29 Ekim 2015 Perşembe

A’mak-ı Hayal - Filibeli Ahmed Hilmi

Malumdur ki eğlenceye fiden birinin, cenaze alayındakilere özgü üzüntü bir manzara sergilemesi çekilir bir şey değildir. Çünkü üzüntü, sevinçten daha bulaşıcıdır. S. 15

Bu alemde olan her şey benim sıfatımdır. Ben olmasaydım, hiçbir şey olmazdı. Ben “hep”im ya da “hiç”im. Ben “hiç”im ya da “hep”im. Zaten “hiç” ve “hep” aynıdır, tek şeydir. Fakat cahil insanlar ayno şeyi iki farklı isimle anıyorlar. S. 16

Yalnızca ben “var”ım. Çünkü “hiç”im ve “yok”um. Varlığım mutlaktır. Yokluk bağımlı olan için vardır. S. 17

Ahmet Raci mi? İnsanlığın ismine el koymuşsun nurum. İnsanoğlu fazlaca aciz, zayıf ve muhtaç olduğu için hayatını rica ile devam ettirir. Raci demek, insan demektir.  S. 19

El öpmek?... Niçin? Dedi. İstersen konuşalım. Fakat konuşmaktan ne çıkar ki! Kim bilir şimdiye kadar kaç merkep yükü kitap okudun. Fakat bunlardan ne anladın? Hiç, değil mi? İnsanlar neyi bilirler? Zevk ve bencilliklerinin arzuladığı sanatsal birtakım şeyleri… fakat hak ve hakikat  hususunda ne bilirler; Hiç! Akıl yoluyla hakkı bulmak mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü? Ne konuşalım? Harfleri bir araya getirerek hikmet bilinebilir mi? S. 20

Bu şuun ve bu âlem
Bî sebat ve bî kıdem
Nerde Havva, âdem
Varsa aklın ey dedem

Dem bu demdir dem bu dem
Dem bu demdir dem bu dem

Yâd-ı mazi bahşeder
Hayf u âlâm ü keder
Olma meşgul-ü kader
Kimse kalmaz hep gider

Dem bu demdir dem bu dem
Dem bu demdir dem bu dem

Sen gibi bir saile
Hayf değil mi ğaile
Olma meşgul hâl ile
Derd-i istikbal eyle

Dem bu demdir dem bu dem
Dem bu demdir dem bu dem

Bu hayatta yok vefa
Her günü derd ü cefa
Ey müştak-ı safa Ömrünü etme heba

Dem bu demdir dem bu dem
Dem bu demdir dem bu dem

Kim bilir Edhem imiş
Bilmeyen sersem imiş Ğayeti bir dem imiş
Maadası hem imiş
Dem bu demdir dem bu dem
Dem bu demdir dem bu dem

Küçük bir kuş, böcekleri, daha büyük kuşlar küçük kuşları yiyor. Büyük kuşları da bazen gıdasızlık, bazen da soğuk mahvediyor. Bir böcek tohumlan yiyor. 51 O böcek de başka bir hayvanın gıdası oluyor. O hayvanı da bir diğeri yutuyor. Bir koyun otları yiyor, siz de koyunu yiyorsunuz. Bu alem birbirini yemek, mahvetmek için kurulmuştur. Her şey birbirinin değişmez düşmanıdır. Birbirinin ihtiraslı dişlerinden ve yem olmaktan kurtulanları da bir gün gelir ecel denilen büyüleyici korkunç mahluk yutuyor. İşte hakikat budur. S.37

Oğlum! İlim ve hikmetin değerini anlaman gerekiyor. Bu yüzden yaya yolculuk yapacaksın. Karşılığında yüksek ücret ödenmeyen bir şeyin değeri anlaşılmaz. S. 48

İlim bir noktadır.
Fakat onu cahiller çoğaltmıştır. Hz. Ali

İnsanların yüzbinlerce sene yeni kelimeler türetmek için uğraşmasına rağmen hala gerektiği kadar kelimenin olmayışı ne tuhaf değil mi? S.79


-Tamam, şenlik yapılacak. Bir kedi yavrusu için…
Azizim! İnsanlar mantığı, kedi söyledikleri doğru görünsün diye icat etmişlerdir. Şimdi sana desem ki, “falan memleketin kralının bir oğlu dünyaya geldi. O millet şenlik yapıyor.” Bu duruma hiç şaşırmaz, belki de bunu son derece normal bulursun. Fakat bir düşün! Birinci olarak, bu çocuğun yaşayıp yaşamayacağı meçhul; ikinci olarak, iyi birisi olup olmayacağı meçhul; üçüncü olarak, insan olduğu için iyiye değil de kötüye meyletmesi ihtimal dahilinde; dördüncü olarak, kral çocuğu olduğu için kibirli, zalim, bencil, hatta cahil olması bile olası. Bu özelliklere sahip olma ihtimali yüksek bir çocuk için şenlik yapılmasını normal karşılarken, Zararsız’ın dünyaya gelişine, iki kişinin sevinmesini niçin garipsiyorsun? (Zararsız,  Aynalı Baba’nın arkadaşı Hoca Mollanın henüz yeni doğal kendisi) s. 80

Yoklukla varlığın bir tek şey olduğunu kim ispat edebilir? Bunu söylemek bile bir deliliktir. Hal böyleyken bunu kim ispat edebilir?
-Kim mi? Dedi Aynalı Baba. Bilmekle bilmemeyi bir tutan deliler. S. 92

Beşeriyet gelmiş, bizden bir soru soracakmış. Reyiniz olursa gelsin.» dedi.
 Hazır bulunanlar muvafakatlerini bildirdiler. İlk söz söyleyen zatın emri üzerine odaya beşeriyeti dol· durdular.
«Beşeriyet» adını alan bu adam, sefil ve sakat bir zavallı idi. Giydiği eski-püskü elbiseler ve sarı yüzü mecliste acayip bir tezat husule getiriyordu. Reis vekili kendisine hitap etti:
«- Ey Beşeriyet! Otur, rahat et ve sorunu sor!»
Beşeriyet oturmadı ve dedi ki: «- Oturmak, rahat etmek mi? Yazık, acaba yüz· binlerce senedir oturacak, rahat edecek vakit mi buldum? Bir taraftan geçim derdi, diğer taraftan kendi vücudumdaki bin türlü hastalıklar rahat etmeğe vakit mi  bırakıyor? Bu kadar sefilken yine intihara razı olamı­yorum. Ben çok alçak bir kimseyim, çok!» s.94



 
İbrahim a.s.
“Sonsuz mutluluk; çalışmak, kazanmak ve kazandığını insanlarla paylaşmaktır” dedi.
Musa a.s.
“Sonsuz mutluluk; nefsini, Firavun gibi insanın başına bela olan aşırı isteklerden arıtmaktır” dedi.
Konfüçyüs,
“Sonsuz mutluluk; bir tencere pirinç pilavına bütün lezzetleri sığdırmaktır” dedi.
Eflatun (Platon),
“Sonsuz mutluluk; her şeyin hiç bozulmayan ideal özünü daima akılda tutmaktır” dedi.
Aristotales,
“Sonsuz mutluluk; tüm eşyayı ve tüm olayları cinsine göre sınıflayıp mantık süzgecinden geçirmektir” dedi.
Zerdüşt,
“Sonsuz mutluluk; aydınlığın karanlığı yok etmesidir” dedi.
Hinduizm’in büyük üstadı Brahma,
“Sonsuz mutluluk; nefsinin her isteğine tersini vermek ve zannımızın aksinin doğru olduğunu anlamak” dedi.
İsâ Mesih a.s.
“Sonsuz mutluluk; geçmişi unutmak, şimdiki hali hoş görmek ve geleceği düşünmemektir” dedi.
 Lokman Hekim,
“İnsanlar bu kavramı elde edemedikleri her şeyi ifade edebilmek için icad etmişlerdir” dedi.
Hızır,
“Sonsuz mutluluk; gönüle bitmek tükenmek bilmeyen isteklerin girmemesidir. Böyle bir gönül her an her yerde bir hayalet gibi tecelli edebilir” dedi.
Buda, ayağa kalkarak,
“Ey Beşeriyet! Sonsuz mutluluk; evrenle bütünleşip yok olmanın diğer adıdır. Nirvana! Nirvana!” dedi ve oturdu.

Salonun ortasındaki beşeriyetin başı döndü, sendeledi ve yere düşerek, “Hangisi doğru?” dedi.



Ey Beşeriyet! Saadet, sonsuz mutluluk, hayatı olduğu gibi kabul edip, insana yüklediği yüklere razı olup, bunun daha iyi olması için gayret etmektir dedi.  (Hz. Muhammed s. 97

Ah! Filozof Taine ne kadar da haklı. Diyor ki: “İnsanlar yaratılış ve terbiye bakımından delidirler. Akıllı oldukları zamanlar çok nadirdir. “ s.102


Madde alemi benim emrime mahkum, Mana alemi irademin esiri. Böyle olmasına rağmen ben yine de açım. Ruhum, kendisini doyuracak gıdayı henüz bulamadı. Arıyorum… Arıyorum… Neyi diyeceksin. Hiçi! 104

Delileri incelemek, belki de, akıllı olduklarını iddia eden kimselerin yaptığı en akıllıca iştir. S. 108


Öyle insanlar vardır ki yalnızca bilmediğini bilmemekle kalmaz, her şeyi bildiğini iddia eder. Doktor değildir fakat doktorları küçük görür. Önüne gelene ilaç tavsiye eder. Yanlış evlilik yapmış, içi dışı çirkin bir kadın almıştır. Fakat herkese evlilikte dikkat edilecek hususları öğretir. Bir ton para harcayarak ahır gibi bir ev yaptırmıştır. Fakat Mimar Sinan’ı beğenmez. S. 113


İnsanın bilmesi gereken tek şey, bir şey bilmediğini bilmesidir. s. 115


Ve körün ünvanını arif koyarak,
Görenin ismine divane denildi.
Nice efsaneleri saydırmış ilim,
İlm- ü irfanına efsane denildi. S. 129

Artık hakkında yazı yazılacak hiçbir konu kalmadı. Çünkü zihniyet değişti. Her konuda tuhaf bulgular elde edildi, değişiklikler oldu. Eskiden garip karşılanan durumlar artık garip karşılanmıyor. Zamane insanları, birçok alanda yeni şeyler icat etti. Bunlara yenilik mi, delilik mi diyeceğimi tam olarak bilmiyorum. Geçmişte yazılan en ciddi eserler yeni nesil tarafından komik karşılanıyor ve onlarla dalga geçiliyor. Nitekim dünyayı bir makine, ruhu bir hayal, vicdanı bir gelenek olarak görmek, yaşamı fedakarlık ve vazife gibi kelimelerle açıklayan alimlerle eğlenmek demek değil midir? S. 136

Şunu unutma ki ilim bizzat kıymetli bir şey değildir. İşi bilen adamların elinde bir değer kazanır. S. 137

Günümüzde pek çok şey açıklığa kavuşurken, insan hala çözülemeyen bir bilmecedir. Nedense insan, yaratılış itibariyle tuhaf bir varlıktır. İstediği bir çok şeyi elde eder, fakat onları elde ettikçe hırsı artar.  S. 143

Acaba mutluluk nedir? İşte bunu bilen yok… belki de yalnızca bu dünyanın gürültü patırtısından uzak olan deliler mutlu sayılabilir. S. 143

Kitap için müzik














4 Ekim 2015 Pazar

Dikizleme Günlüğü



2008, çok fazla derinden hissetmediğimiz için öyle olağanüstü kutlamalara ihtiyaç duymadan girdiğimiz yeni bir çağın başlangıcıydı: Dikizleme Kültürü Çağı s. 7

“Terör” ile mücadele adı altında başlatılan “savaş”ları, küresel ısınmayı yadsınamaz kılan görüntüleri ve ünlülerin hayatlarına ilişkin en mahrem detayları izlerken; farkına varmasak da hayata karışma, alışveriş etme, oyun oynama, randevulaşma, flörtleşme ve bilgiye ulaşma biçimlerimiz sürekli değişiyor. S. 8-9

“Dikizleme” dediğimiz şey tam da böyle çalışıyor: Daha işin başında, size iyi zaman geçirmeyi vaat ediyor, söyleyemediklerinizi dışa vurmanızı kolaylaştırıyor, hayal bile edemediğiniz şeyleri yapmanızı sağlıyor. Kendinizi kaptırıyorsunuz ve üzerinde çok daha fazla düşünmeden, normal bir ortamda uygunsuz bulacağınız bulacağınız davranışları benimsiyorsunuz.  S. 10

Karşı tarafta kim var, neden sevdiğimiz insanların fotoğraflarını teşhir ediyoruz, ne diye durup dururken sağlık problemlerimizi bütün detaylarıyla yazıyoruz, en beğendiğimiz on komedi filmini alt alta sıralamamızın gerisinde yatan gerekçe ne? S. 10

Eğer dikizlemenin neye benzediğini ya da ne hissettirdiğini merak ediyorsanız, kitabı bir kenara bırakıp televizyonu açık! Sakın yapmayın lütfen! Okumaya devam edin, televizyonu daha sonra da izlersiniz.  Yüzlerce televizyon programı var zaten. Bunlar arasında pek çoğunun “Dikizleme Kültürü”ne adandığına göreceksiniz. Eğlence programları, yetenek yarışmaları, yemek programları, sitcomlar,  polisiye programlar,macera programları, izdivaç programları, dekorasyon programları, pembe diziler, spor programları….. s. 11

Birkaç saatini arkadaşının ve arkadaşının arkadaşlarının profil fotoğraflarını inceleyerek harcayan herkes dikizlemenin ne olduğunu gayet iyi bilir. Dikizlemek, herkes hakkında her şeyi bilme ve öğrenme arzusudur. Bir arzuyu tatmin karşısında, herkesin sizin hakkınızdaki her şeyi öğrenmesine de izin vermiş olursunuz. S. 15

İtiraf etmekte zorlansak bile, aslında tanıdığımız kişiler yerine, tanımadıklarımızla paylaşmayı amaçlıyoruz! Bütün bu hazırlıkları “herkes” için yapıyoruz, bütün o malzemeleri oraya “herkes” görebilsin diye koyuyoruz. S. 18

Modern insan önüne çıkan her şeyi yutan bir elektrik süpürgesi gibidir. Bu insanın nasıl biri olacağını izledikleri belirler. Televizyon zaten bu işlevi görür. Artık okumanıza da gerek yok. Kitaplar çöpe, televizyon kalsın! İşte bu yüzden insanlar, insandan çok plastiğe benziyor; tıka basa doydular ve böylece inşa edilmeleri tamamlandı. Tıka basa doysun diye önüne konulanları iade eden insanın ise cevher sahibi olduğu düşünülebilir. S. 31 Andy Warhol, 1966

Neden yediden yetmişe yüzlerce insan çevrimiçi dünyada ilgi çekmeye çalışıyor? Akla gelen ilk cevap, dikkatleri üzerlerinde toplamaktan hoşlanmaları olsa gerek. Bu kolay cevabın doğruluğu şüphe götürmez elbette ama biraz daha derine inince fark ediyorsunuz ki bu insanların istediği süper star falan olmak değil. Sadece, toplumun artık doyuramadığı birtakım ihtiyaçlarını tatmin etmeye çalışıyorlar. S.37


“Dikizleme Kültürü” “insanlığını yitirmiş insanlık” sorununa bulunmuş çarpık bir çözüm. Kendimizi izlenir kıldığımızda, insanların bizimle ilgili yorum yapmasını sağladığımızda, belki ironik ama birey olduğumuzun bilincine varıyoruz. Dikizlenecek, ne kadar özel ve ne kadar farklı olduğumuzu başkalarına göstermek istiyoruz. Bu aynı zamanda, son derece sıradan ve normal insanlar olduğumuz anlamına geliyor; çünkü herkes gibi bizim de bir başkasına ihtiyacımız var. S. 38

Neticede esas sapıklık, bilgi diye sunulan bu saçmalıklar değil; insanların bu sapıklıklara ilgi göstermesi. İnsanlar bu haliyle koyuna benzemiyor mu? Yani bu bilgilerin saçmalığından ziyade, bu bilgilere karşı gösterdiğimiz iştah bizi koyun yapıyor. “Sistem” bizi teker teker sayıp hizaya sokuyor ve etiketliyor. S. 39

Striptiz Kültürü adlı kitabın yazarı olan ve ayrıca İngilizlerin bulvar gazetelerine, realiti şovlara ve kapalı devre televizyonlara merakını yakından takip eden Glasgowlu Prof. Brian McNair, bana bir keresinde, gizli kameraların ve “Dikizleme Kültürü”nün yaygınlaşmasının iyi bir şey olabileceğini söylemişti: “Artık hepimiz daha eşitiz. Daha da fazlası, artık birbirimizi daha iyi anlıyor, birbirimizi dışlamıyoruz. Eşcinsel ya da heteroseksüel, orta sınıf ya da zengin; herkes birbirinin dünyasına aşina.( Biri bizi gözetliyor) isimli televizyon programı, sıradan kişileri popüler yapıyor.ç Şimdi de (Yıldızları Gözetliyoruz) başladı. Bu programda da popüler insanlar sıradanlaşıyor. Demek ki toplumda bir demokratikleşme söz konusu. Bunun sağlıklı bir gidiş olduğunu söyleyebiliriz. S. 40


Jean Twenge: Bugünün gençleri, önceki kuşaklara göre kendilerini çok daha fazla önemsiyor.  S. 40

Jake Halpern, Şöhret Bağımlılığı adlı kitabında, gençlerin yüzde 31’inin bir gün meşhur olacağına inandığını gözler önüne seriyor. Yine aynı kitaba göre, gençlerin yüzde 80’i de kendilerinin “çok önemli” olduklarını düşünüyor. (Eğitimciler, 1950’lerde yapılan benzer bir araştırmada, çocukların sadece yüzde 12’sinin –ne facia ama!- kendilerini “biraz önemli” bulduğunu ortaya çıkarmıştı.)s. 41

John Suler: “ İnsanlar bilgisayarın başına geçtiklerinde, dünyanın herhangi bir yerinden yazdıklarının okunabileceğini biliyor; fakat yazmaya başladıktan sonra, yüzyüze ilişkilerde olduğu gibi doğrudan tepki almıyorsun. Bu da kendini sansürlemeni engelliyor. Böylece bakış açın değişiyor. S. 42

Sanal dünya insana söz hakkı veriyor. Düşündükleri ve hissettikleri her şeyi paylaşma şansı tanıyor. Bu da onu inanılmaz derecede güçlü kılıyor. S. 42

Dikizleme kültürünün bir parçası haline getiren iki temel sebep var: Birincisi, bir ruhun başka bir ruha ulaşma ve hayatın anlamını paylaşma çabası. Diğeri ise popüler kültürün bize enjekte ettiği ilgi çekme ve farkına varılma arzusu.  Twenge: “Düşündüğüm, hissettiğim ve yaptığım her şey, başka insanların düşündükleri, hissettikleri ve yaptıkları kadar kıymetli.” Diyerek bir bakış açısı geliştiriyor. Hepimiz aynı derecede ilgi çekiciyiz; hepimizde aynı tavsiyede bulunma, dert paylaşma, kafa dağıtma, eşlik etme ve eğlence potansiyeli var. Bu yüzden de hepimizin hayatı izlemeye değer. Başka bir deyişle hepimizin hayatı para eder. S. 42

Günde altı saat televizyon izleyenler gayet iyi bilir, bir televizyon dizisi izlemekle, bir insanın hayatını bilgisayarın başına geçip izlemek arasında fark yoktur.  Her iki durumda da kendi hayatınıza ara vererek, başka insanların nasıl yaşadığını gözlüyorsunuz. S. 46

Yirmi yıldır insanlara durmadan, ‘Ünlü olabilirsin’ diyoruz. Şu an olup biten her şey, insanlara verdiğimiz bu umudun doğal bir yansıması. S. 48

Bir Teksaslı, mahkemeye başvurarak ismini “NoktaComAdam” olarak deştirmiş ve böylece yeni milenyum neye benzeyeceğini ortaya koymuştu. “NoktaComAdam” 2000 yılında geçirdiği her anı webcam ile internette yayınladı: Kadınlarla internette flörtleştiği anlar ve taşrada taşındığı evi dekore edişi de dahil. Üstelik o eve taşınmasının nedeni, izleyicilerine biraz daha heyecan yaşamaktan başka bir şey değildi. S. 48

Önce yıldızlar vardı, sonra onların yerini ünlüler aldı; şimdi ise her an, her yerde karşımıza çıkan “amatör” ünlüler mevcut. Bu tersten gelişim, kitle iletişim araçlarına erişimin kaybolmasına bağlanabilir. S. 63

Kitle iletişim araçlarının yarattığı bilgi kirliliği içinde eriyor ve genellikle bilinçsiz bir biçimde kendimizi metalaştırıyoruz; ama toplum gözlerinin önünde olup biten bu değişimin farkında ve bu nedenle tedirgin oluyor. S. 69

John Langley: “ Yirmi yıl önce program çekmek çok zordu; ama artık insanların yüzde 90’ı sözleşmeyi hemen imzalıyor. Yeni kültür insanlara televizyona çıkma arzusu aşılıyor; hatta konu suç işlemek dahi olsa bile.” 112

Sam Breton ve Reuben Cohen adlı akademisyenler, “Realiti şovların yapım tekniğinin, artık işlence yöntemleriyle büyük benzerlikler taşıdığını”  söylemekte. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 5’inci maddesi: Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez. Fear Factor, Survivor gibi programlara ne demeli? Bu şovlarda katılımcıların hapis hayatına, açlığa ve onur kırıcı koşullara tahammül etmesi beklenmiyor muydu? S. 127

İnsanların hayat hikayelerini metalaştıran endüstri… s.134
Gerçek hayatta photosoh yoktur! S.144

İnsanların bir sırrı olmasının cazibesi kaybolmaya yüz tuttu, sır sahibi insanların modası geçiyor. Neden sırlarınızı isteyesiniz ki? Üstelik onlar sayesinde para kazanıp ilgi çekebilecekken, arkadaş edinip gruplara katılabilecekken? S. 145

Biz sırlarımızı açığa vuracak, çitileyip kurumaya asacak bir mecra istiyoruz. Kitli çamaşırlarımızı yıkamalı ve herkesin görebileceği bir yere asmalıyız. Dedikodu evrenseldir. S. 145

Neden paylaşım siteleri ilgimizi çekiyor? Neden bu bize eğlenceli geliyor? Neden kurgusal, sanal eğlence normalleşti ve ilgi çekmeye başladı? Ama bu bakış açısı yanlış. İnsanlar artık bu dünyanın bir parçası ve bu dünya gerçek.” S.145

Dikizleme bağımlılık yapar ve bir kez başladığınızda durmak, neredeyse imkansızdır; çünkü size (ya da başkalarına) özel anları, “kamuya duyurulur” formuna soktuğunuzu bir noktadan sonra unutuyorsunuz. S. 149

Ortalama bir insan, Durbar’ın ve diğerlerinin de söylediği üzere, üç aşağı beş yukarı 150 kişilik bir “topluluğun” içinde yaşar; yani bizi tam manasıyla tanıyan 150 insan vardır. 162

İnsanları birbirine bağlayan dedikodu, utanç duygusu ve bilinme arzusuydu. Bir araştırmacı, gündelik konuşmaları mercek altına alınca gördü ki diyaloglarımızın yüzde 80 veya 90’ı “o an içinde bulunduğumuz sosyal dünya ve tanıdığımız insanlara ilişkindi.” Ağzımızı açıyorsak, başka insanlardan bahsetmek için açıyorduk. Büyük düşüncelerimiz varsa eğer, bunlar da daha iyi sosyalleşebilmeye, dostumuzu düşmanımızdan ayırt edebilmeye, kim bizden kim değil anlayabilmeye yönelikti. S. 163

Modern zamanda aynı anda birbirinden garklı birçok hayat birden yaşıyoruz. Ofiste başka, okulda başka, ailemizin yanında ve toplumun kimi diğer bireylerinin yanında başkayızdır. Asıl amacımız, bizi diğer herkes gibi yapan sıradan hayatımızdan sıyrılmaktan başka bir şey değildir. S. 165

Herkes şekil değiştirirken güvenebileceğimiz kim kalmıştır? Dikizlemenin hayatımızın bir parçası haline gelmesinin sebebi, koloniler halinde yaşarken benliğimizi saran uyum farkındalığa duyduğumuz özlemden başka nedir ki? 165

Bizim toplumumuz izleyicilerden değil, röntgencilerden oluşuyor… zaten biz de bir amfi tiyatroda ya da sahnede değil, tek bakışta her şeyi görebildiğimiz bir makinenin içindeyiz. Bu makinenin gücü hayatımızın her alanına işledi. Bu mekanizmanın parçası olduğumuzdan beri biz de bu gücü taşıyoruz.  (Hapishanenin Doğuşu, Michel Faucault) s. 171

Haberlerden sonra yayınlanan diziler, sokakların psikopatlarla dolu olduğuna ilişkin algımızı güçlendiriyor. S. 207


 



 Dikizleme Günlüğü,  Nal Niedzviecki, Ayrıntı Yayınları, 2010





14 Eylül 2015 Pazartesi

Popüler Kültür ve Yüksek Kültür

Popüler Kültür ve Yüksek Kültür
  


Amerika’da ve öteki heterojen toplumlarda, çeşitli nüfuslar ve çıkar grupları arasında yaşanan, kaynakların kullanım ve iktidar konularındaki savaşlar yalnızca iktisadi ve siyasal alanlarla sınırlı değildir; kültürel konulara da yayılır… Bu savaşlar artık parti içi ve partiler arası seçim mücadelelerinin de ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda.  S.19


Popüler kültür eleştirisi dört ana başlık altında toplanır:

  1. Popüler kültür yaratmanın olumsuz özelliği: Popüler kültür sevimsizdir; çünkü, yüksek kültürün aksine, kar zihniyetli yaratımcılar tarafından sadece parasını ödeyen izleyiciyi memnun etmek üzere, toptan üretilir.
  2. Yüksek kültür üzerindeki olumsuz etkiler: Popüler kültür yüksek kültürden alıntı yapar, böylece onu ayağa düşürür; ayrıca geleceğin pek çok yüksek kültür yaratıcısını baştan çıkartır, böylece onun yetenek kaynağını tüketir.
  3. Popüler kültür izleyicileri üzerindeki olumsuz etkiler: Popüler kültür içeriğinin tüketilmesi en iyi olasılıkla sahte mutluluklar yaratır, en kötü olasılıkla da, izleyiciye duygusal olarak zarar verir.
  4. toplum üzerindeki olumsuz etkiler: popüler kültürün yaygınlaştırılması yalnızca toplumun kültürel –ya da uygarlık kalitesini düşürmekle kalmaz, aynı zamnda diktatörlüpe eğilimli demagogların kullandığı kitle ikna yollarına tuhaf bir biçimde ilgi gösteren, edilgen bir izleyici kitlesi yaratarak totaliter rejimlere çanak tutar. S. 43

Dwight MacDonald: “Kitle kültürü yukarıdan dayatılmaktadır. İş adamlarının tuttuğu teknisyenlerce üretilir; izleyicisi, katılımı satın alma ya da almama seçimimden ibaret olan edilgen tüketicilerdir. Kısacası, Kitsch’in (ticarileşmiş, zanaata dönüştürülmüş, ucuzlatılmış sanat) Efendileri, kar etmek ve/veya sınıfsal egemenliklerini sürdürmek amacıyla kitlelerin kültürel gereksinimlerini sömürürler. S. 44

Popüler kültür, onu kullananlar insanlar üzerinde zararlı etkiler yaratır. Popüler kültür duygusal olarak yıkıcıdır çünkü sahte hazlar sağlar ve şiddete, sekse verdiği ağırlık insanları kabalığa, yabanıllığa iter; zihinsel olarak yıkıcıdır çünkü cicili bicili, hayattan kaçan, hayali bir içerik sunarak insanların gerçeklikle baş etme yeteneklerini engeller; kültürel olarak yıkıcıdır çünkü insanların yükse kültüre katılma ihtimallerini azaltır. Örneğin MAcDonald popüler kültürü, “hem (cinsellik, ölüm, başarısızlık, trajedi gibi) derin gerçekleri, hem de basit, anlık muylulukları hükümsüz kılan, değersiz, önemsiz bir kültür” olarak tanımlamaktadır. S. 54

 Bugüne değin, popüler kültürün sunduğu hayal alemiyle kendi yaşamlarının gerçekleri arasındaki can alıcı farkı ayırt edemeyen kaç çocuk ve kaç yetişkin olduğunu bilmiyoruz. Ancak Friedson, pek az dikkate alınmış bir incelemesinde, çocukların on yaşına varmadan önce “yetişkin aldırmazlığı” dediği koşullar içerisinde yetiştirildiğini ileri sürüyor. S. 59

Ne olursa olsun, medyanın toplum üzerinde bir etkisinin olduğu kuşku götürmez. Örneğin, halk kültürlerinin ortadan kalmasını hızlandırmıştır; çünkü ticari pop kültürü insanlara hemen her zaman kendi folk kültürlerinden çok daha çekici gelmiştir. S. 65

Marcuse’a göre popüler kültür, yalnızca kullanıcılarına zararlı olduğu için değil, aynı zamanda var olan siyasi durumu kabul etmeleri amacıyla onları “uyuşturduğu” için de tehlikelidir. S. 72

Sanayi öncesi dönemde Avrupa toplumları kültürel olarak ikiye ayrılmışlardır: Yüksek kültür ve halk kültürü. Halk kültürü dağınıktı, evlerde yapılıyordu ve köylüler uzak, birbirinden kopuk köylerde yaşadığı için, çoğunlukla gözden ırak kalıyordu. Yüksek kültür ise kentlerde yaşayan seçkinler, yani saray, soylular, ruhban sınıfı ve tüccarlar gibi, eğlenceye ve sanata harcayacak kaynaklara, zamanı, eğitimi olanlar ve kendilerine sanat üretmeleri için küçük sayıda bir grup yaratıcı insana parasal yardım bulunabilenler tarafından destekleniyordu. Sanatçılar da aydınlar da iktidar kaynaklarına yakındılar. Hatta bir bölümü patronlarının ve iş verenlerinin ayrıcalıklarını, şan ve şöhretini paylaşıyordu. Halk kültürünün düşük toplumsal konumu ve coğrafi soyutlanmışlığı nedeniyle de, hem kamu hem de görünürdeki kültür üzerinde güçlü bir tekel kurmuşlardı.
Ancak iktisadi ve uygalayımsal değişiklikler sonucu köylüler şehirlere gitmeye zorlanınca ve hem serbest zamanları hem de kendi sanat ve eğlencelerini harcayacak gelirleri olunca kırsal kökenli halk kültürünü bıraktılar, ticari popüler kültürün müşterileri oldular. Popüler kültür kısa zamanda yüksek kültürün ürünlerini de yaratıcılarını da sayıca geride bırakarak onun kamudaki ve görünürdeki kültür tekeli konumunu ortadan kaldırdı. İktisadi kaynakları ve iktidarları azalan varlıklı patronlar artık sanatçıları himaye edemez duruma geldiklerinde, yüksek kültür yaratıcıları da saray ve soylular sınıfı topluluğunu bırakıp kendilerine başka yerlerde yeni destekler, yeni izleyiciler aramak zorunda kaldı. Sonunda kendilerini, “kültür pazarı” denilebilecek bir yerde popüler kültürle yarışmak durumunda buldular. S. 76




Herbert J. Gans
Çeviren: Emine Onaran İncirlioğlu
YKY

2007

13 Eylül 2015 Pazar

“Sosyalleşen Birey” Sosyal Medya



“Sosyalleşen Birey” Sosyal Medya

Sosyal Medya ve Gösteri / 11-68

Mukadder Çakır
Gelişen Web Teknolojileri ve Sosyal Medya Bağımlılığı / 69-102
Ali Murat Kırık
Sosyal Medyada Mahremiyet Görünümleri / 103-132
Emel Arık
Toplumsal Hareketler, Sivil İtaatsizlik ve Sosyal Medya Yansımaları / 133-154
Uğur Gündüz
Sosyal Paylaşım Ağlarının Kişilerarası İletişim Sürecine Etkisi Bağlamında
Facebook / 155-206
Aysun Kaya
Toplumsal Dönüşüm Bağlamında Sosyal Medya ve Değişen
Aile Kavramı / 207-224
Enderhan Karakoç /Onur Taydaş
Sosyal Medyanın Bilgi Tekrarına Geliştirilen Tepkiler/225-252
Uğur Gündüz / Nilüfer Pembecioğlu
Genel İletişim, Sosyal Medya ve Sanat Pazarı / 253-284
Nazan Alioğlu
Sosyal Medya, Müşteri Etkileşimi ve Sosyal CRM / 285-300
Ayşen Akyüz
Kurumsal İletişimde Sosyal Medya Yönetimi: İletişim
Sektöründe Sosyal Medya Yönetiminin Algılanmasına
Yönelik Bir Analiz / 301-335
Korhan Mavnacıoğlu


Hangi gelişmişlik düzeyine sahip olursa olsun , dünya üzerinde büyün ülkeler internet temelli bir sanal dünyanın parçası haline gelmiştir. Bu fünya birer sayısal kimlikten oluşan bireylerin olduğu, somut yaşamsal gerçekliğin temas hissinden yoksun olunan bir dünyadır. Bu dünyanın bireyleri Ip’lerle, NICK’lerle, BLOG’larla tanışıp konuşuyorlar ve sanal bir cemaatin üyeleri olmayı daha baştan kabullenmiş olurlar. S. 7

SOSYAL MEDYA ve GÖSTERİ

Sussman’a göre iletişim teknolojilerinin ve sosyal medyanın yapısı ulus aşırıdır yani ulusal değildir. Bunların ekonomik yapıları, zenginlik ve gücün var olan yapısını güçlendirir, artırır ve yoğunlaştırır. S. 15 (Gerald Susman, 2003, s.33)

R. Robertson’ın tanımladığı üzere küreselleşme sıkıştırılması, bilinçliliğin yoğunlaştırılmasıdır. Dünyayı düşüncede ve pratikte tek bir yer haline getirir. Hayatın farklı güçlerinin karşılıklı etkileşimini içerir küreselleşme. S. 15

Küreselleşmiş bir dünya entegre olmuştur, birleşmiştir ama uyumu yoktur; tek bir yerdir ama aynı zamanda bir çoktur; çeşitlidir, ortak bilince dayalı bir yapıdır ama bölünmeye eğilimlidir. (Usha Agrawal, 2008, s. 1-10-11) s. 16

Başta ABD ve Ab ülkeleri, ekonomilerini oluştururken, gelişmekte olan ülkeleri ve genç, yenilikçi geniş kesimleri, sadece “iyi kullanıcı/tüketici” konumunda tutmayı istemektedir. S. 16
Teknoloji aslında insana zaman kazandırır ve çalışma saatlerini kısaltır ama kapitalizmin koşullarında ve çalışma saatlerini kısaltmadığı gibi uzatır ve yoğunlaştırır. Aslında insanı özgürleştirebilir ama sermayenin elinde köleleştirir. İnsanın zihnini ve hafızasını geliştirmeye yardımcı olur ama bu koşullarda insanı beyin anlamında zayıflatır. S. 17

Teknoiyimser bakış açısına göre, internet ve SMS’lerin genleri geliştirdiğine, bilgilendirdiğine, ufuklarını açtığıa vb. çok sayıda olumlayıcı özelliğe gönderme yaparlar. S. 17

BBC yönetimi, sosyal medyayı etkin olarak kullanmayan elemanların, artık mesleklerini etkili olarak yapmalarının mümkün olmadığını düşünüyor. S. 23

Açık olan şudur ki, hazlar ve tat alma daha kolaylaşmıştır. S. 23

Eğer Facebook bir ülke olsaydı, Çin ve Hindistan’dan sonra dünyanın 3. büyük ülkesi olurdu. S. 24

Artık insanın sosyal ve bireysel becerilerine, yeteneklerine uyum sağlayacak kadar esnek yapıda iletişim araçları vardır. S. S. 26

Günümüzde marka sahipleri sosyal medyada içerik üretimine de özel bir önem veriyor. İçerik üretimi bir strateji uzmanlığına daha çok yatırım yapmaya çağrılıyor. Tüketicinin dikkatini çekmek, bu dikkatin sürekliliğini sağlamak, tüketiciyi ürün ya da hizmete yönlendirmek için yeterli derecede ve düzeyde ikna edici fikrin ürün gösterilerinin parçası olması gerektiği iddia ediliyor. İçerik, müşteri bulmanın, markanın adını duyurmanın, hedef kitleyi satın aldırmaya yönlendirmenin en önemli basamağı olarak görülüyor. Bunun önemi şöyle açıklanıyor: 1. : sosyal medyada tüketici, arkadaş çevresine, yakınlarına, topluluğuna her türlü konu ve ürünle ilgili sorular sorup tavsiyeler alır ve bu tavsiyeler genelde, markaların halkla ilişkiler ve reklam kampanyalarından daha çok itibar görür. S. 31

Sosyal medyanın kullanımı daha çok kapitalist ekonomi tarafından konumlandırılır. Politik sistem, baskın kültürel değer öğeleri ve çatışmalar bu sorunun içene dahildir. S. 36

Ücretsiz, bedava gibi görülen sosyal medya ağları, belli bir küresel ekonomik süreç içinde belirli ekonomi-politik uygulamalara başvurmaktalar. Kapitalizmin can damarlarından biri olan reklam, bunların başında gelir. S. 43

Facebook insan egosunu merkeze alır. Onun ihtiyaçlarını karşılamayı vaad eder. Bu nedenle MySpace’in önüne geçmiştir. Facebook kullanıcıları sigara tiryakileri gibi, bırakmak isteyip de bırakamayan bağımlılara benzerler. S. 56

Sosyal medya siteleri insan psikolojisinin önemli bir bileşeni olarak işlemektedir. Paylaşılanların beğenilmesi de yine ego ihtiyacını karşılamaya hizmet eder. İnsan neyi neyle yiyor, bak sahilde nasıl da zıplıyor, çok mutlu, nişanlandı, evlendi, bak çocuğu bile oldu, sevgilisiyle nerede buluştu, yeni arabası ne marka, dün hangi partide nasıl içti vb. konular Face’in asıl konularını oluşturmakta ve bu tür mesajlar bitecek gibi de görünmemektedir. (Mehmet Şen, Yeni medya düzeninde savaşı kim kazanacak?, 2013)



İzleyici ve kullanıcı nitelik değiştirmiştir. Bu değişimler şöyle açıklanabilir:
1. Kullanıcılar, medya tüketimine(kullanımına) daha fazla zaman ayırmakta; 2. Bu tüketim, gündelik hayatın dokusuna giderek daha çok işlemekte; 3. Toplumlar bu iki sürecin iç içe geçişi ile daha gösterisel bir niteliğe bürünmektedir. Ayrıca. Sosyal dünyanın gösteriselliğinin artışı, b. Bireyselliğin kedilik-algılarının narsistik bir boyut kazanması süreçleri yaşanmaktadır. S.5

Haz, pazarlanabilir bir amaca dönüşmüştür ama o hep bizim ulaşabileceğimizden uzaktır. Hep başka ve yeni müşterilere gereksinim duyar. Ve üstelik buradaki haz elbette mutluluk, tatmin ve doyum getirmez. S.60 (Lee Artz)

Sosyal Medyada Mahremiyet Görünümleri

Wallerstein, kapitalizmi her şeyden önce, sermaye ile emek gücünün çelişkisinden beslenen tarihsel bir sistem olarak tanımlamaktadır. “Kapitaliz sözcüğü  kapitalden türemiştir. Bu nedenle sermayenin kapitalizmde kilit bir öğe olduğunu kabul etmek yerinde olur… kapitalistler gitgide daha çok sermaye biriktirme peşinde, ekonomi yaşamının tüm alanlarında bu toplumsal süreçlerin gitgide daha çoğunu metalaştırmaya çalıştırmıştır. Kapitalizmin kendine dönük bir süreç olması bakımından, bunun sonucu, hiçbir toplumsal sürecin olası metalaştırılmadan özü itibari ile bağışık olmaması olmuştur. Bu nedenle kapitalizmin tarihsel gelişmesinin her şeyi metalaştırmaya yönündeki itilimi getirdiğini söyleyebiliriz s. 106
 (Immanuek Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, Metis Yayınları, İstanbul, 1996, s. 13)

Kentleşme kapitalizmin gelişmesi ve ideolojisinin içselleştirilmesi açısından pek çok önemli veriyi bünyesinde taşımaktadır. Kentleşme aynı zamanda değişen mahremiyet duygusunun ardındaki sosyal gerçekliği işaret etmektedir. Kentler cemaatlerin değil, bireylerin etkin olduğu mekanlardır ve kurallarını geleneksel yasalar değil, modernizmin etkisiyle kanatlanan, varlıklarını her fırsatta haykıran “yeni özneler” koymaktadır. S. 108

Modern çağda, bedenlerin birer proje olarak sunumu mahremiyetin doğasını dönüştüren en önemli dönüm noktalarının başında gelmektedir. Baudrillard’ın sözleriyle, “Bin yıllık bir püritanizm çağından sonra fiziksel ve cinsel özgürleşme biçiminde ‘bedenin yeniden keşfi’ vereklamda, modada, kitle kültüründeki mutlak varlığı –bedenin etrafını kuşatan sağlık, perhiz, tedavi türü, gençlik, zariflik, erillik/dişilik saplantısı, bedenle ilgili bakımlar, rejimler, fedakarca uygulamalar, bedeni kuşatan arzu söylemi- bunların hepsi bedenin günümüzdeki kuruluş nesnesine dönüştüğünün tanığıdır. Beden bu ahlaki ve ideolojik işlevde tam anlamıyla ruhun yerini almıştır. S. 111 (Baudrillard, tüketim toplumu, asyrıntı yayınları, 2004, s163)

Yalnızca haber toplamak değil, zihinleri meşgul tutmak da Journal’in politikasıdır, çünkü halk enformasyondan çok eğlenceye düşkündür. S.113 (Jib Fowles, “Kitle iletişim araçları ve yıldız sistemi”, İletişim Tarihi, Siyasal Yayınevi, Ankara, 2011, s.212)

Martin Esslin’e göre televizyon temelde dramatik bir araçtır.  “Televizyonun en gerçek yönleri dahi-haber gibi- fantezi ve erotik unsurlar taşır. Sunucuların, muhabirlerin cazibesi, siyasi şahsiyetlerin ve haber yayınlarının diğer öznelerinin –rehinelerin, güzellik kraliçelerinin, suçlunun ve suç kurbanlarının- cazibesi vardır. Bir uzman bir komedyen ya da palyaçoya, eğer kadınsa bir seks bombansa dönüşebilir. (Marin Eslin, TV: Beyaz Camın Arkası, Pınar Yayınevi, İstanbul, 1991, s.44) s. 115

17 Aralık 2004 tarihinde, Türkiye’nin 41 yıldır beklediği Avrupa Birliği’nden müzakere tarihi almasını Başbakan Tayip Erdoğan televizyondan canlı yayınla açıklarken, ülke halkının büyük bir çoğunluğu ‘Gelinim Olur musun?’ programının finalini izlemeyi tercih etmiştir. S.118

Yer bildirimleri hizmeti olan Foursquare ve İnstagram gibi uygulamalar da inanların nerelere gittiklerinin, hangi tercihlerde bulunduklarının, alışkanlıklarının pazarlanmasına imkan sağlamaktadır. Marka tercihleri günümüzde statü sembollerinin başında gelmektedir, aynı şekilde gidilen ülkeler, tercih edilen restoranlar, paylaşılan “güzel” fotoğraflar da hep statü arayışının bir yansıması olarak görülebilir. Ancak burada paradoksal olan nokta, her ne amaçla olursa olsun insani duygularla gönüllü ya da gönülsüz yapılan paylaşımların metaya indirgenmesi ve paylaşıcıların izni olmadan bambaşka bağlamlarda dolaşıma sokulmasıdır. S. 121

Kullanıcıları bilgilerini satmakla suçlanan Google’un avukatları firmalarını şu sözlerle savunmuşlardır: “Bu dünyada tam bir mahremiyete ulaşmanız, çölde yaşamadığınız sürece mümkün değil. Eğer bir keşiş değilse, herkes parçası olduğu toplum hayatının getireceği doğal sonuçları kabul etmeli. S. 124 (Dikizleme Kültürü, 2010, s.277)

Sun Microsystem’in CEO’su ScottMcNealy de benzer görüştedir: “Artık özel hayat diye bir şey yok; buna alışsanız iyi edersiniz (Dikizleme Kültürü, s. 266)

Toplumsal Dönüşüm Bağlamında Sosyal Medya ve Değişen Aile Kavramı

Önceleri ev işlerinden sorumlu olan kadın, kapitalizmin etkisiyle çalışma hayatına çekilmiştir. S. 207

Baudrillard “Eğer bilişim gerçekliğe karşı işlenen kusursuz cinayete sahne oluyorsa, iletişim de ötekiliğe karşı işlenen kusursuz cinayete sahne olmaktadır.” (Baudrillard, Kusursuz cinayet, Ayrıtı Yayınları, İstanbul, 2006, s.163)

Toplumsal suçlar kadar ilişkiler de sanal dünyaya taşınmıştır.

Birçok düşünüre göre de, sanayileşmenin artmasıyla birlikte aile yapılarının çekirdek yapıya dönüşmesi ve kadının da işgücü olarak çalışma hayatına girmesi ile birlikte, toplumun en küçük parçası olarak adlandırılan aile kurumu zarar görmüştür. Çocukluk yaşlarından itibaren aile içinde büyümeyen bireyler, ilerleyen dönemlerde toplumsal faaliyetlerden, gelenek- göreneklerden uzaklaşmaktadır. S. 209

Sanayi toplumlarında bireyler; topluma ve siyasete etkin olarak katılan bir kamu toplumu değil,  aksine kitle iletişim araçları vasıtasıyla yönlendirilen ve güdülen kitle toplumu biçiminde dönüşmüşlerdir. İnsanlar kitle toplumunda yabancılaşmaktadır. S. 210

TÜİK’in yaptığı araştırmalarda artan boşanmaların sebeplerinden bir tanesinin bireylerin televisyon dizilerinde gördükleri gibi yaşamı istemeleri ve bunu elde edemedikleri zaman da boşanma yoluna gitmeleri olduğu sonucuna ulaşılmıştır. S. 217



8 Eylül 2015 Salı

Tüketim Toplumu Jean Baudrillard



Tüketim toplumu Jean Baudrillard


Bugün tüm çevremizde nesnelerin, hizmetlerin, maddi malların çoğaltılmasıyla oluşturulmuş ve insan türünün ekolojisinde bir tür temel dönüşüm oluşturulan akıl almaz bir tüketim ve bolluk gerçekliği var. Daha doğrusu, bolluk içinde insanlar artık, tüm zamanlarda olduğu gibi başka insanlar tarafından değil; daha çok Nesneler tarafından kuşatılmış durumda. S. 15




Bugün nesnelerden pek azı, onlardan söz eden bir nesneler bağı olmaksızın kendi başına sunulur. Bu yüzden tüketicinin nesneyle ilişkisi değişmiştir. Tüketici, sağladığı özel fayda bağlamında bir nesneye değil, bütünsel anlamı bağlamında bir nesneler kümesine yönelir. Çamaşır makinesi, buz dolabı, bulaşık makinesi vb. , toplu halde, her birinin alet olarak tek tek sahip olunduğundan farklı bir anlama sahiptir. Vitrin, reklam, üretici firma ve burada temel rol oynayan marka parçalanmaz bir bütün, bir zincir gibi bu anlamın tutarlı, kolektif vizyonunu dayatırlar; sıradan nesneleri değil, göstergeleri birbirine bağlayan bir zincir gibi her nesne daha karmaşık bir üst-nesne olarak diğerlerini gösterir ve tüketiciyi bir dizi daha karmaşık tercihe götürür. S. 18



Bolluğun ve hesaplamanın sentezi drugstore’dur (ya da yeni alışveriş merkezleri) tüketim etkinliklerinin sentezini gerçekleştirir; alışveriş, nesnelerle flört, aylak gezinti ve bunların birleştirme olanakları bu etkinliklerde önemli bir yer tutar. S. 18 


Süper alışveriş merkezimizde tüketimin tüm tanrıları ya da iblisleri, yani aynı somutlamayla yok edilmiş  tüm  etkinlikler, tüm emekler,  tüm çalışmalar, ve tüm mevsimler buluşuyor. Bu şekilde birleşmiş hayatın özünde, bu evrensel özette artık anlam olamaz; ;Düşün, şiirin, anlamın oluşumunu sağlayan şey, yani ayrı ayrı öğelerin canlı eklemlenmesine dayanan büyük kaydırma ve yoğunlaştırma şemaları, büyük metafor ve çelişki figürleri artık mümkün değil. Yalnızca, türdeş öğelerin ebedi olarak birbirinin yerini alması hüküm sürüyor. Artık simgesel işlev yok: Sürekli bir ilkbahar ebedi bir “ambiyans” bileşimi var yalnızca. S. 22-23

Tüketimi yöneten büyülü bir düşünce, gündelik yaşamı yöneten mucizevi bir zihniyettir; bu, düşüncelerin mutlak-gücüne inanç üzerine kurulu bir şey olarak tanımladığımız ilkel bir zihniyettir. Buradaki inanç, göstergelerin mutlak- gücüne duyulan inançtır. Bolluk ve “refah” aslında yalnızca mutluluk göstergelerinin birikimidir. S. 23



Tüketim toplumunu belirleyen, kitle iletişiminde günlük haberlerin evrenselliğidir. S. 26


Kitle iletişimin bize verdiği gerçeklik değil, gerçekliğin baş döndürücülüğüdür. S.27


Göstergelere sığınarak ve gerçeğin yadsınması içinde yaşıyoruz. S. 27


Tüketimin yeri gündelik yaşamdır. Gündelik yaşam yalnızca günlük olayların ve hareketlerin toplamı, sıradanlığın ve yinelemenin boyutu değil, bir yorumlama sistemidir. S. 28


“Çöp sepeti” uygarlığından söz edilebildiğine ve hatta “çöp sepetinin sosyolojisi”ni yapmak tasarlanabildiğine göre, zengin toplumların bolluğunun savurganlığa ne kadar bağlı olduğu biliniyor: Bana fırlatıp attığın şeyi söyle sana kim olduğunu söyleyeyim! S.40


Günümüzde üretilen her şey, kullanım değerine ya da muhtemel kullanım süresine göre değil, tam tersine hızı ancak fiyatların enflasyonunun hızıyla karşılaştırılabilecek yok oluşuna göre üretilir. S. 45


İhtiyaçlar üzerine her söylem naif bir antropolojiye dayanır: Mutluluğa duyulan doğal eğilim antropolojisi. S. 51


Yaygın üretim nesneleri giderek daha az toplumsal sınıf belirticisi haline gelir ve çok büyük aykırılıklar azaldığı ölçüde gelirler de ayırt edici ölçüt olarak değerlerini kaybeder. S. 63
 





Tüketim de okul gibi bir sınıf kurumudur: Sadece ekonomik anlamda (satın alma, tercih, üretim pratiği satın alma gücüyle düzenlenir. Eğitim derecesinin kendisi de sınıf atlamanın bir işlevidir, vb.)  nesneler önünde eşitsizlik yoktur –kısaca, tıpkı herkesin benzer değildir. S. 66


Soysuzluk, kirlilik, kültürsüzleşme; aslında tüketici kendisine seçme özgürlüğünün dayatıldığı balta girmemiş iğrençlik ormanında egemendir. S. 83


Tüketim, göstergelerin düzenlenmesini ve grubun bütünleşmesini güvence altına alan bir sistemdir: Dolayısıyla tüketim hem bir ahlak (bir ideolojik değerler sistemi) hem de bir iletişim sistemi, bir değiş tokuş yapısıdır. S. 91


Evlilik kuralları ve akrabalık sistemleri bir tür dil gibi, yani bireyler ve gruplar arasında belli bir iletişim tipini güvence altına almaya adanmış bir işlemler bütünü gibi düşünülebilir. S. 92


Tüketim güçlü bir toplumsal denetim öğesidir. S. 99


Modern dünyada tüketici neyi temsil ediyor: Hiçbir şeyi. Tüketici ne olabilir? Her şey ya da hemen hemen her şey. Milyonlarca yalnızın yanında tek başına kaldığı için tüketici çıkarların merhametine kalmıştır. Ve bireyci ideolojinin bunda önemli bir rol oynadığını söylemek gerekir. S. 101


Kabaca, tüketici olarak tüketiciler19. Yüzyılın başındaki işçiler gibi bilinçsiz ve örgütlenmemiştir. Tüketicilerin, “Kamuoyu” olarak, gizemli tanrı tarafından gönderilmiş ve “egemen” gerçeklik olarak iyi yürekli havariler tarafından yüceltilmesi, pohpohlanması ve övülmesi bu yüzdendir. Halkın demokrasiye karşı çıkmasınlar diye (yani politik ve toplumsal sahneye müdahale emesinler diye) Demokrasi tarafından yüceltilmesinde olduğu gibi tüketicilerin egemenliği tanınır ki toplumsal sahnede hakim rol oynamaya çalışmasından. Halk, emekçilerdir yeter ki örgütlenmemiş olsunlar: Kamu, kamuoyu tüketicilerdir, yeter ki tüketmekle yetinsinler. S. 102


Pop perspektifin sonu, çağrıştırmanın sonu, çağrıştırmanın sonu, tanıklığın sonu, yaratıcı edimin sonu ve bunlar kadar dünyayı içinden yıkmanın ve sanatın sonudur. S. 144


Tüketilen şeyler arasında değer nesnelerden daha güzel, daha kıymetli, daha eşsiz- tüm diğer nesneleri özetlemesine rağmen otomobilden bile daha fazla yan anlamlarla yüklü- bir nesne vardır: Bu nesne BEDEN’dir. S. 163


Beden bu ahlaki ve ideolojik işlevde tam anlamıyla ruhun yerini almıştır. S. 163


Bedeninizde, duyarlılığınızın yaşamadığı, düşüncenizin uğramadığı bölgeler gözden düşmüş topraklardır. S. 165


Tüketim toplumu, aynı anda hem bir ilgi toplumu ve bir baskı toplumu hem de barışçıl bir toplum ve bir şiddet toplumudur. S. 225


Artık tıpkı evrensel bir açlık sorunu olduğu gibi evrensel bir yorgunluk sorunu var… Yeni şiddetin “nesnesiz” olması gibi bu yorgunluk da “nedensiz”dir. Yorgunluk fiziksel sarfiyattan kaynaklanmaz. Kuşkusuz “sinirsel sarfiyat”tan, “depresif olmaktan” ve psikosomatik konversiyondan söz ediyoruz. S. 237


Tüketim kahramanları yorgun. Psikososyolojik düzeyde değişik yorumlar ileri sürülebilir. Tüketim süreci fırsatları eşitlemek ve (ekonomik ve statüye ilişkin) toplumsal rekabeti azaltmak yerine, tüm biçimleri altında rekabeti daha da şiddetlendirir ve keskinleştirir. Tüketimle birlikte en sonunda, yalnızca, her düzeydeki ekonomi, bilgi, arzu, beden, göstergeler ve itkiler düzeyinde etkili olan totaliter, genelleştirilmiş bir rekabet toplumundayız; artık her şey kesintisiz bir farklılaştırma sürecinde değişim değeri olarak üretiliyor. S . 237