüz kitle kültürü –bir protezler medeniyeti- ruhları sakatlıyor; insanın kendi varlığıyla ilgili en temel soruları sormasını, bir ruhsal varlık olarak kendisinin bilincine varmasını giderek artan bir şekilde engelliyor. Ama bir sanatçı, gerçeğin sersine kulaklarını tıkamamalıdır, tıkayamaz, çünkü ancak ve ancak bu çağrı, yaratıcı iradesini belirleyecek ve disiplin altına alacaktır. Sanatçı ancak bu sayede inancını başkalarına da aktarabilme yeteneğine kavuşacaktır. Bu inanca sahip olmayan bir sanatçı ise doğuştan kör bir ressama benzer.



Her doğal organizma gibi sanat da birbiriyle çelişen öğelerin mücadelesi sonucu yaşar ve gelişir. Zıtlıklar burada iç içe geçer, yani bir anlamda düşünceyi sonsuza dek tekrarlar.

1848 yılında Gogol, Şukovski’ye şu satırları yazmıştı:
“… vaaz vererek öğretmek benim işim değil, sanat zaten başlı başına bir öğrenme süreci. Benim işim, yaşayan görüntüler aracılığıyla konuşmaktır, yargılar aracılığıyla değil. Hayatı, hayat olarak ele almalı ve asla ucuzlatmamalıyım.”

İnsanoğlu, dört bin yıldır hiçbir şey öğrenemediğini yeterince göstermedi mi?

Sanatın deneyimlerini, sanatta ifade edilen idealleri hakikaten benimseme yeteneğimiz olsaydı, hiç şüphesiz, çok daha iyi insanlar olurduk.

Sanatın büyüklüğü ve iki anlamlığı, “Dikkat! Radyoaktivite! Hayati Tehlike!” diye uyarı levhaları astığı yerlerde bile herhangi bir şey ispatlamaya, açıklamaya ya da cevaplamaya çalışmamasında yatar. Sanatın etkisi, töresel ve ahlaksal sarsıntılarla yakından ilgilidir. Kim sanatın duygusal tezlerinden etkilenmez, onlara inanmazsa o, radyoaktif bir hastalığa –bilinçsizce ve hiç farkına bile varmadan- yakalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır… Hem de, dünyanın üç balinanın sırtına yerleştirilmiş bir tepsi olduğuna inanan insanların geniş yüzünde beliren o aptal, huzurdolu tebessümle…

Leo Tolstoy, 21 Mart 1885’de, günlüğüne son derece isabetle şu satırları kaydetmişti: “Politika sanatı dışlar, çünkü hedefine varmak için tek taraflı olmak zorundadır.”

Genel dünya görüşüne uymadı diye bir şeyi “başarısız” addetmek acaba ne dereceye kadar doğrudur. Bir dahi özgür değildir. Thomas Mann, bir keresinde şöyle bir söz sarf etmişti: Özgür olan, yalnızca kayırsızlıktır. Kişilik sahibi olan özgür değildir, aksine kendi damgasının izini taşımak, gereklerine uymak ve esiri olmak zorundadır



Stavrogin: “…Apocalyps’te melek, bundan bçyle zamanın olmayacağını ilan eder.”

Krillov: “Biliyorum. Orada bu, yoruma yer bırakmayacak açıklıkta yer almış. Bütün insanlar mutluluğa kavutçuğunda zaman da ortadan kalkacak, çünkü artık gerekmeyecek… Çok doğru bir düşünce.

Stavrogin: “Peki ama zamanı nereye saklayacaklar?”

Krillov: “Hiçbir yere. Zaman bir eşya mı, hayır, yalnızca bir düşünce. Zihinlerinden silinip gidecek.”

Zaman, “ben”imizin varlığına bağlı bir koşuldur. Zaman bizi besleyen bir atmosferdir. Varlık ve varlık koşulları arasındaki bağ kopunca kişi ve onunla birlikte kişisel zaman ölünce, zaman da ölür.

Ahlaksal bir varlık olarak insan, öyle bir anımsama yeteneğiyle donatılmıştır ki kendi sınırlarının farkına yine kendisi varır. Anılar bizi saldırılara açık, acı çekmeye hazır kılar.

Bir insan, yaşadığı zaman süresince kendini gerçek peşinde koşma yeteneği olan ahlaksal bir varlık olarak kavrama olanağına sahiptir. Zaman, insana varilmiş hem tatlı hem de acı bir armağandır. Yaşam, varolmak için kendine koyduğu hedeflere uygun bir geliştirmesi için insana tanınmış bir süreden başka bir şey  değildir ve insan bu gelişimi gerçekleştirmek zorundadır. Yaşamımızın sıkıştırıldığı o acımasız derecede dar çerçeve, bizim kendimize ve diğer insanlara olan sorumluluğumuzu açıkça gözler önüne serer. İnsanın vicdanı da zamana bağlıdır ve yalnız onunla varolur.

Geçmiş, bir anlamda içinde yaşanılan zamandan çok daha gerçektir, en azından çok daha dayanıklı, çok daha süreklidir. Şimdiki zaman akıpgider, kaybolur, parmaklarımızın arasından kum gibi kayar. Maddi ağırlığına ancak anılarla kavuşur.



20. yüzyılda insanın toplumsal olaylara katılma oranı görülmedik derecede, neredeyse ölçülemeyecek derecede yükseldi: Sanayi, bilim, ekonomi ve diğer pek çok hayat alanı insanı, sürekli bir biçimde çaba sarf etmeye, yorulmak bilmeksizin dikkatini bir noktada yoğunlaştırmaya zorlamaktadır, yani her şeyden önce insandan zamanını çalmaktadır.

20. yüzyılın ikinci yarısında sanat her türlü gizemini kaybetmiştir. Günümüzün sanatçısı, tam bir kabul görmek istiyor, hem de hemen, manevi başarıların anında paraya çevrilmesini istiyor. Zavallı Franz Kafka! Yaşadığı sürece hiçbir eseri basılmayan ve vasiyetnamesinde bütün metinlerinin yakılmasını talep eden Kafka’nın dramı ne kadar sarsıcı! Bu açıdan bakıldığında Kafka, ahlaken modası geçmiş bir dönemin parçasıydı. Zaten bu yüzden de Kafka bu kadar acı çekti, çünkü zamanına “ayak uydurmasını” bilemedi.



Kadının güzel yada çirkin, cana yakın ya da sıkıcı olup olmadığı konusunda bile kesin bir şey söylemek mümkün değil. Kadın insanı aynı anda hem çekiyor hem de itiyor, hem açıklanamaz bir güzelliği içinde barındırıyor hem de insanı ürküten, sessiz bir şeytanlığı. İnsana hiç de romantik anlamda çekici gelmeyen şeytanca şeyleri… Olumsuz işaretli bir büyüyü, neredeyse kokuşmuş ama gene de olağanüstü güzel bir büyüyü…




Tek öğrenilemeyen şey bağımsız olmak, saygın bir biçimde düşünebilmektir. Tıpkı kişilik sahibi olmanın da öğrenilemeyeceği gibi…

İnsan çok önemli şeyler hakkında konuşmaya başladı mı, söylediği ve savunduğu şeylere gösterilen tepkilerden çok etkileniyor. Ne pahasına olursa olsun anlaşılamamaktan korunmak istiyor.

Bir sanatçının düşüncesi benliğinin en gizli kalmış derinliklerinde bir yerlerde oluşur. Dışsal, “maddi” bir tasarımla asla belirlenemez; sanatçının ruhu ve vicdanıyla bağıntılı, sanatçının genel yaşam görüşünün bir ürünüdür. Aksi takdirde tasarıları daha başından sanatsal açıdan boş ve verimsiz kalmaya mahkumdur. Tabii insan mesleki açıdan sinema ya da edebiyatla
ilgilenebilir ve gene de sanatçı sıfatı taşıyamaz, yalnızca yabancı düşüncelerin uygulayıcısı olur, işte o kadar.


İnsana adeta dışarıdan dayatılan bu bilgiye ulaşma gayreti kendince oldukça dramatiktir, çünkü huzursuzluk ve mahrumiyet, acı ve hayal kırıklığı eşliğinde gelişir her şey: Son gerçeğe varmak imkansızdır. Buna ek olarak, insana bir de vicdan verilmiştir. İnsan, davranışlarında ahlak yasalarıyla çelişkiye düştüğü an vicdanının eziyeti başlar. Buna göre vicdanın olması da bir anlamda trajik bir olaydır.
 


Eylül toparlandı gitti işte





ACIYOR 

Mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlarda orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi 
Kahkahası gün ışığına vurup da
öteden beri yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi 
Güzel gözlü bir çocuğun bile 
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse 

Eylül toparlandı gitti işte 
Ekim filanda gider bu gidişle 
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar 


Turgut UYAR



14 Eylül 2013 Cumartesi

Tüm ölülerin şerefine




tüm ölülerin şerefine..
ölü ruhlarınızın,
ölü anılarınızın,
ölü insanlarınızın,
ölü insanlığınızın...
şerefine


13 Eylül 2013 Cuma

Seni mutlu edeyim mi






Bundan böyle morali bozuk dostlarıma bu sahneyi izleteceğim. Ne de olsa ister istemez üzerindeki ölü toprağı atacaktır.


‘insan yaşayamaz
içinde bir ölüyle
onu fırlatıp atmak
tıpkı çürük bir meyve gibi
ya da bulaşıp ölülüğüne
ölmek gerekir , salıp kendini..’
ALAIDE FOPPA
Video Deliverance filminden 





10 Eylül 2013 Salı

Kara Yılan İnliyor - Black Snake Moan

 
Filmin ismini aldığı 1927 yılına ait şarkı.


 



Son House 


Sadece bir tür Blues vardır ve o bu Blues genelde erkek ve kadın arasındaki aşkı anlatan türdür ve aşk bir süre önce söylediğim şu  şarkılardan birinde söylediğim gibidir. İçinde bir cümle vardı. Aşk tüm kusurları kapatır, diyordu. Sana hiç yapmak istemediği şeyleri yaptırır.  Aşk bazen kendini mutsuz ve üzgün hissetmene sebep olur. Ben burada Blues’dan bahsediyorum. Diğer saçmalıklardan bahsetmiyorum. Ve konusu her zaman erkek ve kadındır. İki insanın birbirini sevmesi gerekirken biri ya da diğeri, diğerini her zaman aşk konusunda aldatır.




Bazen böyle bir Blues birbirinizi öldürmenize bile sebep olur. Yani bu tür bir sevginin size her şeyi yaptırmanızın sebebi burada kalbinizde olmasıdır. Blues kalbinizde başlar.


12 Ağustos 2013 Pazartesi

Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım.



Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı fikirde olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar önem veriyorlar! Bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına karışmayagörsün, suratları hemen değişir.

İnsan yalnız yaşayınca bir şey anlatmanın bile ne olduğunu unutuyor: Dostlarla birlikte inanılabilir şeyler de ortadan kayboluyor. Olaylar da öyle. İnsan onlara da aldırmaz oluyor. Bir bakıyorsunuz konuşan insanlar çıkıyor ortaya, bir bakıyorsunuz çekip gidiyorlar. Başını sonunu duymadığınız hikayelere dalıyorsunuz. Duyduğunuzu anlatın deseler kötü tanıklık edersiniz.

Birbirimizi sevdiğimiz sürece, en önemsiz yaşantılarımızın, en hafif acılarımızın bile bizden koparak geride kalmasına göz yummamıştık. Sesleri, kokuları, gün ışığının küçük ayrıntılarını, hatta birbirimize açıklamadığımız düşüncelerimizi bile alıp götürmüştük. Bütün bunlar canlılıklarını yitirmemişler, bugün bile bize acı ya da sevinç vermişlerdi. Tek bir hatıra bile yok. Söndürülmez ve yakıcı bir aşk. Geriye çekilmek, gölgeye ya da bir kuytuya sığınmak elden gelmiyor. Üç yıl tek bir an gibi duruyor. Anny'le bu yüzden ayrılmıştık.

Yaşarken başımızdan hiçbir şey geçmez. Dekorlar değişir, kişiler girer çıkar yalnızca. Başlangıçlar da yoktur; günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenir durur; sonu gelmez, yeknesak bir ekleniştir bu.

Ben geçmişimi nerede saklayacağım? Geçmişinizi cebinizde saklayamazsınız. Onu koyacak bir evimiz olmalı. Gövdemden başka şeyim yok. Yapayalnız bir adam, yalnız gövdesiyle hatıraları durdurup saklayamaz. Hatıralar üzerinden geçip gider onun. Ama yakınmamalıyım. Çünkü hür olmaktan başka şey istememiştim.


Jean-Paul Sartre 

28 Temmuz 2013 Pazar

Gider ayak

Yaşlandıkça küfretme özelliğim ön plana çıkıyor, ferahlatıyor beni.. Giderayak herkese küfredeyim diyorum!
Ara GÜLER