1 Eylül 2015 Salı

Tüketim Toplumu, Nevrotik Kültür ve Dövüş Kulübü

Siz bu kadar uzakken her şeye, her şey ne kadar yakın birbirine?
Benzerlik neden bu kadar güven veriyor insanlara? Güven neden bu kadar önemli, başı-sonu belli olan bu iletişimsizlikte? S.24

Kendine yabancılaşmış bir bireye karşı bireylerine yabancılaşmış bir toplum. Ve bu ikilemin tam ortasında: tüketim. S.24

İstediğim şeyler gün geçtikçe hep istemeye eğitilmiş olduğum şeyler gibi görünmeye başladı. Herkesin istediği şeylerdi bunlar. (C. Palahniuk, Görünmez Canavarlar, s.153)

İstediğimle, istemeye koşullandırıldığım şey arasındaki farkı kestiremiyorum. Gerçekte istediğim şeyle, istemeye zorlandığım şeyin ne olduğunu söyleyemiyorum. Sözünü ettiğim şey özgür irade. (Palahniuk, ninni, s.223)

“onları almazsam ölürdüm.(d.k. 42)
Bütün bunları almak için ömrümü verdim ben(d.k 42)
Siz vermediniz mi? S.27

Adınız ne kadar etkiliyor toplumdaki yerinizi? Siz olmasaydınız ne olurdu sahi? Hangi işleyişine zarar gelirdi büyük resmin? Mekanik uygarlıkta yeriniz, rolünüz ne sizin? S. 27

Önemli olan tek şey, şu anda içinde yaşanılan ve tüketim kavramını merkez dinamiklerine terleştirmiş toplumun, tüm bu sayılanların bir örneği, melezi ve karışımı olduğu ve her şeyin üzerinde egemenlik kurduğudur. S. 28

“tüketimin her zaman ve her yerde kültürel bir işlem olduğu” fark edildi ve tüketim olgusu, sosyal teorinin ilgi alanına, “yalnızca yaratıcılık açısından ve ekonomik bir süreç olarak değil, gösterge ve sembollerin de içinde olduğu bir sosyal ve kültürel süreç oldu” (Bocock, s. 16)

Weber’in sosyal statü grupları tezi akılda tutulur ve ABD’deki ilk tüketici sınıfının İngiltere ve Hollanda’dan göç eden Protestanlar olduğu anımsanırsa, kapitalist üretimin kapitalist tüketime evrilmesini, kimlik kavramı üzerinden açıklamak daha anlamlı hale gelebilir. S. 32

Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren dünya genelinde kimlik tanımı tüketilen ürünler ile yapılmaya başlanmıştır. S. 32

Kim olduğumuz, bizi diğer insanlardan neyin ayırdığı ve bir topluluk içerisinde bizi ne fark edilir kılanın ne olduğu, belli bir zaman diliminden itibaren tükettiğimiz mallar ve hizmetler tarafından belirlenir hale gelmiştir. S. 32

Bugünkü tüketici kalıplarını anlamak için Featherstone’un izinden gidip tüketicilere postmodern sıfatını uygun görmek… s.33

İnsan neden tüketir? Aslında hep tüketmiştir. O, doğuştan bir tüketicidir. Gereksinimleri vardır ve bu gereksinimleri karşılamak için ihtiyaç duyduğu şeyleri bulur, yapar, yaptırır, satın alır, sömürür ve en nihayetinde, tüketir. Ancak bu doğal aktivitenin ona bir kimlik kazandırması, yukarıda da bahsedildiği gibi, yirminci yüzyılla birlikte ortaya çıkan tarihsel bir olgudur. S. 34

Bocock, insanın tüketim güdüsünü, Marksist teoriye ve onun öne sürdüğü yabancılaşma kavramına dayanarak açıklıyor. (bocock s. 31 / 35)

Marx’a göre” Şimdiye kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir. Özgür insan ve köle, patrisyen ve plep derebeyi ve self, lonca üyesi ve kalfa, kısacası ezen ve ezilen, sürekli bir karşıtlık içinde” bulunmuştur. (Marx komünist parti manifestosu, E. Özalp, NK Yayınları, 2005, s. 11) s. 35

Nesnelleşmiş be diğer işçilerden (kendi sınıfından) uzaklaşmış işçi, artık retim sürecinin mekanik bir parçasıdır. Hislere ve duygulara profesyonellikte yer olmadığı için duyguları yok kabul edilir. S. 37

Modern devlet iktidarı, tüm burjuva sınıfının ortak işlerini yürüten bir komiteden başka bir şey değildir.(bocock s.56) başta ekonomi(üretim şekilleri) olmak üzere, siyaset, ahlak, aile ve birey de sermayenin elindedir artık. S. 37

Dünya tarihinde sömürgecilik sürecinin başlaması ile kapitalizmin gelişmesi arasındaki paralellik, bu çözüme güzel ve biz o kadar da kanlı bir örnek oluşturur. Yeni elde edilen yerler, devletler için bir gösteriş kaynağı olmanın çok ötesinde, ulusal sermaye için, sermaye birikimini yeniden-değerlendirme kaynağıdır da aynı zamanda. S. 39

Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var. Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz. Büyük buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz. (150)

Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar; neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için. (150)

Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz oluyor. (42)

Adorno ve Horkheimer, kapitalizmin, insan yığınlarını edilgen duruma çağıran ve etkin bir Marksist bir karşı devrimin oluşmasını, daha böyle bir devrime hazırlık bile planlamamışken, zihinlerde yok etmeyi amaçlayan, kültürel mallar ve hizmetler üreten bir popüler kültürün ortamını inşa ettiği iddiasında bulunur. (Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Aydınlanmanın… s. 162-222) s. 49

Sen de bir araba kadar ürünsün. Bir ürünün ürününün, ürünü. Arabaları dizayn eden adamlar da birer ürün. Senin ailen bir ürün. Onların ailesi de birer üründü. Öğretmenlerin, ürün. Kilisedeki papaz, başka bir ürün… Her ne düşünüyorsan, onlar da yapıyor ve hiçbiriniz sorumlu değilsiniz. Çünkü hepiniz ortaklaşa bir çabadan ibaretsiniz. (C.Palahniuk, Görünmez… s. 151-152)

Oy vermek seri-üretim sayesinde lüks tüketimin yaygınlaşması ve şekil değiştirmesi, sanatın metalaşması, vasat olanın kahramanlaştırılması veya ücretsiz meta dağıtımı gibi her promosyan çalışması, bireyi sözde bireyselliğine inandırma çabasıdır. İntihal aldatmacası. Elektronlar kadar “eşkimlikli” olunduğunun, o “eşsiz kar tanelerinin” bile birbirinden farklı olmadığının, bilimsel sağlaması. Her seçim döneminde kendi oyunun bir çok şeyi değiştirebileceğine inandırılan sıradan vatandaş. 4x4 arabaya binen orta halli esnaf, illaki bir yarışmada birinci gelmiş alkışlanmaya aç insanlar. Ülkelerin kendileriyle gurur duyduğu Yetenek Siz’ler. Arapsabunu aldığı için kendisine bedavaya verilen saç kreminden çok memnun kalan ev hanımı. Hepsi bir. Bireysiz bir yığın. Standart tüketim. S. 52

Gösteri, mevcut düzenin kendisi hakkında verdiği kesintisiz söylev, onun övgü dolu monoloğudur. Yaşam koşullarının totaliter yönetimi döneminde iktidarın kendi portresidir. (guy Debord, Gösteri toplumu, s. 43)

Adorno ve Horkheimer’in önceden belirttiği gibi, kültür endüstrisinde yer alan her şey bir metadır. Tüketilebilir. Kayıt altına alınabilir. İç içe geçmiş endüstriyel komplekstlerde üretilir. Satılabilir. İkame edilebilir. Ancak metanın anlamlandırabilmesi, fark edilebilmesi, bir kimliğe kavuşturulması için göstergeye dönüştürülmesi şarttır. Ve burada devreye semboller girer. (bocock, 87) s. 55

Modern tüketimde doğal olan hiçbir şey yoktur; bu sonradan kazanılan, öğrenilen, insanların arzu duymaları için toplumsal olarak eğitildikleri bir olgudur. (bocock, 61)

Jean Boudrillard’a göre içinde yaşamış olduğumuz toplum, tüketimi, gereksinimlerde

n soyutlamış, anlamın sadece göstergeler ve semboller içerisinden yer bulabildiği ve yalnızca sembollerin içerisinde yer bulabildiği ve yalnızca sembollerin ve göstergelerin tüketildiği bir sürece dönüşmüştür. S. 58

Demokrasi, olmayan demokrasi; eşitlik ise bulunmayan eşitlik durumundadır. Sürekli övgüler dökülen büyüme toplumu, aslında bolluk toplumunun tersidir; çünkü zenginler, kazandıklarına göre çok daha az tüketirken, yoksullar kazandıklarından fazlasına özendirilir. S. 59

Homo Economicus, toplumsal statüsüne, tüketerek ulaş(tırıl)ır. Tüketim artık materyalist değil, idealist bir aktivite olup çıkmıştır. Tüketilenler nesneler değil, düşüncelerdir. Bu durumda tüketim, ekonomik faaliyetini de geri plana atmış, doğrudan toplumsal kimliğine bürünüvermiştir; bu, aynı zamanda, ütketen insanın da Homo Economicus olmaktan çıkıp Homo Socius’a evrildiği anlamına gelir. S. 59

Artık nesnelerin işlevsel pratiği, mülkiyet vb. olarak değil; basit birey ya da topluluk prestiji işlebi olarak da değil; ama iletişim ve değiş tokuş sistemi olarak durmadan verilip alınan ve yeniden yaratılan göstergeler kodu olarka, dil olarak tanımlandığı [noktadır]. S. 59

Henüz altmış yıl önce birbirinin kafasını koparan Avrupa halklarına bugün, bir Birlik içinde yaşamayı öğütleyen, kitle iletişim araçlarıdır. S. 61

Küçük esnaf, eğitimciler, akademisyenler, öğrenciler, işçiler, ev hanımları, hatta çocuklar bile günümüz trentlerinden ayrı kalmamak için, kitle iletişimin bir parçası olmak zorunda hisseder kendilerini. İzlenen bir televizyon dizisinin, herhangi bir sinema filminden; sabah kuşağı kadın programlarının, ana haber bültenlerinden; çizgi filmlerin erotik şovlardan hiçbir farkı yoktur. Hepsi aynı sektöre ( iç içe geçmiş hegemon kültür endüstrisine) hizmet eder. S. 62

İçerik, yerini tatmin-olma olasılığına bırakmıştır. S. 62

Haklarında en büyük hakaretleri ettiğiniz toplumsal figürler/liderler o insanların kendileri değil, simülasyonlarıdır. (baudrillard, simülark…, s. 13-15) bir devrim kahramanı olan Ernesto Che Guevera ile Che markalı gömlekler aynı anlamı paylaşmaz; ama gözlem düzeyinde bir o kadar da aynıdır. S. 62

Kendine ve türüne yabancı tüketici, tüketimin kurallarına uymadığı müddetçe, hegemona da yabancılaşır. S. 66

Tüketim toplumunda trajik olan değil yoksul olan problemdir: Trajik olan yalnızca “henüz evcilleştirilmemiş(203)” olandır, illa ki bir şekilde evcilleştirilir; “geç kapitalizmde var olmak hiç bitmeyen erginlenme ayinidir(204). Çünkü “herkes mutluluğa kavuşabilir, yeter ki etiyle kemiğiyle teslim olsun ve mutluluk talebinden vazgeçmesin.(118)-(Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, Aydınlanmanın….)

  • içi boş türdeş zaman

Alışveriş merkezi: Avm’ye bir kilo domates almaya diye gidip yirmi çeşit farklı ürünle eve döndüğünüz gibi; kültür endüstrisinde de istediğiniz tüketim malına (bu bir kitap, bir porno film, bir bardak kahve ya da bir kilo domates olabilir) ulaşma yolunda, birçok farklı metaya maruz kalır ve tüketim açlığınızı, sürekli tetiklenen arzularınız doğrultusunda doyurmaya çalışır halde bulursunuz kendinizi. S. 74

Artık herkes tüketici, her şey metadır. En azından artık bu bilgi bile bir meta haline gelmiştir. Standarttır. S. 75

Mevcut her arzu tetiklendiği için, çalıştığı iş dışında kalan zamanı hangilerine yetiyorsa, o arzularını doyurmakla tüketir hayatını. S. 75

Özgülük para kazanmanın yollarına herhangi bir kurum tarafından taş konulmasıdır. 76

Mendieta, “Tüketmek Amerikalıdır” devre ekler: “Tüketim yoluyla sivil dinimizi canlandırır, ülkemize ve anavatanımıza karşı görevlerimizi yerine getiririz”. Tüketim, yeni çeşit bir ahlaktır Amerikan vatandaşı için. S. 77

Tüketim toplumunda herkes yalnızdır. Kendilerine ve birbirlerine yabancılaşmış sözde-bireylere hiç kimse veya hiçbir kurum yardım etmez. Dayanışma, yalnızca sistemin içindekilerin, dıştakileri yeniden sistem içine çekmek için düzenledikleri bir evcilleştirme faaliyetidir. S. 82

Adeta dua eder gibi tüketmeye devam ettikçe, kültür endüstrisinin yardımı muhakkak bir gün gelecektir. S. 83 birleşmeye, başka insanlara, yabancılaşmayı geri-döndürmeye, toplumun içinde erimeye ihtiyaçları yoktur. Başka insanların başlarına gelen felaketler veya kitle iletişim araçları yardımıyla vekaleten tanık oldukları acılar, onlarda empati, suçluluk hissi ya da vekaleten tanık oldukları acılar, onlarda empati, suçluluk hissi ya da ahlaki sorgulama yaratmaz. S. 83

Çocukluk çağından sonra unutulan aile sevgisi ve yakınlık, Amerikan kültürüne yerleşmiş öğelerden biri haline gelmiştir. S. 99

Tüketim, maddeyi hem aklın ve hem de aynı anda ahlakın üzerine yüceltmiş, paketlemiş, bir ürün haline getirmiş ve sonuçta da dünya çapındaki tüketicilere pazarlamayı başarmıştır. Maddenin ve dolayısıyla da aklın ve ahlakın üzerindeki hakimiyet, bundan böyle tümüyle tüketime geçmiştir. S. 102

Her şeyin bir görüntüden ve gösteriden ibaret olduğu tüketim kültüründe, hiç kimse spor salonuna daha sağlıklı olmak/kalmak için gitmez. Amaç, her zaman daha iyi görünmektir. S. 102

Tüketim, onun ve toplumun görünmez kanseridir. S.104

Tüketici kültürün yaşçı sembolleri ile yoğrulmuş, yaşlanmasının toplumdan dışlanmasına yol açacağı fikri ile büyütülmüştür. Zaten yaşçılık, Amerikan kültürünün önemli tüketim kaynaklarından biridir. S. 109

Kan yerine yağ emen vampirler. Aç kaldıklarında yavrularını yiyen hayvanların tam tersi. Ebeveynlerini tüketen insanlar. S. 109

İşyerinde patronunuzu sever şekilde görünmeniz, sizin personanuzdır. Tüketim toplumu doğrudan personalar üzerine kurulmuştur. Sizden takmanızı istediği maskeler hazırdır ve o maskeleri takmadığınız sürece, bu toplumda yer almanız imkansızdır. Sosyal yaşamın dayattığı kıyafet seçimleri, davranış kalıpları veya kıllanmanızı istedikleri sözcükler, personanın yapısını oluşturur. Buna karşılık gölge arketipi, kökleri en eskiye dayanan, insanın hayvani doğasını içeren modeli temsil eder. S. 119

Maskeler hem takılmadıkları takdirde toplumdan dışlanma tehdidini savurarak hem de bizzat bireylerin rızasını almayı başararak işlev görür. Tüketim toplumunun maskelerini takmadan yaşayabilmek, bireyler için hem teoride hem de pratikte imkansızdır. Kendine ve türüne yabancılaşmış birey, hayatının her anında o maskelere bağımlıdır. S. 134

Tüketim toplumunda kadın erkek ayrımının yerini her ne kadar evrensel tüketici modeli almış olsa da, toplumda hala iki karşıt cinse özel olarak ayrılmış/biçilmiş roller vardır. Bu rollerin eskiden var olan üretici veya savaşçı/asker profilleri ile bağlantıları yoktur. Erkek tüketiciler için kadın gözüne hitap etmek, eskiden kadınlara ait görünen iş ve sembollerde de başarılı olmak ve bunlara rağmen kadınsılaşmamak esasken; kadın tüketiciler için, toplumda kazanılan parayı harcamak, eskiden erkek işleri olarak adlandırılan işlerde başarılı olmak ve
İdeal tüketici kalıplarını yaratmak, beklentilerini karşılamak için atılacak adımlardır. S. 135

Baudrillard’a göre, kendisini temizlenmesi gereken bir virüs olarak gören postmodern insan, temizliğe, hijyene ve temiz olana ve saflığa bilinçdışı bir bağlılık ve imrenme geliştirmiştir. (baudrillard, kötülüğün sıradanlığı, s.60-69)

Tüketim toplumunun organize biçimde bireylikten sürüde yer alan siluetlere çevirdiği insanlar, dikte edilmiş eylemleri ile fark edilirliklerini kaybetmiştir. S. 143

Bugünkü gençlerin çoğu etrafa hava atma derdinde… çok fazla para harcıyorlar… Bugünkü gençlerin çoğu ne istediğini bilmiyor… Bu gençler var ya, bütün dünya onların olsun istiyorlar… Eğer ne istediğini bilmezsen… bir bakarsın ki istemediğin bir sürü şeyin olmuş. (d.k. s.44)

Lütfen Tyler, lütfen yardım et… Lütfen Tyler, lütfen kurtar beni… İsveç malı mobilyalardan kurtar beni. İncelikli sanat eserlerinden kurtar… hiçbir zaman tamamlanmış olmayayım. Hiçbir zaman kusursuz olmayayım. Kurtar beni Tyler, kusursuz ve tamamlanmış olmaktan kurtar. (d.k. s.44)

Süperego, doğumdan itibaren önce ebeveynler, ardından da toplum ve toplumsal kurumlar tarafından(okul, din, siyaset vs) insanlara öğretilen değerlerin, toplumsal normların ve ahlak kurallarının insan zihninde biriktiği kısımdır ve doğrudan idin arzularının karşısına kurulmuştur. (Freud, haz ilkesinin ötesinde- ben ve id, s.89-90)

Freud’a göre vicdan bireysel değil, toplumsal bir olgudur. “Eğer standartlara uyulmazsa, aşağılık duygusunu ve suçluluk süperegonun en büyük yardımcıları olacaktır. S. 155

Bizzat Hollywood’da çekilen filmleri derecelendiren Amerikalıların verdiği Oscar veya Altın Küre ödülleri ile sinema salonlarına izleyici çekilir. America’s Got Talnet yarışmasından çıkan kişilerin albümleri satın alınır. Youtube’da milyonlarca kişinin tıkladığı videoların izlenme sebebi ya içerisinde bir biçimde cinsel göndermelerin bulunması ya da İngilizce konuşulmasıdır. Amerika’da best-seller olmuş bir kitap dünyanın diğer entelektüellerinden de yüksek oranda övgü alır. S. 168

Amerikan toplumu gitgide babasız bir toplum olma yolunda ilerlemektedir. Reşit olmayan insanlar arasında korunmasız cinsel ilişkiye girme sıklığının artması, istenmeyen hamileliklere ve henüz çocuk denilebilecek yaşta anne-baba olan ebeveynlere yol açmaktadır. S.170

Uygarlık için ödenen bedel insanın mutsuzluğudur.
Oysa insan davranışının amacı, Freud’a göre mutluluk olmalıdır: “Ama mutluluk yalnızca dar anlamıyla değil, aynı zamanda neşe, haz, zihinsel huzur ve hoşnutluk anlamında[aranır] – tüm arzuların tatmin edilmesi. Yaşam haz-acı ilkesiyle yönetilir. S. 182

Devlet-baba, özellikle ataerkil toplumlarda, Tanrı gibi kutsanmıştır. Devletin sınırlarına zarar gelmesi günah; onu canı pahasına savunmak sevap; ve elbette onun uğruna ölmek de bir ödüldür. S. 182
 
Herkes sahip olduğu, satın alabildiği, hayalini kurabildiği ürünler kadar değerlidir. S. 186


Kültürün iki işlevi vardır: Birincisi, insan doğa karşısında korumaya çalışmak, ikincisi de, insanları birbirine karşı korumaya çalışmak(103-115). Her ikisinin ortak sonucu ise iletişimsizliktir. Teknoloji, insanları birbirine yakınlaştırır gibi görünse de aslında onları birbirinden uzaklaştırır. S. 186 ( Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer, sosyolojik açılımlar:sunular ve tartışmalar)

Hegemon kültüründe kavga etmek barbarlıktır, şiddet acizlik göstergesidir, boks profesyonel bir spordur, dövüş sanatları insanın kendisini savunması içindir, tek bir silahla milyonlarca sivil öldürülebilir… erkek gücü, erkeğin şiddeti ve avcılığı artık geride kalmıştır. Amerika’da artan silah satışları ve tüm dünyayı sarsan retörist eylemler, mertliğin bozulduğunun göstergesidir. S. 187

Bauman’ın deyişiyle, “Bir kişinin özgür kalabilmesi için en az iki kişi gerekir.” (Zygmunt Bauman, Özgürlük,1997 s.18)

Acıdan kurtuluş yoktur. Her istediği mobilyayı da alabilse, Amerika’nın en iyi işinde de çalışsa, yirmi yıldır hiç hastalanmamış da olsa, yaşamını evli-mutlu ve çocuklu da geçirse, acıdan kaçış yoktur. S. 217

Güzel ve emsalsiz bir kar tanesi değilsin. Herkes gibi sen de o çürüyen organik maddeden yapılmasın. Hepimiz aynı pürenin parçasıyız… kültürümüz hepimizi aynı yaptı. Artık kimse gerçek anlamda beyaz ya da siyah, zengin ya da yoksul değil. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Teker teker, hiçbirimiz hiçbir şey değiliz. (d.k. 135)


 Hakan Övünç Ongur
Ayrıntı Yayınları
2011




















18 Ağustos 2015 Salı

Mozart'tan Madonna'ya

Popüler müziğin bir kültür tarihi

 “Adına popüler denilen şeyi unutma…” 1780 yılında baba Leopold Mozart oğlu Wolfgan Amadeus Mozart’ı geniş dinleyici kitlelerini gözden uzak tutmaması için, bu sözlerle uyarıyordu. “Sana önerim, çalışmalarında yalnızca müzikten anlayanları değil, anlamayanları da düşünmen… Bildiğin gibi, müzikten gerçekten anlayan 10 kişi varsa, anlamayanların sayısı 100’dür. Bu nedenle popüler denilen ve her kulağı gıdıklayan şeyi unutma.” S. 7

Günümüzde hoparlörlerden bayağı ve saldırgan seslerle yükselip, kulaklarımızı tırmalayan göz ardı edilemeyecek çeşitlilikte, sonu gelmez hit parçalar, kültür tarihindeki kökü 18. Yüzyıla dayanan bir gelişim sürecinin sonucudur. S. 8
Her sosyal grup kendi müzik evrenini kendi yaratırdı. S. 9
“Halk” ve buna bağlı olarak “popülarite” ve “popüler” kavramları 18 yüzyılda kamu tartışmalarının merkez konusu oldu. 1788 yılında Baron von Knigge adlı bir kişinin, toplum içinde nasıl davranılması gerektiğini anlatan bir Adab-ı Muaşerat Kitabı yazması kuşkusuz bir rastlantı değildi. S. 12
Knigge’nin popüler müzik konusundaki görüşü ise şöyleydi: “Popüler müzik eğer doğal bir ifadesi yoksa, bir leşe benzer ve bu yüzden de leşler mezarlığına gömülmesi gerekir.” S.13

Baba Mozart, oğlu Amedeus’a “müzikten anlamayanları” da düşünerek, her “kulağı gıdıklayacak” şekilde müzik yapmasını önerirken, kuşkusuz meyhanelerde içen ayyaşları kastetmiyordu. Baba Mozart’ın kaygılı mektubu oğlunun bestelemekte olduğu Idemeneo operası ile ilişkiliydi ve o bu satırları yazarken eşek kulaklı üst seviyedekileri düşünmüştü. Gottfried August Bürger 1784’te yazdığı Popularitöt der Poise adlı ünlü eserinde şu açıklamayı yapmaktadır: “ Bir kişiden herkesin okuyabileceği bir şey yazmasını istemek, okuma yazma bilmeyenlerin de bunu okuması anlamına gelmez.” S. 15
Popüler müzik, hızla gelişen kendi dinamiği sayesinde, tüm estetik tartışmaların üstesinden gelebildi. S. 15
Sansasyonel, şov nitelikli, gürültülü patırtılı ve sirk görünümlü eğlence anlayışı, ince ruhların estetik programlarını kısa bir süre içinde sıkıcı bir teoriye dönüştürdü. S.15
18. yüzyılda insanların kökü şarkılarından tanınırken, her yerin kendine özgü bir müzik çeşidi varken ve bu çeşitler, örneğin, Polonez mazurka, İskoç ya da Reinlander diye bilinirken, şimdi herkes bir  yaba bir bu yana aynı melodiyle dans etmekte, küçük orkestraların aynı maharetli numaralarını dinlemekte ve aynı şarkıları söylemekteydi. S. 24
Toplum eş veya benzer yaşam koşulları ve gereksinimleri olan kalabalık halk yığınlarına dönüştü. Özellikle kentlerde hızla büyüyen nüfusun yoğun olduğu yerleşim bölgeleri, litle kültürünün yukarılara tırmanmaya başladığı ilk yerler oldu. S. 24

Müzikte popüler sıfatını geçerli kılan, onun nicelik açısından yaygınlaşması değildir, normal şartlar altında bu bir sansasyon sayılmaz. Böyle bir müzik, belirli bir takım otoritelerin yönetmesi ile değil, onu taşıyan sınıfların o müziğin estetik standartlarını tayini ile belirgin bir hal alır. S. 29



Hitler Almanya’sında 1935 yılında Devlet Radyo Yayınları yöneticisinin koyduğu kuşku uyandırıcı caz yasağı: İki yıl uğraşarak kültür bolşevizmini yok ettik ve de halkımızın sarsıntıya uğratılmış bilincini, Alman kültür değerleriyle yeniden uyandırabilmek için, çok çaba sarfettik. Şimdi de eğlence ve dans müziğindeki bozucu unsurları ayıklamak istiyoruz. Bugünden itibaren tüm Alman radyolarında zenci cazını kesinlikle yasaklıyorum. Bu yasak, Alman radyolarının yaptığı yoz bir yabancı düşmanlığı olarak algılanmamalı. Aksine Alman radyo yönetimi kültür ve kültür alışverişi konusunda bütün uluslara dostluk elini uzatmaktadır. Fakat buna karşın bozucu olan ve bizim kültür değerlerimizi temelden yıpratan hiçbir şeyi onaylamayız. S. 174

Peter Wicke, YKY, 2006

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Görme Biçimleri, John Berger

1.

Görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. S.1

İnsanların bir şeye dokunması demek, kendisini o şeyle ilişkili bir duruma so


kması demektir. S. 8

Her resmin biricikliği bir zamanlar bulunduğu yerin biricik olmasından kaynaklanıyordu. Resim bir yerden başka bir yere taşınabilirdi. Fotoğraf makinesi, resmin fotoğraflarını çekerek resmin imgesinin taşıdığı biricikliği ortadan kaldırmış oldu. Bunun sonucunda resmin anlamı değişti. Daha kesin söylersek resmin anlamı çoğaldı, birçok anlama bölündü. S. 19

Fotoğraf makinesiyle artık resim, seyirciye gitmektedir, seyirci resme değil. Böylece resmin anlamı çoğalmaktadır. S. 20

National gallert’de Leonardo’nun “Azize Anne ve Vaftizci Aziz John’la BirlikteBakire ve Çocuk” taslağının kopyaları müzedeki bütün resim kopyalarından daha çok satılmaktadır. Oysa birkaç yıl önce bu resmi yalnızca uzmanlar tanıyordu. Resmin bmyle birdenbire ranınması bir Amerikalının onu iki buçuk milyon İngiliz lirasına almak istemesinden sonra oldu.
Şimdi resim bir odada tek başına asılı duruyor. Oda bir kilise gibi; resmin önünde kurşun geçirmez plastik cam var. Resim burada yepyeni bir etkililik kazanmış. Gçsterdikleri –imgenin taşıdığı anlam, yüzünden değil bu. Resmin böyle etkileyici, gizemli oluşu8, satış değerinden kaynaklanıyor. S. 23

Geçmişin sanatına özlemle bakmaktan kurtulursak, yapıtlar birer dinsel kalıt olmaktan çıkacaklardır ama yeniden canlandırma çağından önce oldukları duruma hiçbir zaman dönemeyeceklerdir. S. 30

Saflık iki yanlıdır. İnsan bir tertibe katılmayı yadsıyarak o tertibin getireceği suçluluktan kurtulur, saf ve temiz kalabilir. Saf kalmak, aynı zamanda bilgisiz kalmak anlamına da gelebilir. ..  gerçek sorun şudur: geçmişteki sanat kimindir gerçekten? Bu sanatı kendi yaşamlarında uygulayabilenler mi, yoksa kalıntı uzmanlarından oluşan bir etkisel sınıfa mı? S.32

Geçmişin sanatı, eskiden olduğu gibi değildir artık bugün. Yetkesini yitirmiştir. Onun yerine bir imgeler dili oluşmuştur. Şimdi önemli olan bu dili kimin, ne amaçla kullandığıdır. Bu da yeniden canlandırmaların yayın hakkı, sanat basımevleriyle yayınevlerinin kimin elinde olduğu, sanat galerilerinin, müzelerin genel tutumu sorununa gelip dayanır.s. 33

Geçmişin tüm sanatı bugün siyasal bir sorun olarak karşımızdadır. S. 33

3. (Bu bölümün tamamını başka bir blogda buldum  Şuraya tıklayarak bölümün tamamını okuyabilirsiniz. )
 Bu da devamı...


Kadın, olduğunu ve yaptığı her şeyi gözlemek zorundadır. Erkeklere nasıl göründüğü, onun yaşamında başarı sayılan şey açısından son derece önemlidir. Kendi varlığını algılayışı, kendisi olarak bir başkası tarafından beğenilme duygusuyla tamamlanır.
Erkekler kadınlara karşı belli bir tutum edinmeden önce onları gözlerler. Bu yüzden bir kadının bir erkeğe görünüşü, kendisine nasıl davranılacağını da belirler. Bu süreci bir ölçüde denetleyebilmek için kadın bunu kabul etmeli ve benimsemelidir. Kadın benliğin gözleyici yanı, gözlenen yanını öylesine etkiler ki sonunda tüm benliğiyle başkalarından nasıl bir tutum beklediğini gösterir. Böylece kadının, bir eşi daha bulunmayan bu kendi kendini etkileme süreci onun kişiliğini oluşturur. Her kadının varlığı, kendi içinde nelere ‘izin verilip nelere verilemeyeceğini’ düzenler. Eylemlerinin her biri –amacını ya da dürtüsü ne olursa olsun- o kandının kendisine nasıl davranılmasını istediğini gösteren birer simgedir. Bir kadın tutup bardağı yere atarsa bu o kadının kendi kızgınlığını nasıl ele aldığını, bu yüzden başkalarından nasıl bir davranış beklediğini gösterir. Erkek aynı şeyi yaparsa bu, yalnızca onun öfkesini dışa vurmasıdır. Kadın güzel bir fıkra anlatırsa bu, onun kendi içindeki fıkracıya nasıl davranılacağını, elbette fıkracı bir kadın olarak başkalarından ne beklediğini gösteren bir örnektir. Fıkra anlatmak için fıkra anlatmak ancak erkeğin yapacağı bir şeydir.



Bunu şöyle yalınlaştırabiliriz: Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler. Bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkili değil, kadınların kendileriyle ilişkileri de belirler. Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenen ise kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye –özellikle görsel bir nesneye—seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur. S. 47

Devlet adamları, iş adamları böyle resimlerin altında yapıyorlardı iş tartışmalarını. İçlerinden birisi yenik düştüğünü hissettiği zaman avunmak için başını kaldırıp resimlere bakıyordu. Resimde gördükleri ona erkek olduğunu bir kez daha anımsatıyordu. s.57 

5.

Resmi satın aldığınızda o resimde gösterilen nesnelerin görünüşünü de satın almış olursunuz. S. 83

Resim, her şeyi nesnelerin eşitliğine indirgedi. Her şey alınıp satılabilir oldu çünkü her şey mala dönüştü. Tüm gerçeklik, hiç düşünülmeden onun taşıdığı maddesel değerle ölçülür oldu. S. 87

Yüzler, giysilerine uyan birer maskeye dönüşmüştür. Bugün bu gelişmenin son evresini sıradan siyaset adamlarının televizyondaki kukla görüntülerinde izleyebiliriz. S. 89





Yağlıboya resim geleneğinden önce ortaçağda ressamlar, resimlerinde çoğu zaman altın yaldız kullanırlardı. Sonraları yaldız resimlerde görünmez oldu, yalnız çerçevelere sürüldü. Oysa resimlerin çoğu altın yaldızı ya da parayla satın alabilecek başka şeyleri gösteriyordu. Satın alınabilecek bu mallar sonunda sanat yapıtlarının asıl konusu olup çıktı. S.99



 7.

Yaşadığımız kentlerde hepimiz her gün yüzlerce reklam imgesi görürüz. Karşımıza bu denli sık çıkan başka hiçbir imge yoktur.
Tarihte başka hiçbir toplum böylesine kalabalık bir imgeler yığını, böylesine topun bir mesaj yağmuru görmemiştir.
İnsan bu mesajları aklında tutabilir ya da unutabilir; ama gene de okumadan görmeden edemez. Bir an için de olsa bu mesajlar belleğimizi imgeleme, anımsama ya da beklentiler yoluyla uyarırlar. Reklam imgesi anlıktır. … hiç durmadan yenilenip durmaları, zamana uydurulmaları bakımından da anıktır reklam imgeleri. Oysa hiçbir zaman o anda söz edilmez reklamlarda. Çoğu zaman geçmişten, her zaman da gelecekten söz edilir. S. 129-130

Bu imgelerin bize seslenip durmasına öylesine alışmışızdır ki üzerimizde yaptıkları etkinin tümüne pek dikkat etmeyiz. … İmgelerin içinde yaşadığımız ana bağlı olmaları, buna karşılık gelecekten söz etmeleri üzerimizde, çok alıştığımız bu yüzden de dikkat etmediğimiz garip bir etki yaratır. S.130

Reklamın insanlara özgür seçme hakkı verdiği sanılır. S.131

Reklamda şu kremle bu krem, şu arabayla bu araba arasında bir seçme yapmaya çağrılırız; oysa dizgisel olarak ele alındıklarında reklamlar bir tek şeyi önerir her zaman.
Reklamlarla her birimize bir nesne daha satın alarak kendimizi ya da yaşamlarımızı değiştirmemiz önerilir.
Aldığınız bu yeni nesne der reklam, sizi bir bakıma daha zenginleştirecektir –aslında o nesneyi almak için para harcayarak biraz daha yoksullaşacak olsanız bile!
Reklam, yüzeysel görünüşü değişmiş, bunun sonucu olarak kıskanılacak duruma gelmiş insanları göstererek bizi bu değişikliği inandırmaya çalışır. Kıskanılacak durumda oılmak, çekici olmak demektir. Reklamcılık çekicilik üretme sürecidir. S. 131

Reklam nesneleri değil toplumsal ilişkileri amaçlar. Reklam, zevk değil mutluluk vaat eder bize; dışardan, başkalarının gözüyle görülen bir mutluluk. Kıskanılmanın getirdiği bu mutluluk da çekicilik yaratır. S. 132

Reklam özünde özlem uyandırıcı bir şeydir. Geçmişi geleceğe satmaktır görevi. Kendi söylediklerinin ölçüsünü kendisi tutturamaz. Bu yüzden nitelikle ilgili her reklam ister istemez geriye dönüşlüdür, gelenekseldir. Bütünüyle çağdaş bir dil kullanacak olsa, reklam hem kendine güvenini, hem de inandırıcılığını yitirir. S. 139

Reklamın amacıysa, seyirciye içinde bulunduğu yaşamdan bir ölçüde, memnun olmadığı duygusunu kamçılamaktır. Toplumun yaşamında değil, kendi özel yaşamında bir eksiklik duymalıdır seyirci. Reklam seyirciye, sunulan nesneyi aldığında yaşamın daha iyi olacağını söyler; ona içinde bulunduğu yaşamdan daha iyi bir yaşam önerir. S. 142

Bütün reklamlar huzursuzluk duygusunu işler. Her şey paraya dayanır; parayı ele geçirmek huzursuzluğu yenmek demektir.
Reklamın dayandığı temel huzursuzluk şu korkudan doğar; Hiçbir şeyin yoksa sen de bir hiç olursun. s. 143

Reklamlarda anlatılan masallara bakılırsa, para harcama gücü olmayanlar gerçekten kimse sevmez. Para harcama gücü olanlarsa sevilir.  S. 143

Her türlü ürünü ya da hizmeti satabilmek için amacıyla reklamlarda cinselliğe gitgide daha çok başvuruluyor. Ne var ki bu cinsellik hiçbir zaman kendi başına, özgür bir cinsellik değildir. … Satın alabilecek durumda olmak cinsel bakımdan istenir olmakla eşitlenir. S. 144

Kişisel mutluluk peşinde koşmak, evrensel olarak herkesçe kabul edilmiş bir haktır. Oysa günümüzdeki toplumsal koşullar bireyin kendisini güçsüz hissetmesine yol açıyor. Birey, içinde bulunduğu durumla olmak istediği durum arasındaki çelişkiyi her gün yeniden yaşıyor. S. 148

Sürekli bizden kaçan bir geleceğin içine yerleştirilen reklam, şimdi’yi ortadan kaldırır; tüm olayları, tüm gelişmeyi yok eder. Reklam içinde yaşantı olanaksızdır. Ne oluyorsa hepsi dışarıda bir yerde olur. S. 153
 
Reklamın korkunç bir etkileme gücü vardır; reklam aynı zamanda çok önemli bir siyasal olgudur. … reklam ele geçirme gücünden başka güç taşımaz.



John Berger Görme Biçimleri 
Metin Yayınları
1988

16 Ağustos 2015 Pazar

Fotoğraf Okuma


Kitle iletişim araçları haber verme, eğlendirme, eğitme gibi faktörleri gerçekleştirmek, toplumsal değerlerin devamlılığını sağlamak için “görüntü” den olabildiğince yararlanmaktadır. Haberdar etme, eğitme, eğlendirme gibi “masum” görünüşler altında bir tüketim toplumu yaratmak için bilince ve bilinç altına görsel enjeksiyonlar yapılmakta. S.11

Susan Sontag’a göre kapitalist toplum görüntüler üzerine kurulu bir kültüre gereksinim duyar. “Satın almayı uyarmak ve sınıf, ırk, cinsiyet sorularını uyuşturmak için korkunç miktarlarda eğlenceye gereksinim vardır. Ve doğal kaynakları dahi iyi sömürmek, üretkenliği artırmak, düzeni sağlamak, bürokratlara iş bulmak için sınırsız miktarda bilgi toplamak zorundadır. Fotoğraf makinesinin ikili kapasitesi, yani gerçekliği hem öznelleştirmesi hem de nesnelleştirmesi, bu gereksinimlere en iyi biçimde hizmet eder. Onları güçlendirir. Özgür siyasal seçimin özgür ekonomik tüketime indirgenmesi, görüntülerin sınırsızca üretilmesini ve tüketilmesini şart koşar.” (Susan Sontag, Gotoğraf Üzerine, 6.45, 1995, s.186)

Kapitalist üretim biçimi tüketimi zorunlu kılar. Bu sistemin ayakta kalabilmesi için üretim ve üretilen her şeyin tüketilmesi birinci koşuldur. Tüketimin sürekli olarak arttırılması da gerekir. Tüketimin kitlelere empoze edilmesinde reklam ve reklam fotoğrafları önemli rol oynar. Reklam fotoğrafları çoğu kez üzerlerinde uzun uzadıya düşünülmüş, büyük gruplar tarafından tasarımları yapılmış ve uygulanmaya konulmuş çalışmalardır. S. 37

İnsanların her biri görüntü tüketicisidir.

Sontag’a göre fotoğraflar kanıt oluşturur. “Duyduğumuz ancak kuşkuyla karşıladığımız bir şey, bize onun fotoğrafı gösterildiği zaman kanıtlanmış olur… Bir başka kullanım biçimindeyse fotoğraf makinesinin kaydı doğrulayıcıdır.  Bir fotoğraf belli bir şeyin meydana geldiğinin değiştirilmez kanıtıdır. (Sontag; 1993, 20)

Körfez savaşı sırasında değişik dünya gazetelerinde petrole bulanmış karabatak insanları Bağdat’ta ölen binlerce Irak’lıdan fazla üzdü. Daha sonra bu karabatağın fotoğrafının bir petrol tankeri faciasından kaldığı anlaşıldı. İnsanlar üzüldükleriyle kaldılar, ancak Bağdat’ta insanlar öldürülmeye devam etti…. Kitle iletişim araçlarını denetleyenler, sadece duyurmak istedikleri haberleri ve göstermek istedikleri görüntüleri sunmaktalar insanlığa. Bu da bir “global körlüğe ve sağırlığa” neden olmakta.

Ertuğrul Algan
Ankara, Bilgi Yayınları 1990


 Fotoğrafın sosyolojiyle olan ilişkisini anlatan "Büyüyen fotoğraf Küçülen Sosyoloji" adlı kitabı okuyup peşine Ertuğrul Algan'ın bu kitabını okuyabilirsiniz. Fotoğrafın neleri nasıl etkilediğini çok iyi anlatan başarılı bir kitap. Bu arada şimdilik bu kadar alıntı yaptım fakat sayfa numaralarını not almayı unuttuğum için geri kalan önemli kısımlarını kitabı tekrar okuyup ekleyeceğim. Ve görselleri de tabi.

Kitap için müzik: Marjan Farsad - Khooneye Ma

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Brand Child, Okul bahçeleri markaların sergilendiği podyumlara dönüştü


“Aşırı bilgi yüklemesi” terimini anımsıyor musunuz? Aşırı yükleme denilen şey her gün duyularımızı bombardımana tutan büyük miktardaki bilgiyle baş edecek bir makineye sahip olmamamızdan kaynaklanmıştı. S.5

Geçtiğimiz 25 yıl boyunca süpermarketler gelişimlerini sürdürdü. Önce küçük büfelerde başlayan satış bakkalları ve ardından marketleri getirdi. Sonra süpermarketler mega marketlere, mega marketler de alışveriş merkezlerine dönüştü. Her büyüme sancısında pazara sayısı sürekli artan bir dizi marka sunuldu.

Günde 8000 den fazla markayla yüz yüze geliyoruz. S.6

Çocuk-gençler reklam verenin hedeflerinin bilincindedir. Bu hedefler mantıklı olduğu sürece, onları yaşamın doğal bir parçası olarak benimser. S.6

Bu kuşlağın sabrı çok az. Bu durum hiç de şaşırtıcı değil; sabrı öğrenebilecekleri çok az durumla karşı karşıya kaldıklarını sizde kabul edersiniz. Küçük ekranda yarım saatte milyoner ve 4 haftada pop yıldızı olanlar gösteriliyor. Yemekler anında atıştırılıyor ve bebekler bile beş saniye ağlıyor. Onların dünyasında sınır gökyüzü yeter ki burada ve şimdi ulaşabilelim. S 11

Dünyada şimdiye kadar görülen en küresel kuşak bu… Doğduklarından beri hem yerel, hem de uluslar arası trendlerle karşı karşıya bulunmaktalar… küresel karakterlerin bir diğer özelliği de, genellikle binlerce kilometre ötedeki bir kıtada yaşayan arkadaşlarıyla benzer markaları paylaşıyor olmaları. S17

Marka bilgisinin nasıl oluştuğunu merak ediyorsanız, çocuk-gençleri markalar üzerine sohbet ettikleri bir chat odasında biraz zaman geçirmeniz yeterli. Yeni site bağlantıları öğrenecek; müzik, sinema ve pop yıldızlarıyla ilgili bilgi edinecek ve başka ülkelerden alınabilecek en ilginç şeylerin neler olduğunu anlayacaksınız. S. 18

Popüler kültür artık küresel. Şimdi “onlar” ve “biz” kavramları arasındaki sınırlar oldukça bulanık görünüyor. Tayland ve Timbaktu arasında sadece bir klik mesafesi kaldı. Bütün bunlara da en yakın olanlar ise kuşkusuz her gün bu mesafeler içinde gezinen çocuk-gençler. S. 23

Dünya çapında yapılan ankete göre çocuk-gençlerin yarısından fazlası -% 52.7- ünlü olmayı istiyor. S. 25

The Center for a New American Dream ( Yeni Bir Amerikan Rüyası Merkezi) tarafından yaptırılan bir ankete göre, anne babalar “hayır” dediğinde bile 10 çocuktan neredeyse 6’sı kendi yeğledikleri markaları alabilmek için ısrarcı bir tavır sergilemektedir. S. 47

Her üç çocuktan biri bir otomobil ya da yetişkin modasına ait bir markaya bağlıdır. S.66

Markalar neredeyse dinsel bir duyguya dönüştü ve bugünün çocuk-gençlerinin öncelikleri arasına girdi. Bir ürünün işlevi, 1980’lerin çocuk-genci için temel çekicilik kaynağıydı, ama 1990’dan bu yana marka işlevden daha önemli.

Dünyadaki kentli çocuk-genç nüfusunun neredeyse yarısı giysi ve markaların sosyal statülerin simgesi olduğunu düşünüyor. S. 87

Pop yıldızları  ve müzik, dünya çocuk-gençlerini etkileyen en önemli fenomenlerdir. Formül, test edilip onaylanmıştır. Müzik hayalleri yaratır. Hayaller de markaları. S. 123

Okul bahçeleri markaların sergilendiği podyumlara dönüştü. S. 207

Martin Lindstrom

Brand Child
CSA Yayın Ajansı
20032

Günümüz Dünya Çocuklarının Satın alma Güçleri, Tüketim Tercihleri ve Markalarla Olan İlişkileri 




13 Ağustos 2015 Perşembe

Kronos bir gün acıkır ve adaleti yer

Kronos tahtına bir gün el konulacağı korkusuyla doğan tüm çocuklarını diri diri yer. Sadece Zeus kurtulur ve o da babasıyla savaşıp onu yener. Yanlış hatırlamıyorsam Firavun da doğan tüm erkekleri öldürmüştü sadece Hz. Musa kurtulmuştu ve o da firavunun sonunu getirdi. Gazali'nin dediği gibi "adalet yerine korkuyla yönetenler bir gün helak olmaya mahkumdur." Aristo'nun dediği gibi adalet cesaretten daha önemlidir. Boşuna 'insan insanın kurdudur (homo homini lupus) dememişler.

6 Ağustos 2015 Perşembe

Destansı bir vahşet, tarih boyu...



Evlerimizi mezar yaptık, mezarlarımızı ev.
Yıkıldı evlerimiz,
Yağmalandı mezarlarımız.
Dağların doruğuna çıktık,
Toprağın altına girdik.
Suların altında kaldık,
Gelip buldular bizi.
Bozdular birliğimizi,
Alt üst ettiler bizi.
Yakıp yıktılar,
Yağmaladılar bizi.
Biz ki; analarımızın,
Kadınlarımızın ve ölülerimizin uğruna.
Biz ki; onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna.
Toplu ölümleri yeğleyen bu toprağın insanları.
Bir ateş bıraktık.
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan...


Likya'da bir şehrin adı Ksantos. M.Ö 42 yılında Brütüs'le savaşa girerler ve yenileceklerini anladıktan sonra tıpkı eskiden Perslere karşı savaşırken yaptıkları gibi şehrin meydanında tüm eşyalarını, kadınlarını ve çocuklarını toplayıp ateşe verirler. Geriye kalan erkeklerse büyük yeminler edip ölümüne düşmana saldırır. Filmlere konu olacak destansı bir vahşettir bu hikaye. Geriye ise beş bin yıllık bir şehir ve yazıtlar ve şuan günümüzde olup biteni de anlatan şiirleri kaldı.

21 Haziran 2015 Pazar

Kitle İletişim Teorilerine Giriş




Bugünkü formata en yakın olan ilk gazete 1660 yılında Almanya’da yayınlanan Leipziger Zeitung olduğu ileri sürülmektedir. S. 11
Kitle kavramı olumsuz anlamda çokluk ya da kalabalık kelimelerine karşılık kullanılmaktadır. (Mc Quail 1994;32) s.16

Zeki ve akıllı olmayan insan topluluklarının ifade edilmesinde ve kültür eksikliğinin vurgulanmasında da kitle kavramı kullanılır.
 Kitle kavramının olumlu anlamda ise, özellikle sosyalist kültürlerde belirli amaçlar için organize olup, çalışan insanların dayanışmasını anlatmada kullanıldığı görülmektedir. S.16

(Nüfus artışı, liberal demokrasi, bilimsel deney ve sanayileşme ile birlişince kitleler ortaya çıkmıştır. S. 17)

Türdeşlik, duygusallık ve önyargılılık gibi karakteristikleri bulunan kitle içerisindeki bireyler, “bireysel düşünme yeteneklerini” yitirdiklerinden, kolaylıkla denetim altına alınabilirler. (Bon, 1969, 7-8) si17

Friedson kitlenin dört temel unsuru olduğunu söyler. Bunlar:
  1. Kitle heterojen bir yapıya sahiptir. Toplumdaki bir çok kesim ve gruptan üyeleri bünyesinde barındırmaktadır.
  2. kitlede bireysel hareket etme yetisi bulunmamaktadır.
  3. kitle üyeleri birbirinden ayrılmıştır. Bireylerin birbirleriyle karşılıklı etkileşim içerisinde bulunması mümkün olmadığı gibi, her bir bireyin değişik tecrübeleri olduğu da göze çarpmaktadır.
  4. kitlede liderlik yoktur. Seyrek de olsa bir organizasyonun söz konusu olduğu durumlarda ise, bu çok gevşektir.

En genel şekliyle iletişim, “herhangi bir şeyin ya da bilginin ortaklaşa kullanılması” anlamına gelir. S. 18

Kitle kültürünün genel özellikleri( Alemdar ve Erdoğan)

  1. Mümkün olduğunca çok sayıda tüketiciye ulaşmayı sağlayacak araçlarla ilişkili olan kitle kültürü, ticarilik vasfı taşımakta ve pazarlanabilmektedir.
  2. Oldukça bayağı ve zevksiz olan bu kültürde tüketici, kültürel malları sadece eğlence ve vakit geçirme aracı olarak kullanabilmektedir.
  3. Ahlaktan yoksun olan kitle kültürü, sahte bilgileri yüceltirken, ciddi bilgileri ise alçaltmaktadır.
  4. Her şeyden önce manüpüle etme-yönlendirme amacı taşıyan kitle kültürü bireyleri tek düzeliğe ve standartlaşmaya itmektedir. Diğer yandan bireylere hayatta hiçbir şeyin kutsal olmadığı fikri empoze edilirken, çocukça zevkleri ortaya çıkarmaktadır. S. 22-23

Medyaya yönelme ve medyayı kullanma biçim ve nedenleri.
  1. eğlenmek için
  2. otoriteyi temsil eden şahsiyetlerin yüceltilmesini veya aşağılanmasını görmek için
  3. güzelliği yaşamak için
  4. başkalarının tecrübelerinden yararlanmak için
  5. merakı tatmin etmek ve bilgilenmek içim
  6. tanrısal ve ilahi olanla özdeşleşmek için
  7. empati için
  8. kafayı dağıtmak veya oyalanmak için
  9. sorumluluk almaksızın uç heyecanları yaşamak için
  10. taklit edecek modeller bulmak için
  11. bir kimlik kazanmak için
  12. adalete olan inancını pekiştirmek için
  13.  başkalarının hatalarını görmek için
  14. hainleri iş başında izlemek için
  15. çirkin olanı da görmek için
  16. ahlaki, ruhsal ve kültürel değerleri doğrulamak için

MEDYA ETKİ TEORİLERİ

Sosyalizasyon Teorisi:
Kitle iletişim araçlarının, bireyin tutum, inanç ve değerler sistemine etki ederek, sosyal kimliğin oluşmasında önemli bir rol oynadığını dile getirmektedir.
Bireyin sosyalleşmesinde büyük rol oynayan aile, din adamları, eğimciler ve politikacılar gibi kesimlerin, günümüz toplumlarında önceliği iletişim araçlarına kaptırdığı noktasından hareket eden sosyalizasyon teorisi, bireylerin sosyalleşmesinde “iletişim araçların diğer ajanlardan daha etkili” olduğu varsayımına dayanmaktadır.. s. 79

GÜNDEM KURMA TEORİSİ

  1. kitle iletişim araçları, olayları kendi amaçları doğrultusunda sunabilmektedir. Örneğin bazı olaylar önemsenmeyerek atlanırken, bazı olaylara ise gerçeğinden fazla önem ve yer verilebilmektedir.
  2. kitle iletişim araçları herhangi bir olayı, güncel olarak önem taşımayan geçmişteki olay veya olaylarla ilişkilendirmekte ve farklı yöne çekerek sunabilmektedir.
  3. bir birey ya da az sayıda kişinin görüşü, olduğundan fazla sayıda bireyin görüşüymüş gibi sunulabilmektedir.
  4. kitle iletişim araçlarınca sunulan mesajlarla halk böyle istiyor ya da halk şuna inanıyor şeklinde kesin olarak ispatlanamayacak genel ifadeler kullanılabilmektedir.
  5. tanınmış ve topluma mal olmuş kişiler hakkında küçültücü yada aşağılayıcı ifade ya da resimler kullanılabilmektedir.

SESSİZLİK-SUSKUNLUK SARMALI TEORİSİ

  1. toplum, sapan bireyleri dışlamakla tehdit etmektedir.
  2. bireyler sürekli olarak korkusu içindedir.
  3. bireyler dışlanma korkusu nedeniyle kamuoyunu sürekli gözlemlemektedir
  4. bireyin yaptığı bu gözlem, onun düşünce ve kanaatlerini açıklayıp, açıklamaması sürecine etki etmektedir.
 Prof. Dr.Metin Işık


Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği



Gerçekliği bu kadar kolay bir şekilde kabul ediyorsak bunun nedeni herhalde gerçeklik diye bir şeyin olmadığını hissediyor olmamızdır. Jorge Luis Borges

Dün gece düşümde gerçekliği gördüm. Sabah uyandığımda bir rüya olduğunu anlayınca çok rahatladım. Stanislaw Lec

Gerçek dünyayı bertaraf ettiğimize göre, geriye kalana ne dememiz gerekiyor? Görünümler dünyası mı? Kesinlikle hayır! Çünkü hakiki dünyayla birlikte görünümler dünyasını da yok ettik. Friedrich Nietzsche


Böylesine yoğun bir gerçeklik dünyasına tahammül etmenin tek yolu onu sürekli inkar etmektir. Magritte’in: “bu bir pipo değildir” çalışmasından yola çıkarak görünen dünyayı “bu bir dünya değildir” türünden gerçek üstücü bir yadsımaya dönüştürebiliriz –modern sanatın geçirmiş olduğu aşamaları belirleyen bu ikili süreç kendini: Görünür, somut dünyayla bu dünyanın kesin bir yadsınması şeklinde sunmaktadır. S. 23

Sanal: Gerçekliğin peşinde koşan son avcı ve onu yakıp yıkan yağmacıdır –bizzat gerçeklik tarafından bir tür bulaşıcı ve yok edici unsur şeklinde salgılanmıştır.
Sanal Gerçeklik, Gerçeklikle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaktadır. Bu, nesnel gerçekliğin soyutlanma sürecinde devreye sokulan ve Bütünsel Gerçeklikle noktalanan sürecin nihai aşamasıdır. S.24

Baudrillard’a göre geleceğin insanı: Bu insan gözden geçirilip, rekltifiye edilmiş bir varlık olacaktır. Daha baştan zaman içinde ulaşması gereken ideal insan özelliklerine sahip olacaktır, yani asla kendi olmayacak hep ideal varlık olarak kalacaktır. Daha dünyaya gelmeden önce bir değişim geçireceğinden iyi ya da kötü anlamda hiçbir şeye yabancılaşamayacaktır. S.26

Bütünsel gerçeklik bir ütopyadır. Oysa devasa yapay bir mekanizma aracılığıyla bu şey bize dayatılmak istenmektedir. S.29

Hakikatten yoksun bir dünyada, gerçeklik onun yerini alsın diye uydurulmuş bir şeyse, bu arada da “gerçek” dünyanın varlığı hemen her yerde sorgulanmaya başlanmışsa, sonuç olarak, hakikatten yoksun bir evrene -bu içinde yaşadığımız dünya oluyor- daha yakın durduğumuz söylenemez mi? S.32

Dünya demek gerçek demek değildir. Dünya zaman içinde gerçeğe dönüşmüştür. Günümüzdeyse bu özelliğini yitirmektedir. Buna karşın onun bütünüyle sanallaştığı söylenemez. Kısmen sanallaştırılmıştır. S. 32
Dünya ile (gerçekliğin) yansımasının birbirine karıştırıldığı bir yerde gerçekle dünya arasında hiçbir ilişkinin bulunmadığı söylenebilir. Fark sözcüğü bu farklılığı ifade konusunda oldukça yetersiz kalmaktadır.  S. 35

Güncel kölelik biçiminin gönüllü ya da gönülsüz olma, özgürlükten yoksunlukla bir ilişkisi yoktur, tam tersine bu durum, aşırı özgürlük ortamının yol açtığı bir sonuçtur. Her ne şekilde olursa olsun özgürleşmeye çalışan insan artık neden ve niçin özgür olması gerektiğini bilemediği gibi, böyle bir ortamda nasıl bir kimliğe sahip olması gerektiğini de bilememektedir. Her şeye sahip olan insan kendi kendisinden nasıl yararlanması gerektiğini bilememektedir. S. 54

Özgürlük ve kimlik gibi şeylerin peşinden koşup, bunları anlamlı kılmaya çalışmanın bir yararı yoktur.  Nasıl bir insan olduğumuz yaşantımız ve yaptıklarımıza bakılarak söylenebilir. S. 62

İLETİŞİM, İLETİŞİM VE DİĞER AĞLARIN YOL AÇTIĞI ZİHİNSEL DİASPORA

Dört bir yandan interaktif süreçler tarafından kuşatılmış bulunuyoruz. Birbirinden farklı şeyler birbirine karıştı. Hiçbir yerde artık mesafe bilinci diye bir şey yok. Cinsiyetler, karşıt kutuplar, sahne ve salon, oyuncular, özne ve nesne, gerçek ve ikizi arasındaki mesafe ortadan kalktı. S. 74


Birbirine karışan terimler, birbirine toslayan kutuplar değer yargılarını dümdüz ettiler. Artık ne sanat, ne ahlak ne de politika alanında değer yargılarından söz edilemez. S. 74

Yaşantımızı üstümüze bir tür dijital tulum gibi geçiriyoruz. Fotoğraf, sinema ve resim sanatlarına özgü bir sahneyle bir bakış olayı varken; video ve bilgisayar ekranından yansıyan görüntüde Mc Luhan’ın daha önce söylediği gibi bir tür içine gömülme, bir tür göbek bağı durumu, “dokunsal” bir karşılıklı etkileşim süreci söz konusudur. S. 75

Belki de makineler tarafından yönetilmeyi insanlar tarafından yönetilmeye yeğliyoruz. Belki de anonim ve otomatikleşmiş bir egemenlik biçimini insan iradesine bağlı, hesaba kitaba dayalı egemenlik biçimine yeğliyoruz.
Yabancı irade yerine bizi emip, her türlü sorumluluğu üzerimizden alan integral hesaba boyun eğmeyi yeğliyoruz. S. 89

Gerçek imge durum ve nesneden çok bu dünyaya özgü titrekliği ön plana çıkartan imgedir. S.98

KENDİ KENDİNİN… ÇAĞDAŞI BİR SANAT

Artık modern sanat diye bir şey yoktur. Çağdaş kendisinden başka bir şeyin çağdaşı değildir. S. 103

Çağdaş sanatta teknik, reklam amaçlı, medyatik ya da sayısal işlemler arasında hiçbir fark kalmamıştır. Artık sanatsal aşkınlık, farklılık, mevcut haliyle çağdaş dünyayı yansıtmaya çalışan bir sahne yoktur. İşte bu anlamda çağdaş sanat diye bir şey yoktur, çünkü onunla dünya arasında bir fark yoktur, ikisi aynı şeydir. S. 103

Sıradanlaşmış sanatla dünyanın sıradanlığı birbirine karışmaktadır. S. 104

Her türlü gerçeklik, estetik alanın içine çekilerek, estetik, her alanda genel geçer bir boyuta dönüştürülmüştür…. Bütün bunlar sanat ve gerçekliğin aynı anda özgürleştirilmesi gibi bir başlık altında toplanmıştır. Aslında bu özgürleştirme ikisini birbirine mahkum ederek ikisi için de ölümcül bir görünüm kazanmıştır. S. 104

Seyirci, çoğunlukla hiçbir şey anlamadığı bu sanat kültürünü önemsiz bir şey gibi tüketmektedir. Seyirci hiçbir şey anlamaması gerektiğini anlamakta, önüne konulanlara gerek olmadığını, önemli olan tek şeyin kültür adlı dayatma, yani kültür adlı entegre devreye bağlılık olduğunu kavramaktadır. Oysa bizzat kültürün kendisi küresel dolanım düzenine ait bir alt unsurdan başka bir şey değildir. S. 105

Ahlaki çöküş kapasitemiz bir sınır tanımıyor. İşlemek istediğimiz bütün suçları işlemeden rahata ermeyeceğiz. Guido Cerenetti

Modernleşme bir düşünce, bir ideal ve bir düşgücüne sahipti. Oysa azgın bir maddi gelişme süreciyle birlikte hepsi ortadan kaybolup gitti. S. 125

Biz bir yandan anlam içinde boğulurken diğer yandan mutlak bir anlamsızlığın yol açtığı bir korku düzeni içinde yaşıyoruz. S. 134

Politika kötülüğün yaşama geçirildiği yer olup,; gerek bireysel gerekse ayrıcalık, ahlaksızlık, yolsuzluk gibi kolektif kötülük biçimlerinin yönetimini üstlenmiş bir alandır.İktidarın bu lanetlenmiş payın ve iktidardaki -bu görevin kendilerine sunduğu tüm ikincil ayrıcalıklardan yararlanmayı uman- politikacılara da kurban edilmenin düşmesi kaçınılmaz bir sonuca benzmektedir.
İkili yaşamın sonunda iki kere ölünür.

Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği
Jean Baudrillard