18 Ağustos 2015 Salı

Mozart'tan Madonna'ya

Popüler müziğin bir kültür tarihi

 “Adına popüler denilen şeyi unutma…” 1780 yılında baba Leopold Mozart oğlu Wolfgan Amadeus Mozart’ı geniş dinleyici kitlelerini gözden uzak tutmaması için, bu sözlerle uyarıyordu. “Sana önerim, çalışmalarında yalnızca müzikten anlayanları değil, anlamayanları da düşünmen… Bildiğin gibi, müzikten gerçekten anlayan 10 kişi varsa, anlamayanların sayısı 100’dür. Bu nedenle popüler denilen ve her kulağı gıdıklayan şeyi unutma.” S. 7

Günümüzde hoparlörlerden bayağı ve saldırgan seslerle yükselip, kulaklarımızı tırmalayan göz ardı edilemeyecek çeşitlilikte, sonu gelmez hit parçalar, kültür tarihindeki kökü 18. Yüzyıla dayanan bir gelişim sürecinin sonucudur. S. 8
Her sosyal grup kendi müzik evrenini kendi yaratırdı. S. 9
“Halk” ve buna bağlı olarak “popülarite” ve “popüler” kavramları 18 yüzyılda kamu tartışmalarının merkez konusu oldu. 1788 yılında Baron von Knigge adlı bir kişinin, toplum içinde nasıl davranılması gerektiğini anlatan bir Adab-ı Muaşerat Kitabı yazması kuşkusuz bir rastlantı değildi. S. 12
Knigge’nin popüler müzik konusundaki görüşü ise şöyleydi: “Popüler müzik eğer doğal bir ifadesi yoksa, bir leşe benzer ve bu yüzden de leşler mezarlığına gömülmesi gerekir.” S.13

Baba Mozart, oğlu Amedeus’a “müzikten anlamayanları” da düşünerek, her “kulağı gıdıklayacak” şekilde müzik yapmasını önerirken, kuşkusuz meyhanelerde içen ayyaşları kastetmiyordu. Baba Mozart’ın kaygılı mektubu oğlunun bestelemekte olduğu Idemeneo operası ile ilişkiliydi ve o bu satırları yazarken eşek kulaklı üst seviyedekileri düşünmüştü. Gottfried August Bürger 1784’te yazdığı Popularitöt der Poise adlı ünlü eserinde şu açıklamayı yapmaktadır: “ Bir kişiden herkesin okuyabileceği bir şey yazmasını istemek, okuma yazma bilmeyenlerin de bunu okuması anlamına gelmez.” S. 15
Popüler müzik, hızla gelişen kendi dinamiği sayesinde, tüm estetik tartışmaların üstesinden gelebildi. S. 15
Sansasyonel, şov nitelikli, gürültülü patırtılı ve sirk görünümlü eğlence anlayışı, ince ruhların estetik programlarını kısa bir süre içinde sıkıcı bir teoriye dönüştürdü. S.15
18. yüzyılda insanların kökü şarkılarından tanınırken, her yerin kendine özgü bir müzik çeşidi varken ve bu çeşitler, örneğin, Polonez mazurka, İskoç ya da Reinlander diye bilinirken, şimdi herkes bir  yaba bir bu yana aynı melodiyle dans etmekte, küçük orkestraların aynı maharetli numaralarını dinlemekte ve aynı şarkıları söylemekteydi. S. 24
Toplum eş veya benzer yaşam koşulları ve gereksinimleri olan kalabalık halk yığınlarına dönüştü. Özellikle kentlerde hızla büyüyen nüfusun yoğun olduğu yerleşim bölgeleri, litle kültürünün yukarılara tırmanmaya başladığı ilk yerler oldu. S. 24

Müzikte popüler sıfatını geçerli kılan, onun nicelik açısından yaygınlaşması değildir, normal şartlar altında bu bir sansasyon sayılmaz. Böyle bir müzik, belirli bir takım otoritelerin yönetmesi ile değil, onu taşıyan sınıfların o müziğin estetik standartlarını tayini ile belirgin bir hal alır. S. 29



Hitler Almanya’sında 1935 yılında Devlet Radyo Yayınları yöneticisinin koyduğu kuşku uyandırıcı caz yasağı: İki yıl uğraşarak kültür bolşevizmini yok ettik ve de halkımızın sarsıntıya uğratılmış bilincini, Alman kültür değerleriyle yeniden uyandırabilmek için, çok çaba sarfettik. Şimdi de eğlence ve dans müziğindeki bozucu unsurları ayıklamak istiyoruz. Bugünden itibaren tüm Alman radyolarında zenci cazını kesinlikle yasaklıyorum. Bu yasak, Alman radyolarının yaptığı yoz bir yabancı düşmanlığı olarak algılanmamalı. Aksine Alman radyo yönetimi kültür ve kültür alışverişi konusunda bütün uluslara dostluk elini uzatmaktadır. Fakat buna karşın bozucu olan ve bizim kültür değerlerimizi temelden yıpratan hiçbir şeyi onaylamayız. S. 174

Peter Wicke, YKY, 2006

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Görme Biçimleri, John Berger

1.

Görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. S.1

İnsanların bir şeye dokunması demek, kendisini o şeyle ilişkili bir duruma so


kması demektir. S. 8

Her resmin biricikliği bir zamanlar bulunduğu yerin biricik olmasından kaynaklanıyordu. Resim bir yerden başka bir yere taşınabilirdi. Fotoğraf makinesi, resmin fotoğraflarını çekerek resmin imgesinin taşıdığı biricikliği ortadan kaldırmış oldu. Bunun sonucunda resmin anlamı değişti. Daha kesin söylersek resmin anlamı çoğaldı, birçok anlama bölündü. S. 19

Fotoğraf makinesiyle artık resim, seyirciye gitmektedir, seyirci resme değil. Böylece resmin anlamı çoğalmaktadır. S. 20

National gallert’de Leonardo’nun “Azize Anne ve Vaftizci Aziz John’la BirlikteBakire ve Çocuk” taslağının kopyaları müzedeki bütün resim kopyalarından daha çok satılmaktadır. Oysa birkaç yıl önce bu resmi yalnızca uzmanlar tanıyordu. Resmin bmyle birdenbire ranınması bir Amerikalının onu iki buçuk milyon İngiliz lirasına almak istemesinden sonra oldu.
Şimdi resim bir odada tek başına asılı duruyor. Oda bir kilise gibi; resmin önünde kurşun geçirmez plastik cam var. Resim burada yepyeni bir etkililik kazanmış. Gçsterdikleri –imgenin taşıdığı anlam, yüzünden değil bu. Resmin böyle etkileyici, gizemli oluşu8, satış değerinden kaynaklanıyor. S. 23

Geçmişin sanatına özlemle bakmaktan kurtulursak, yapıtlar birer dinsel kalıt olmaktan çıkacaklardır ama yeniden canlandırma çağından önce oldukları duruma hiçbir zaman dönemeyeceklerdir. S. 30

Saflık iki yanlıdır. İnsan bir tertibe katılmayı yadsıyarak o tertibin getireceği suçluluktan kurtulur, saf ve temiz kalabilir. Saf kalmak, aynı zamanda bilgisiz kalmak anlamına da gelebilir. ..  gerçek sorun şudur: geçmişteki sanat kimindir gerçekten? Bu sanatı kendi yaşamlarında uygulayabilenler mi, yoksa kalıntı uzmanlarından oluşan bir etkisel sınıfa mı? S.32

Geçmişin sanatı, eskiden olduğu gibi değildir artık bugün. Yetkesini yitirmiştir. Onun yerine bir imgeler dili oluşmuştur. Şimdi önemli olan bu dili kimin, ne amaçla kullandığıdır. Bu da yeniden canlandırmaların yayın hakkı, sanat basımevleriyle yayınevlerinin kimin elinde olduğu, sanat galerilerinin, müzelerin genel tutumu sorununa gelip dayanır.s. 33

Geçmişin tüm sanatı bugün siyasal bir sorun olarak karşımızdadır. S. 33

3. (Bu bölümün tamamını başka bir blogda buldum  Şuraya tıklayarak bölümün tamamını okuyabilirsiniz. )
 Bu da devamı...


Kadın, olduğunu ve yaptığı her şeyi gözlemek zorundadır. Erkeklere nasıl göründüğü, onun yaşamında başarı sayılan şey açısından son derece önemlidir. Kendi varlığını algılayışı, kendisi olarak bir başkası tarafından beğenilme duygusuyla tamamlanır.
Erkekler kadınlara karşı belli bir tutum edinmeden önce onları gözlerler. Bu yüzden bir kadının bir erkeğe görünüşü, kendisine nasıl davranılacağını da belirler. Bu süreci bir ölçüde denetleyebilmek için kadın bunu kabul etmeli ve benimsemelidir. Kadın benliğin gözleyici yanı, gözlenen yanını öylesine etkiler ki sonunda tüm benliğiyle başkalarından nasıl bir tutum beklediğini gösterir. Böylece kadının, bir eşi daha bulunmayan bu kendi kendini etkileme süreci onun kişiliğini oluşturur. Her kadının varlığı, kendi içinde nelere ‘izin verilip nelere verilemeyeceğini’ düzenler. Eylemlerinin her biri –amacını ya da dürtüsü ne olursa olsun- o kandının kendisine nasıl davranılmasını istediğini gösteren birer simgedir. Bir kadın tutup bardağı yere atarsa bu o kadının kendi kızgınlığını nasıl ele aldığını, bu yüzden başkalarından nasıl bir davranış beklediğini gösterir. Erkek aynı şeyi yaparsa bu, yalnızca onun öfkesini dışa vurmasıdır. Kadın güzel bir fıkra anlatırsa bu, onun kendi içindeki fıkracıya nasıl davranılacağını, elbette fıkracı bir kadın olarak başkalarından ne beklediğini gösteren bir örnektir. Fıkra anlatmak için fıkra anlatmak ancak erkeğin yapacağı bir şeydir.



Bunu şöyle yalınlaştırabiliriz: Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkili değil, kadınların kendileriyle ilişkileri de belirler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenen ise kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye –özellikle görsel bir nesneye—seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur. S. 47

Devlet adamları, iş adamları böyle resimlerin altında yapıyorlardı iş tartışmalarını. İçlerinden birisi yenik düştüğünü hissettiği zaman avunmak için başını kaldırıp resimlere bakıyordu. Resimde gördükleri ona erkek olduğunu bir kez daha anımsatıyordu. s.57 

5.

Resmi satın aldığınızda o resimde gösterilen nesnelerin görünüşünü de satın almış olursunuz. S. 83

Resim, her şeyi nesnelerin eşitliğine indirgedi. Her şey alınıp satılabilir oldu çünkü her şey mala dönüştü. Tüm gerçeklik, hiç düşünülmeden onun taşıdığı maddesel değerle ölçülür oldu. S. 87

Yüzler, giysilerine uyan birer maskeye dönüşmüştür. Bugün bu gelişmenin son evresini sıradan siyaset adamlarının televizyondaki kukla görüntülerinde izleyebiliriz. S. 89





Yağlıboya resim geleneğinden önce ortaçağda ressamlar, resimlerinde çoğu zaman altın yaldız kullanırlardı. Sonraları yaldız resimlerde görünmez oldu, yalnız çerçevelere sürüldü. Oysa resimlerin çoğu altın yaldızı ya da parayla satın alabilecek başka şeyleri gösteriyordu. Satın alınabilecek bu mallar sonunda sanat yapıtlarının asıl konusu olup çıktı. S.99



 7.

Yaşadığımız kentlerde hepimiz her gün yüzlerce reklam imgesi görürüz. Karşımıza bu denli sık çıkan başka hiçbir imge yoktur.
Tarihte başka hiçbir toplum böylesine kalabalık bir imgeler yığını, böylesine topun bir mesaj yağmuru görmemiştir.
İnsan bu mesajları aklında tutabilir ya da unutabilir; ama gene de okumadan görmeden edemez. Bir an için de olsa bu mesajlar belleğimizi imgeleme, anımsama ya da beklentiler yoluyla uyarırlar. Reklam imgesi anlıktır. … hiç durmadan yenilenip durmaları, zamana uydurulmaları bakımından da anıktır reklam imgeleri. Oysa hiçbir zaman o anda söz edilmez reklamlarda. Çoğu zaman geçmişten, her zaman da gelecekten söz edilir. S. 129-130

Bu imgelerin bize seslenip durmasına öylesine alışmışızdır ki üzerimizde yaptıkları etkinin tümüne pek dikkat etmeyiz. … İmgelerin içinde yaşadığımız ana bağlı olmaları, buna karşılık gelecekten söz etmeleri üzerimizde, çok alıştığımız bu yüzden de dikkat etmediğimiz garip bir etki yaratır. S.130

Reklamın insanlara özgür seçme hakkı verdiği sanılır. S.131

Reklamda şu kremle bu krem, şu arabayla bu araba arasında bir seçme yapmaya çağrılırız; oysa dizgisel olarak ele alındıklarında reklamlar bir tek şeyi önerir her zaman.
Reklamlarla her birimize bir nesne daha satın alarak kendimizi ya da yaşamlarımızı değiştirmemiz önerilir.
Aldığınız bu yeni nesne der reklam, sizi bir bakıma daha zenginleştirecektir –aslında o nesneyi almak için para harcayarak biraz daha yoksullaşacak olsanız bile!
Reklam, yüzeysel görünüşü değişmiş, bunun sonucu olarak kıskanılacak duruma gelmiş insanları göstererek bizi bu değişikliği inandırmaya çalışır. Kıskanılacak durumda oılmak, çekici olmak demektir. Reklamcılık çekicilik üretme sürecidir. S. 131

Reklam nesneleri değil toplumsal ilişkileri amaçlar. Reklam, zevk değil mutluluk vaat eder bize; dışardan, başkalarının gözüyle görülen bir mutluluk. Kıskanılmanın getirdiği bu mutluluk da çekicilik yaratır. S. 132

Reklam özünde özlem uyandırıcı bir şeydir. Geçmişi geleceğe satmaktır görevi. Kendi söylediklerinin ölçüsünü kendisi tutturamaz. Bu yüzden nitelikle ilgili her reklam ister istemez geriye dönüşlüdür, gelenekseldir. Bütünüyle çağdaş bir dil kullanacak olsa, reklam hem kendine güvenini, hem de inandırıcılığını yitirir. S. 139

Reklamın amacıysa, seyirciye içinde bulunduğu yaşamdan bir ölçüde, memnun olmadığı duygusunu kamçılamaktır. Toplumun yaşamında değil, kendi özel yaşamında bir eksiklik duymalıdır seyirci. Reklam seyirciye, sunulan nesneyi aldığında yaşamın daha iyi olacağını söyler; ona içinde bulunduğu yaşamdan daha iyi bir yaşam önerir. S. 142

Bütün reklamlar huzursuzluk duygusunu işler. Her şey paraya dayanır; parayı ele geçirmek huzursuzluğu yenmek demektir.
Reklamın dayandığı temel huzursuzluk şu korkudan doğar; Hiçbir şeyin yoksa sen de bir hiç olursun. s. 143

Reklamlarda anlatılan masallara bakılırsa, para harcama gücü olmayanlar gerçekten kimse sevmez. Para harcama gücü olanlarsa sevilir.  S. 143

Her türlü ürünü ya da hizmeti satabilmek için amacıyla reklamlarda cinselliğe gitgide daha çok başvuruluyor. Ne var ki bu cinsellik hiçbir zaman kendi başına, özgür bir cinsellik değildir. … Satın alabilecek durumda olmak cinsel bakımdan istenir olmakla eşitlenir. S. 144

Kişisel mutluluk peşinde koşmak, evrensel olarak herkesçe kabul edilmiş bir haktır. Oysa günümüzdeki toplumsal koşullar bireyin kendisini güçsüz hissetmesine yol açıyor. Birey, içinde bulunduğu durumla olmak istediği durum arasındaki çelişkiyi her gün yeniden yaşıyor. S. 148

Sürekli bizden kaçan bir geleceğin içine yerleştirilen reklam, şimdi’yi ortadan kaldırır; tüm olayları, tüm gelişmeyi yok eder. Reklam içinde yaşantı olanaksızdır. Ne oluyorsa hepsi dışarıda bir yerde olur. S. 153
 
Reklamın korkunç bir etkileme gücü vardır; reklam aynı zamanda çok önemli bir siyasal olgudur. … reklam ele geçirme gücünden başka güç taşımaz.



John Berger Görme Biçimleri 
Metin Yayınları
1988

16 Ağustos 2015 Pazar

Fotoğraf Okuma


Kitle iletişim araçları haber verme, eğlendirme, eğitme gibi faktörleri gerçekleştirmek, toplumsal değerlerin devamlılığını sağlamak için “görüntü” den olabildiğince yararlanmaktadır. Haberdar etme, eğitme, eğlendirme gibi “masum” görünüşler altında bir tüketim toplumu yaratmak için bilince ve bilinç altına görsel enjeksiyonlar yapılmakta. S.11

Susan Sontag’a göre kapitalist toplum görüntüler üzerine kurulu bir kültüre gereksinim duyar. “Satın almayı uyarmak ve sınıf, ırk, cinsiyet sorularını uyuşturmak için korkunç miktarlarda eğlenceye gereksinim vardır. Ve doğal kaynakları dahi iyi sömürmek, üretkenliği artırmak, düzeni sağlamak, bürokratlara iş bulmak için sınırsız miktarda bilgi toplamak zorundadır. Fotoğraf makinesinin ikili kapasitesi, yani gerçekliği hem öznelleştirmesi hem de nesnelleştirmesi, bu gereksinimlere en iyi biçimde hizmet eder. Onları güçlendirir. Özgür siyasal seçimin özgür ekonomik tüketime indirgenmesi, görüntülerin sınırsızca üretilmesini ve tüketilmesini şart koşar.” (Susan Sontag, Gotoğraf Üzerine, 6.45, 1995, s.186)

Kapitalist üretim biçimi tüketimi zorunlu kılar. Bu sistemin ayakta kalabilmesi için üretim ve üretilen her şeyin tüketilmesi birinci koşuldur. Tüketimin sürekli olarak arttırılması da gerekir. Tüketimin kitlelere empoze edilmesinde reklam ve reklam fotoğrafları önemli rol oynar. Reklam fotoğrafları çoğu kez üzerlerinde uzun uzadıya düşünülmüş, büyük gruplar tarafından tasarımları yapılmış ve uygulanmaya konulmuş çalışmalardır. S. 37

İnsanların her biri görüntü tüketicisidir.

Sontag’a göre fotoğraflar kanıt oluşturur. “Duyduğumuz ancak kuşkuyla karşıladığımız bir şey, bize onun fotoğrafı gösterildiği zaman kanıtlanmış olur… Bir başka kullanım biçimindeyse fotoğraf makinesinin kaydı doğrulayıcıdır.  Bir fotoğraf belli bir şeyin meydana geldiğinin değiştirilmez kanıtıdır. (Sontag; 1993, 20)

Körfez savaşı sırasında değişik dünya gazetelerinde petrole bulanmış karabatak insanları Bağdat’ta ölen binlerce Irak’lıdan fazla üzdü. Daha sonra bu karabatağın fotoğrafının bir petrol tankeri faciasından kaldığı anlaşıldı. İnsanlar üzüldükleriyle kaldılar, ancak Bağdat’ta insanlar öldürülmeye devam etti…. Kitle iletişim araçlarını denetleyenler, sadece duyurmak istedikleri haberleri ve göstermek istedikleri görüntüleri sunmaktalar insanlığa. Bu da bir “global körlüğe ve sağırlığa” neden olmakta.

Ertuğrul Algan
Ankara, Bilgi Yayınları 1990


 Fotoğrafın sosyolojiyle olan ilişkisini anlatan "Büyüyen fotoğraf Küçülen Sosyoloji" adlı kitabı okuyup peşine Ertuğrul Algan'ın bu kitabını okuyabilirsiniz. Fotoğrafın neleri nasıl etkilediğini çok iyi anlatan başarılı bir kitap. Bu arada şimdilik bu kadar alıntı yaptım fakat sayfa numaralarını not almayı unuttuğum için geri kalan önemli kısımlarını kitabı tekrar okuyup ekleyeceğim. Ve görselleri de tabi.

Kitap için müzik: Marjan Farsad - Khooneye Ma

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Brand Child, Okul bahçeleri markaların sergilendiği podyumlara dönüştü


“Aşırı bilgi yüklemesi” terimini anımsıyor musunuz? Aşırı yükleme denilen şey her gün duyularımızı bombardımana tutan büyük miktardaki bilgiyle baş edecek bir makineye sahip olmamamızdan kaynaklanmıştı. S.5

Geçtiğimiz 25 yıl boyunca süpermarketler gelişimlerini sürdürdü. Önce küçük büfelerde başlayan satış bakkalları ve ardından marketleri getirdi. Sonra süpermarketler mega marketlere, mega marketler de alışveriş merkezlerine dönüştü. Her büyüme sancısında pazara sayısı sürekli artan bir dizi marka sunuldu.

Günde 8000 den fazla markayla yüz yüze geliyoruz. S.6

Çocuk-gençler reklam verenin hedeflerinin bilincindedir. Bu hedefler mantıklı olduğu sürece, onları yaşamın doğal bir parçası olarak benimser. S.6

Bu kuşlağın sabrı çok az. Bu durum hiç de şaşırtıcı değil; sabrı öğrenebilecekleri çok az durumla karşı karşıya kaldıklarını sizde kabul edersiniz. Küçük ekranda yarım saatte milyoner ve 4 haftada pop yıldızı olanlar gösteriliyor. Yemekler anında atıştırılıyor ve bebekler bile beş saniye ağlıyor. Onların dünyasında sınır gökyüzü yeter ki burada ve şimdi ulaşabilelim. S 11

Dünyada şimdiye kadar görülen en küresel kuşak bu… Doğduklarından beri hem yerel, hem de uluslar arası trendlerle karşı karşıya bulunmaktalar… küresel karakterlerin bir diğer özelliği de, genellikle binlerce kilometre ötedeki bir kıtada yaşayan arkadaşlarıyla benzer markaları paylaşıyor olmaları. S17

Marka bilgisinin nasıl oluştuğunu merak ediyorsanız, çocuk-gençleri markalar üzerine sohbet ettikleri bir chat odasında biraz zaman geçirmeniz yeterli. Yeni site bağlantıları öğrenecek; müzik, sinema ve pop yıldızlarıyla ilgili bilgi edinecek ve başka ülkelerden alınabilecek en ilginç şeylerin neler olduğunu anlayacaksınız. S. 18

Popüler kültür artık küresel. Şimdi “onlar” ve “biz” kavramları arasındaki sınırlar oldukça bulanık görünüyor. Tayland ve Timbaktu arasında sadece bir klik mesafesi kaldı. Bütün bunlara da en yakın olanlar ise kuşkusuz her gün bu mesafeler içinde gezinen çocuk-gençler. S. 23

Dünya çapında yapılan ankete göre çocuk-gençlerin yarısından fazlası -% 52.7- ünlü olmayı istiyor. S. 25

The Center for a New American Dream ( Yeni Bir Amerikan Rüyası Merkezi) tarafından yaptırılan bir ankete göre, anne babalar “hayır” dediğinde bile 10 çocuktan neredeyse 6’sı kendi yeğledikleri markaları alabilmek için ısrarcı bir tavır sergilemektedir. S. 47

Her üç çocuktan biri bir otomobil ya da yetişkin modasına ait bir markaya bağlıdır. S.66

Markalar neredeyse dinsel bir duyguya dönüştü ve bugünün çocuk-gençlerinin öncelikleri arasına girdi. Bir ürünün işlevi, 1980’lerin çocuk-genci için temel çekicilik kaynağıydı, ama 1990’dan bu yana marka işlevden daha önemli.

Dünyadaki kentli çocuk-genç nüfusunun neredeyse yarısı giysi ve markaların sosyal statülerin simgesi olduğunu düşünüyor. S. 87

Pop yıldızları  ve müzik, dünya çocuk-gençlerini etkileyen en önemli fenomenlerdir. Formül, test edilip onaylanmıştır. Müzik hayalleri yaratır. Hayaller de markaları. S. 123

Okul bahçeleri markaların sergilendiği podyumlara dönüştü. S. 207

Martin Lindstrom

Brand Child
CSA Yayın Ajansı
20032

Günümüz Dünya Çocuklarının Satın alma Güçleri, Tüketim Tercihleri ve Markalarla Olan İlişkileri 




13 Ağustos 2015 Perşembe

Kronos bir gün acıkır ve adaleti yer

Kronos tahtına bir gün el konulacağı korkusuyla doğan tüm çocuklarını diri diri yer. Sadece Zeus kurtulur ve o da babasıyla savaşıp onu yener. Yanlış hatırlamıyorsam Firavun da doğan tüm erkekleri öldürmüştü sadece Hz. Musa kurtulmuştu ve o da firavunun sonunu getirdi. Gazali'nin dediği gibi "adalet yerine korkuyla yönetenler bir gün helak olmaya mahkumdur." Aristo'nun dediği gibi adalet cesaretten daha önemlidir. Boşuna 'insan insanın kurdudur (homo homini lupus) dememişler.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Destansı bir vahşet, tarih boyu...



Evlerimizi mezar yaptık, mezarlarımızı ev.
Yıkıldı evlerimiz,
Yağmalandı mezarlarımız.
Dağların doruğuna çıktık,
Toprağın altına girdik.
Suların altında kaldık,
Gelip buldular bizi.
Bozdular birliğimizi,
Alt üst ettiler bizi.
Yakıp yıktılar,
Yağmaladılar bizi.
Biz ki; analarımızın,
Kadınlarımızın ve ölülerimizin uğruna.
Biz ki; onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna.
Toplu ölümleri yeğleyen bu toprağın insanları.
Bir ateş bıraktık.
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan...


Likya'da bir şehrin adı Ksantos. M.Ö 42 yılında Brütüs'le savaşa girerler ve yenileceklerini anladıktan sonra tıpkı eskiden Perslere karşı savaşırken yaptıkları gibi şehrin meydanında tüm eşyalarını, kadınlarını ve çocuklarını toplayıp ateşe verirler. Geriye kalan erkeklerse büyük yeminler edip ölümüne düşmana saldırır. Filmlere konu olacak destansı bir vahşettir bu hikaye. Geriye ise beş bin yıllık bir şehir ve yazıtlar ve şuan günümüzde olup biteni de anlatan şiirleri kaldı.

21 Haziran 2015 Pazar

Kitle İletişim Teorilerine Giriş




Bugünkü formata en yakın olan ilk gazete 1660 yılında Almanya’da yayınlanan Leipziger Zeitung olduğu ileri sürülmektedir. S. 11
Kitle kavramı olumsuz anlamda çokluk ya da kalabalık kelimelerine karşılık kullanılmaktadır. (Mc Quail 1994;32) s.16

Zeki ve akıllı olmayan insan topluluklarının ifade edilmesinde ve kültür eksikliğinin vurgulanmasında da kitle kavramı kullanılır.
 Kitle kavramının olumlu anlamda ise, özellikle sosyalist kültürlerde belirli amaçlar için organize olup, çalışan insanların dayanışmasını anlatmada kullanıldığı görülmektedir. S.16

(Nüfus artışı, liberal demokrasi, bilimsel deney ve sanayileşme ile birlişince kitleler ortaya çıkmıştır. S. 17)

Türdeşlik, duygusallık ve önyargılılık gibi karakteristikleri bulunan kitle içerisindeki bireyler, “bireysel düşünme yeteneklerini” yitirdiklerinden, kolaylıkla denetim altına alınabilirler. (Bon, 1969, 7-8) si17

Friedson kitlenin dört temel unsuru olduğunu söyler. Bunlar:
  1. Kitle heterojen bir yapıya sahiptir. Toplumdaki bir çok kesim ve gruptan üyeleri bünyesinde barındırmaktadır.
  2. kitlede bireysel hareket etme yetisi bulunmamaktadır.
  3. kitle üyeleri birbirinden ayrılmıştır. Bireylerin birbirleriyle karşılıklı etkileşim içerisinde bulunması mümkün olmadığı gibi, her bir bireyin değişik tecrübeleri olduğu da göze çarpmaktadır.
  4. kitlede liderlik yoktur. Seyrek de olsa bir organizasyonun söz konusu olduğu durumlarda ise, bu çok gevşektir.

En genel şekliyle iletişim, “herhangi bir şeyin ya da bilginin ortaklaşa kullanılması” anlamına gelir. S. 18

Kitle kültürünün genel özellikleri( Alemdar ve Erdoğan)

  1. Mümkün olduğunca çok sayıda tüketiciye ulaşmayı sağlayacak araçlarla ilişkili olan kitle kültürü, ticarilik vasfı taşımakta ve pazarlanabilmektedir.
  2. Oldukça bayağı ve zevksiz olan bu kültürde tüketici, kültürel malları sadece eğlence ve vakit geçirme aracı olarak kullanabilmektedir.
  3. Ahlaktan yoksun olan kitle kültürü, sahte bilgileri yüceltirken, ciddi bilgileri ise alçaltmaktadır.
  4. Her şeyden önce manüpüle etme-yönlendirme amacı taşıyan kitle kültürü bireyleri tek düzeliğe ve standartlaşmaya itmektedir. Diğer yandan bireylere hayatta hiçbir şeyin kutsal olmadığı fikri empoze edilirken, çocukça zevkleri ortaya çıkarmaktadır. S. 22-23

Medyaya yönelme ve medyayı kullanma biçim ve nedenleri.
  1. eğlenmek için
  2. otoriteyi temsil eden şahsiyetlerin yüceltilmesini veya aşağılanmasını görmek için
  3. güzelliği yaşamak için
  4. başkalarının tecrübelerinden yararlanmak için
  5. merakı tatmin etmek ve bilgilenmek içim
  6. tanrısal ve ilahi olanla özdeşleşmek için
  7. empati için
  8. kafayı dağıtmak veya oyalanmak için
  9. sorumluluk almaksızın uç heyecanları yaşamak için
  10. taklit edecek modeller bulmak için
  11. bir kimlik kazanmak için
  12. adalete olan inancını pekiştirmek için
  13.  başkalarının hatalarını görmek için
  14. hainleri iş başında izlemek için
  15. çirkin olanı da görmek için
  16. ahlaki, ruhsal ve kültürel değerleri doğrulamak için

MEDYA ETKİ TEORİLERİ

Sosyalizasyon Teorisi:
Kitle iletişim araçlarının, bireyin tutum, inanç ve değerler sistemine etki ederek, sosyal kimliğin oluşmasında önemli bir rol oynadığını dile getirmektedir.
Bireyin sosyalleşmesinde büyük rol oynayan aile, din adamları, eğimciler ve politikacılar gibi kesimlerin, günümüz toplumlarında önceliği iletişim araçlarına kaptırdığı noktasından hareket eden sosyalizasyon teorisi, bireylerin sosyalleşmesinde “iletişim araçların diğer ajanlardan daha etkili” olduğu varsayımına dayanmaktadır.. s. 79

GÜNDEM KURMA TEORİSİ

  1. kitle iletişim araçları, olayları kendi amaçları doğrultusunda sunabilmektedir. Örneğin bazı olaylar önemsenmeyerek atlanırken, bazı olaylara ise gerçeğinden fazla önem ve yer verilebilmektedir.
  2. kitle iletişim araçları herhangi bir olayı, güncel olarak önem taşımayan geçmişteki olay veya olaylarla ilişkilendirmekte ve farklı yöne çekerek sunabilmektedir.
  3. bir birey ya da az sayıda kişinin görüşü, olduğundan fazla sayıda bireyin görüşüymüş gibi sunulabilmektedir.
  4. kitle iletişim araçlarınca sunulan mesajlarla halk böyle istiyor ya da halk şuna inanıyor şeklinde kesin olarak ispatlanamayacak genel ifadeler kullanılabilmektedir.
  5. tanınmış ve topluma mal olmuş kişiler hakkında küçültücü yada aşağılayıcı ifade ya da resimler kullanılabilmektedir.

SESSİZLİK-SUSKUNLUK SARMALI TEORİSİ

  1. toplum, sapan bireyleri dışlamakla tehdit etmektedir.
  2. bireyler sürekli olarak korkusu içindedir.
  3. bireyler dışlanma korkusu nedeniyle kamuoyunu sürekli gözlemlemektedir
  4. bireyin yaptığı bu gözlem, onun düşünce ve kanaatlerini açıklayıp, açıklamaması sürecine etki etmektedir.
 Prof. Dr.Metin Işık


Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği



Gerçekliği bu kadar kolay bir şekilde kabul ediyorsak bunun nedeni herhalde gerçeklik diye bir şeyin olmadığını hissediyor olmamızdır. Jorge Luis Borges

Dün gece düşümde gerçekliği gördüm. Sabah uyandığımda bir rüya olduğunu anlayınca çok rahatladım. Stanislaw Lec

Gerçek dünyayı bertaraf ettiğimize göre, geriye kalana ne dememiz gerekiyor? Görünümler dünyası mı? Kesinlikle hayır! Çünkü hakiki dünyayla birlikte görünümler dünyasını da yok ettik. Friedrich Nietzsche


Böylesine yoğun bir gerçeklik dünyasına tahammül etmenin tek yolu onu sürekli inkar etmektir. Magritte’in: “bu bir pipo değildir” çalışmasından yola çıkarak görünen dünyayı “bu bir dünya değildir” türünden gerçek üstücü bir yadsımaya dönüştürebiliriz –modern sanatın geçirmiş olduğu aşamaları belirleyen bu ikili süreç kendini: Görünür, somut dünyayla bu dünyanın kesin bir yadsınması şeklinde sunmaktadır. S. 23

Sanal: Gerçekliğin peşinde koşan son avcı ve onu yakıp yıkan yağmacıdır –bizzat gerçeklik tarafından bir tür bulaşıcı ve yok edici unsur şeklinde salgılanmıştır.
Sanal Gerçeklik, Gerçeklikle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaktadır. Bu, nesnel gerçekliğin soyutlanma sürecinde devreye sokulan ve Bütünsel Gerçeklikle noktalanan sürecin nihai aşamasıdır. S.24

Baudrillard’a göre geleceğin insanı: Bu insan gözden geçirilip, rekltifiye edilmiş bir varlık olacaktır. Daha baştan zaman içinde ulaşması gereken ideal insan özelliklerine sahip olacaktır, yani asla kendi olmayacak hep ideal varlık olarak kalacaktır. Daha dünyaya gelmeden önce bir değişim geçireceğinden iyi ya da kötü anlamda hiçbir şeye yabancılaşamayacaktır. S.26

Bütünsel gerçeklik bir ütopyadır. Oysa devasa yapay bir mekanizma aracılığıyla bu şey bize dayatılmak istenmektedir. S.29

Hakikatten yoksun bir dünyada, gerçeklik onun yerini alsın diye uydurulmuş bir şeyse, bu arada da “gerçek” dünyanın varlığı hemen her yerde sorgulanmaya başlanmışsa, sonuç olarak, hakikatten yoksun bir evrene -bu içinde yaşadığımız dünya oluyor- daha yakın durduğumuz söylenemez mi? S.32

Dünya demek gerçek demek değildir. Dünya zaman içinde gerçeğe dönüşmüştür. Günümüzdeyse bu özelliğini yitirmektedir. Buna karşın onun bütünüyle sanallaştığı söylenemez. Kısmen sanallaştırılmıştır. S. 32
Dünya ile (gerçekliğin) yansımasının birbirine karıştırıldığı bir yerde gerçekle dünya arasında hiçbir ilişkinin bulunmadığı söylenebilir. Fark sözcüğü bu farklılığı ifade konusunda oldukça yetersiz kalmaktadır.  S. 35

Güncel kölelik biçiminin gönüllü ya da gönülsüz olma, özgürlükten yoksunlukla bir ilişkisi yoktur, tam tersine bu durum, aşırı özgürlük ortamının yol açtığı bir sonuçtur. Her ne şekilde olursa olsun özgürleşmeye çalışan insan artık neden ve niçin özgür olması gerektiğini bilemediği gibi, böyle bir ortamda nasıl bir kimliğe sahip olması gerektiğini de bilememektedir. Her şeye sahip olan insan kendi kendisinden nasıl yararlanması gerektiğini bilememektedir. S. 54

Özgürlük ve kimlik gibi şeylerin peşinden koşup, bunları anlamlı kılmaya çalışmanın bir yararı yoktur.  Nasıl bir insan olduğumuz yaşantımız ve yaptıklarımıza bakılarak söylenebilir. S. 62

İLETİŞİM, İLETİŞİM VE DİĞER AĞLARIN YOL AÇTIĞI ZİHİNSEL DİASPORA

Dört bir yandan interaktif süreçler tarafından kuşatılmış bulunuyoruz. Birbirinden farklı şeyler birbirine karıştı. Hiçbir yerde artık mesafe bilinci diye bir şey yok. Cinsiyetler, karşıt kutuplar, sahne ve salon, oyuncular, özne ve nesne, gerçek ve ikizi arasındaki mesafe ortadan kalktı. S. 74


Birbirine karışan terimler, birbirine toslayan kutuplar değer yargılarını dümdüz ettiler. Artık ne sanat, ne ahlak ne de politika alanında değer yargılarından söz edilemez. S. 74

Yaşantımızı üstümüze bir tür dijital tulum gibi geçiriyoruz. Fotoğraf, sinema ve resim sanatlarına özgü bir sahneyle bir bakış olayı varken; video ve bilgisayar ekranından yansıyan görüntüde Mc Luhan’ın daha önce söylediği gibi bir tür içine gömülme, bir tür göbek bağı durumu, “dokunsal” bir karşılıklı etkileşim süreci söz konusudur. S. 75

Belki de makineler tarafından yönetilmeyi insanlar tarafından yönetilmeye yeğliyoruz. Belki de anonim ve otomatikleşmiş bir egemenlik biçimini insan iradesine bağlı, hesaba kitaba dayalı egemenlik biçimine yeğliyoruz.
Yabancı irade yerine bizi emip, her türlü sorumluluğu üzerimizden alan integral hesaba boyun eğmeyi yeğliyoruz. S. 89

Gerçek imge durum ve nesneden çok bu dünyaya özgü titrekliği ön plana çıkartan imgedir. S.98

KENDİ KENDİNİN… ÇAĞDAŞI BİR SANAT

Artık modern sanat diye bir şey yoktur. Çağdaş kendisinden başka bir şeyin çağdaşı değildir. S. 103

Çağdaş sanatta teknik, reklam amaçlı, medyatik ya da sayısal işlemler arasında hiçbir fark kalmamıştır. Artık sanatsal aşkınlık, farklılık, mevcut haliyle çağdaş dünyayı yansıtmaya çalışan bir sahne yoktur. İşte bu anlamda çağdaş sanat diye bir şey yoktur, çünkü onunla dünya arasında bir fark yoktur, ikisi aynı şeydir. S. 103

Sıradanlaşmış sanatla dünyanın sıradanlığı birbirine karışmaktadır. S. 104

Her türlü gerçeklik, estetik alanın içine çekilerek, estetik, her alanda genel geçer bir boyuta dönüştürülmüştür…. Bütün bunlar sanat ve gerçekliğin aynı anda özgürleştirilmesi gibi bir başlık altında toplanmıştır. Aslında bu özgürleştirme ikisini birbirine mahkum ederek ikisi için de ölümcül bir görünüm kazanmıştır. S. 104

Seyirci, çoğunlukla hiçbir şey anlamadığı bu sanat kültürünü önemsiz bir şey gibi tüketmektedir. Seyirci hiçbir şey anlamaması gerektiğini anlamakta, önüne konulanlara gerek olmadığını, önemli olan tek şeyin kültür adlı dayatma, yani kültür adlı entegre devreye bağlılık olduğunu kavramaktadır. Oysa bizzat kültürün kendisi küresel dolanım düzenine ait bir alt unsurdan başka bir şey değildir. S. 105

Ahlaki çöküş kapasitemiz bir sınır tanımıyor. İşlemek istediğimiz bütün suçları işlemeden rahata ermeyeceğiz. Guido Cerenetti

Modernleşme bir düşünce, bir ideal ve bir düşgücüne sahipti. Oysa azgın bir maddi gelişme süreciyle birlikte hepsi ortadan kaybolup gitti. S. 125

Biz bir yandan anlam içinde boğulurken diğer yandan mutlak bir anlamsızlığın yol açtığı bir korku düzeni içinde yaşıyoruz. S. 134

Politika kötülüğün yaşama geçirildiği yer olup,; gerek bireysel gerekse ayrıcalık, ahlaksızlık, yolsuzluk gibi kolektif kötülük biçimlerinin yönetimini üstlenmiş bir alandır.İktidarın bu lanetlenmiş payın ve iktidardaki -bu görevin kendilerine sunduğu tüm ikincil ayrıcalıklardan yararlanmayı uman- politikacılara da kurban edilmenin düşmesi kaçınılmaz bir sonuca benzmektedir.
İkili yaşamın sonunda iki kere ölünür.

Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği
Jean Baudrillard

9 Haziran 2015 Salı

Göğü Delen Adam: Modern insana ilkel bir bakış açısı!





 Feodal toplumu, endüstri devrimini ve kapitalist toplumu, sosyalizmi ve komünizmi, modernizmi ve post modernizmi yaşamış ve yaşamakta olan günümüz insanlarının yani biz medenilerin ilkel toplumlar, avcı-toplayıcı kabileler hakkındaki düşünceleri bellidir. Peki bu ilkel kabile üyelerinin bizler hakkındaki düşünceleri sizce nasıldır? Papalagi de tam olarak bunu anlatmaktadır. İlkel bir kabile şefinin Batı medeniyeti ve daha genel kapsamlı olarak "beyaz adam" hakkındaki düşüncelerini anlatıyor kitap.


"Papalagi,yuvarlak metali ve ağır kağıdı sever. Katledilmiş meyvelerin suyunu, domuz,sığır gibi hayvanların etini midesine indirmeyi sever. Ama, hepsinden çok sevdiği bir şey vardır ki, bunu elle tutmak mümkün değil: Zaman! Bu yüzden dünyanın patırtısını kopartır, saçma sapan konuşur durur. Güneşin doğuşuyla batışı arasında kullanmadığı hiçbir zaman kalmasa yinede yetmez Papalagi’ye. Zaman, Papalagi’yi memnun edemez bir türlü. Büyük Ruh’a yakınır da yakınır, daha fazlasını vermedi diye.Evet, böyle işte; her yeni günü belli bir plana göre bölüp
parçalayarak Büyük Ruh’a ve onun hikmetine etmediği hakareti bırakmaz.

Çalı bıçağıyla yumuşak bir hindisdan cevizini boydan boya keser gibi böler günü. Her bir bölümün ayrı adı vardir.Saniye, dakika, saat. Avrupa’da zamanı olan çok azdır. Belki de hiç yoktur. Bu yüzden herkes yaşamın içine fırlatılmiş birer taş gibi koşuşturur. Hemen hepsi yürürken yere bakar ve daha hızlı ilerleyebilmek için kollarını ileri savurur. Eğer durduracak olursan isteksizce, ’Niye beni rahatsız
ediyorsun?’ derler. ’Kaybedecek zamanım yok, sen de kendi zamanını değerlendirmeye bak.’ Sanki hızlı yürüyen insan daha değerli, yavaş yürüyenden daha yürekliymiş gibi davranırlar."

“Papalagi’nin içi zaman korkusuyla dolu olduğu için, hepsi yalnız erkekler değil kadınlar ve çocuklar da büyük ışığı kendi gözleriyle ilk kez gördüklerinden beri ayın kaç kere yükseldiğini, güneşin kaç kez battığını kesin olarak bilirler. Bu o kadar önemlidir ki belirli aralıklarla çiçekler ve şölenlerle kutlanır. Bana “kaç yaşındasın” diye sorduklarında benim gülüp de bunun önemi olmadığını söylemem üstüne utanmam gerektiğini düşünüyorlardı. …Ben ise “bilmemek daha iyi” diye düşünüyordum.
Sanıyorum ki çok sıkı tuttukları için zaman, ıslak elden kayan yılan gibi akıp gidiyor ellerinden. Zmanın kendisine gelmesini beklemez. Kollarını açıp, yakalamak için peşinden koşar. Zamanın huzur içinde güneşin altına serilmesini kıskanır, ister ki hep yakınında olsun, şarkı söylesin iki laf etsin. Oysa zaman sessiz ve uysaldır, huzur ister güneşin altında döşeğine uzanıp yatmak ister.
Papalagi zamanı tanıyamadı, anlayamadı. Bu yüzden onu hor kullanıyor.
…Zavallı şaşkın Papalagi’yi bu çılgınlıktan kurtarmalıyız. Zamanını geri vermeliyiz. O küçük yuvarlak zaman makinelerini parçalayıp ona güneşin doğuşundan batışına kadar bir insanın kullanabileceğinden çok daha fazla zaman olduğunu anlatmalıyız.”

Kaç yaşındasın demek kaç dolunay boyunca yaşadığın anlamına gelir.Oysa dolunayları saymak pek tehlikelidir, çünkü kişi buna çok dikkat ederse ve yeterince çok dolunay geçmişse ‘artık yakında öleceğim’ demeye başlar.Ondan sonra ne keyfi kalır ne de başka bir şeyi ve kısa süre sonra da gerçekten ölür gider.

Papalagi’nin yaşamı, Savaii’ye elçi giden ve kıyıdan ayrılır ayrılmaz düşünmeye koyulan bir adama benzer. “ Savaii’ye varmama ne kadar sürer acaba?” Düşünür, ama yolculuğunun akıp gittiği o güzelim çevresini görmez. Derken sol kıyıda dağların sırtları görünüverir. Daha gözlerinin bu sırtları görmesiyle, “ bunların arkasında ne ola ki”, diye düşünmeye başlar. Kendini alamaz bundan. Diyelim ki küçük ya da geniş bir koya girdi, gençlerle birlikte deniz türküleri söylemek aklının ucundan bile geçmez ya da genç kızların keyifli şakalarına gülmek. Koyu ve dağ sırtlarını geride bıraktı mı, bu kez yeni bir düşünce sarar onu: “ Acaba akşama kadar fırtına patlar mı?” “ Ya fırtına koparsa?” Mavi gökte kara bulut arar o. Patlayacak olan fırtınaya takar kafasını. Neyse, fırtına mırtına çıkmaz ve akşamleyin salimen Savaii’ye varır. Ama sanki o yolculuğu hiç yapmamış gibidir. Çünkü düşünceleri bedeninden ve teknesinden uzaktadır hep. Upolu’da, kulübesinde de kalsaydı hiçbir şey değişmezdi.
 
Gazete bütün insanları tek bir kafa haline getirmeye çalışır. Benim kafama, benim düşünceme karsı savaşır. Tüm insanların kafasını ve düşüncesini ele geçirmeye çalışır. Bunu becerir de. Sabah kağıdı okursan, öğlene diğer papalagilerin kafalarında ne taşıdıklarını, ne düşündüklerini bilirsin.


"Papalagi'nin tanrısı kendisinin "para" adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kâğıttan başka bir şey değildir."

"...Para uğruna acımasız davranma hakkını elde eder Papalagi. Eli paraya gitti mi yüreği sertleşir, kanı donar, yalan söyler, dürüst davranmaz, tehlikeli olur."
Para uğruna, mutluluklarını vicdanlarını yitirenler; gülmekten, onurundan, sevincinden hatta karısından, çocuğundan olanlar vardır.

Eğer insan çok fazla "şey" e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir.


Beyaz adamın yaptığı hiç bir şey büyük ruhun mucizelerine yaklaşamaz bile.


Makineleri, marifetleri, büyüleri hiç bir şeyi insanın hayatını uzatmaya yetmedi; ne de insanı daha mutlu huzurlu kılmaya. Gelin onun için biz Tanrı'nın mucizevi makinesine ve onun becerilerine bakalım ve eğer beyaz tanrı bir oyun edecek olursa görmezden gelelim.

Beyazların ülkesinde, güneşin doğuşundan batışına kadar parasız hiçbir şey yapamazsın. Paran olmadı mı ne açlığını, susuzluğunu giderebilirsin ne de yatacak bir döşek bulabilirsin. Paran olmadığı için seni hapse atarlar. Yani hep para ödemek zorundasın. Yürüdüğün yol için, kulübeni yaptığın yer için, gece yattığın döşek için, odanı aydınlatan ışık için para vermen gerekir. Daha doğar doğmaz para ödemeye başlarsın, ölünce de ailen para ödemek zorunda kalır, başına dikilen taş için... 



Erkeklik çağına gelmiş papalagilerin çok azı bir çocuk gibi hoplayıp zıplayabilir. Sanki sürekli engelleniyormuş gibi yürürken bedenini havanın içinde zorlukla sürükler. O bu güçsüzlüğü yadsıyıp mazur göstererek, saygıdeğer bir adamın koşmasının, hoplayıp zıplamasının doğru olmadığını söyler. ama tüm bunlar salt kuru bahanedir. meslekleri onları uykuya ve ölüme mahkum ettiğinden kemikleri katılıp hareket edemez olmuş, kaşları sevinçlerini yitirmiştir. Meslek, yaşamı yok eden bir aitu*dur. İnsanların kulağına güzel şeyler fısıldayan, ama bedenindeki kani içen bir aitu. (Aitu: Şeytan)

dipnot: Bu sefer kitaptan alıntıları yazmaya üşendiğim için internette bulduğum alıntıları ekliyorum. Kitap burada okuduklarınızdan çok çok daha fazla can alıcı konuya değinmektedir. ZAMANI OLMAYAN HER PAPALAGİ BU KİTABI OKUMALIDIR.

5 Haziran 2015 Cuma

Postmodernizm, Zaman-Kimlik İlişkilerine Genel Bir Yaklaşım



Postmodernizm, Zaman-Kimlik İlişkilerine Genel Bir Yaklaşım



1.1  Postmodernizm

1.1.1.      Geneleksel Dönem



  • Geleneksel toplumun temel birimi ailedir ve cemaatin ilk formudur.  S.20
  • Modern dünyanın “global köyünde” bizi sarsan her şey, herkesi sarsmaktadır. S.21
  • Modernleşme olgusunun ortak özelliği; geleneksel tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına dayalı durağan bir yapıdan sanayileşmiş, şehirleşmiş,- okur-yazar oranının arttığı, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının geliştirdiği dinamik bir yapı olarak görülmektedir. Temel özellik ise, tarıma dayalı toplumsal bir yapıdan, sanayiye dayalı toplumsal bir yapıya geçiş olarak söylenebilir. Toplumda belirgin bir farklılaşma ve uzmanlaşmayı beraberinde getiren modernleşme, toplumun eski değerlerinden soyutlanıp yeniden düzenlenmesi anlamına gelmektedir. S.21
  • Sanayileşme ve beraberindeki süreçler zaman ve mekan algılamasını kökünden değiştirmiştir. Dolayısıyla evreni cemaatinin ifade ettiği alanla eşitleyen insanın önünde artık yeni bir zaman ve mekan algısı oluşmuştur. S. 21
  • Gelenklsel toplumda genellikle yaşla ve tecrübeyle elde edilen ve sınırlı olan bilginin yerini, modern toplumda teknolojinin etkililiği, bilginin yaygınlığı ve seri üretimlerin yapıldığı bir sürece bırakmıştır. S. 21



            1.1.2.      Aydınlanma Hareketi



  • Aydınlanma, 17-18 yylarda hakim olan totaliterliğe, feodalizme ve kilisenin dayatmalarına karşı, yeni olgunlaşmakta olan burjuvazinin yönettiği bir özgürlük hareketidir. S.22
  • Aydınlanma çağı; aklın, deneyimin, dinsel ve geleneksel otoriteleri sorgulamanın, seküler, liberal ve demokratik toplumların ideallerinin yavaş yavaş şekillendiği bir dönemi ifade etmektedir. S. 22
  • Kant’da aydınlanmanın parolası olarak; sapere aude! (Yüreklice düşün!). aklını kendin kullanma cesaretini göster sözünü kabul etmektedir. Kant’a göre; “aydınlanma, insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.” S. 23
  • Aydınlanma Hareketi’nin temel karakteristiğini; dogmaya, dinsel inanç ve bilgiye karşı aklın üstünlüğünü vurgulayarak, dünyayı değiştirmede aklın gücüne önem vermek olarak açıklayabiliriz. S. 23
  • Aydınlanma Hareketi’nin savunduğu değerler; akılcılık, kuşkuculuk, pozitif bilim anlayışı, ilerlemecilik, ifade özgürlüğüdür. Karşı çıktığı değerler ise; bilgisizlik, boş inançlar, din eksenli iktidar ve hoşgörüsüzlüktür. S. 23



1.1.3.      Modernizm



  • Habermas’a göre, modernus sözcüğü ilk olarak V. Yüzyılda, Hristiyan olan o dönemi, geçmişteki pagan Roma’dan ayırt etmek amacıyla kullanılmıştır. Bu doğrultuda Habermas, modern deyiminin, Avrupa’da her yeni bir dönem başlangıcı bilincinin ortaya çıkışında kullanıldığına da işaret etmektedir. S. 24
  • Modern olmak ise, artık düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir. S. 24
  • Modernlik terimi 17 ve 18 yüzyıllarda batı avrupada filizlenmeye başlayan ve daha sonra batı dışı toplumlara yayılan yada dayatılan bir toplum biçimine karşılık gelmektedir. Modernlik, eskinin dışlanması ve yeninin kutsanmasıdır. S.25
  • Modern çağı oluşturan her şeyin altında eleştiri yatmaktadır. S. 25
  • Modern olmak, tarihsel gelenek karşısında, dışsal otoriteler karşısında bir özerklik talep etmektedir. Bu talep, insanın toplumsal olarak kendi kendisini yönlendirme ve temelde özerk olma arzusunu ifade etmektedir. S. 25



1.1.4.      Modernizm’e Bir Başkaldırı Olarak: Postmodernizm



  • Modernizme bir tepki olarak ortaya çıkan Postmodernizm, 1595’lerden itibaren gündemde yerini almış, 1980’lerde de yaygın olarak kullanılan bir kavram olmuştur. S. 27
  • Modernite, orta çağdan farklılaşmaydı ve aynı şekilde orta çağın egemen düşünme biçimlerine bir tepkiydi. Postmodernite de, moderniteden farklılaşmadır ve bu anlamda postmodernite, modernite döneminin düşünme biçimlerine(aydınlanma, büyük anlatılar, rasyonalizm…) karşı bir tepki içermektedir. S. 29
  • Postmodern söylem, egemen kediler adına değil, ezilen fareler, diyaspora mazlumu, Yahudiler, kadınlar, zenciler ve pagan üçüncü dünya ülkeleri adına konuşan söylemdir. S. 30
  • Postmodernizm öncelikle, pozitivizm, eşitçilik, liberalizm, Marksizm, aydınlanma, kipitalizm… gibi meta-anlatılara şiddetle karşı çıkmaktadır. S. 31
  • Postmodernizm her şeyden önce evrenin bir kaos olduğunu, bu kaosun belli bir anlamı olamayacağını ve herhangi bir formülle açıklanmasının mümkün olamayacağını dile getirir. Şayet bir doğru varsa, bunun evrenin tümü için değil, yalnızca bir parçası için doğru olabileceğini; aynı şekilde anlamın da ancak evrenin bir parçası için geçerli olabileceğini savunur. Evrenin tümü için tek bir anlam bulmanın yani genel geçer tek formülle açıklamanın olanaksız olduğunu söyler. S.32
  • Postmodern öğretinin temel görüşlerinden biri de relativizm(görecelik)tir. Postmodernitede bütün bilgiler görelidir. Değerler ve ahlak kuralları; tarihsel ve toplumsal koşullara göre farklılık gösterir. Dolayısıyla hakikat, herkese göre farklı olacağı için tek bir hakikatten söz etmek mümkün değildir. S. 32
  • Postmodern anlayış, gerçek ve yapay ve kurmaca olduğunu, bunların mevcut kültürler tarafından insanlara dayatıldığını; böylece teknoloji, bilim ve kültür ortamında bireyin/ferdin yok olduğunu dile getirir. Fertler kitleleştirilerek yok edilmektedir. Kimlikler gruplara göre tayin edilmekte ve insanlar bir takım kategorilere ayrılmaktadır. S.33-34
  • Baudrillard’a göre içinde yaşadığımız aşama, smülasyon çağıdır. Suretler gerçek sayılarak toplumsal ilişkiler simülatif bir boyut kazanmıştır. Gerçekler yok olup gitmiştir. S. 34
  • Medya en doğruyu yansıttığını iddia ederken aslında belli bir görüşün, grup veya kişinin bakış açısından gerçeği vermektedir. S.34
  • Artık yorumun doğruluğu değil de, inandırıcılığı da önemli olduğu için, gerçek belki de hiç bilinmeden kalmaktadır. S.35
  • Kitle iletişim araçları ve popüler kültür, tüm toplumsal ilişkileri biçimlendirmektedir. S.35







1.1.5.      Postmodernizme Yöneltilen Eleştiriler



  • Postmodernizme yönelik eleştiriler, - kendisi her ne kadar modernizmi eleştirip, ona alternatif olduğunu iddia etse de- aslında modernizmin daha güçlü bir biçimde devam ettiğini postmodern döneminde modern dönemin bir devamı niteliğinde okunabileceğini dile getirmektedirler. S. 36
  • Postmodernliğe yöneltilen eleşltirilerin önemli bir kısmı, postmodernitenin kimlikleri darmadağıt ettiği, hatta kimliği yok ettiğini/edeceğini ima etmektedir. S. 38



1.2. Moderniteden Postmoderniteye Kimlik Biçimlerinin Değişmesi

1.2.1. Kimlik Kavramı



  • Belirli bir aidiyete gönderme yapan kimlik kavramı aynı zamanda farklılığı da çağrıştırmaktadır. Bu durum yalnızca kimliğe özgü değildir, bütünleşme ve farklılık insanın varoluşsal eğilimleridir. Her kişinin kimliği resmi kayırlarda görünenlerle sınırlı olmayan; din, aile, ulus, etnik köken, meslek grubu ve sosyal çevre gibi bir çok öğeden oluşmaktadır. S. 39
  • Benlik bir öz-bilinç durumudur. İnsan yalnızca bir şeylerin bilincinde olmaz, aynı zamanda bir şeylerin bilincinde olan bir varlık olarak kendisinin de bilincinde olur. S.40



1.2.2. Tarihi Seyri İçinde Kimlik Olgusu

1.2.2.1. Geleneksel Dönemde Kimlik



  • Bireysel kimlik ve bireyselcilik sorunu büyük ölçüde modern toplumların bir özelliği olarak görülmektedir.
  • Kimlik her şeyden önce bir kültür sorunudur.s.43



1.2.2.2. Modern Dönemde Kimlik



  • Modern dönemde her alan kurumsallaştırılmış; bilim, ahlak ve sanat yaşam dünyasından kopmuş, özerk ve otoriter alanlar durumuna gelmiştir. S 44
  • Modernite geçmiş yaşam biçimlerinin, değerlerin ve kimlik yıkılışlarının ve yenilerinin üretiminin bir aradalığını ifade eder. İnsanın kimliği modası geçmiş, eskimiş yada gereksiz bir hale gelebilir yada toplumsal geçerliğini yitirebilir. Bunun sonucunda insan bir anomi durumudur. Dünyada kendini hiçbir yere ait hissetmeme gibi çok büyük bir yabancılaşma durumu yaşayabilir. S45





1.2.2.2.1.Modernliğin Yansıması Olarak Bireyselleşme



  • Bir terim olarak özne, “özünü sorgulayan”ı işaret etmesinden dolayı “öz ne” sorusundan türetilmiştir.
  • Özne, “yerleşik felsefe dilinde en genel anlamda düşünülen nesneye karşıt olarak düşünen varlık” biçiminde tanımlanmaktadır. S. 47
  • Birey, bir kişinin kendine özgü bir var oluşuyla apayrı bir bütün oluşturduğu ve bu haliyle bölünemezliği fikrini ifade etmektedir. S. 48







1.2.2.2.2. Modern Özneye Karşı Post modern Eleştiriler



·         Öznenin tahrip edilmesi sınırında başlayan post modern itirazlar, öznenin ölümüne varıncaya dek aşırı ivme kazanarak, yaşamasının anlamsızlığına dair bir dizi açıklamalarla desteklenmiştir. S.50

·         Foucault, hazların bile sıkı bir şekilde düzenlenip denetlendiği bir toplumda özgür bir bireyden bahsetmenin pek mümkün olmadığı söylemektedir. S. 50

·         Öznenin özgürlük olarak sarıldığı şeyler, aslında bireyi o şeye-şeylere mahkum etmektedir de denilebilir. Özne özgür bir dünyada iktidar odaklarının esiri olmaktadır. S. 51



 1.2.2.4. Post Modern Dönemde Kimlik



  • Modern sonrası dönemi ifade eden post modernlik, yaşamın yeniden düzenlenmesi, yeni bir yer duygusu yaratılmasıdır ki, bu da medyanın hayati rol oynadığı karmaşık bir süreçtir. Post modern söylemler, kimlik kavramını sorunsallaştırır ve onun bir söylence ve bir yanılsama olduğunu iddia eder.
  • Post modernizm, gerçeklerin kurmaca yapılarını gösterip, doğruların doğrudan, doğal olarak gelmediğini, kültür tarafından kabul ettirildiğini ve dünyanın kültürümüzün söyleminden, toplumsal olarak kabul edilmiş anlamlar sisteminden tanıtıldığını irdeler. S53
  • Post modern söyleme göre; kimliğimizi güvenilir zaman-mekan koordinatlarına dayanarak tanımlarız; ancak bu koordinatlar kaydığında kim olduğumuzu tanımlamamız zordur.
  • Dünya olaylarının zaman ve mekanında kayma meydana geldiği ve dünyaya ilişkin konumumuz değiştiği için kimliğimizi yeniden kurma arayışı içindeyiz. S.53
  • Post modern toplumda, kültür görselliğe bağlı olurken, kimlikler de geleneksel sabit özelliklerini yitirerek yerlerini daha esnek ve akışkan öğelere bırakırlar. Artık statüsel yada kimliksel imgeler, çalışma sürecinden çok, çalışma dışı dünyada gerçeklik kazanmaktadır. Bu alan; farklılık, aykırılık, kendilik, ötekilik, öznellik ve bireysellik temalarına açıklık gösterdiğinden, birey kendisini angaje olduğu bir grupla yada tek ve biricik olarak inşa eder. Çalışma dışı alanlar, bireyin giyim, haz,, tat, mekan, kendini salıverme, benlik temsili vs gibi bireysel/sosyal her tür tatmine açık yanını tamamlamayı vaat eder. S.54
  • Baudrillard, post modern toplumda kimliğin en fazla “bilgisayar sisteminde bir terim” olduğunu söyler. Baudrillard’a göre, günümüz iletişim araçları, gerçek olmayan bir gerçek, bir hipergerçeklik yaratarak, insanın çevreyle ilişkilerini engellemekte, onların doğal ve sosyal etkileşim ağından kopmalarına ve yabancılaşmalarına neden olmaktadır. S.55
  • Serter’e göre, post modern kimlikler, giydirilmiş kimliklerdir. S.55
  • Post modern bireyin önemli oranda bir dikkat sorunu yaşadığı bilinmektedir. Zira, post modernizmin “her şey gider” sloganı gereği her şeyin –hoş görü adı altında- caiz olduğu bir toplumda ortaya çıkan karmaşık, tutarsız ve hiçbir şeyi umursamaz bir yapıya karşı bireylerin sağlam bir dikkati muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. S. 58
  • Modernliğin sloganı “yaratım”, post modernliğin sloganı ise “yeniden kullanıma sokmaktır”. S. 58
  • Modernlik çelik ve betonla inşa edilirken; post modernlik plastikle kurulmaktadır. S.59
  • Post modernizm ve popüler kültür, farklılaşmayı önerirken, aynılaşma tuzağına düşmekten kurtulamamıştır. Örneğin, farklı olmak adına vücuduna yatırım yaparak tüketime hizmet eden bireyin, aynı estetik ameliyatlardan geçip, aynı “sağlıklı” yiyecekleri tüketip, aynı spor salonlarına gidip, aynı vitaminleri alıp ve aynı markaları kullanıp diğerleriyle aynılaşması söz konusudur. S. 59



Bölüm 2



Pos Modern Kimliğin Oluşumunda Etkili Bir Faktör Olarak “Popüler Kültür”



2.1. Kültür Kavramı



  • Bozkurt Güvenç, Amerikalı iki antropologun kültür konusunda yayımladıkları antolojide, birbirinden farklı 164 tane kültür tanımı olduğunu, bu derlemeyi inceleyen başka bir araştırmacının da “bilimsel bir kavramın bu kadar tanımı varsa onun tanımlanamayacağını” ileri sürdüğünü belirtmektedir. S.61
  • Kültür kavramı sözcük olarak Latincede ekip biçmek anlamında olan cultüre sözcüğün 17 yüzyıla kadar Fransızcada da aynı anlamda kullanılmıştır. İlk kez Voltaire tarafından insan zekasının oluşumu, gelişimi, geliştirilmesi ve yüceltilmesi şeklinde farklı bir anlamda kullanılmıştır. S. 62
  • Bir çok çalışmada kültürün estetik anlamından çok siyasi anlamı öne çıkarılmıştır. Bazı çalışmalarda kültür, estetik, düşünsel ve ruhsal gelişim süreci olarak değil; gündelik yaşamın konusu ve uygulaması olarak anlaşılan bir kavramdır. S. 63
  • Kültürü her şeyden bağımsız olarak “kitlelere belirli düşünceler empoze etme aracı” olarak görenler vardır. Bu bağlanma “popüler kültür” kavramı ortaya çıkmaktadır.
  • Popüler kültür, oluşturduğu yeni sembollerle, bireylerin hayatına bir yön verir ve belli bir yaşam tarzı meydana getirerek, fikirleri, eylemleri içeren bir süreç olarak yeni bir kültür şeklini ortaya çıkartır. S. 63



2.2. Popüler Kimlik Kavramı



  • Popüler kültür belli bir grubun ürünü değildir, belli bir grubun sahipliğini içermez; popülerdir, yani herkesin olmasa bile hemen hemen herkesindir. Popüler kültür, halk yada halkın dışında veya üstünde yer alanlar tarafından halk için üretilen bir şeydir. S.64-65
  • Popüler kültür, siyasetin, sosyal hayatın, dinin, tarihin, müziğin, edebi eserlerin… gündelik hayatta en üst düzeyde genelleştirilmiş yorumlamalarıyla ilişkilidir. S. 65
  • Popüler kültür asıl anlamıyla modern yaşamdaki halkın kültürüdür. Kavramından uzaklaşmış bu kültür, yani popüler olan, bireyi ve toplumu o derece sersemleştirmiştir ki; popüler düşüncesi ve davranış biçimleriyle kişiyi düşünemez, üretemez, yaşam şeklini belirleyemez hale getirmiştir. Burada kişinin yada toplumun farkına varamadığı şey; kişinin kendisini özgür tercihler yaptığına inandırmış olmasıdır. Popüler kültür maddecidir, tüketim ihtiyacını modalaştırır ve sunucudur. S. 65
  • Popüler kültür, öncelikle medya aracılığıyla sürdürülen ve teşvik edilen, ün ve şöhret alanına sıkıştırılmıştır. S. 66
  • Popüler kültür, kitlelerin afyonudur. S. 67
  • Genel olarak, yüzbinlerce hatta milyonlarca insanın seyrettiği, okuduğu veya katıldığı eğlenceye işaret eden popüler kültür, kendisini en çok televizyon, sinema ve gazetelerde gösterir. Popüler kültürün medya dışındaki araçlarından bazıları ise; giyim tarzları, hobiler, tatiller, eğlence yerleri ve amatör veya profesyonel spor dallarıdır. S. 67
  • Popüler kültür büyük öçlükte ideolojiktir ve üzerinde son yıllarda derinlemesine çalışılmasının nedenlerinden birisi de budur. S. 68



2.3. Popüler Kültür, Kitle Kültürü ve Kitle İletişimi



·         Kitle, rasgele fertler toplumu anlamına gelmektedir. Bir kitelenin oluşumu, bireysel bilincin kaybolması; hislerin, fikirlerin aynı hedefe yönelmesini ifade eder, ancak bu kişilerin aynı yerde bulunması zorunluluğu yoktur. Birbirinden ayrı yerlerde bulunan binlerce kişi, bir takım önemli olaylar nedeniyle bir araya gelerek bir kitle oluşturabilirler. S. 69

·         Kitle toplumu, kapitalizmin bir ürünüdür ve sanaileşme, kentleşme, modernleşme süreçleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. S. 70

·         Sosyolojik açıdan kitle toplumu, yukarıdan idare edilen, güçlü ve bağımsız toplumsal kurum yada grupların bulunmadığı bir toplum olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda kitle toplumu; halkın pasif, ilgisiz ve atomize bir şekilde çoğaldığı, geleneksel yapının bozulduğu, tutarlı grupların yok olduğu ve toplumdaki bireylerin- tıpkı tükettikleri ürün, eğlence ve değerler gibi- , kitlesel şekilde üretilen birer tüketici haline geldikleri bir toplum olarak nitelendirilmektedir. S. 70

·         Kitle kültürü kapitalist üretim biçiminin “bayağılaştırılmış” (halk düzeyine indirilmiş) üst yapısı olmuştur. Bir bakıma kitle kültürü, egemenlik ideolojisinin tabana indirilmiş, popülerleştirilmiş özellikle tüketime doğrudan bağlı olan bir çeşididir. S. 71



Kitle kültürünün özellikleri şu şekilde sıralanmaktadır:

-          Kitle kültürü, özünde pazarlanabilir nitelik taşımaktadır. Kapitalist toplumlarda, kitle kültürü ticarilik olmadan var olamaz. Kitlelere kültür satılmalıdır; zira kültür mümkün olan en geniş izleyici kitlesine satılan maldır.

-           Kitle kültürü, ekonomik talep tarafından kültürün ticari alçaltılması ve kitle iletişim araçları tarafından empoze edilen standartların zorla düşürülmesinin sonucu olarak bayağı ve alçak bir kültürdür.

-          Kitle kültürü ahlak bakımından dejenere olmuştur. Zira, sunulan materyallerde içsel bir zalimlik vardır. Şiddet, cinayet, ahlaki baskı, ırza tecavüz, fiziksel ve zihinsel işkence gibi unsurlar, kitle kültürünün büyük bir kısmını kapsamaktadır. Değer yargısızlık, kaos ve ahlaki görecelik haddinden fazla yoğundur…. Kitle kültürü için hiçbir şeyin kutsal olmadığıdır.

-          Kitle kültürü basit ve çocuksu olduğundan çocuklaştırıcı etkisi vardır.

-          Kitle kültürü manipüle edicidir. İzleyicinin pasifliği de manipüle edilmesini kolaylaştırır. Bu bağlamda reklam endüstrisi oldukça üst düzeyde yer almaktadır. Bu endüstri aracılığıyla kandırma teknikleri kullanılarak izleyicilere, nasıl yaşamaları, neyi nerede tüketmeleri gerektiği aşılanmaktadır.

-          Kitle kültüründeki her şey asıl/gerçek kültüre yabancıdır. Kültürel etkinlik adı altında yapılan şeylerin (müzik, film vs) esasen kültürle hiçbir ilişkisi yoktur. Endüstri devrimiyle birlikte kültür ortadan kalkmış ve yerini uydurma biçimler almıştır. Kitle insanının kültürü, bayağı düşlerden ve heyecanlardan oluşur.

-          Kitle kültürü, bütün sınıf, gelenek, görenek, zevk engellerini ortadan kaldırır. Her şeyi birbiriyle karıştırır, birbiri içine sokar ve homojenleşmiş bir kültür ortaya çıkarır.

-          Kitle kültürü(popüler kültürle birlikte) ve kitle iletişimi, günümüzden birbirinden ayrılmaz iki kavram olarak kullanılmaktadır. Kitle iletişimi bir kitlesel araçla (tv, dergi, gazete vb) bağlantılı olan iletişimdir. S. 72-73



  • Kitle iletişim araçları, gerçekliği yalın haliyle vermezler; kitle iletişiminin verdiği şey, gerçekliğin baş döndürücülüğüdür. 



2.5. Tüketim Toplumu



·         Bugün tüketim dendiğinde aklımıza sadece bir takım nesnelerin tüketimi gelmemektedir; bu kavram aynı zamanda sembollerin, değerlerin, imajların ve hatta kimliklerin de tüketimini çağrıştırmaktadır. S. 81

·         Modern tüketim kalıpları şehirleşmenin bir sonucu olarak da ortaya çıkmıştır da denilebilir. Zira şehir yaşamı, bir tarza sahip olma bilincini, yani hem belli bir gruba özgü belirleyici özellikleri hem de bireysel özellikleri yansıtabilecek bir alan içinde tüketme ihtiyacını arttırır. Şehirdeki birey, bir kimlik duygusu oluşturabilmek, “kim” olarak algılanmayı arzu ettiğini belirtmek amacıyla tüketmektedir. S. 81

·         Tüketim, insanların objelere farklı anlamlar yüklemesiyle yakından alakalıdır. Objelerin kullanılması maddi olduğu kadar mecazi de olabilir; yani objeler mevcut bir şey, bir fikir veya ilişki de olabilir. Hemen hemen bütün objelerin bazı sosyal anlamları vardır.s. 81

·         Marx’a göre, kapitalizmin temel başarılarından en önemlisi kültürel hegemonya kavramıyla açıklanabilecek, kapitalist sınıfın işçi sınıfının kültürüne müdahale etme suretiyle, onların nasıl yaşayacaklarına, ne hissedeceklerine hatta ne yiyip ne giyeceklerine karar verme yetkisini kendilerinde görmesidir. Bu hakimiyetine de işçi sınıfı arasında “eşya fetişizmi”ni yaygınlaştırabilmiş olmasına borçludur. Böylece “modern köleler” haline gelen insanlar sürekli olarak tüketim faaliyetine girerler; öyle ki, tüketmeyen birey, kendisini toplumdan uzaklaştığını saymaya başlar. S. 82

·         Baudrillard, tüketimi, göstergelerin sürekli bir güdümleme etkinliği olarak tanımlamaktadır; “Tüketim ne maddi bir kritik ne de bolluk fenomenolojisidir. Ne hazmettiğimiz yiyecekle, ne giydiğimiz giyecekle, ne kullandığımız araçla, ne de imgelerin görsel ve sözsel özüyle tanımlanabilir. O bütün bunların anlamlı bir töz haline getirilmesidir. O daha şimdiden anlamlı bir söylev haline gelmiş nesnelerin ve mesajların gücül bütünüdür. Eğer tüketimin bir anlamı varsa o da, “göstergelerin sürekli bir güdümleme etkinliği” olduğudur. S. 82

·         Tüketim toplumu; toplumların giderek maddi üretimden ve hizmet üretiminden ziyade, tüketim (özellikle malların ve boş zamanların tüketimi) etrafında örgütlenmesine vurgu yapan bir kavramdır. –Marshall    s. 84

·         Geleneksel toplumlardaki, ürettiği kadar ve ihtiyacı kadar tüketen bireyin yerini, ürettiğinden ve ihtiyacından daha fazlasını tüketen bireyler almıştır. Böylece insan, edilgen ve yönlendirici bir düzeye indirilmiştir. Mutlu olabilmek için en fazla şeyi tüketmek gerektiği fikrinin insanlara benimsetilmesi, tüketiciyi istismara açık hale getirmiştir. Bu istismar neticesinde;  ulaşımla felce uğratılan, programlarla uykusuz bırakılan, hormon tedavisiyle zehirlenen, hoparlörle susturulan, yiyeceklerle hasta edilen, adına da tüketici denilen tüketici ortaya çıkmıştır. Bu ortamda bu kölelere düşen, yalnızca tüketimi kamçılayıcı kararlar almaktır. S. 86

·         Günümüzde dev alışveriş merkezleri, eğlence parkları, devasa oteller, pahalı restoranlar vs… insanlar tarafından adeta “mabet mekanları” olarak görülmeye başlanmıştır; öyle ki insanlar buralara giderek rahatlayacaklarına, huzur bulacaklarına inanır hale gelmişlerdir. S. 87

·         Descartes’in ünlü; “düşünüyorum öyleyse varım” önermesi yerini “tüketiyorum öyleyse varım” düşüncesine bırakmıştır. S. 87

·         Reklamlar, aslında insanların ihtiyaç duymadıkları şeyleri, onların ihtiyacıymış gibi göstererek, mutluluğun ancak bu ürünlere sahip olmakla mümkün olabileceğini vurgulayarak, toplumda bir “tüketim fetişizmi” oluşturur.



2.6. Popüler Kültür ve Gösteri Toplumu



·         Fransız filozof ve dil bilimci Jacques Derrida, gösteri kavramını iletişim kavramıyla ilişkilendirir; çünkü iletişim kavramı, bir özneden bir başkasına geçiş sürecinden ve anlam verme işlevinden ayrılabilen, ondan ayrı olma hakkına sahip gösterilen bir objenin, bir anlamın veya bir kavramın kimliğini geçirmekle yükümlü bir aktarmayı içermektedir. S.90

·         Baudrillard, çağımızın gösteri toplumunda, artık gerçeklerin değil, gerçekliğin yerini almış simülarkların belirleyici olduğunu söyler. Orijinali ya da aslı olmayan bir kopyanın kopyası olarak tanımlanan simülark; bir gerçeklik olarak algınmak istenen görünümdür. S. 90

·         Simüle etmek ise; gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak olarak tanımlanmaktadır. 91

·         El kitapları, dergiler, TV ve reklamların etkinliği gibi araçlar, insana her konuda gerçeği temsil ettiği varsayılan modeller vermekte ve böylece modellerden oluşan bir işaretler ağı insanların düşünce ve davranış dünyasını belirlemektedir. S.92

·         Ritzer, gösteri toplumunda sadece nesnelerin değil, insanların da simüle edildiğini ifade etmektedir. Bunun en bariz örneği de binbir çeşit kostüm giyen çalışanlardır. Çalışanlarla müşteriler arasında gerçek etkileşim yok olmuş, yerini simüle edilmiş etkileşim almıştır. S.96



2.7. Popüler Kültür ve Temsili Kimlik Biçimleri



·         Popüler kültür, bireyi ve toplumu o derece sersemleştirmiştir ki; popüler düşüncesi ve davranış biçimleri kişiyi düşünemez, üretemez, yaşam şeklini belirleyemez hale getirmiştir. Burada kişinin yada toplumun farkına varmadığı şey, kişinin kendisini özgür tercihler yaptığına inandırmış olmasıdır. S. 97

·         Popüler kültür, bir “çabuk kullanım ve hızlı tüketim” kültürüdür. S. 98

·         Tüketim toplumunun insanı, siyasi hayata yalnızca oy vermek için katılmakta, gerisini bir baskı grubuna devretmektedir. Ancak bu onun siyasi hayata ilgi duymadığı anlamına gelmemektedir, tersine kitle iletişim araçları sayesinde her şeyden haberdardır ama buradaki rolü bile bir günün haberinin tüketilmesi rolüdür. Genellikle hoşgörülüdür ve hiçbir şeyi umursamayan ihtirazsız bir hali vardır. S 98

·         Popüler kültürün içeriğine “istenen nedir” sorusuyla bakılırsa, karşımıza belli davranış biçimlerinde bulunulmasının teşvik edildiği çıkar. 99

·         Bugün, televizyondan önceki dönemi hatırlayanlar giderek azalmaktadır. Sokakta karşılaştığımız çoğu insan “ televizyon çocuğu”. Onsuz da onunla da olunamayan televizyon, uzak mesafelerde oturan insanları bir ekran başında buluştururken, aynı evde oturan insanları da, birbirinden fersah fersah uzaklaştırmaktadır. 99

·         Beş vakit namaz kılan ve kendisini birincil kimlik olarak İslamcı veya dindar olarak tanımlayanların televizyon ile olan zamansal yakınlıkları ile kendilerini demokrat olarak nitelendiren ve hiç namaz kılmayanların televizyona olan bağlılıkları benzer oranda  olduğu tespit edilmiştir. 101

·         Kapitalizmin önceki dönemlerinde aynı olmak için tüketirken, artık farklı olmak için tüketmektedir. Ancak bu sefer de, farklı olmak adına vücuduna yatırım yapan bireyin aynı estetik ameliyatlardan geçip, aynı spor salonuna giden, aynı yiyecekleri yiyen, aynı markaları giyinen diğerleriyle aynılaşması söz konusudur. 101

·         Popüler kültür, insanları o kadar tek tipleştirmektedir ki, kadın ve erkek arasındaki görüntü farkı bile (kıyafetler, takılar hatta makyajlar…) günden güne azalmaktadır. 101

 Postmodern Kimliğin İnşasında Televizyon Reklamlarının Etkisi

 Meryem Köse Serdar
Kum Saati Yayınları