9 Haziran 2015 Salı

Göğü Delen Adam: Modern insana ilkel bir bakış açısı!





 Feodal toplumu, endüstri devrimini ve kapitalist toplumu, sosyalizmi ve komünizmi, modernizmi ve post modernizmi yaşamış ve yaşamakta olan günümüz insanlarının yani biz medenilerin ilkel toplumlar, avcı-toplayıcı kabileler hakkındaki düşünceleri bellidir. Peki bu ilkel kabile üyelerinin bizler hakkındaki düşünceleri sizce nasıldır? Papalagi de tam olarak bunu anlatmaktadır. İlkel bir kabile şefinin Batı medeniyeti ve daha genel kapsamlı olarak "beyaz adam" hakkındaki düşüncelerini anlatıyor kitap.


"Papalagi,yuvarlak metali ve ağır kağıdı sever. Katledilmiş meyvelerin suyunu, domuz,sığır gibi hayvanların etini midesine indirmeyi sever. Ama, hepsinden çok sevdiği bir şey vardır ki, bunu elle tutmak mümkün değil: Zaman! Bu yüzden dünyanın patırtısını kopartır, saçma sapan konuşur durur. Güneşin doğuşuyla batışı arasında kullanmadığı hiçbir zaman kalmasa yinede yetmez Papalagi’ye. Zaman, Papalagi’yi memnun edemez bir türlü. Büyük Ruh’a yakınır da yakınır, daha fazlasını vermedi diye.Evet, böyle işte; her yeni günü belli bir plana göre bölüp
parçalayarak Büyük Ruh’a ve onun hikmetine etmediği hakareti bırakmaz.

Çalı bıçağıyla yumuşak bir hindisdan cevizini boydan boya keser gibi böler günü. Her bir bölümün ayrı adı vardir.Saniye, dakika, saat. Avrupa’da zamanı olan çok azdır. Belki de hiç yoktur. Bu yüzden herkes yaşamın içine fırlatılmiş birer taş gibi koşuşturur. Hemen hepsi yürürken yere bakar ve daha hızlı ilerleyebilmek için kollarını ileri savurur. Eğer durduracak olursan isteksizce, ’Niye beni rahatsız
ediyorsun?’ derler. ’Kaybedecek zamanım yok, sen de kendi zamanını değerlendirmeye bak.’ Sanki hızlı yürüyen insan daha değerli, yavaş yürüyenden daha yürekliymiş gibi davranırlar."

“Papalagi’nin içi zaman korkusuyla dolu olduğu için, hepsi yalnız erkekler değil kadınlar ve çocuklar da büyük ışığı kendi gözleriyle ilk kez gördüklerinden beri ayın kaç kere yükseldiğini, güneşin kaç kez battığını kesin olarak bilirler. Bu o kadar önemlidir ki belirli aralıklarla çiçekler ve şölenlerle kutlanır. Bana “kaç yaşındasın” diye sorduklarında benim gülüp de bunun önemi olmadığını söylemem üstüne utanmam gerektiğini düşünüyorlardı. …Ben ise “bilmemek daha iyi” diye düşünüyordum.
Sanıyorum ki çok sıkı tuttukları için zaman, ıslak elden kayan yılan gibi akıp gidiyor ellerinden. Zmanın kendisine gelmesini beklemez. Kollarını açıp, yakalamak için peşinden koşar. Zamanın huzur içinde güneşin altına serilmesini kıskanır, ister ki hep yakınında olsun, şarkı söylesin iki laf etsin. Oysa zaman sessiz ve uysaldır, huzur ister güneşin altında döşeğine uzanıp yatmak ister.
Papalagi zamanı tanıyamadı, anlayamadı. Bu yüzden onu hor kullanıyor.
…Zavallı şaşkın Papalagi’yi bu çılgınlıktan kurtarmalıyız. Zamanını geri vermeliyiz. O küçük yuvarlak zaman makinelerini parçalayıp ona güneşin doğuşundan batışına kadar bir insanın kullanabileceğinden çok daha fazla zaman olduğunu anlatmalıyız.”

Kaç yaşındasın demek kaç dolunay boyunca yaşadığın anlamına gelir.Oysa dolunayları saymak pek tehlikelidir, çünkü kişi buna çok dikkat ederse ve yeterince çok dolunay geçmişse ‘artık yakında öleceğim’ demeye başlar.Ondan sonra ne keyfi kalır ne de başka bir şeyi ve kısa süre sonra da gerçekten ölür gider.

Papalagi’nin yaşamı, Savaii’ye elçi giden ve kıyıdan ayrılır ayrılmaz düşünmeye koyulan bir adama benzer. “ Savaii’ye varmama ne kadar sürer acaba?” Düşünür, ama yolculuğunun akıp gittiği o güzelim çevresini görmez. Derken sol kıyıda dağların sırtları görünüverir. Daha gözlerinin bu sırtları görmesiyle, “ bunların arkasında ne ola ki”, diye düşünmeye başlar. Kendini alamaz bundan. Diyelim ki küçük ya da geniş bir koya girdi, gençlerle birlikte deniz türküleri söylemek aklının ucundan bile geçmez ya da genç kızların keyifli şakalarına gülmek. Koyu ve dağ sırtlarını geride bıraktı mı, bu kez yeni bir düşünce sarar onu: “ Acaba akşama kadar fırtına patlar mı?” “ Ya fırtına koparsa?” Mavi gökte kara bulut arar o. Patlayacak olan fırtınaya takar kafasını. Neyse, fırtına mırtına çıkmaz ve akşamleyin salimen Savaii’ye varır. Ama sanki o yolculuğu hiç yapmamış gibidir. Çünkü düşünceleri bedeninden ve teknesinden uzaktadır hep. Upolu’da, kulübesinde de kalsaydı hiçbir şey değişmezdi.
 
Gazete bütün insanları tek bir kafa haline getirmeye çalışır. Benim kafama, benim düşünceme karsı savaşır. Tüm insanların kafasını ve düşüncesini ele geçirmeye çalışır. Bunu becerir de. Sabah kağıdı okursan, öğlene diğer papalagilerin kafalarında ne taşıdıklarını, ne düşündüklerini bilirsin.


"Papalagi'nin tanrısı kendisinin "para" adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kâğıttan başka bir şey değildir."

"...Para uğruna acımasız davranma hakkını elde eder Papalagi. Eli paraya gitti mi yüreği sertleşir, kanı donar, yalan söyler, dürüst davranmaz, tehlikeli olur."
Para uğruna, mutluluklarını vicdanlarını yitirenler; gülmekten, onurundan, sevincinden hatta karısından, çocuğundan olanlar vardır.

Eğer insan çok fazla "şey" e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir.


Beyaz adamın yaptığı hiç bir şey büyük ruhun mucizelerine yaklaşamaz bile.


Makineleri, marifetleri, büyüleri hiç bir şeyi insanın hayatını uzatmaya yetmedi; ne de insanı daha mutlu huzurlu kılmaya. Gelin onun için biz Tanrı'nın mucizevi makinesine ve onun becerilerine bakalım ve eğer beyaz tanrı bir oyun edecek olursa görmezden gelelim.

Beyazların ülkesinde, güneşin doğuşundan batışına kadar parasız hiçbir şey yapamazsın. Paran olmadı mı ne açlığını, susuzluğunu giderebilirsin ne de yatacak bir döşek bulabilirsin. Paran olmadığı için seni hapse atarlar. Yani hep para ödemek zorundasın. Yürüdüğün yol için, kulübeni yaptığın yer için, gece yattığın döşek için, odanı aydınlatan ışık için para vermen gerekir. Daha doğar doğmaz para ödemeye başlarsın, ölünce de ailen para ödemek zorunda kalır, başına dikilen taş için... 



Erkeklik çağına gelmiş papalagilerin çok azı bir çocuk gibi hoplayıp zıplayabilir. Sanki sürekli engelleniyormuş gibi yürürken bedenini havanın içinde zorlukla sürükler. O bu güçsüzlüğü yadsıyıp mazur göstererek, saygıdeğer bir adamın koşmasının, hoplayıp zıplamasının doğru olmadığını söyler. ama tüm bunlar salt kuru bahanedir. meslekleri onları uykuya ve ölüme mahkum ettiğinden kemikleri katılıp hareket edemez olmuş, kaşları sevinçlerini yitirmiştir. Meslek, yaşamı yok eden bir aitu*dur. İnsanların kulağına güzel şeyler fısıldayan, ama bedenindeki kani içen bir aitu. (Aitu: Şeytan)

dipnot: Bu sefer kitaptan alıntıları yazmaya üşendiğim için internette bulduğum alıntıları ekliyorum. Kitap burada okuduklarınızdan çok çok daha fazla can alıcı konuya değinmektedir. ZAMANI OLMAYAN HER PAPALAGİ BU KİTABI OKUMALIDIR.

5 Haziran 2015 Cuma

Postmodernizm, Zaman-Kimlik İlişkilerine Genel Bir Yaklaşım



Postmodernizm, Zaman-Kimlik İlişkilerine Genel Bir Yaklaşım



1.1  Postmodernizm

1.1.1.      Geneleksel Dönem



  • Geleneksel toplumun temel birimi ailedir ve cemaatin ilk formudur.  S.20
  • Modern dünyanın “global köyünde” bizi sarsan her şey, herkesi sarsmaktadır. S.21
  • Modernleşme olgusunun ortak özelliği; geleneksel tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına dayalı durağan bir yapıdan sanayileşmiş, şehirleşmiş,- okur-yazar oranının arttığı, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının geliştirdiği dinamik bir yapı olarak görülmektedir. Temel özellik ise, tarıma dayalı toplumsal bir yapıdan, sanayiye dayalı toplumsal bir yapıya geçiş olarak söylenebilir. Toplumda belirgin bir farklılaşma ve uzmanlaşmayı beraberinde getiren modernleşme, toplumun eski değerlerinden soyutlanıp yeniden düzenlenmesi anlamına gelmektedir. S.21
  • Sanayileşme ve beraberindeki süreçler zaman ve mekan algılamasını kökünden değiştirmiştir. Dolayısıyla evreni cemaatinin ifade ettiği alanla eşitleyen insanın önünde artık yeni bir zaman ve mekan algısı oluşmuştur. S. 21
  • Gelenklsel toplumda genellikle yaşla ve tecrübeyle elde edilen ve sınırlı olan bilginin yerini, modern toplumda teknolojinin etkililiği, bilginin yaygınlığı ve seri üretimlerin yapıldığı bir sürece bırakmıştır. S. 21



            1.1.2.      Aydınlanma Hareketi



  • Aydınlanma, 17-18 yylarda hakim olan totaliterliğe, feodalizme ve kilisenin dayatmalarına karşı, yeni olgunlaşmakta olan burjuvazinin yönettiği bir özgürlük hareketidir. S.22
  • Aydınlanma çağı; aklın, deneyimin, dinsel ve geleneksel otoriteleri sorgulamanın, seküler, liberal ve demokratik toplumların ideallerinin yavaş yavaş şekillendiği bir dönemi ifade etmektedir. S. 22
  • Kant’da aydınlanmanın parolası olarak; sapere aude! (Yüreklice düşün!). aklını kendin kullanma cesaretini göster sözünü kabul etmektedir. Kant’a göre; “aydınlanma, insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.” S. 23
  • Aydınlanma Hareketi’nin temel karakteristiğini; dogmaya, dinsel inanç ve bilgiye karşı aklın üstünlüğünü vurgulayarak, dünyayı değiştirmede aklın gücüne önem vermek olarak açıklayabiliriz. S. 23
  • Aydınlanma Hareketi’nin savunduğu değerler; akılcılık, kuşkuculuk, pozitif bilim anlayışı, ilerlemecilik, ifade özgürlüğüdür. Karşı çıktığı değerler ise; bilgisizlik, boş inançlar, din eksenli iktidar ve hoşgörüsüzlüktür. S. 23



1.1.3.      Modernizm



  • Habermas’a göre, modernus sözcüğü ilk olarak V. Yüzyılda, Hristiyan olan o dönemi, geçmişteki pagan Roma’dan ayırt etmek amacıyla kullanılmıştır. Bu doğrultuda Habermas, modern deyiminin, Avrupa’da her yeni bir dönem başlangıcı bilincinin ortaya çıkışında kullanıldığına da işaret etmektedir. S. 24
  • Modern olmak ise, artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir. S. 24
  • Modernlik terimi 17 ve 18 yüzyıllarda batı avrupada filizlenmeye başlayan ve daha sonra batı dışı toplumlara yayılan yada dayatılan bir toplum biçimine karşılık gelmektedir. Modernlik, eskinin dışlanması ve yeninin kutsanmasıdır. S.25
  • Modern çağı oluşturan her şeyin altında eleştiri yatmaktadır. S. 25
  • Modern olmak, tarihsel gelenek karşısında, dışsal otoriteler karşısında bir özerklik talep etmektedir. Bu talep, insanın toplumsal olarak kendi kendisini yönlendirme ve temelde özerk olma arzusunu ifade etmektedir. S. 25



1.1.4.      Modernizm’e Bir Başkaldırı Olarak: Postmodernizm



  • Modernizme bir tepki olarak ortaya çıkan Postmodernizm, 1595’lerden itibaren gündemde yerini almış, 1980’lerde de yaygın olarak kullanılan bir kavram olmuştur. S. 27
  • Modernite, orta çağdan farklılaşmaydı ve aynı şekilde orta çağın egemen düşünme biçimlerine bir tepkiydi. Postmodernite de, moderniteden farklılaşmadır ve bu anlamda postmodernite, modernite döneminin düşünme biçimlerine(aydınlanma, büyük anlatılar, rasyonalizm…) karşı bir tepki içermektedir. S. 29
  • Postmodern söylem, egemen kediler adına değil, ezilen fareler, diyaspora mazlumu, Yahudiler, kadınlar, zenciler ve pagan üçüncü dünya ülkeleri adına konuşan söylemdir. S. 30
  • Postmodernizm öncelikle, pozitivizm, eşitçilik, liberalizm, Marksizm, aydınlanma, kipitalizm… gibi meta-anlatılara şiddetle karşı çıkmaktadır. S. 31
  • Postmodernizm her şeyden önce evrenin bir kaos olduğunu, bu kaosun belli bir anlamı olamayacağını ve herhangi bir formülle açıklanmasının mümkün olamayacağını dile getirir. Şayet bir doğru varsa, bunun evrenin tümü için değil, yalnızca bir parçası için doğru olabileceğini; aynı şekilde anlamın da ancak evrenin bir parçası için geçerli olabileceğini savunur. Evrenin tümü için tek bir anlam bulmanın yani genel geçer tek formülle açıklamanın olanaksız olduğunu söyler. S.32
  • Postmodern öğretinin temel görüşlerinden biri de relativizm(görecelik)tir. Postmodernitede bütün bilgiler görelidir. Değerler ve ahlak kuralları; tarihsel ve toplumsal koşullara göre farklılık gösterir. Dolayısıyla hakikat, herkese göre farklı olacağı için tek bir hakikatten söz etmek mümkün değildir. S. 32
  • Postmodern anlayış, gerçek ve yapay ve kurmaca olduğunu, bunların mevcut kültürler tarafından insanlara dayatıldığını; böylece teknoloji, bilim ve kültür ortamında bireyin/ferdin yok olduğunu dile getirir. Fertler kitleleştirilerek yok edilmektedir. Kimlikler gruplara göre tayin edilmekte ve insanlar bir takım kategorilere ayrılmaktadır. S.33-34
  • Baudrillard’a göre içinde yaşadığımız aşama, smülasyon çağıdır. Suretler gerçek sayılarak toplumsal ilişkiler simülatif bir boyut kazanmıştır. Gerçekler yok olup gitmiştir. S. 34
  • Medya en doğruyu yansıttığını iddia ederken aslında belli bir görüşün, grup veya kişinin bakış açısından gerçeği vermektedir. S.34
  • Artık yorumun doğruluğu değil de, inandırıcılığı da önemli olduğu için, gerçek belki de hiç bilinmeden kalmaktadır. S.35
  • Kitle iletişim araçları ve popüler kültür, tüm toplumsal ilişkileri biçimlendirmektedir. S.35







1.1.5.      Postmodernizme Yöneltilen Eleştiriler



  • Postmodernizme yönelik eleştiriler, - kendisi her ne kadar modernizmi eleştirip, ona alternatif olduğunu iddia etse de- aslında modernizmin daha güçlü bir biçimde devam ettiğini postmodern döneminde modern dönemin bir devamı niteliğinde okunabileceğini dile getirmektedirler. S. 36
  • Postmodernliğe yöneltilen eleşltirilerin önemli bir kısmı, postmodernitenin kimlikleri darmadağıt ettiği, hatta kimliği yok ettiğini/edeceğini ima etmektedir. S. 38



1.2. Moderniteden Postmoderniteye Kimlik Biçimlerinin Değişmesi

1.2.1. Kimlik Kavramı



  • Belirli bir aidiyete gönderme yapan kimlik kavramı aynı zamanda farklılığı da çağrıştırmaktadır. Bu durum yalnızca kimliğe özgü değildir, bütünleşme ve farklılık insanın varoluşsal eğilimleridir. Her kişinin kimliği resmi kayırlarda görünenlerle sınırlı olmayan; din, aile, ulus, etnik köken, meslek grubu ve sosyal çevre gibi bir çok öğeden oluşmaktadır. S. 39
  • Benlik bir öz-bilinç durumudur. İnsan yalnızca bir şeylerin bilincinde olmaz, aynı zamanda bir şeylerin bilincinde olan bir varlık olarak kendisinin de bilincinde olur. S.40



1.2.2. Tarihi Seyri İçinde Kimlik Olgusu

1.2.2.1. Geleneksel Dönemde Kimlik



  • Bireysel kimlik ve bireyselcilik sorunu büyük ölçüde modern toplumların bir özelliği olarak görülmektedir.
  • Kimlik her şeyden önce bir kültür sorunudur.s.43



1.2.2.2. Modern Dönemde Kimlik



  • Modern dönemde her alan kurumsallaştırılmış; bilim, ahlak ve sanat yaşam dünyasından kopmuş, özerk ve otoriter alanlar durumuna gelmiştir. S 44
  • Modernite geçmiş yaşam biçimlerinin, değerlerin ve kimlik yıkılışlarının ve yenilerinin üretiminin bir aradalığını ifade eder. İnsanın kimliği modası geçmiş, eskimiş yada gereksiz bir hale gelebilir yada toplumsal geçerliğini yitirebilir. Bunun sonucunda insan bir anomi durumudur. Dünyada kendini hiçbir yere ait hissetmeme gibi çok büyük bir yabancılaşma durumu yaşayabilir. S45





1.2.2.2.1.Modernliğin Yansıması Olarak Bireyselleşme



  • Bir terim olarak özne, “özünü sorgulayan”ı işaret etmesinden dolayı “öz ne” sorusundan türetilmiştir.
  • Özne, “yerleşik felsefe dilinde en genel anlamda düşünülen nesneye karşıt olarak düşünen varlık” biçiminde tanımlanmaktadır. S. 47
  • Birey, bir kişinin kendine özgü bir var oluşuyla apayrı bir bütün oluşturduğu ve bu haliyle bölünemezliği fikrini ifade etmektedir. S. 48







1.2.2.2.2. Modern Özneye Karşı Post modern Eleştiriler



·         Öznenin tahrip edilmesi sınırında başlayan post modern itirazlar, öznenin ölümüne varıncaya dek aşırı ivme kazanarak, yaşamasının anlamsızlığına dair bir dizi açıklamalarla desteklenmiştir. S.50

·         Foucault, hazların bile sıkı bir şekilde düzenlenip denetlendiği bir toplumda özgür bir bireyden bahsetmenin pek mümkün olmadığı söylemektedir. S. 50

·         Öznenin özgürlük olarak sarıldığı şeyler, aslında bireyi o şeye-şeylere mahkum etmektedir de denilebilir. Özne özgür bir dünyada iktidar odaklarının esiri olmaktadır. S. 51



 1.2.2.4. Post Modern Dönemde Kimlik



  • Modern sonrası dönemi ifade eden post modernlik, yaşamın yeniden düzenlenmesi, yeni bir yer duygusu yaratılmasıdır ki, bu da medyanın hayati rol oynadığı karmaşık bir süreçtir. Post modern söylemler, kimlik kavramını sorunsallaştırır ve onun bir söylence ve bir yanılsama olduğunu iddia eder.
  • Post modernizm, gerçeklerin kurmaca yapılarını gösterip, doğruların doğrudan, doğal olarak gelmediğini, kültür tarafından kabul ettirildiğini ve dünyanın kültürümüzün söyleminden, toplumsal olarak kabul edilmiş anlamlar sisteminden tanıtıldığını irdeler. S53
  • Post modern söyleme göre; kimliğimizi güvenilir zaman-mekan koordinatlarına dayanarak tanımlarız; ancak bu koordinatlar kaydığında kim olduğumuzu tanımlamamız zordur.
  • Dünya olaylarının zaman ve mekanında kayma meydana geldiği ve dünyaya ilişkin konumumuz değiştiği için kimliğimizi yeniden kurma arayışı içindeyiz. S.53
  • Post modern toplumda, kültür görselliğe bağlı olurken, kimlikler de geleneksel sabit özelliklerini yitirerek yerlerini daha esnek ve akışkan öğelere bırakırlar. Artık statüsel yada kimliksel imgeler, çalışma sürecinden çok, çalışma dışı dünyada gerçeklik kazanmaktadır. Bu alan; farklılık, aykırılık, kendilik, ötekilik, öznellik ve bireysellik temalarına açıklık gösterdiğinden, birey kendisini angaje olduğu bir grupla yada tek ve biricik olarak inşa eder. Çalışma dışı alanlar, bireyin giyim, haz,, tat, mekan, kendini salıverme, benlik temsili vs gibi bireysel/sosyal her tür tatmine açık yanını tamamlamayı vaat eder. S.54
  • Baudrillard, post modern toplumda kimliğin en fazla “bilgisayar sisteminde bir terim” olduğunu söyler. Baudrillard’a göre, günümüz iletişim araçları, gerçek olmayan bir gerçek, bir hipergerçeklik yaratarak, insanın çevreyle ilişkilerini engellemekte, onların doğal ve sosyal etkileşim ağından kopmalarına ve yabancılaşmalarına neden olmaktadır. S.55
  • Serter’e göre, post modern kimlikler, giydirilmiş kimliklerdir. S.55
  • Post modern bireyin önemli oranda bir dikkat sorunu yaşadığı bilinmektedir. Zira, post modernizmin “her şey gider” sloganı gereği her şeyin –hoş görü adı altında- caiz olduğu bir toplumda ortaya çıkan karmaşık, tutarsız ve hiçbir şeyi umursamaz bir yapıya karşı bireylerin sağlam bir dikkati muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. S. 58
  • Modernliğin sloganı “yaratım”, post modernliğin sloganı ise “yeniden kullanıma sokmaktır”. S. 58
  • Modernlik çelik ve betonla inşa edilirken; post modernlik plastikle kurulmaktadır. S.59
  • Post modernizm ve popüler kültür, farklılaşmayı önerirken, aynılaşma tuzağına düşmekten kurtulamamıştır. Örneğin, farklı olmak adına vücuduna yatırım yaparak tüketime hizmet eden bireyin, aynı estetik ameliyatlardan geçip, aynı “sağlıklı” yiyecekleri tüketip, aynı spor salonlarına gidip, aynı vitaminleri alıp ve aynı markaları kullanıp diğerleriyle aynılaşması söz konusudur. S. 59



Bölüm 2



Pos Modern Kimliğin Oluşumunda Etkili Bir Faktör Olarak “Popüler Kültür”



2.1. Kültür Kavramı



  • Bozkurt Güvenç, Amerikalı iki antropologun kültür konusunda yayımladıkları antolojide, birbirinden farklı 164 tane kültür tanımı olduğunu, bu derlemeyi inceleyen başka bir araştırmacının da “bilimsel bir kavramın bu kadar tanımı varsa onun tanımlanamayacağını” ileri sürdüğünü belirtmektedir. S.61
  • Kültür kavramı sözcük olarak Latincede ekip biçmek anlamında olan cultüre sözcüğün 17 yüzyıla kadar Fransızcada da aynı anlamda kullanılmıştır. İlk kez Voltaire tarafından insan zekasının oluşumu, gelişimi, geliştirilmesi ve yüceltilmesi şeklinde farklı bir anlamda kullanılmıştır. S. 62
  • Bir çok çalışmada kültürün estetik anlamından çok siyasi anlamı öne çıkarılmıştır. Bazı çalışmalarda kültür, estetik, düşünsel ve ruhsal gelişim süreci olarak değil; gündelik yaşamın konusu ve uygulaması olarak anlaşılan bir kavramdır. S. 63
  • Kültürü her şeyden bağımsız olarak “kitlelere belirli düşünceler empoze etme aracı” olarak görenler vardır. Bu bağlanma “popüler kültür” kavramı ortaya çıkmaktadır.
  • Popüler kültür, oluşturduğu yeni sembollerle, bireylerin hayatına bir yön verir ve belli bir yaşam tarzı meydana getirerek, fikirleri, eylemleri içeren bir süreç olarak yeni bir kültür şeklini ortaya çıkartır. S. 63



2.2. Popüler Kimlik Kavramı



  • Popüler kültür belli bir grubun ürünü değildir, belli bir grubun sahipliğini içermez; popülerdir, yani herkesin olmasa bile hemen hemen herkesindir. Popüler kültür, halk yada halkın dışında veya üstünde yer alanlar tarafından halk için üretilen bir şeydir. S.64-65
  • Popüler kültür, siyasetin, sosyal hayatın, dinin, tarihin, müziğin, edebi eserlerin… gündelik hayatta en üst düzeyde genelleştirilmiş yorumlamalarıyla ilişkilidir. S. 65
  • Popüler kültür asıl anlamıyla modern yaşamdaki halkın kültürüdür. Kavramından uzaklaşmış bu kültür, yani popüler olan, bireyi ve toplumu o derece sersemleştirmiştir ki; popüler düşüncesi ve davranış biçimleriyle kişiyi düşünemez, üretemez, yaşam şeklini belirleyemez hale getirmiştir. Burada kişinin yada toplumun farkına varamadığı şey; kişinin kendisini özgür tercihler yaptığına inandırmış olmasıdır. Popüler kültür maddecidir, tüketim ihtiyacını modalaştırır ve sunucudur. S. 65
  • Popüler kültür, öncelikle medya aracılığıyla sürdürülen ve teşvik edilen, ün ve şöhret alanına sıkıştırılmıştır. S. 66
  • Popüler kültür, kitlelerin afyonudur. S. 67
  • Genel olarak, yüzbinlerce hatta milyonlarca insanın seyrettiği, okuduğu veya katıldığı eğlenceye işaret eden popüler kültür, kendisini en çok televizyon, sinema ve gazetelerde gösterir. Popüler kültürün medya dışındaki araçlarından bazıları ise; giyim tarzları, hobiler, tatiller, eğlence yerleri ve amatör veya profesyonel spor dallarıdır. S. 67
  • Popüler kültür büyük öçlükte ideolojiktir ve üzerinde son yıllarda derinlemesine çalışılmasının nedenlerinden birisi de budur. S. 68



2.3. Popüler Kültür, Kitle Kültürü ve Kitle İletişimi



·         Kitle, rasgele fertler toplumu anlamına gelmektedir. Bir kitelenin oluşumu, bireysel bilincin kaybolması; hislerin, fikirlerin aynı hedefe yönelmesini ifade eder, ancak bu kişilerin aynı yerde bulunması zorunluluğu yoktur. Birbirinden ayrı yerlerde bulunan binlerce kişi, bir takım önemli olaylar nedeniyle bir araya gelerek bir kitle oluşturabilirler. S. 69

·         Kitle toplumu, kapitalizmin bir ürünüdür ve sanaileşme, kentleşme, modernleşme süreçleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. S. 70

·         Sosyolojik açıdan kitle toplumu, yukarıdan idare edilen, güçlü ve bağımsız toplumsal kurum yada grupların bulunmadığı bir toplum olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda kitle toplumu; halkın pasif, ilgisiz ve atomize bir şekilde çoğaldığı, geleneksel yapının bozulduğu, tutarlı grupların yok olduğu ve toplumdaki bireylerin- tıpkı tükettikleri ürün, eğlence ve değerler gibi- , kitlesel şekilde üretilen birer tüketici haline geldikleri bir toplum olarak nitelendirilmektedir. S. 70

·         Kitle kültürü kapitalist üretim biçiminin “bayağılaştırılmış” (halk düzeyine indirilmiş) üst yapısı olmuştur. Bir bakıma kitle kültürü, egemenlik ideolojisinin tabana indirilmiş, popülerleştirilmiş özellikle tüketime doğrudan bağlı olan bir çeşididir. S. 71



Kitle kültürünün özellikleri şu şekilde sıralanmaktadır:

-          Kitle kültürü, özünde pazarlanabilir nitelik taşımaktadır. Kapitalist toplumlarda, kitle kültürü ticarilik olmadan var olamaz. Kitlelere kültür satılmalıdır; zira kültür mümkün olan en geniş izleyici kitlesine satılan maldır.

-           Kitle kültürü, ekonomik talep tarafından kültürün ticari alçaltılması ve kitle iletişim araçları tarafından empoze edilen standartların zorla düşürülmesinin sonucu olarak bayağı ve alçak bir kültürdür.

-          Kitle kültürü ahlak bakımından dejenere olmuştur. Zira, sunulan materyallerde içsel bir zalimlik vardır. Şiddet, cinayet, ahlaki baskı, ırza tecavüz, fiziksel ve zihinsel işkence gibi unsurlar, kitle kültürünün büyük bir kısmını kapsamaktadır. Değer yargısızlık, kaos ve ahlaki görecelik haddinden fazla yoğundur…. Kitle kültürü için hiçbir şeyin kutsal olmadığıdır.

-          Kitle kültürü basit ve çocuksu olduğundan çocuklaştırıcı etkisi vardır.

-          Kitle kültürü manipüle edicidir. İzleyicinin pasifliği de manipüle edilmesini kolaylaştırır. Bu bağlamda reklam endüstrisi oldukça üst düzeyde yer almaktadır. Bu endüstri aracılığıyla kandırma teknikleri kullanılarak izleyicilere, nasıl yaşamaları, neyi nerede tüketmeleri gerektiği aşılanmaktadır.

-          Kitle kültüründeki her şey asıl/gerçek kültüre yabancıdır. Kültürel etkinlik adı altında yapılan şeylerin (müzik, film vs) esasen kültürle hiçbir ilişkisi yoktur. Endüstri devrimiyle birlikte kültür ortadan kalkmış ve yerini uydurma biçimler almıştır. Kitle insanının kültürü, bayağı düşlerden ve heyecanlardan oluşur.

-          Kitle kültürü, bütün sınıf, gelenek, görenek, zevk engellerini ortadan kaldırır. Her şeyi birbiriyle karıştırır, birbiri içine sokar ve homojenleşmiş bir kültür ortaya çıkarır.

-          Kitle kültürü(popüler kültürle birlikte) ve kitle iletişimi, günümüzden birbirinden ayrılmaz iki kavram olarak kullanılmaktadır. Kitle iletişimi bir kitlesel araçla (tv, dergi, gazete vb) bağlantılı olan iletişimdir. S. 72-73



  • Kitle iletişim araçları, gerçekliği yalın haliyle vermezler; kitle iletişiminin verdiği şey, gerçekliğin baş döndürücülüğüdür. 



2.5. Tüketim Toplumu



·         Bugün tüketim dendiğinde aklımıza sadece bir takım nesnelerin tüketimi gelmemektedir; bu kavram aynı zamanda sembollerin, değerlerin, imajların ve hatta kimliklerin de tüketimini çağrıştırmaktadır. S. 81

·         Modern tüketim kalıpları şehirleşmenin bir sonucu olarak da ortaya çıkmıştır da denilebilir. Zira şehir yaşamı, bir tarza sahip olma bilincini, yani hem belli bir gruba özgü belirleyici özellikleri hem de bireysel özellikleri yansıtabilecek bir alan içinde tüketme ihtiyacını arttırır. Şehirdeki birey, bir kimlik duygusu oluşturabilmek, “kim” olarak algılanmayı arzu ettiğini belirtmek amacıyla tüketmektedir. S. 81

·         Tüketim, insanların objelere farklı anlamlar yüklemesiyle yakından alakalıdır. Objelerin kullanılması maddi olduğu kadar mecazi de olabilir; yani objeler mevcut bir şey, bir fikir veya ilişki de olabilir. Hemen hemen bütün objelerin bazı sosyal anlamları vardır.s. 81

·         Marx’a göre, kapitalizmin temel başarılarından en önemlisi kültürel hegemonya kavramıyla açıklanabilecek, kapitalist sınıfın işçi sınıfının kültürüne müdahale etme suretiyle, onların nasıl yaşayacaklarına, ne hissedeceklerine hatta ne yiyip ne giyeceklerine karar verme yetkisini kendilerinde görmesidir. Bu hakimiyetine de işçi sınıfı arasında “eşya fetişizmi”ni yaygınlaştırabilmiş olmasına borçludur. Böylece “modern köleler” haline gelen insanlar sürekli olarak tüketim faaliyetine girerler; öyle ki, tüketmeyen birey, kendisini toplumdan uzaklaştığını saymaya başlar. S. 82

·         Baudrillard, tüketimi, göstergelerin sürekli bir güdümleme etkinliği olarak tanımlamaktadır; “Tüketim ne maddi bir kritik ne de bolluk fenomenolojisidir. Ne hazmettiğimiz yiyecekle, ne giydiğimiz giyecekle, ne kullandığımız araçla, ne de imgelerin görsel ve sözsel özüyle tanımlanabilir. O bütün bunların anlamlı bir töz haline getirilmesidir. O daha şimdiden anlamlı bir söylev haline gelmiş nesnelerin ve mesajların gücül bütünüdür. Eğer tüketimin bir anlamı varsa o da, “göstergelerin sürekli bir güdümleme etkinliği” olduğudur. S. 82

·         Tüketim toplumu; toplumların giderek maddi üretimden ve hizmet üretiminden ziyade, tüketim (özellikle malların ve boş zamanların tüketimi) etrafında örgütlenmesine vurgu yapan bir kavramdır. –Marshall    s. 84

·         Geleneksel toplumlardaki, ürettiği kadar ve ihtiyacı kadar tüketen bireyin yerini, ürettiğinden ve ihtiyacından daha fazlasını tüketen bireyler almıştır. Böylece insan, edilgen ve yönlendirici bir düzeye indirilmiştir. Mutlu olabilmek için en fazla şeyi tüketmek gerektiği fikrinin insanlara benimsetilmesi, tüketiciyi istismara açık hale getirmiştir. Bu istismar neticesinde;  ulaşımla felce uğratılan, programlarla uykusuz bırakılan, hormon tedavisiyle zehirlenen, hoparlörle susturulan, yiyeceklerle hasta edilen, adına da tüketici denilen tüketici ortaya çıkmıştır. Bu ortamda bu kölelere düşen, yalnızca tüketimi kamçılayıcı kararlar almaktır. S. 86

·         Günümüzde dev alışveriş merkezleri, eğlence parkları, devasa oteller, pahalı restoranlar vs… insanlar tarafından adeta “mabet mekanları” olarak görülmeye başlanmıştır; öyle ki insanlar buralara giderek rahatlayacaklarına, huzur bulacaklarına inanır hale gelmişlerdir. S. 87

·         Descartes’in ünlü; “düşünüyorum öyleyse varım” önermesi yerini “tüketiyorum öyleyse varım” düşüncesine bırakmıştır. S. 87

·         Reklamlar, aslında insanların ihtiyaç duymadıkları şeyleri, onların ihtiyacıymış gibi göstererek, mutluluğun ancak bu ürünlere sahip olmakla mümkün olabileceğini vurgulayarak, toplumda bir “tüketim fetişizmi” oluşturur.



2.6. Popüler Kültür ve Gösteri Toplumu



·         Fransız filozof ve dil bilimci Jacques Derrida, gösteri kavramını iletişim kavramıyla ilişkilendirir; çünkü iletişim kavramı, bir özneden bir başkasına geçiş sürecinden ve anlam verme işlevinden ayrılabilen, ondan ayrı olma hakkına sahip gösterilen bir objenin, bir anlamın veya bir kavramın kimliğini geçirmekle yükümlü bir aktarmayı içermektedir. S.90

·         Baudrillard, çağımızın gösteri toplumunda, artık gerçeklerin değil, gerçekliğin yerini almış simülarkların belirleyici olduğunu söyler. Orijinali ya da aslı olmayan bir kopyanın kopyası olarak tanımlanan simülark; bir gerçeklik olarak algınmak istenen görünümdür. S. 90

·         Simüle etmek ise; gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak olarak tanımlanmaktadır. 91

·         El kitapları, dergiler, TV ve reklamların etkinliği gibi araçlar, insana her konuda gerçeği temsil ettiği varsayılan modeller vermekte ve böylece modellerden oluşan bir işaretler ağı insanların düşünce ve davranış dünyasını belirlemektedir. S.92

·         Ritzer, gösteri toplumunda sadece nesnelerin değil, insanların da simüle edildiğini ifade etmektedir. Bunun en bariz örneği de binbir çeşit kostüm giyen çalışanlardır. Çalışanlarla müşteriler arasında gerçek etkileşim yok olmuş, yerini simüle edilmiş etkileşim almıştır. S.96



2.7. Popüler Kültür ve Temsili Kimlik Biçimleri



·         Popüler kültür, bireyi ve toplumu o derece sersemleştirmiştir ki; popüler düşüncesi ve davranış biçimleri kişiyi düşünemez, üretemez, yaşam şeklini belirleyemez hale getirmiştir. Burada kişinin yada toplumun farkına varmadığı şey, kişinin kendisini özgür tercihler yaptığına inandırmış olmasıdır. S. 97

·         Popüler kültür, bir “çabuk kullanım ve hızlı tüketim” kültürüdür. S. 98

·         Tüketim toplumunun insanı, siyasi hayata yalnızca oy vermek için katılmakta, gerisini bir baskı grubuna devretmektedir. Ancak bu onun siyasi hayata ilgi duymadığı anlamına gelmemektedir, tersine kitle iletişim araçları sayesinde her şeyden haberdardır ama buradaki rolü bile bir günün haberinin tüketilmesi rolüdür. Genellikle hoşgörülüdür ve hiçbir şeyi umursamayan ihtirazsız bir hali vardır. S 98

·         Popüler kültürün içeriğine “istenen nedir” sorusuyla bakılırsa, karşımıza belli davranış biçimlerinde bulunulmasının teşvik edildiği çıkar. 99

·         Bugün, televizyondan önceki dönemi hatırlayanlar giderek azalmaktadır. Sokakta karşılaştığımız çoğu insan “ televizyon çocuğu”. Onsuz da onunla da olunamayan televizyon, uzak mesafelerde oturan insanları bir ekran başında buluştururken, aynı evde oturan insanları da, birbirinden fersah fersah uzaklaştırmaktadır. 99

·         Beş vakit namaz kılan ve kendisini birincil kimlik olarak İslamcı veya dindar olarak tanımlayanların televizyon ile olan zamansal yakınlıkları ile kendilerini demokrat olarak nitelendiren ve hiç namaz kılmayanların televizyona olan bağlılıkları benzer oranda  olduğu tespit edilmiştir. 101

·         Kapitalizmin önceki dönemlerinde aynı olmak için tüketirken, artık farklı olmak için tüketmektedir. Ancak bu sefer de, farklı olmak adına vücuduna yatırım yapan bireyin aynı estetik ameliyatlardan geçip, aynı spor salonuna giden, aynı yiyecekleri yiyen, aynı markaları giyinen diğerleriyle aynılaşması söz konusudur. 101

·         Popüler kültür, insanları o kadar tek tipleştirmektedir ki, kadın ve erkek arasındaki görüntü farkı bile (kıyafetler, takılar hatta makyajlar…) günden güne azalmaktadır. 101

 Postmodern Kimliğin İnşasında Televizyon Reklamlarının Etkisi

 Meryem Köse Serdar
Kum Saati Yayınları



3 Haziran 2015 Çarşamba

PTT: Pijama, Terlik,Televizyon - Türk Dizileri Üzerine...




  • Türk dizilerinin büyük bir kısmı aile odaklıdır. Bu dizilerin ortak mesajı: “Mutluluk aile ortamında bulunur, tüm sorunlar aile içi ya da onun bir uzantısı olan mahalle türü topluluklarda çözülür.”
  • Kötülüğün, aileden değil aşırı zenginlikten ve para-iktidar hırsından kaynaklandığına işaret edilir.
  • Türkiye’de dizilerin büyük kısmı orta sınıfa hitap etmektedir. Son dönemlerde daha sık görülen zenginliğin, lüksün sergilendiği yapımlar ise daha çok izleyicinin seyir zevkine ve özlemlerine hitap ediyor. Asıl mesajsa aşırı zenginliğin mutsuzluk getirdiği. Diziler bu mesajı taşıyor olmasına rağmen ağır yoksulluk koşulları dizilerde kendine yer bulamıyor pek. Dahası, daha yoksul yaşamları yansıtan dini veya uhrevi mesajları taşıyan dizilerde bile, parasızlık kendi başına bir sorun olarak işlenmiyor. Çünkü DİZLER BİRER SIĞINAK. VE EĞLENCE ODAKLI ENDÜSTRİ İZLEYİCİLERİN KAÇMAK, UNUTMAK İSTEDİKLERİ GERÇEKLERLE ONLARIN CANINI SIKMAK İSTEMİYOR.
  • Peki diziler neden bu kadar çok seviliyor?
 
  • 1980’lerde ünlü Dallas dizisini inceleyen iletişimbilimciler, farklı ülkelerin izleyici beğeni nedenlerini araştırdıklarında, bu nedenlerin birbirinden ne kadar farklı olduğu ortaya çıktı. Sovyet Rusya’sında bu dizi, “Bakın, kapitalist toplumlar ne kadar yozlaşmış” mesajı verdiği için ilgi görmüştü.
  • Seksenli yıllarda sıkça kullanılan bir deyim: PTT. Yani, pijama, terlik, televizyon. Televizyon artık evin rahatlığı ve konforunu bütünleyen bir öğe olarak içselleştirilmiştir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre, 70’in üzerinde dizi filmi dünyanın dört bir yanında yayınlanan Türkiye’nin dizi film ihracatı, 200 milyon dolara yaklaştı.


75 ülkeye ihraç ediliyor
Türk dizi sektörü bugün Orta Doğu’dan Balkanlara, Orta Asya’dan Güney Amerika’ya kadar pek çok ülkede varlık gösteriyor İhracatı her geçen gün artan dizi film sektöründe 70’in üzerinde dizi film 75 ülkeye ihraç edilirken, 2013’te ilk kez Ukrayna, Pakistan, Rusya ve Çin pazarına girildi.

Gümüş’ün finalini 84 milyon kişi izledi
Dünya çapında en çok ilgi gören Türk dizileri arasında Muhteşem Yüzyıl, Fatmagül’ün Suçu Ne?, Adını Feriha Koydum ve Aşk-ı Memnu yer alıyor. Dünya çapında en çok izlenen diziler arasına giren Gümüş dizisinin final bölümü sadece Orta Doğu’da 84 milyon kişi tarafından izlendi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre, uluslararası pazara açıldığı ilk günlerde bölüm başına 35 ila 50 dolar fiyat biçilen Türk dizilerinin satış fiyatları bugün, 500 dolar ile 200 bin dolar arasında değişiyor. 2013 yılı sonu itibariyle Türkiye’nin yıllık dizi ihracatı ise toplamda 200 milyon dolara yaklaştı.

Türk dizilerinin gösterimde olduğu ülkeler:
Afganistan, Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Bosna Hersek, Brunei Sultanlığı, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Çin, Endonezya, Estonya, Fas, Gürcistan, Hırvatistan, Irak, İran, İsveç, İsviçre, Japonya, Karadağ, Katar, Kazakistan, Güney Kore, Kosova, Kuveyt, Letonya, Libya, Litvanya, Lübnan, Macaristan, Makedonya, Malezya, Mısır, Özbekistan, Pakistan, Romanya, Rusya, Slovakya, Slovenya, Suriye, Tayland, Tayland, Tayvan, Tunus, Ukrayna, Umman, Ürdün, Vietnam, Yemen, Yunanistan.

İhraç edilen Türk dizileri:
Adını Feriha Koydum, Annem, Arka Sokaklar, Asi, Aşk-ı Memnu, Azad, Benden Baba Olmaz, Berivan, Bir Bulut Olsam, Bütün Çocuklarım, Candan Öte, Çemberimde Gül Oya, Düğün Şarkıcısı, Elveda Derken, Fatmagül’ün Suçu Ne?, Fırtına, Gece Gündüz, Genco, Geniş Zamanlar, Gümüş, Hanımın Çiftliği, Haziran Gecesi, Ihlamurlar Altında, İki Aile, Kampusistan, Kavak Yelleri, Kaybolan Yıllar, Keşanlı Ali Destanı, Kınalı Kar, Kod Adı, Kurtlar Vadisi, Kuzey Güney, Küçük Kadınlar, Küçük Sırlar, Menekşe ile Halil, Muhteşem Yüzyıl, Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Sağır Oda, Sonbahar, Türkan, Unutabilsem, Vazgeç Gönlüm, Yaprak Dökümü, Yılan Hikayesi, Yol Arkadaşım, Zoraki Koca.

Kaynakça: National Geographic 2015- Nisan, http://www.kdk.gov.tr/





1 Haziran 2015 Pazartesi

Mazlum Doğu’nun Mağrur Çocukları - Alev Erkilet



İslamcılığın Muhafazakarlıkla İmtihanı
         


Wallerstein, muhafazakârlık, liberalizm ve radikalizm arasında bir ayrım yapar ve bu ideolojileri kapitalist dünya-sistemin ayakta kalmasını meşrulaştırmak üzere inşa edilmiş jeo-kültürün parçaları olarak ele almak gerektiğinin altını çizer. S. 125

·         Muhafazakarlara göre değişim normal bir şey değildir. “Onları özellikle rahatsız eden şey, toplumsal düzenin sınırsızca biçimlendirilebilir, sınırsızca geliştirilebilir olduğu ve insani
politik müdahalenin değişimleri ivmelendirebileceği gerektiği argümanıydı. S. 125

·         Kendi dindarlar kazandıkları parayı kişisel zevkleri için harcamak yerine yeniden yatırıma yönlendirmiş ve iş alanındaki başarılarını kurtulmuşluklarının bir işareti addetmişlerdir. “iş başarısı” ile “rıza” arasında kurulan bu bağlantı, kent dindarlığını köy dindarlığından radikal bir şekilde ayırmaktadır. (Turner) s. 128


  • İslamcı tutum, kurulu düzeni muhafaza etmekten ziyade, gerek düzenin gerekse değişimin temel ilkeler çerçevesinde gözden geçirilmesini önceler. İslamcılara göre değişim haktır; Sünnet’in gereğidir. S. 129

  • Gelenek yüzyıllar boyunca atalarımızın yapıp ettikleri şeylerdir ve kuşaklar arasında aktarılmak suretiyle bugüne kadar gelmiştir. Muhafazakar düşünce bunu olduğu gibi kabul eder, sorgulamaz. İslamcı düşünce ise, tam tersine atalardan gelmiş olan düşünce ve pratiklerle Allah’ın vahyi arasında bir tutarlılık olup olmadığını sorgular. Muhafazakarlar geleneği şeklen korumak ve taklit etmeye devam etmek gerektiğini düşünürlerken, İslamcılar içeriğe bakmak gerektiğini iddia ederler. S. 129

  • İslamcı yaklaşım halifeyi sadece ulu’l-emr çerçevesinde –yani içinizdeki emir sahiplerini uyun- ayeti çerçevesinde değerlendirmez, kayıtsız şartsız itaati savunmaz.  S. 130



  • Geleneksel kurumların, “ne biçimde” ve “ne pahasına” olursa olsunb ayakta tutulması yönündeki bakış açısı muhafazakar yaklaşıma örnek oluştururken, bu kuramların içeriğini temel ilkelere göre değerlendirme ve gerekiyorsa yeniden ve yeniden değiştirme eğilimi İslamcı yaklaşıma örnek teşkil eder. S. 130

“Yoksun Bırakma” ve “Dışlamadan” “Özgürleşim” Olanaklarına Başörtüsü-Kamusal Alan İlişkisi
  • Toplumsal dışlama kavramı –kültürel dışlama bağlamında, modernite ve “diğerleri” arasındaki ilişkileri betimlemede de kullanılmaktadır. “Öteki” sorunu, “medeni ve ilkel ayrımı” bu bağlamda değerlendirilebilecek konu başlıklarından bazılarıdır. S. 135

  • Weber’in ortaya attığı “toplumsal kapanma” terimi, kendi mensuplarının dışında kalanlar hilafına elde tutulan ve güvenceye alınan ayrıcalıklarla nitelenen bir statü grubuna referansta bulunur. Üst statü grupları kendileriyle diğerleri arasına mesafe koymak yahut onları dışlamak suretiyle kendi statülerini vurgular ve pekiştirirler. “Diğer”lerini belirli pratik ve ayrıcalıklardan yoksun bırakarak aralarındaki mesafeyi belirginleştirirler: “Özel giysiler giyme”, “belirli yemekleri yiyebilme”, “belirli ticari faaliyetleri tekeline alma” yahut onlara “hiç bulaşmama” ayrıcalığı gibi. S. 136
  • Başörtüsü yasağı, ekonomik, politik ve toplumsal haklardan, bizzat dışlama amacıyla ve hukuksal temeli olmaksızın, mahrum bırakma girişimi olarak okunmalıdır. S. 138

  • T: H. Marshall dışlama olgusunu sivil, politik ve toplumsal haklardan yoksun bırakma bağlamında ele almıştır. S. 141

  • Heredot’tan bu yana batının doğu haklarına yaklaşımını belirleyen “uygar-barbar” ayrımı, 11 Eylül sonrası haydut devlet-anayurt güvenliği kavram çifti ile birlikte kullanılarak küresel ölçekte “damgalama” ve “stereotipleştirme” üzerinden sürdürülen bir dışlama sürecine zemin hazırlamıştır. S. 146

  • Stereotip zihinlerdeki “sabit” “dar ufuklu”, “değişime dirençli” ve “aşağılayıcı” resimlerdir. Örtülü Müslüman kadın bu bakımdan tümüyle stereotipleştirilmiş ve damgalanmıştır. Türkiye örneğinde bunun en ağır biçimlerinden birine başörtülü bir kadını domuz suratı ile betimleyen bir karikatürde rastladık. S. 147

  • Toplum, tek tip kalabalıklar şeklinde resmedilen ve tek bir erkeğin ardında sessizce yürümekte olan dört tane çarşaflı kadın karikatürlerine alışkındır. Bu kadınlar edilgen, renksiz, ruhsuz ve sonuçta da kişiliksiz birer nesne gibi sunulur. Yani, Müslüman kadın seçim yapmaz, düşünmez, özgür olamaz ve dolayısıyla da özgürlük talep edemez. Reşit değildir. S. 147

  • Türkiye’de genelde Müslüman grupların ve onların temsil ettiği siyasal ve toplumsal  luşumların kadını eve döndürmeye çalıştığı iddia eden “modernist” kesimlerin örtülü kadınların kamusal alana çıkış imkanlarını ortadan kaldırmaları söz konusudur. Kamusal alana çıkışın, eğitime, üretmeye ve çalışmaya bağlı olduğunu kabul edersek, o zaman kadınları eve, kadınlığa ve doğurganlığa mahkûm edenin Müslüman kitleler değil de, modernist seçkinlerin ta kendileri olduğu da kabul edilmek durumundadır. S. 149

  • Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset başlıklı araştırmada, başörtülü kadınların örtünme nedenleriyle ilgili bir soruya %71.5 oranı ile “dinin emri olduğu için” cevabu verilmiş; ailesinin veya ailedeki erkeklerin isteğiyle örtündüğünü söyleyenlerin oranı %1.1 de kalmıştır. Ayrıca “çarşaflı” kadınların %100ü, başörtülü kadınların %87.7si, “türbanlı kadınların da %94.1İ çevresi başını a.sa bile kendisinin kesinlikle açmayacağını belirtmiştir. (Çarkoğlu-Toprak) s. 152

  • Kamusal alan kavramını siyaset felsefesine ve sosyolojisine kazandıran kişi Jürgen Habermas’tır ve o kamusal alanı yasakların ve sınırlandırmaların değil – tam tersine- özgürlüklerin alanı olarak tanımlamaktadır. S. 153

  • Türkiye kamusal alanı ise, özgürlükleri kısıtlamanın belli ölçütler üzerinden tanımlanmış dışlamaların, özgürleştirici eylem anlamında “konuşma”yı engellemenin, temel hakları gasp etmenin alanıdır. S. 155

Edebiyatta Sömürgecilik Tartışmaları ve Kara Afrikaya Bakış: Joseph Konrad ve Tayeb Salih Örnekleri

  • Sömürgeciliğin temel meşrulaştırıcı ilkesi “uygarlaştırma misyonu” ya da “beyaz adamın yükü” deyimleriyle ifade edilmiştir. S.233

  • Conrad’ın, sömürge mağduru yerlileri betimleme biçimlerine baktığımızda, tamamen olumsuz niteliklerle karşılaşırız: “Mutsuz vahşilerin o katıksız ölüm gibi kayıtsızlıkları”, “ehlileştirilmiş yerliler”, “acının, teslimiyetin, çaresizliğin tüm halleri içerisinde ağaçların arasına sinmiş, uzanıp yatmış karanlık şekiller”, “kara hastalıklı gölgeler”, yaratıklar, adi pamuklu, boncuk ve pirinç alaşımlı teller karşılığında çok değerli bir ticari meta olan fildişi veren ticari aklı olmayan insanlar, yamyamlar, vahşiler, aşağılık vahşiler, yabaniler, barbarlar, zamanın kavramını batılı anlamda kavramaya muktedir olmayan zamanın başlangıcına ait varlıklar… s. 235