19 Ocak 2016 Salı

Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşümünde Reklamcılığın Rolü

Türk Toplumunun Tüketim Toplumuna Dönüşümünde Reklamcılığın Rolü
Şahinde YAVUZ
Öz
Reklam, kendine özgü söylemiyle yaşam/tüketim biçimlerini ve davranışlarını etkileyerek, değiştirip, dönüştüren bir iletişim disiplinidir. Kitlesel üretim, taşımacılık ve iletişimdeki gelişmelerin kaçınılmaz bir sonucu olarak tüketim toplumu ortaya çıkmıştır. Bu makalede, Türkiye’nin tüketim toplumu oluşunda reklamların oynadığı rolün araştırılması amaçlanmaktadır. Makalede tüketim toplumunun ve reklamcılığın gelişimini ilk yaşayan
ülkelerden biri olan Amerika örneğini incelenerek Türkiye ile karşılaştırma yapılmıştır. Bunun için araştırmada önce ABD’de, 19. yüzyılın son dönemleri ile 1920’lerde tüketim toplumuna doğru geçirilen evrede yaşanan gelişmeler; tüketim toplumunun doğuşu, çalışma biçimlerindeki değişimlerin tüketime olan etkisi, reklamların mal tüketimiyle kimlik ve modern oluş arasında kurdukları bağ; ikinci olarak, Türkiye’nin tüketim toplumu olma yolunda geçirdiği aşamalar; tüketim ve reklamın Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından neden gelişemediği, 1950’lerde değişen siyasal ve ekonomik konjonktürün tüketim toplumu oluşumuz üzerindeki etkileri, ardından 1980’li yıllarda yaşanan toplumsal, ekonomik ve kültürel değişimlerin rüzgarıyla Raymond Williams (1993), bu özelliği nedeniyle reklam için “kapitalizmin resmi sanatı” ifadesini kullanır. Reklamın gelişeceği mecra için iki gereklilik söz konusudur; markalı ürünlerin satılacağı kitlesel bir pazar ve bu ürünlerin tanıtımının yapılacağı kitlesel yayın yapan medya. Gazetelerle başlayan kitlesel yayıncılık, dergiler, radyo ve televizyonla günümüzdeki boyutlarına ulaşmıştır

Tüketim Toplumunun Doğuşu
19. yüzyılın ikinci yarısına kadar pek çok ülkedeki ekonomik sistem, tarıma dayalı
ve durağandır. İnsanların büyük çoğunluğunun kırsal alanda yaşadığı tarıma dayalı
ekonomilerde; çiftliklerde, ev ve evin çevresinde üretilmekte olan mallar tüketilmektedir.
Malların pazarda satılması sınırlıdır, daha çok kişiler arasında ihtiyaca dayalı olarak
malların değişimi söz konusudur. 19. yüzyılın ikinci yarısından 20. yüzyıla kadar geçen
zaman içinde, üretim ve tüketim önem kazanmıştır. Ekonominin tarımdan endüstrileşmeye
doğru yön değiştirmesinde, fabrika sisteminin kurulup yaygınlaşmasının önemi büyüktür.
Avrupa’da 18. ve 19. yüzyılda yeni buluşların üretime uygulanması ile yaşanan Endüstri
Devrimi’yle, geçmişe ait ekonomik, toplumsal, kültürel yapı ve yaşama biçimleri kökten
değişime uğramıştır. Endüstri Devrimi’ni 16. ve 17. yüzyıldaki dinsel, siyasal, bilimsel ve
felsefi düşünceler hazırlamıştır.
Ekonomi tarihi içinde 20. yüzyılın başına kadar modern iş süreçleri, püriten, iş
uyumlu etik tarafından desteklenen bir sosyal yapı içinde, biriktirme ve yatırım süreci
olarak belirmiştir. Tüketim toplumunun kökenleri, püriten ahlakın varlığında boy
göstermiştir.
20. yüzyılda karşımıza çıkan kitlesel tüketimin ve Batı kapitalizminin kökenini
Max Weber (1997:143), Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu adlı kitabında açıklamaya
çalışır. Weber’e göre kapitalizm, temel dini inançlardan beslenir. Kapitalist sistemin,
insanların kendilerini para kazanma sistemine adamalarına gereksinimi vardır. Dünyevi
meslek yaşantısı içinde inancın ispatı gereklidir. Püriten inanç içinde, Tanrının şanının
boş zaman ve zevk ile değil, ancak çalışma ile artırılabileceğine inanılır, zamanı boşa
harcama günahların içinde en büyüğü olarak kabul edilir. İşe karşı isteksizlik, kutsanmışlık durumunun eksikliğini gösterir. Bedensel zevkler ve günah için değil, Tanrı için çalışarak
zengin olunmalıdır.
Malların fabrikalarda üretilmesiyle, 1860’lı yıllardan sonra üretimde büyük bir
artış yaşanmış, yeni makinelerle farklı ürünler üretilmiştir. Üretim skalası genişlemiş,
demiryolları ulaşımının sağlanması ile üretilen ürünlerin ve ürün hammaddelerinin
taşınması sorunu, büyük oranda çözülmüştür. Tarım ekonomisinden endüstriyel
ekonomiye geçişle, kamu ve özel yaşamların doğası değişmiş, iş ve iş dışı zaman ayrımı
doğmuştur. Önceleri üretimin yapıldığı iş ve ev aynı mekâna ait iken, fabrikalaşma ile iş
evin dışında yer almıştır. Mallar zanaat üretimi yerine fabrikalarda üretilmeye başlamış,
insanlar köylerin dayanışmacı ama gözetim altında da tutan baskısından kaçarak, şehirlerin
anonimliğine karışmışlardır (Fowles, 1996:31-33).
Gitgide daha fazla sayıda kişinin bir gelire sahip olduğu yeni üretim biçiminde insanlar, tüketim mallarını kendileri üretmek ya da pazaryerinde değiş tokuş etmek yerine, satın alma
ihtiyacını hissetmişlerdir.
20. yüzyılın başlangıcına kadar, sosyal sınıflar, ekonomik ve politik güce göre belirlenmektedir. Alt sınıf yoksulluk ve ezilme ile, üst sınıf zenginlik ve politik etki ile tanımlanmakta, günlük yaşamda her sınıf ayrı alanları/mekânları paylaşmaktadır. Tüketim malları evde üretilmekte, popüler kültür aktiviteleri (festivaller, törenler, eğlenceler) halâ güçlü bölgesel, etnik ve dilsel farklılık göstermektedir. Kültürel gelenekler, her grubun tüketim biçimini belirlemektedir. Alt sınıf, sadece kendi ürettikleri el yapımı malzemeleri tüketebilirken, daha zengin sınıflar ürünler arasında seçim yapabilmektedir.

tüketimin demokratikleşmesi: tüketim toplumu olma aşamasında ürünlerin üç aşamadan geçerek demokratikleşmeye hizmet ettiğini belirtir. İlk olarak, mallar kitlelerce tarafından tüketilebilmek için daha standart hale getirilmiş, ürünlerin kullanımı basitleştirilmiştir. İkinci olarak, standart ürünlerin kullanımı kolaylaştırılmış, kadın, erkek, çocuklar tarafından kullanım olanağı doğmuştur. Üçüncü olarak, özel tüketimden çok kamusal tüketimin standartlaşması daha çok dikkati çekmiştir. İnsanlar artan biçimde kendi
tüketim kalıplarını başkalarıyla karşılaştırmaya başlamış, sosyal düzen hem görme, hem de imrenme açısından da demokratikleşmiştir.

Yeterli geliri olmayıp, bir gün bu gelire sahip olacağını düşünerek tüketmenin hayalini kurmak da, tüketim toplumunu ayakta tutar.

Üretilen ürünlerin pazarlanma stratejisinin işlemesi için iki
temel koşul gereklidir. Bu koşullardan ilki, müşterilerin bir ürünü isteyebilmeleri için
o ürünü diğerlerinden ayıran bir isminin olması zorunluluğudur. 19. yüzyıl sonlarında
üretilen ürünler genel olarak etiketlenmemekte, satıcılar üreticisi bilinmeyen ürünleri
satmaktadır. Üretim çoğalıp, dağıtım etkili hale gelip, pazarlama stratejisi yarışmacı
sisteme dayanınca, bir üreticiyi diğerinden ayırmaya yarayan marka isminin avantajları
açıkça görülmeye başlanmıştır. Markalaşma başarıldıktan sonra ikinci önkoşul, markalı
ürünleri tüketiciye taşımaktır (Fowles 1996:37). Modern reklamcılığın temeli, isimsiz malları isimlendirmeye dayanır; bu konuda öncü bir çalışma, “Amerikan Quaker Oats
Company” tarafından 19. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleştirilmiştir. 1880’li yıllarda
Schumacher isimli üretici, ürünün üstüne ismini basmış (Falk, 1997: 88-89), markalı ürün
yaratmanın ilk adımı atılmıştır. İnsanlar daha önce de yulafı tanımaktadır, ancak markalı
“Quaker Oats” markalı yulaf ile tanışmaları yenilik teşkil etmiş, böylece özel paketinde
yulaf, sadece yulaf olmaktan çıkmıştır.
Teknolojideki ilerlemeler, tüketici ürünlerinin daha önce hayal edilemez boyutlarda
üretilmesine ve ambalajlanmasına olanak tanımıştır. Üretim bolluğu üreticileri uzaklardaki
pazarlara gitme konusunda cesaretlendirmiş, ürünlerin adları ve yararlarını tüketicilerin
belleğine yerleştirme amacı taşıyan markanın önemi artmıştır (Tungate, 2008: 21).
1880’ler ve 1920 arasında endüstri açısından ileri ülkelerin ekonomileri, endüstriyel
üretim ve kitle tüketimine uyumlu hale gelmiştir. İnsanlar üretimle ilişkilerini, önce ücret
sözleşmesi yoluyla, sonraları da yeni standart haline gelen ve markalı olan malların
tüketimi yoluyla kurmuştur. Tüketim bu anlamda, üretim sisteminin bir parçası olarak iş
görmektedir. Tüketim, modernizmin sosyal gelişiminin ayrılmaz bir parçası olarak kabul
edilmektedir.

Yeni Çalışma Biçimleriyle Gelişen Tüketim Olanakları

Toplumsal dönüşümlerin başlatanları ya da hızlandıranları, tarihsel süreç içinde her
zaman var olagelmiştir. Henry Ford da öncü bir girişimci olarak tarihsel söyleme
“Fordizm” sözcüğünü hediye etmiştir. Fordist üretim tarzında, verimlilik ve üretim
yüksektir. Henry Ford, Taylorist üretim biçimi ile yeni bir toplumsal yaşam biçiminin
sentezini yapmıştır. Bu; 8 saatlik işgünü ve 5 dolar ücret; fabrikada 8 saat çalışan
işçilerin kalan boş zamanlarını, üretilen ürünleri satın almaya ayırmaları anlamına gelir.
Ford’un çözümlemesi, aynı zamanda belli bir yaşam biçimini ifade eder. Pazarın sürekli
olarak genişleyip, büyümesi için işçilerin; “yeterli” ücret alması, kendilerine ayıracak
bol zamanlarının olması ve işçilerin aldıkları ücretlerini pazarda tüketime harcamaları
gerekir (Şaylan, 1999:118-119; Harvey, 1997:148). Bu nedenle 1920’lerde Amerika’da
işçilerin çalışma süreleri kısaltılmış ve ücretleri yükseltilmiştir. Bu iki strateji çalışanları
tüketicilere dönüştürmenin bir yolu olarak kullanılmıştır.

Marchand’ın (1985:31) ifadesiyle; “üreticiler sadece mal üretimi yapmaktadır,
oysa reklam yazarları daha yüksek üretim düzeyinde iş görmektedirler; onlar tüketici
üretmektedirler.

Colin Campbell’a göre, geç Protestan etiği bilinçsiz de olsa modern tüketicilik ruhuna yol açmıştır. Erken Protestanlar çileci iken, geç Protestanlar hedonist ve bireycidir, yanılsamalar, gündüz düşleri ve fantezilerle beslenen bir ruhtur.

Tüketim, hayata ilişkin felsefenin merkezine yerleştiği zaman, reklam bu felsefenin
katalizörü görevini üstlenir, bazen ihtiyaçlar yaratır, bazen ihtiyaçların nasıl giderileceği
sorununu çözmeye yardımcı olur. Farklı bir bakış açısından modern reklamcılık, tüketirken
püriten ahlaktan uzaklaştırıp rahatlatmaya da yarar. Reklam psikologu Ernest Dichter
tarafından belirtildiği gibi, reklamın tarihsel görevi; bir çok malın tanıtımı ve reklamında,
-bu ister yiyecek, ister bir sürat teknesi, bir radyo ya da spor bir ceket olsun- tüketimi
içsel bir özgürlük olarak sunmak ve bir şeyin kullanımı yoluyla hayattan tat almaya ahlaki
onay vermeye cesaretlendirmektir (Akt. Falk, 1997:99-100).

20. yüzyıl başlarında reklamcılığın iki görevi söz konusudur. Bunlardan ilki, kitlesel
olarak üretilen malların pazarlanmasına yardımcı olarak tüketilmelerini sağlamaktır.
Reklam birinci işlevini, malların nasıl kullanılacağı konusunda rehberlik ederek,
mal kullanımının modernliğin bir parçası olduğunun altını çizerek gerçekleştirmiştir.
Reklamın ikinci işlevi ise; anonim şehir yaşantısı içinde insanların benlik arayışında,
onlara benliklerini sunma, teşhir etmek için mal tüketimini önermektir. Reklam bu işlevini,
insanların yaşadığı boşluğu reklam sloganlarıyla doldurmak suretiyle yerine getirmiştir.

Kimlik ve Reklam

Endüstrileşen toplumda aile hala sosyalleşmekte önemli bir kaynak olarak kabul
edilmektedir ancak, ortak kültüre gitgide daha fazla reklam ve kitle iletişim araçları
dahil olmuştur. Kitle iletişim araçları tarafından gençler, reklamı yapılmış, pazarlanmış
ve garantilenmiş kimlikleri elde etmek üzere cesaretlendirilmişlerdir. Medya bir
yandan kişilerin sahip oldukları benlik duygusunu ve olanaklar dünyasını genişletmiş,
diğer yandan insanlara kendilerini başkaları ya da başkalarının imajlarıyla durmadan
karşılaştırma yolunu açmıştır. Bu dünyada dış göstergeler çok önemli bir yer tutmaktadır
(Schudson, 1989:49). Dış uyaranların önem kazandığı bu dünya, geleneksel toplumlarda
yaşayan insanların anlamlandırmaya alışkın oldukları dünyadan kopuşu temsil eder.
Hareketli kent yaşantısında yeni anlam sistemlerine gereksinim duyulmaktadır (Yavuz,
2007b).

Şehir yaşantısında bireylerin farklı oldukları biçimleri ortaya koymak, modern olmanın da bir göstergesi olarak işler. Değişerek farklılaşmak miti, moda ve tüketim ile doruk noktasına ulaşır. Toplum içinde bir yere ait olmak için kazanılan gelirin varlığı yetersizdir, maddi malların tüketilerek gelirin görünür kılınması gerekir. Schudson’un (1989:157) belirttiği gibi, bu evrende giysi modası, tüketimin diğer örnekleriyle karşılaştırıldığında, bireyselliği ifade etmenin en iyi yolu olarak belirir. 19. yüzyıldan itibaren giysi, pek çok insan için, benliği açıklayan bir gösterge sistemi olmuştur. Giysinin kısa yoldan açıklama ve etkileme özelliği, kent hayatının hızına uygun, istenilir bir olgudur. Moda, bu anlamda “akla aykırı bir sömürü
olmayıp, tamamen dünyevi bir kültürde fark edilebilmek için sürdürülen varoluşçu bir
arayıştır” (Chaney, 1999:47). Kendini farklı kılmak güdüsünden güç alan moda, Slater’ın
(1997:10) da ifade ettiği gibi, “tüketim kültürünün; kendini ulaşılabilen şeyler, yeni, son
moda, geçici heves ya da moda olabilen, gelişmiş ya da gelişmekte olan şeklinde sürekli
kendini yeni baştan yaratmanın” aktif bir elementidir.

Önceleri ihtiyaç olarak satın alınan mallar, şimdi moda olarak dayatılmaktadır. Geçmişte
yaşamı sürdürmek için alınan şeyler artık kimliği, statüyü, geliri göstermeye yaramakta,
önceleri pazarlar fuarlar aracılığı ile özel günlerde, tatillerde elde edilebilen eğlence, artık
sıradanlaşmakta, her gün elde edilebilmektedir (McCraken, 1988:17).

Moderni Oluşturan Unsur Olarak Reklamlar

19. yüzyılın ortalarında patentli ilaçlar, reklamı yapılan en bilinir ürünlerdir. 1870
ve 1880’lerde bölümlü dükkan reklamcılığı, ilaç reklamlarının yerini almaya başlamıştır.
Bu dönemde üretim ve dağıtım sisteminin, ulusal markalı reklam ürünlerinin gelişimi,
reklam uyumlu tüketim toplumunun yaratılmasında çok önemlidir. Reklam veren ilk
firmalar; göreceli küçük, yenilikçi ve teknolojik açıdan gelişkin firmalardır. İlk ulusal
reklam verenler ise, hemen hemen tümü düşük fiyatlı, paketli tüketim malları üretmek için
devamlı işleyen yeni makineleri kullanan işletmelerdir.

Özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra, gerek reklam ajansları gerekse reklamların yer
aldığı magazinler, tüketici/okuyucu araştırmaları yapmaya başlamış, hedef kitlelerini
tanımak istemişlerdir (Leiss vd., 1990:155). Tüketici araştırmaları, “tek tip” tüketici ve
farklılaşmamış izleyici/okuyucu kavramlarından uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir.
Bu dönemde tüketiciyi ikna etmek için ürünün niteliklerini sayıp dökmek yeterli değildir,
nüfusun farklı bölümlerine farklı mesajlarla seslenmek gerekir.

Reklamcılar artık, ürünü merkeze almaktan vazgeçmişlerdir. Çünkü yapılan araştırmalar, insan doğasının rasyonel güdülerden çok, duygusal güdülere yaslandığını göstermektedir. Böylece reklamlar ürün değil, ürüne dair sembollerin yer aldığı iletişim formlarına dönüşmüştür. Bundan sonra ürünler tüketimin sosyal motivasyonları olarak statü, şıklık, kaygının azaltılması, mutlu aile gibi tüketiciler tarafından arzulanan niteliklerle ilişkilendirilmeye başlanmıştır.

1920’lerde yapılan reklamcılıkla, savaş öncesinin kıt malları kategorize edilerek, bu malların tüketimi Amerikan orta sınıfının hayat tarzı haline getirilmiştir. Bu ortamda reklamcılar, insanların ihtiyaç duyduklarını bile bilmedikleri malları almalarını sağlamıştır. Evlere kolayca ulaşabilen radyo, milyonlarca insana seslenerek insanlara aynı değer yargılarını, fikirleri, satın alma alışkanlarını kısaca ortak bir kültürü aşılamıştır (Marketing Türkiye 1994,Y3:S71). Kent yaşantısının, anonim ortamında oluşan kültürün ortak paydası, mal tüketimiyle ortaya konan kimliktir. Reklamcılar 1920’lerde, insanların gerçekte olduklarından ziyade olmak istedikleri kimlikleri tercih ettikleri varsayımına dayanmaktadırlar. Bu yüzden çoğu reklamda okuyucuların sosyal durumlarından en azından bir adım önde konumlanması amaçlanmıştır (Marchand, 1985:166)

Türkiye’nin Tüketim Aracılığı ile Modernleşme Serüveni

Belge’ye göre (1982:1293), üstten dayatılan batılılaşma; Osmanlı toplumunun kendi özgül maddi koşullarına monte edilen bir yapı olmadığı, ülkede Batı’daki Sanayi Devrimi gibi hızlı ve radikal bir kopma yaşanmadığı, hayat kökten değişmeyip, maddi toplumsal pratikler kendi içlerinde dönüşmediği için benimsenmemiştir.

19. yüzyıl sonunda, Avrupa ve Amerika’da yaşanan Sanayi Devrimi’nin sonucu olarak ortaya çıkan reklam yapma ihtiyacıyla, mal satma girişimlerine Osmanlı’da rastlamak olanaklı değildir. Ülkede okuma yazma olanağı kadar tüketim olanakları da kısıtlı olduğu için, gazetelerde yayınlanan reklamı okuyarak, reklamı yapılan ürünü tüketecek bir kitle bulunmamaktadır.

Cumhuriyet rejimi birçok açıdan olduğu gibi, ekonomik açıdan da çökmüş bir rejimin
sona ermesi üzerine kurulmuştur. Devralınan ülke, tüketim olanakları açısından kısıtlı
olanaklara sahiptir. Rejimin başarmak istediği uygulama, devlet teşebbüsüyle ekonomik
kalkınmayı gerçekleştirmektir. Bu nedenle ilk reklam verenlerin devlet ve devlete ait
kuruluşların olması şaşırtıcı değildir.

Yeni kurulan hükümet, batılı olma arzusunu gerçekleştirmek için reklamlardan da yararlanmıştır. O dönemlerde henüz televizyon yoktur, radyo yaygın değildir ve gazeteler geniş yığınlara ulaşamazken, afişlerle, eğitim düzeyi düşük halka seslenmek çok elverişli bir yöntem olarak belirmiştir. İhab Hulusi, hazırladığı afişlerde çağdaş görünümlü kimseleri kullanarak, yeni devletin ideolojisini, yerli malı kullanmayı halkın belleğine yerleştirmiş ve yaygınlaşmasına yardımcı olmuştur (Merter,1998:25).

Tüketim Toplumunun Köklerinin Atılışı: 1950-1970

Liberal ekonomiyi ve özel girişimciyi destekleyen bir siyaset güden Demokrat Parti iktidarı, “her mahalleye bir milyoner” ve “küçük Amerika” gibi sloganlarla sıradan insanların zenginlik ve tüketime yönlenmesini hedefleyen, refah örneği olarak Amerika’nın seçildiği bir politika gütmüştür.

Köyden kente göç olgusunun getirdiği hızlı kentleşme, iç pazarda tüketimin genişlemesinin yolunu açmıştır. Kentlileşen nüfusun gıda, giyim, eğitim ve sağlık gibi alanlarda tüketim ihtiyaçları artmış, dayanıklı tüketim malları edinme isteği canlanmıştır.

1959’da çamaşır makinesi, 1960’da buzdolabı üretmeye başlamasıyla gerçekleşmiştir. 1959 yılında Ketim dergisinde yayınlanan bir mülakatta, kocası serbest meslek erbabı olan bir ev hanımı şöyle demektedir “Evimde pek mühim bir ihtiyaç diye vasıflandırdığım
buzdolabı ve çamaşır makinesini çok istiyorum. Bunun için tasarrufa dahi başladım. Bunların memleketimizde yapılmaya başlaması beni çok memnun etti. Gönül bunların, her ev kadınının sahip olabileceği şekilde ehven fiyatlara satılmasını istiyor” (Buğra, 2011:148).

Tüketim; kaynakların tasarrufdan çok, mal alımına yatırılmasıyla gerçekleşir. Türk toplumun kanaatkar olmaktan çıkarak, tüketim toplumuna dönüşmesinin temelleri 1950’lerde atılmış, bu temel 1980’lerde gelişmiş, günümüzdeki biçimini almıştır. Köyden kente göç, tüketimi arttırmanın yanı sıra pek çok toplumsal farklılaşmayı –geleneksel değerlerin çözülüşü, batılı değer yargılarının benimsenişini beraberinde getirmiştir. Yeni değerlerin ve kapitalist yaşantının etkilerini 1950 ve 1970 yılları arasındaki magazin dergilerini inceleyerek açıklayan Oktay çalışmasında (2002), bu dönemde dergilerde kanaatkarlık olgusunun yerine fırsatların değerlendirilerek, girişimci bir ruhla para kazanmanın yüceltildiğini ve bilgilendirme amaçlarının yerini eğlendirmenin aldığını göstermiştir.

Amerika’da 1920’li yıllarda yaşanan ürün bolluğu dönemi, Türkiye’de 1960’lı yıllarda yaşanmıştır. Amerikalılar için çeşitli elektrikli aletlerin yanı sıra Ford otomobili, Türkiyeliler içinse Arçelik marka beyaz eşyanın yanı sıra, Anadolu’dan esinlenen bir
isimle “Anadol” marka otomobil üretilmiştir. Yaşanan bu yapısal değişimle birlikte, Türk
reklamcılığındaki dönüşümün temelleri atılmıştır (Yavuz: 2006).

1960‘lar, reklamcılığın gelişkin uygulamalarının görüldüğü yıllar değildir.

Büyükdoğan‘a göre, bu dönemde reklam müşterisi Sultanhamam‘daki 20 kişiden oluşmaktadır.

Bu kişiler reklam almak için Eminönü ve Sultanhamam civarında dolaşarak ilan toplamaktadır.

Reklam mecrası olarak yalnızca gazeteler ve dergiler vardır ve bu yayınların baskı kaliteleri gelişkin değildir. Günümüz anlamındaki bilboard kavramı henüz bilinmemektedir.

1970’lı yıllara gelindiğinde tüketimi etkileyen olgu, 1961 ve sonrası Avrupa’ya giden işçilerin ülkeye dönmeleriyle gerçekleşmiştir. İşçiler yurda dönerken yanlarında getirdikleri ürünlerle, yeni tüketim alışkanlıklarının hem kentlerde hem de kırsal alanlarda yaygınlaşmasını hızlandırmışlardır. Mal tüketiminin prestij ve toplumsal statü göstergesi sayılmasının da etkisiyle yeni tüketim kalıplarının ve arzularının kasabalar ve köylere kadar yayılması bu dönemde gerçekleşmiştir (Zorlu,2003). Anılan dönemde tüketim hızı üretim hızının üstünde seyretmiştir.

1972 yılında televizyonun reklamlara yer vermesi, reklam ajansları için büyük bir yenilik olarak kabul edilmiştir. Televizyonda reklam filmlerinin yayınlanmaya başlamasıyla reklamcılık, ciddi bir ekonomik faaliyet haline gelmiştir. Reklam ajansları sayısı, reklam harcamaları miktarı artmıştır (Öztürk,1981:6).

Reklamların geliştiği toplumlar, ekonomik anlamda tüketimi içselleştirmiş toplumlardır. Televizyonda reklamların yayınlanmaya başladığı yıllar olan 1970’lerde Türkiye, tüketim toplumu olma özelliğini tam anlamıyla kazanmamıştır. Ayrıca reklam endüstrisi teknik açıdan gelişmemiştir. Reklamlar gerçek hayattan yansımalar taşıdığı için, tüketim düzeyi düşük toplumun reklamlarının da sayısı az olacaktır. ‘70’li yıllarda reklamlar henüz hayatlar üzerinde belirleyici örnekleri sunmaya başlamamıştır. 1980’ler, tüketim toplumu olma yolunda daha belirgin öncüllerin oluştuğu yıllardır. Anılan tarihten itibaren ekonominin toplumsal yaşamda yarattığı dönüşüm, günümüze uzanan bir çizgide sürmektedir.

Amerika’da 1920’lerin başında yaşanan reklam ve tüketimin de tetiklediği toplumsal dönüşüm, Türkiye’de 1980’lerde yaşanmıştır.

Türkiye’nin tüketim toplumuna dönüşümü sırasında sanayisi gelişkin değildir.

Tıpkı 1920’ler Amerika’sı gibi Türk toplumunda da henüz bilinmeyen ürünler, reklamlar aracılığı ile “modern olmanın gerekliliği” şiar edinilerek tanıtılmıştır.

Türkiye 1980’lerde 1920’lerin Amerika’sına göre daha gelişkin kitle iletişim araçlarına sahiptir, 80’lerin ortalarından itibaren televizyon renkli yayına başlayarak reklamcılığın gelişimini sağlamış, 1990’larda özel televizyonlar ve radyolar yayın hayatına başlamış, gazete ve hobiler üzerine kurulu dergilerin sayısında artış yaşanmıştır. Türk ekonomisinin ithal ikameci yapısı nedeniyle bireylerin daha önce sahip olmadığı malların tanıtımında reklam, yenilikleri popülarize etme işlevini görmüştür.

Tüketimin İvme Kazanması ile Gelişen Reklamcılık
Süren, 80’lerden sonra tüketimin artışında baş aktörün dönemin başbakanı Turgut Özal olduğunu söylerken, Özal’ın Türkiye toplumunu “kanaatkar bir toplumdançıkarıp kapitalist toplumla bütünleşmiş bir “tüketim toplumuna” dönüştürdüğünü belirtmektedir. Ona göre, bu rejim mühim bir şey yapmış; Türk insanını tüketici yapıp, tüketim ekonomisinin içine sokmuştur. Batı’ya uyulacaksa -ki Batı tüketim kapitalizmine dayanmaktadır- Türkiye insanı da tüketmeli, tüketmek için para kazanmalı, para kazanmak için çalışmalıdır (Akt. Çetinkaya, 1993:51). Çetinkaya, özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkiye toplumunun bir “tüketim toplumuna” dönüştürülmesinin, Türk insanının tüketim ekonomisi içine sokulması fikrinin siyasi otorite tarafından kararlaştırıldığı düşüncesindedir.

12 Eylül sonrasında uygulamaya konan ekonomik tedbirlerle, tüketimi artırmak için sıradan insanlardan, geliri yeterli olmasa bile tüketim için istekli bir kitle yaratılması amaçlanmıştır. Günümüzde tüketim etiğinin Türkiye’de oturduğu ya da oturmakta olduğu görülmektedir. Birbirinin ardı sıra açılan alışveriş merkezleri, bu merkezleri bir mabedi gezer biçimde turlayan tüketiciler, artık farklı bir evrende yaşadığımızı göstermektedir. Bu evrenin kodları, tüketim dolayımından geçerek açılmaktadır; sevgiyi, ilgiyi göstermenin yolu dahi tüketim dolaylıdır günümüzde.

Reklam, Türkiye toplumunun doğulu yaşam biçiminden batılı yaşam biçimine geçiş
sürecinin hızlanmasında, önemli roller oynamaktadır. Özellikle bu sürecin hızlandığı ve
gelenekten kopuşların sıkça gözlendiği 1980 sonrası dönemde, reklamın rolleri daha
belirginlik kazanmıştır (Çetinkaya, 1993,68). Türkiye gibi sonradan modernleşen batılı
yaşam ülkelerde reklam, toplumun aynası olmaktan çok, bu yaşam biçiminin taşıyıcısı ve
bilinçaltına ulaştırıcısı olmuştur. Toplumun değerlerinin, alışkanlıklarının oluşturulması
ve alışkanlıklarının doğrultusunun belirlenmesinde önemli roller üstlenen reklamın, Türk
halkına modern yaşam biçimini öğretmek gibi bir yan işlevi de vardır.

‘80 öncesi reklam için yapılan çalışmalara “reklam harcaması”, 1980 sonrasında “reklam yatırımı” denmiştir.

1980’lerde reklamcılar Türkiyeli tüketicilere eski alışkanlıklarını bırakarak yeni alışkanlıklar edinmeleri yönünde telkinde bulunmuşlar, örneğin suyun şişeden içilmesi, sütün kutulu, ambalajlısını tükettirme yönünde bir uğraş vermişlerdir.

Popüler kültürel değerlerle bezeli sunumlar –moda olan, out/in kabuledilenlerle- tüketim yönlendirilir. İnsanlar mallara sahip olarak/sahip olmayı hayal ederek, onları kullanarak ya da bu mallara ilişkin konuşarak tüketim toplumu ideolojisini canlı tutarlar.

Sonuç
Kimi zaman varlığının dahi farkına varılmayan pek çok mal, reklamlar aracılığı ile yaşamlarımıza dahil olmuştur. Artık o mallardan “ihtiyaçlarımız’ olarak söz ediyoruz.

Kaynakça(ilgimi çekenler)
Ahmad, Feroz, (1999). Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Kaynak Yayınları.

Akçura, Gökhan, (2002a). “Reklam-ı Evvelde Ses ve İşaret Vardı, Uzun Metin Sevenlerden misiniz?” Ivır Zıvır Tarihi 3, İstanbul: Om Yayınları, s. 7-16.

Akçura, Gökhan, (2002b). “Reklamverenler Tarihi, Uzun Metin Sevenlerden misiniz?” Ivır Zıvır Tarihi 3, İstanbul: Om Yayınları, s. 25-44.

Bali, Rıfat, (2001). “Ertuğrul Özkök: Yeni Türk İnsanının Heykeltıraşı”, Birikim,
s.144, 57-65.

Belge, Murat, (1982). “Kültür”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 5.

Belge, Murat, (1984), “Türkiye’de Günlük Hayat”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, Cilt 3: 837-867.

Buğra, Ayşe, (2011). Devlet-Piyasa Karşıtlığının Ötesinde / İhtiyaçlar ve Tüketim
Üzerine Yazılar, İstanbul:İletişim.

Chaney, David, (1999). Yaşam Tarzları, (çev.) İrem Kutluk, Ankara:Dost.

Harvey, David, (1997). Postmodernliğin Durumu, (çev.) S. Savran, İstanbul: Metis.

Oktay, Ahmet, (2002). Türkiye’de Popüler Kültür, İstanbul:Everest. Oskay, Ünsal, (1993). XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri, İstanbul:Der Yayınları.

Öztürk, T., (1981). Reklamda Eğitim Sorunu Üzerine Bir Tartışma, Mesaj, Sayı:8:4-9.

Parmaksızoğlu, D., (1982). Reklamcılıkta 26 Yıl. Mesaj, Nisan,12, 12-13.

Ritzer, George, (2000). Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek, (çev.) Ş., S. Kaya, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Türkoğlu, Nurçay, (1995). Türk Reklamcılığının Popüler Tarihi I (1938-1980),
Evrensel Kültür, 37. s. 4-7.

Weber, Max, (1997). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Hil: İstanbul.

Weiskoph, Walter A., (1996). Yabancılaşma ve İktisat. (çev.) O. Köymen, İstanbul: Anahtar Kitaplar.

Wernick, Andrew, (1996). Promosyon Kültürü:Reklam İdeoloji ve Sembolik
Anlatım, (çev.) O. Akınhay, Ankara: Bilim ve Sanat.

Marketing Türkiye (1994) Y3:S71

6 Aralık 2015 Pazar

Modern Dünyada Gündelik Hayat – Henri Lefebvre


Modern Dünyada Gündelik Hayat – Henri Lefebvre

Zaman, değişmenin zamanıdır. Herhangi bir yerel, kısmi dönüşümün zamanı değil geçişlerin ve geçiciliklerin, çatışmaların zamanıdır. Diyalektiğin ve trajedinin zamanıdır. Irmak simgesi ile sunulan bu zamansallık içinde, gerçek ve düş bir bütündür. Zamanın yapısı yoktur. Yazı, arzular dünyasını ele alır; anlatı, kendi gündelikliği içinde (tam da gündelik bir şey olduğu için) bir düşe benzer. Yapmacık hiçbir yanı yoktur. Anlatı, okuru bir tür dil karnavalının, dilin bayramının, edebi dilin çılgınlığının içine sokarak, kozmik bir günün hareketli görüntüsünü verir. S. 12

Gündelik hayat döngülerden oluşur ve daha geniş döngüler içine girer. Bir şeye başlamak, aslında baştan alıp yeniden başlamak, yeniden doğmak demektir. O büyük Irmak’ın, Herakliton’çu oluşun içinde pek çok şaşırtmaca saklıdır. Irmak’ın akışında hiçbir çizgisellik yoktur. Simgeler ve kelimelerle (ve bunların yeniden belirmeleriyle) ortaya çıkan denkliklerin burada ontolojik bir değeri vardır. Bu simgeler ve kelimeler Varlık’ın içinde erirler. Saatler, günler, aylar, yıllar, dönemler ve yüzyıllar iç içe geçerler. Büyüye ve imgesele ait olan yineleme, çağrıştırma, diriliş, görünüşün altında gizlenen gerçeğe ilişkin kategorilerdir. s. 14-15

Geçmişin, şimdinin ve geleceğin eşzamanlılığı, zamanı mekan içinde eritir; bu eşzamanlılığa hala “roman türüne ait” olduğu iddia edilen bir anlatıdan ziyade filmlerde rastlarız. S. 17

Peki, zamanın olmadığı bir yerde anlatımın sürekliliğini sağlayan şey nedir? Gündelik hayat ve bu hayatın değişmez özellikleri tabi ki! S.17

Felsefeye göre gündelik hayat, felsefi olmayan gibi; ideal (ve kavramsal) olana kıyasla ise gerçek dünyaymış gibi görünür. Felsefi hayat gündelik hayat karşısında üstünlük iddia eder; aslında soyut ve orada olmayan, mesafeli, kopuk bir hayattır. S. 22

Gündelik kavramı felsefeden gelir ve felsefe olmadan anlaşılamaz. S. 23

Bolluk toplumu. Bolluk toplumuna geçişin çağımıza damgasını vurduğu ve buradan bir tanım çıkarabileceği söylenir. Gerçekten, sınai üretim ve “teknoloji”, üretici faaliyetlerin otomasyonu sayesinde, sınırsız bir üretkenliği kurgulanmasını sağlar. S. 64

Bolluk toplumu, hatta israf toplumu denilen toplumlarda, ABD ve Avrupa’nın yüksek düzeyde sanayileşmiş ülkelerinde, yoksulluk ve maddi sefalet adacıkları varlığını sürdürmektedir. Öte yandan, her terde yeni bir yoksulluk türü de ortaya çıkmaktadır; bazı temel gereksinimler karşılanırken (neleri terk etme, nelerden vazgeçme pahasına?), bu üretimci toplumda, “kültürel” denilen incelikle gereksinimler ve “toplumsal” olarak adlandırılabilecek başka temel gereksinimler önemli ölçüde “karşılanmamış” olarak kalırlar. Yeni yoksulluk toplumda kök salar, genelleşir, yeni toplumsal tabakaları (“beyaz yaratıklar”, memurlar, teknisyenlerin önemli bir kısmı ve “serbest meslekler”, vs) proleterleştirir. S. 65

Boş zaman toplumu? Günümüzde tanık olunan geçiş, büyük değişme, kıtlıktan bolluğa olduğu kadar, işten boş zamana geçiş de değil midir? Çağ değiştiriyoruz, egemen “değerler”imizi değiştiriyoruz; zor bir değişim bu. S. 65

Boş zaman toplumu deyimi de, tıpkı öncekiler gibi, olgulara dayanır. Bu adlandırmayı kabul etmeyi güçleştiren başka olgular sunalım. Kıyaslamalı bir biçimde çözümlendiğinde, zaman kullanımı da yeni görüngülerin ortaya çıktığını gösterir. Eğer saatler (günün, haftanın, ayın, yılın saatleri), (mesleki işe ayrılan) zorunlu zaman, (eğlenceye ayrılan) serbest zaman, (ulaşım, yürütülecek işlem, formaliteler, vs gibi iş dışındaki çeşitli gerekliliklere ayrılan) zoraki zaman şeklinde üç kategoride sınıflandırılırsa, zoraki zamanın arttığı saptanır. Zoraki zaman boş zamandan daha büyük bir hızla artar. Gündeliklik içine yerleşir ve gündelik hayatı zorlamaların toplamıyla (bütünüyle) tanımlamaya yönelir. Şu halde modernlik, boş zaman çağını yaşamamaktır. S. 65-66

Bilgi, ironi ve itiraz ile beslenir. S. 82
(Resim: Leyla Qambarli)

Gündelik hayatın ağırlığı kadınların üzerindedir. Kadınlar var olan durumu tersine çevirerek gündelik hayattan bir çıkar sağlayabilirler; ancak her durumda bu yükü taşımaya devam ederler. Bir çok kadın bu ağırlığın içinde tutsak sayılır. Kimileri için düşünmek, kaçmak demektir; artık görmemektir, çamura battığını unutmaktır, onları dibe çeken yapışkan kütleyi artık algılamamaktır. Kadınların ikameleri vardır; kadının kendisi bir ikamedir. Erkeklerden, insanlık durumundan, hayattan, tanrılardan ve Tanrı’dan şikayetçidirler. Ancak hep ıskalarlar. Kadınlar gündeliklik içinde hem öznedirler, hem de gündelik hayatın kurbanlarıdırlar, dolayısıyla nesnedirler, ikamedirler (güzellik, dişilik, moda, vs) üstelik, ikamelerin çoğalmaları kadınların aleyhinedir. Kadın aynı zamanda hem alıcı hem de tüketicidir; hem metadır, hem de metanın simgesidir (reklamlardaki çıplak beden ve gülümsemedir). Gündelik hayat içindeki durumlarının belirsizliği (ki bu gündelikliğin ve modernliğin çabasıdır), anlamaya giden yolu onlara kapatır. Modernlik, gündelikliği onlar için, onlar sayesinde dikkat çekici bir biçimde gizler, Robotlaşmanın, kadınların “kendiliğindenliğine” karşın, ya da “kendiliğindenliği” yüzünden kadınlar nezdinde başarılı olmasının nedeni, kadınların önem verdikleri şeylerin (moda, ev içinin düzenlenmesi, çeşitli öğeleri bir araya getirerek bir kişilik ve ortam yaratma isteği) niteliğidir. S.88

Gündelik hayat modernliğin bilinçaltı ve bilinçsizliğidir. S. 132

Gündelik hayat tatilin, tatil gündelik hayatın karşıtıdır. S. 138

Yapay olan moda değildir, çevresinde olup bitenlerdir: Modanın pazarıdır. S.180

Moda sisteminin keşfinin/oluşturulmasının “hakikat” olması için, gerçek kadınların bu elbiseleri veya mantoları giymeleri gerekmez; olsa olsa, gerçek kadınların, dergilerin okuyucusu olan kadınların, “sunumlar”a eşlik eden söylemi okumaları gerekir. Belki de gerçek kadın okuyucular, sadece fotoğrafları yorumlayan kelimelerin ve metinlerin çağrışımlarını hissederler. Belki de sadece haberleri okur veya izlerler. Asıl önemli olan şey, bunun yazılı olmasıdır. S. 180

Moda, hem fiziksel özne olarak bedeni, hem de toplumsal özne olarak uyarmayı ortadan kaldırır. Bu şekilde, konfeksiyondan ve hazır giyimden ayrılır. Kendi içeriğini dışlar: Alıcı ve tüketici kadın, tüketim simgesi kadın, mal olarak (bedeni de dahil olmak üzere) kadındır bu. s. 180


Moda, gündelik hayatı onu dışlayarak yönetir. S. 181

Modern Dünyada Gündelik Hayat – Henri Lefebvre
Metis Yayıncılık



4 Aralık 2015 Cuma

Robert Bocock - Tüketim



Tüketim – Robert Bocock
Tüketim kavramı, sosyologlar, toplum psikolojisi ile uğraşanlar ya da sosyal kuramcılardan çok, ekonomistlerin, reklamcıların ve Pazar araştırmacılarının ilgi konusu olduğu düşünülebilir. S. 11

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, batı toplumlarında, Japonya’da ve Güneydoğu Asya’nın diğer bölgelerinde, mal ve hizmet gittikçe daha büyük gruplar için ulaşılabilir hale gelmekteydi. Tüketim olgusu, bir dizi sosyal, kültürel ve ekonomik uygulama halinde ve tüketim ideolojisiyle birlikte, 1960’ların protestocu gruplarının kalplerinde ve beyinlerinde olmasa da, milyonlarca sıradan insanın gözünde kapitalizmi geçerli ve saygın hale getirmeye yardımcı oluyordu. S. 12

Levi-Strauss, yapısalcılığı yazı dilleri olmayan, yani okur yazarlık öncesi dönemlerini yaşayan toplumların analitiği için geliştirmişti. Çalışmalarında, bu tür toplumlara has efsanelerin ve dini törenlerin “yapılarında” gösterge ve sembollerin önemini vurgulamıştır. İlgi alanı yazılı dile sahip modern toplumların analizi olanlar ise, gösterge ve sembollerin bu toplumlarda da önemli olduğunu fark edince çok şaşırdılar. S. 12

Tüketim olgusuna yalnızca yararcılık açısından ve ekonomik bir süreç olarak değil gösterge ve sembollerin de içinde olduğu bir sosyal ve kültürel bir süreç olarak da bakmak mümkündür. S. 13

İnsanlar, bir kez modern tüketim ideolojisiyle ilgili sosyal ve kültürel uygulamalardan etkilendikten sonra, filmlerde, yazılı basında ve televizyonda sergilenen malları satın almaya ekonomik güçleri yeterli olmasa bile, o mallara sahip olmayı arzu edebilirler ve etmektedirler de. S. 13

Batı kapitalizmini benimsemiş toplumlarda, üretilen malların gösterge ve semboller kullanılarak tüketicilerin çoğuna satılmasıyla, tüketim ile arzular arasında bir bağlantı kurmuş olur. Satın alınan giysiler veya belli tarzda mobilyalar aracılığıyla belli bir kişilik kalıbına girebilmek arzusu , ekonomik durgunluk dönemlerinde de ortadan kaybolmamaktadır. S. 13

Modern kapitalizmde tüketimin gelişmesi açısından en önemli yıllar 1950’den sonraki on yıl olmuştur. Dolayısıyla tüketimin on yılı 1980’li yıllar değildir. S. 15

Tüketim kavramının ait olduğu temel kuramsal çerçeveye bağlı olarak çeşitli anlamları mevcuttur. Örneğin, bazı sosyologlar, tüketim kavramını, bu kavramın monetarist, Keynesçi veya Marxçı ekonomik kuramlar içinde kullanıldığından farklı şekilde kullanmışlardır. Sosyologlar, sosyal hareketlerle ilgili analizlerini politik ve ekonomik hareketlerden ayrı geliştirdikçe tüketim olgusuna da, arz ve talebe, üretime, para miktarına veya faiz oranlarına bağlı özellikle ekonomik bir hareket olarak değil de, sosyal bir olgu olarak yaklaşmaya başlıyorlar .örneğin Max Weber daha sonraki aşamalarda sosyolojinin farklı bir kuramsal tartışma olarak gelişmesinde önemli bir rol oynamış olan toplumsal analizinde, bir sosyal statü kavramı geliştirmiştir. S. 15

1.       Modern Tüketim Kavramının Doğuşu
Batı tipi modern kapitalizmde tüketimin sosyal ve kültürel rolünün öyküsü, o sıralarda yani 1950-1960 yıllarda tanımlandığı şekliyle “kitlesel tüketimin artması” devam etti. Kitlesel tüketimin 1550’lerin başı ile 1960’ların sonuna kadar olan dönemin belirleyici özellikleri olarak kabul edilen bir takım ilginç özellikleri vardı. 1970-1980 kadar olan dönem içinde bazı yazarlar aralarında, yeni, hatta “post modern “ bir tüketim modelinin gelişip gelişmediğini tartıştılar. S. 21

İlk tüketim modelleri

Kalvinist yapısıyla prütenlik tarım ve imalat kapitalizminin ilk burjuvalarını önemli ölçüde etkilemişti. S. 21

İnsanların, evlerini ve bedenlerini süsleyebilecekleri mal çeşitlerinin farkına varması ve bunları satın alma güçlerinin artması yoluyla, 18 yüzyılın ilk altmış yılı bir “tüketim devriminin” gerçekleşmesine şahit oldu. Aristokrasi ve taşralı kibarlar kadar şehirli orta sınıflar arasında da bu tür tüketim mallarına artan ilginin pazarı büyütmesi, 18 yüzyılın son otuz yılında, örneğin Lancashire’da pamuk imalatının artması gibi, daha geniş ölçekte bir endüstriyel üretim hacminin doğmasına yol açtı. S. 24

Endüstriyel Kapitalizm ve Tüketim

Modern dönemin başlarında tüketiciler, tüketimin, yaşamlarında önemli bir rol oynadığı ve onlara kendilerini sosyal statü gruplarından ayırt edebilme yolları sağladığı gruplar olarak tanımlanabilirlerdi. Tüketim olgusu bu grupları oluşturan insanların bir toplumsal kimlik duygusuna sahip olmalarına da olanak sağlıyordu. S. 24

Veblen ve Simmel, batı toplumlarındaki yeni yaşam tarzlarıyla ile ilgili çalışmalarına büyük şehirlerin merkezlerinde ilk büyük marketlerin açılışında başlamışlardı .bu marketler alışveriş yapanlara tek bir çata altında erzaktan mobilyaya, çanak çömlekten giysilere, mutfak araç gereçlerinden yeni elektrikli aletlere kadar, toplu tüketim için imal edilmiş her şeyi bulabilme olanağı sunmaktaydı. S. 25

Simmel (Büyük şehir ve entelektüel yaşam)
Modern tüketim kalıpları bir ölçüde, şehir ve onun banliyölerinden oluşan metropollerde yaşamanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. S. 27

Şehir yaşamı bir tarza sahip olma bilincini, yani hem belli bir gruba has belirleyici özellikleri hem de bireysel seçimlerini yansıtabilecek bir alan içinde tüketme gereksinimini arttırır. S. 27

Şehirdeki birey daha çok, bir kimlik duygusu yaratabilmek, kim olarak algılanmayı arzu ettiğini belirtebilmek amacıyla tüketmektedir. S. 27

Amerikalı otomobil yapımcısı Henry Ford, sıradan aile için seri üretim yoluyla ürettiği ilk otomobiller aracılığıyla, batı kapitalizminin gelişiminde önemli bir değişim olarak nitelendirilebilecek bir başarı kazandı. Ford çalışanlarına yüksek ücretler ödüyor ve ürettiği otomobilleri çalışan kesimdeki ailelere satmayı amaçlıyordu. Bu, yirminci yüzyılın ilk on yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde toplu üretim ve toplu tüketim yönünde bir yükselişin ilk işaretiydi. Bu yükseliş Gramsci tarafından “Fordizm” olarak adlandırılmış ve daha sosyal bilim diline yerleşmiştir. S. 29

“Fordizm”de üretimin hedefi, benzer mallardan oluşan toplu bir pazarın tüketicileriydi . s. 29

1950’li yıllara varıldığında, varıldığında, ABD’de çoktan yerleşmiş olan bir modeli izleyen “kitlesel tüketim”, önce İngiltere de sonra Batı Avrupa’nın diğer ülkelerinde, belirgin bir biçimde modern bir yaklaşımla, çok yoksul olanlar dışındaki tük gruplar arasında gelişmeye başlamıştır. S. 30

“Fordist” seri üretim ve toplu tüketim döneminde yeni tüketici grupları türedi. Bu gruplar satın aldıkları şeylerde bir seçim yapmaya başladılar. Reklamlar aracılığıyla, tanınmamış sabun tozlarından arabalara, içecek, sigara, giyim eşyaları ve mutfak araç gereçlerine kadar her şeyde marka imajları yerleşti. Ayrıcalıklı hedef kitle, henüz anne babalarıyla yaşamakta olup oldukça yüksek ücretli işlerde çalışan genç kadın ve erkeklerdi. S. 31

Yeni Tip Tüketiciler

Kimlik duygusunun oluşumu, belirli giyim eşyaları ve ayakkabılar gibi tüketim mallarının kullanımı, belirli müzik gruplarının şarkıcıların veya futbol takımlarının taraftarlığını da içerecek şekilde, müzik veya spor etkinliklerine katılım yoluyla elde edilebilecek bir süreç olarak algılanabilir. Bu tür tüketim kalıpları, kimin grup üyesi olup kimin olmadığını tanımlayabilecek temel unsurlar olarak kullanılabilir. Böyle oluşumlara en çok 14-30 yaş arası genç gruplarında rastlanır. Daha büyük yaş gruplarında ve evlenip çoluk çocuğa karışmış olanlar arasında da benzer kalıplar geçerli olmuş ve olmaya devam etmektedir. S. 36-37

2.       Tüketimin Kuramsallaştırılması

Tüketim kavramının anlamı, farklı genel kuramsal görüşlere göre değişip çeşitlenebileceği gibi, tek bir görüş içinde analiz edilen tarihsel döneme bağlı olarak da farklılık gösterebilir. S. 42

Tüketimin, endüstriyel kapitalizmin üretim modelleri içinde yer alan bir olgu olarak görülmesi gerekir. S. 42

Tüketim Malları ve Üretim

Marx’a göre bir tüketim malı, doğrudan kullanım ve tüketim amacı ile değil, pazarda saytış amacı ile üretilen bir üründü. S.43

Endüstriyel kapitalizmde işçiler kendilerine ait olmayan araç ve makinelerle, yine kendilerine ait olmayan mallar üretirler. Bu şekilde yabancılaşmış bir tüketimin temelleri atılmış olur. Proleteryanın üyeleri kendilerinin ya da başka emekçilerin üretmiş olduğu malları satın almak zorundadırlar. Bunu ücret ya da maaşlarından elde ettikleri para ile ya da gelecekteki kazançlarına karşılık borçlanarak yaparlar. Bu şekilde, “tüketici” olmak için zorlanmış olurlar. S. 44

Kültürel Değerler

İlk püriten kapitalistler çok çalıştılar; işleri gelişti, çok çalışma üzerine kurulu ahlak sistemi içinde, lükse az para sarf ederek, bu çok az harcamanın bile genellikle şeytan işi olduğunu düşünerek yaşadılar. S.46

Tüketicinin modern kapitalizmin kendisine sağladığı mal ve hizmetleri satın alma arzusu ve olağanı ile bu malları bir Pazar için üretip satmak yoluyla kazancın sürdürülmesi gibi ekonomik hareketler, daha geniş bir toplumsal ve kültürel bağlam içinde oluşurlar. S. 47

Yabancılaşma, uzaklaşma ve nesneleşme kavramları, yabancılaşma analizini tüketim boyutlarına kadar genişletmek amacıyla kullanılabilecek kavramlardır. S. 50

Modern Kapitalizmde Tüketimin Rolü

Endüstriyel kapitalizmin ilk dönemlerinde kişinin kimlik duygusunu tüketim kalıpları oluşturuyordu. Çoğu kişinin yaşamı çalışma yaşamındaki rollerin baskısı altındaydı ve maden işçisi, çiftlik işçisi, fabrika makinisti olmak onlara çekirdek bir toplumsal kimlik duygusu sağlıyordu. S. 56

İnsanlar artık gelişmiş toplumlarda yalnızca yaşamlarını sürdürebilmek için değil, aynı zamanda tüketim mallarını almaya güçleri yetsin diye de çalışmaktadırlar. Reklamı yapılan malların tamamı herkes tarafından alınamasa bile, çalışan insanların çalışmalarının hedefi ve ödülü olarak işlev görmektedirler. Önemli olan tüketimin çağımızda neredeyse bu dünyaya ait olmayan, gerçek üstü, sembolik bir düzeye eriştiği, böylece satın alma eylemi kadar satın alma fikrinin de ücretli işlerde çalışan birçokları için güdü haline geldiğidir. (Baudrillard, 1988) s.57

İşsiz kişi tüketimi hayal bile etme kapasitesini ve isteğini kaybedebilir. Yine de birçok kişiyi ücretli işlerde çalışırken ayakta tutan şey bu tüketim malları ve deneyimleri ile ilgili hayallerdir. Aynı hayaller işsiz durumda olanların da yıkılmasını engelleyecektir. S. 58

Modern tüketiciler fiziksel olarak pasif ama, zihinsel olarak çok meşguldürler. Tüketim her zamankinden fazla kafada çözülmesi gereken b ir deneyim, beyinsel ve zihinsel bir olgudur. Yalnızca vücudun gereksinimlerini doyuran basit bir süreç olmaktan çıkmıştır. Bu şekilde, yabancılaşma ve uzaklaşma modern tüketim kalıplarına da girmiştir. Tüketiciler durmaksızın yaratıcılık ve özerklik duygusu yaşamaktan uzak kalmaktadırlar. S. 58

Marx için, yabancılaşmamış etkinliğin tanımlayıcı özelliği insan yaratıcılığı idi – sanatçı ve zanaatkarlar bunun ideal ve tipik örnekleriydi.1950’den sonra televizyonun ortaya çıkması iş dışında geçirilen zamanı değiştirdi. İngiltere’de ve diğer kapitalist Batı toplumlarında televizyon seyretmek, özellikle 25 yaşın üzerindekiler için, en önemli boş vakitlerini değerlendirme aracı haline geldi. Bu, bir çok insan için evde müzik yapmanın, sinema ya da tiyatroya gitmenin ve mahallenin sosyal olaylarına katılmanın yerini aldı. Aktif yaratıcılığın bir çok insanın boş zaman uğraşılarının dışında bırakılması, yabancılaşmanın artmasına ve iş yerlerinde olduğu kadar tüketim alanında da derinleşmesine yol açtı. S.59

Tüketim fikrinin, televizyon ve reklamlardaki görüntülerinin tüketilmesi anlamını içerir. Sembolik anlamlar modern tüketiciyi, giysilerini, otomobillerini, disklerini, önceden kaydedilmiş video kasetlerini ve ev eşyalarını satın alırken etkiler. Satın alınanlar yalnızca basit, doğrudan, faydacı bir kullanımı olan maddi bir nesne değil, bir anlam ileten, o sırada tüketicinin kim olmayı amaçladığı sergilemek amacıyla kullanacağı nesnelerdir. Tüketim malları, insanların, kimlik duygularını, tüketim kalıpları içindeki sembollerin kullanımı aracılığıyla oluşturdukları bir yöntemin parçalarıdır. (Kellner) s.59

Tüketim ve Semboller

Örneğin, bir bölgede yaşayan insanlardan küçük bir grup markalı giyimin, belli tarz otomobillerin veya buna benzer nesnelerin tüketicisi olduklarında, diğerleri de onlar gibi olmayı isteyebileceklerdir. İnsanların, toplumsal eğitim yoluyla daha önceden kazanmış olabilecekleri çileci değerler dizisiyle, tensel zevklerine yönelik yeni arayışları arasında bir gerginlik durumu oluşabilir. (Fearstone)s.61

Tüketiciler mal ve deneyimlere sahip olmayı yalnızca arzu etmekle kalmamalı, onları satn almalıdırlar. Aksi halde imalatçılar, hizmet endüstrileri, finans şirketleri veya dükkan sahipleri kazanç sağlayamazlar. S. 61

Günümüzde, erkeklerin önce kendi gözlerinde, sonra da diğer erkeklerin ve kadınların gözlerinde güzel görünmelerine izin verilmektedir. S.62

Fark edilmesi gereken nokta bilinçle bilinçdışı arasındaki sınırın zaman içinde değişebildiğidir. Bir kuşağı heyecanlandıran hatta şok eden olaylar, daha sonraki kuşak için sıradan konular olabilir. S. 63

Yapısalcılığa Dönüş

Yapısalcılığa yöneliş  iki önemli yanılgıdan kaçınmayı hedeflemiştir: tarihselcilik ve ruhbilimselcilik. S. 64

Levi-Strauss mitlerin işleyiş şekillerini matematikteki “ikili karşıtlık” kavramını kullanarak analiz etmeyi amaçlıyordu. Bir çok mite, ikili karşıtlıkların incelikle işlenmesi sonucu çıkmış ürünler olarak bakılabileceğini öne sürmekteydi. Kadın/erkek, sıcak/soğuk, katı/sıvı, yenilebilir/yenilemez,, siyah/beyaz, kutsal/bayağı, çiğ/pişmiş gibi karşıtlıklar çeşitli şekillerde birleştirilerek, kendine ait bir dizi değişkeni olan mitsel düşünce yapısını yaratıyorlardı. İkili karşıtlığın iki tarafını birbiriyle ilişkilendirmek için sık sık ara kategoriler kullanıyor veya anlamları çok açık olmadığından, yani grup tarafından kullanılan ikili karşıtlıkların dışında kaldıklarından, bu tür kategoriler yapı içinde ya özellikle huşu verici çıkıyorlardı. Balgam veya bal gibi yapışkan ve yumuşak, ne katı ne sıvı olan bu konu için örnek oluşturabilir. S. 66

Tüketim, bir dizi özerk ekonomik etken sonucunda yerleşmiş olan farklılıkları ifade etmeye değil, sosyal gruplar arasında farklılıklar oluşturmaya yarayan bir toplumsal ve kültürel uygulamalar dizisi olarak kabul edilebilir. Örneğin, yiyecek, giyecek, içecek, televizyon ve video izlem, ev eşyaları ve ev döşeme gibi konularda, çalışan sınıfların tüketim tarzları arasında önemli farklılıklar vardır. S. 71

Baudrillard, tüketimin her zaman semboller ve göstergelerin tüketimi demek olduğunu savunmuştur. S. 74

Baudrillard, değişik bir yaklaşım sunmaktaydı. Buna göre, tüketimin, malın alıcısının, aktif biçimde katıldığı ve satın alınan malları sergileyerek bir kimlik duygusu yarattığı ve bu duygunun korunduğu bir süreç olarak kavramsallaştırılması gerekiyordu. S. 74

Tüketim, yalnızca, reklam endüstrisi ve ticari çıkarların pasif bir izleyici kitlesini etkilemesiyle oluşan, modern tüketicilerin bir etkinliği olarak görünmemelidir. Bu olgu, hem kollektif ve hem de bireysel kimlik duygularının sembolik oluşumunu içeren etkin bir süreç haline dönüşmüştür. Kimlik duygusu artık belirli bir ekonomik sınıfa ve sosyal statü grubuna üye olmakla veya doğrudan etnik köken veya cinsiyet yoluyla insanlara kazandırılan bir şey olarak düşünülmemelidir. Gittikçe daha çok sayıda insan kendini kimliğini kendisi oluşturmak durumunda kalmaktadır. Bu etkin kimlik oluşturma süreci içinde tüketim önemli bir rol oynamaktadır. Baudrillard, tüketicilerin örneğin giyim eşyası, gıda, takı, mobilya veya bir eğlence tarzını, kim olduklarıyla ilgili zaten var olan duygularını dışa vurmak için satın almadıklarını öne sürer. Aksine insanlar, kimlik duygularını, bu satın aldıkları şeyler aracılığıyla oluşturmaktadırlar. s . 74

Bu, tüketimde hiçbir sınır olmadığını gösterir. Eğer safça inanıldığı gibi tüketim bir yalayıp yutma, bir içine çekme isteği olsaydı, o zaman bir doyuma ulaşmamız gerekirdi. Ama durumun böyle olmadığını biliyoruz: hep daha fazla ve daha fazla tüketmek istiyoruz. Bu karşı konulmaz tüketim isteği ne bir takım psikolojik etmenlerin sonucu ve ne de basit bir rekabet gücüdür. Eğer tüketim bastırılamaz bir duygu gibi görünüyorsa, bunun sebebi (bir noktanın ötesinde) artık gereksinimlerin doyurulması yada gerçeklik ilkesi ile ilişkisi kalmamış olan tam bir idealist uygulama olmasıdır;…  Dolayısıyla tüketimi “yatıştırmak” veya gereksinimler için normalleştirici bir ilişki ağı oluşturma arzusu saf ve saçma bir ahlakçılık olacaktır. (Baudrillard, 1988:24-5) s. 75

 Tüketim idealist bir uygulamadır. Bunun anlamı tüketilenlerin nesneler değil, düşünceler olduğudur. S. 75

Modern kapitalizmin geliştirdiği toplumsal yapılarda, tüketim malları ve deneyimlerini arzulamaya devam etmek kaderimiz haline gelmiştir. S. 75

Tüketim yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir süreçtir. S.76

Arzular, Kimlik ve Tüketim

 Reklamlarda ya da televizyon programlarında izlediklerinin sonucu olarak arzu ettikleri ve zevk alacakları tüm deneyimleri karşılamaya ekonomik güçleri yetmese de, birçok insan alıcı ya da tüketici olmayı istemeye devam eder. S82

Postmodernizm, kapitalizmin gelişmesi sırasında yaşanan bir evredir ve böyle olmaya devam etmektedir. S. 84

Postmodern koşullarda, kimlikler devamlı bir değişim hali içindedir; bireyler bir alt kültür grubu ve heyecanından diğerine özgürce geçebilirler; daha önce farklı kategorilerde yer almış olan her şeyi karıştırıp, birbirine uydurabilirler. Örneğin, modernizmde oldukça farklı dinleyici gruplarına sahip olduğu düşünülen pop müzik, caz, country ve western, “klasik” ve “çağdaş” müzikler, postmodernizm koşullarında bir araya gelmişlerdir. Aynı insan, daha önce birbirinden farklı, değişik türde oldukları düşünülen müziklerin üç veya daha fazlasını dinleyip, çelebilmektedir. S. 86

Modernizmde belli statü grupları için farklı kalıplar olarak açıkça çizilmiş olan giyimde, otomobilde, iç dekorasyonda, televizyon izlemede veya gıda çeşitlerinde farklı tarzlara sahip olma bilinci, postmodernizm koşulları altında birbiriyle karıştırılarak bir araya getirildi. Postmodern modelde, aynı insanın sabahları geleneksel gıdalar yiyen ve geleneksel giyim tarzını benimseyen biriyken, bir akşam pop konserine gidebileceğini, otomobilinde ve evinde “klasik” müzik dinleyebileceğini ve bir başka gün klişeye, camiye, sinagoga, tapınağa, ya da New Age toplantılarına gidebileceği varsayılır. S. 87

Kapitalizmde bebekler be küçük çocuklar arzulayan tüketiciler olmaya alıştırılıyor olabilirler, ama bu onları birer makine haline çevirmeyecektir, ne arzu makinesine, ne de başka bir tür makineye. İnsanlar sembol üreten, sembol tüketen varlıklardır. S. 89

Yiyecekler, içecekler, oyuncaklar, giysiler ve televizyon küçük çocuğun ilk tüketim deneyimlerinin parçalarını oluşturur. Bebekler ve çocuklar gelişimlerinin en erken çağlarında toplum tarafından tüketici olmaya alıştırılırlar. Tüketim, batı kültüründeki kız ve erkek çocuklar için gelişimlerinin çok erken dönemlerinde, erotizmle ve bebeğin cinsel arzuları ile ilişkilendirilmiştir. Bu ilk bebeksi duygu ve heyecan tabakalarının yetişkin tüketicilerde de devam ettiği varsayılır, çünkü bu duygular bilinçdışında kalıp, reklamlar yoluyla yüze çıkabilmektedir. S. 91

Tüketim olgusunun ardındaki arzular yalnızca bedenin biyolojik işlevleri sonucu değil, kültürel kavram ve göstergelerin, bedenin cinsel ve erotik etkinlik kapasitesi ve saldırganlık kapasitesi ile bağlantı kurdukları noktada üretilirler. (Freud, 1920,Lacan, 1977: Bölüm 2) s. 94

Bebekler konuşmayı öğrenmek, insan kültürüne uyum sağlamak için gerekli güdüyü annelerinin gözüyle kurdukları bu ilk bağlantı ile yani annenin bakışı ile kazanırlar. S. 94

Dükkan vitrinleri, mağaza sergileri ile dergi ve gazetelerde ve hepsinden fazla da televizyonlarda yer alan reklam görüntülerini de kapsayan modern tüketimcilik, işlevini kısmen görüntüler aracılığıyla göze seslenerek sürdürür. S. 95

Televizyon reklamlarına, dergi ve gazete reklamlarının fotoğraflarına ve alışveriş merkezlerinde vitrinleri seyreden insanlara bakarken, insanın iç dünyasına bakarken, bunların bir takım anlamsız etkinlikler olmayıp, milyonlarca sıradan insanın iç dünyasında oldukça önemli etkiler yaratan tüketim hareketleri olduğu görürüz. S. 95

Adına tüketim ekonomisi denilen olgu ve kapitalizmin politikası insanoğlunu saldırgan ve şehvetli bir biçimde mala bağlayan ikinci bir doğa yaratmıştır. İnsanlara önerilip kabul ettiren, sahip olmak, tüketmek, uğraşmak, araç-gereçleri, aletleri, motorları sürekli olarak yenilemek, bu malları insanın kendi yıkımı pahasına kullanmak için duyulan gereksinim, “biyolojik” bir gereksinim halini almıştır… o halde, insanoğlunun ikinci doğası, onun bir tüketici olarak kendisini alım ve satımlarla tüketen varlığını yok edecek herhangi bir değişime karşı duracaktır. (Marcuse) s.98

Kimlik oluşumu ve onu sürdürme süreci, bir anlamda arzuların oynadığı rolle ilgilidir, çünkü kimlik durağan bir hal değil, bireyin kendisine ve diğerlerine nasıl bir kişi olarak algılanmak istediğini gösteren, etkin bir performans dizisidir. Tüketim kalıpları aracılığıyla oluşup korunduğu için kimliğin en önemli unsurlarından biri cinsiyet farklılığıdır. S. 100

Cinsiyet ve Tüketim

Amerika Birleşik Devletleri’nde kadın, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren “dışarı çıkıp, satın almaya” özendirilmiştir; İngiltere ve Almanya’da aynı durum bir süre sonra yaşanmaya başlanmıştır. S. 100

Modern kapitalizmin bu döneminde üretim ve tüketimin ikili ilişkisi oldukça güçlü bir şekilde kadın ve erkek olarak ikiye ayrılmıştı: üretim erkek içindi, tüketim kadın için.  S. 100
Tüketim malları yalnızca ekonomik takas nesneleri değildir; onlar, kendileri aracılığıyla düşünülen ve konuşulan şeylerdir. S. 101  John Fiske

Artık savaşmak için çok sayıda erkeğe gerek olmadığı için, 1950’lerden sonra özellikle genç erkekler de tüketici konumuna geçmiştir. S. 101

Birçok erkek ve bazı kadın ya aktif olarak etkinliklere katılarak ya da onları izleyerek, spor için zaman ve para harcarlar. Kriketten, ata binmeye, havuzdan, buz patenine veya kış sporlarından balık tutmaya kadar çeşitli sporlarla ilgilenen tüketiciler ya seçtikleri spor için gerekli olduğu varsayılan malzemeyi satın alırlar veya yerel, ulusal veya uluslararası önemde spor olaylarını izleyebilmek için ücretler öderler. Yürümek dahi “ciddi” bir şekilde yapılacak olursa, özel giysiler ve ayakkabılar satın almayı gerektirir. S. 103

Batı kültüründe spor erkeklikle uyumlu bir olgu olarak nitelenir. Spor yalnızca futbol yıldızlarının bir takımdan diğerine milyonlarca pounda satılması yüzünden değil, özel giysilerin, ayakkabıların ya da batı toplumlarında gelişen çok sayıda spora katılım için gerekli malzemelerin satışı dolayısı ile de büyük paralar içeren, önemli bir işe dönüşmüştür. S. 103

Homoseksüel erkekler zevk peşinde koşan tüketiciler, ideal hazcılar olarak tanımlanmaktaydı. S. 107 

Bunların içinden özellikle çalışanları, diğer erkekler maddi güçlüklerle boğuşurken bile tüketmeye devam etmişlerdi. S. 107




30 Kasım 2015 Pazartesi

O şairden başka hiçbir şeye benzetilemezdi




"ölebilirim genç yaşımda,
en güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim.
şimdi kavak yelleri esiyorken başımda,
sevgilim,
seni bir akşamüstü düşündürebilirim."

"Birinci sınıfa başladığım gün, öğretmen “şiir bilenler parmak kaldırsın” dediğinde ben de parmak kaldırdım. Benden önce kalkanlar ya Atatürk, ya bayram ya da anne şiirleri okudular alkışlar eşliğinde. Sıra bana geldiğinde siyah rugan ayakkabılarımın gıcırtıları eşliğinde heyecanla tahtaya kalkıp o küçücük yaşımda evdeki toplantılarda sık sık okunan ve bu yüzden ezberlediğim babamın bir şiirini okudum; ama şiir bittiğinde alkış değil derin bir sessizlik doldurdu sınıfı. Ve sonra öğretmenin, “Sen bu şiiri nereden biliyorsun, kim ezberletti bu şiiri, kimin şiiri bu?” diye art arda soruları sıraladı…
– Babamın.
– Baban ne iş yapıyor?
– Matbaacı.
– Babana söyle, yarın okula gelsin.
Akşam eve gider gitmez olanları anlattım babama ve beklediğim gibi bir yanıt aldım babamdan… Evet, sessizce dinledi ve güldü, yalnızca güldü…. “Uzun saçları, gür bıyıkları, siyah beresi, bakışlarındaki ışıltısı, r’leri söyleyemeyişi” onu arkadaşlarımın babalarından ayırıyordu. Babamın Özdemir Asaf olduğunu öğrenmem için ilk kitabının basılmasını beklemem gerektiğini o günlerde bilmiyordum.” Özdemir Asaf'ın kızı Seda Arun'dan...

Türk edebiyatının çelebi ismi Haldun Taner, Özdemir Asaf’ı şöyle tanımlar; “O şairden başka hiçbir şeye benzetilemezdi. Gençliğinden beri bakışından, duruşundan, yürüyüşünden ve özellikle düşünüşünden bohem, özgür, şair kişiliği kolaylıkla okunurdu. Onun kadar nezaketini ve akıl ölçüsünü bir an bile yitirmeyen başka insan tanımadım. nezaket Özdemir’in takısı değil özüydü…” Not: Fotoğraftaki gazetede ilk yazısı yayımlanır.

Kanser hastası heykeller yapan Köylü Ekrem

"Ben sanatta şuna inanırım: sanatta pencereyi dört köşe yapamazsınız, bu boyun eğmek ve sınırları kabul etmek demektir."
Gerçek okul tabiattır diyen, objenin değil süjenin heykelini yapan, ayakların altındaki taşı başa getiren, kanser hastası heykel yapan gerçek bir sanatçı.

Büyük saygı duydum bu abiye. Umarım bir gün tanışma onuruna erişirim.