20 Haziran 2016 Pazartesi

Fotoğraf Üzerine - Susan Sontag

Susan Sontag – Fotoğraf Üzerine
Fotoğraf toplamak dünyayı biriktirmektir. Filmler ve televizyon programları duvarları ve ekranları aydınlatır, onlara yansıyan ışıkları titreştirir ve sonra da kaybolup giderler; oysa, durağan fotoğraflarda rastladığımız görüntü, oldukça hafif, ucuza üretilen ve kolayca taşınıp biriktirilerek saklanabilen bir nesnedir. S. 2
Bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir. Başka bir deyişle, bir şeyin fotoğrafını çekmek, dünyayla, insanda bilgilenme – dolayısıyla, güçlenme- duygusu uyandıran bir şekilde ilişkiye girmektir. S. 3
Fotoğraflanmış görüntülerin de dünyayla ilgili tespitler olmaktan ziyade, dünyanın parçaları, fotoğrafa aktarılmış görüntüler, herkesin yapabileceği yada edinebileceği gerçeklik minyatürleri oldukları bellidir artık. S. 3
Fotoğraf, daha ilk çıkışından itibaren, elden geldiğince çok sayıda konunun yakalanmasını kapsamaktaydı. Oysa resmin hiçbir zaman böylesine kapsayıcı bir hedefi olmamıştı. S. 8-9
Son dönemlerde fotoğraf, neredeyse seks ve dans kadar yaygın biçimde rastlanan bir eğlenceye dönüşmüş durumdadır (demek ki, her kitlesel sanat formu gibi icra edilmemektedir). Fotoğraf, esasında bir toplumsal ritüel, endişelere karşı bir savunma siperi ve bir güç sergileme aracıdır. S. 8-9
Bir ailenin fotoğraf albümü, genellikle geniş aileyle ilgilidir ve çoğunlukla da o geniş aileden geriye kalan tek şeydir. S. 10
Seyahat etmek, bir fotoğraf biriktirme stratejisi halini almıştır. S. 11
Çoğu turistin içindeki his, karşılaştıkları kayda değer durumlar ile kendileri arasına hemen kamerayı koyuvermektir. S 11
Diane Arbus, “Ben fotoğrafı her zaman, yapılması haylazlık isteyen bir şey olarak düşündüm –fotoğrafı bana en çok sevdiren şeylerden birisi buydu ve ilk defa çektiğim de bunu çok sapkınca bulmuştum” diye yazmıştı. S. 15
Fotoğraf ile konusu arasında mutlaka bir mesafe bulunmalıdır. Fotoğraf makinesi, tamam, istismar edilebilir, zorlayabilir, hak ihlal edebilir, çarpıtabilir, sömürebilir ve metaforun uzandığı en uç anlamıyla suikastta bulunabilir (bunların hepsi, cinsel bir amaç güderek itip kakma davranışlarına zıt olarak, belli bir mesafe içinde ve olaydan belli ölçüde koparak ifa edilebilecek fiillerdir) ama ırza geçmez, hatta sahip bile olmaz. S. 15
İnsanların fotoğraflarını çekmek, onları, sembolik yolla sahip olunabilecek nesnelere dönüştürür. S. 17
Şuan içinde yaşadığımız zaman dilimi, nostaljik bir devirdir; fotoğraflar da etkin bir rol oynayarak nostaljiyi beslerler. Fotoğraf, ağıtlı bir sanattır, bir bakıma alacakaranlık sanatı. S. 18
Hiç akla gelmeyen bir sefalet bölgesinden haber veren bir fotoğrafın, münasip bir duygu ve tutum bağlamına oturtarak sunulmadığı müddetçe komu oyunda ufacık bir iz bırakması dahi mümkün olamaz. S 21
Amerikan napalmına maruz kalmış, kolları açık vaziyette ve acıyla feryat ederek anayolda fotoğraf makinesine doğru koşan çıplak Güney Vietnamlı çocuğun resmi gibi, halkın savaştan tiksinmesine, herhalde televizyonda gösterilen yüzlerce saatlik barbarlık manzaralarından çok daha fazla katkında bulunmuştur. S. 22

Bir olay fotoğrafı çekilmeye değer bir şey anlamına gelmeye başlamışsa eğer, o olayın neyden oluştuğunu belirleyen şey hala en geniş anlamıyla ideolojidir. S. 23
Fotoğraflar yeni bir şeyi gösterip yansıttıkları sürece, bakanı şoka uğratırlar. S. 24
-     
Dünyanın dört bir köşesinde muazzam büyüklükteki kataloğu oluşturan sefalet ve adaletsizlik fotoğrafları hemen herkesi vahşetle aşina hale getirmiş, ‘dehşetengiz’ olanı daha sıradanlaştırmış ve onu bildik, uzak (o sadece bir fotoğraf) ve kaçınılmaz bir kılığa sokmuştur. S. 25
-         Edward Steichen Family of Man (İnsanlık ailesi)
Arbus, “Sokakta birini gördüğünüzde, onda asıl dikkatinizi çeken şey genellikle kusuru olur” s. 41
Sürrealist blöfün azimli bir timsali olan Arbus, “Şimdiye kadar fotoğrafını çektiğim hiçbir konu ya da malzemeyi, üzerinde kafa torunca bana bir mana ifade etsin diye seçmedim” diye yazmıştı. S. 58
-     
Sürrealizm her zaman için rastlantıları aramış, davetsiz öğeleri benimsemiş, dağınık görülen şeyleri sevmiştir. S. 63
Sürrealizm, burjuvaziye özgü bir memnuniyetsizlik yoludur; sürrealizm militanlarının bu akımın evrensel olduğunu düşünmelerinin sebebi, bunun burjuvazinin tipik tepkilerini yansıtan işaretlerden biri olmasıdır. Bir siyaset kurma özlemi içindeki bir estetik olarak sürrealizm, mazlumdan yana saf tutar be resmi olmayan bir gerçekliğin doğrulularını savunur. Öte yandan, sürrealist estetiğin öne çıkardığı skandalların da genellikle, burjuva toplumsal düzenin örttüğü sıradan gizlerden (yani, seks ve yoksulluktan) oluştuğu anlaşılmıştır. S. 66
-       
Yoksulluk, zenginlikten daha sür reel değildir; iğrenç paçavralar içindeki bir beden, bir balo için özel olarak giyinip süslenmiş bir prensesten ya da el değmemiş bir çıplak kadından daha sür reel değildir. Sür reel olan, fotoğrafın dayattığı –ve kapattığı- mesafedir: toplumsal düzen içindeki mesafe ile zaman içindeki mesafe. S. 71
-         
Toplum, sır barındırmaz. S. 73
Öncelikle fotoğraflanabilir malzemeler olarak gördükleri yoksullardan ya da ünlülerden ziyadesiyle etkilenerek ve belgesel niteliği yaşısın niyetiyle çekilmiş çoğu fotoğraftan farklı olarak Sander’in toplumsal numuneleri, alışılmadık şekilde ve kasten geniş kapsamda tutulmuştur. Onun malzemeleri içinde bürokratlar ile köylüler, uşaklar ile sosyete leydileri, fabrika işçileri ile sanayiciler, askerler ile çingeneler, aktörler ile katipler yan yana yer alırlar. S. 74
Fotoğrafın büyüleyiciliği bize ölümü hatırlattığından, bu aynı zamanda aşırı duygusallığa çıkarılmış bir davetiyedir. S 87
-      
Fotoğraflar –ve alıntılar-, gerçekliği parçalı olarak yansıttıkları için, geniş hacimli edebi anlatılardan daha sahici görünürler. S. 91
Kitap formatındaki fotoğraf albümleri her gün çoğalıyor, kayıp geçmişi (dolayısıyla, amatör fotoğrafçılığın başarısını) ölçüp bugünün ateşine bakmak amacıyla birbiri üstüne yığılıyor. Fotoğraflar sayesinde çabuk tarih, çabuk sosyoloji, çabuk katılım imkanına kavuşuyoruz. S. 92
Fotoğraflar yalnızca –resimler için mümkün olamayacak şekilde - belirli bir anlamıyla- estetik bakımdan dayanıklı nesnelerdir. Leonardo’nun Milano’daki “Son akşam yemeği tablosu şimdi eskisinden daha iyi halde değildir; bilakis, korkunç görünmektedir. Fotoğraflarsa, bozuldukları, kirlendikleri, lekelendikleri, kırılıp solduklarında bile güzel görünürler; genellikle de daha güzel görünürler. S 98
Bir filmden aktarma yapmak, bir kitaptan alıntı yapmakla aynı şey değildir. Bir kitabı okuma süresi okura göre değiştiği halde, bir filmi izleme süresi ancak montajın kurgulanışına bağlı olarak hızlı yada yavaş algılanabilir. Bu yüzden, tek bir anın dilediğince uzamasını sağlayan bir durağan fotoğrafın filmin formuyla çelişmesi gibi, bir hayatın ya da toplumun içindeki anları donduran bir fotoğraf dizisi de onların formuyla, bir süreci, zaman içinde akışı temsil eden formuyla çelişir. S. 100
-         Fox Talbot (The Pencil of Natura Doğanın Kalemi 1844-1846) 106
Alfred Stieglitz, 22 Şubat 1893’te ünlü resmi “Fifth Avenue, Winter”ı (Kış, Beşinci Cadde) çekmeden önce, şiddetli bir kar fırtınasında saatlerce yerinden kımıldamadan ‘doğru anı beklediğini’ gururla anlatır. Doğru an, şeylerin (özellikle de herkesin hep baktığı şeyler ve yerlerin) yepyeni bir bakışla görülebileceği bir andır. İşte, [doğru anı] arama, halkın zihninde fotoğrafçının alamet-i farikası haline gelmişti. S. 109
İlahlaştırılmış gündelik hayat ve ancak fotoğraf makinesinin açığa çıkaracağı güzellik –maddi gerçekliğin gözün hiç görmediği, ya da görse bile, sanki ona uçaktan bakıyormuş gibi ayırt edemeyeceği köşeleri: Fotoğrafçının fetih serüveninin ana hedefleri bunlardır. S. 109
Ressam kurar iken, fotoğrafçı ortaya çıkartıyordu. Şöyle ki, bir fotoğrafın konusuyla özdeşliği her zaman için bizim onu algılayışımızı belirlerdi; fakat bu, resimde mutlaka aynı şekilde işlemek zorunda değildir. Weston’ın 1931’de çektiği “Cabbage Leaf”(Lahana yaprağı) fotoğrafının konusu, buruşmuş bir kumaşın düşüşünü andırır; o yüzden, ne olduğunu belli etmek için bir ballığa ihtiyaç duyar. Demek istediğim, görüntü, amacına iki yolla ulaşır. Biçim göze hoş gelir, kaldı ki bu (sürpriz!) bir lahana yaprağının biçimidir. Eğer buruşuk kumaş olsaydı aynı ölçüde göze güzel görünmezdi. Biz ‘güzelliği’ daha önce güzel sanatlardan öğrendik. Dolayısıyla, üslubun formel özellikleri(resmin temel sorunu budur), fotoğraf söz konusu olduğunda en iyi ihtimalle tali önlemlerdir, oysa fotoğrafta neyin fotoğrafının çekilmiş olduğu her zaman için asal önemdedir. Fotoğrafın her türlü kullanımının temelini oluşturan ‘her fotoğrafın dünyanın bir parçası olduğu’ varsayımı, bir fotoğrafa (eğer görüntüde görsel bir belirsizlik varsa, diyelim, çok yakından veya çok uzaktan görülüyorsa) dünyanın hangi kısmını gösterdiğini anlayana değin nasıl tepki gösterileceğini bilmediğimiz anlamına gelir. S. 112



17 Haziran 2016 Cuma

Toplumun karanlığı güneşin doğuşuyla, gecenin karanlığı ise güneşin batışıyla başlıyor



Doğa olaylarında gözlemci olduğumuz için sadece gözlem düzeyinde etken, olay yönünden edilgeniz. Görmek, bu noktada bir yerden sonra edilgenliğin monotonluğuna dönüşmektedir güneşin doğuşunu anlam düzeyinde yaşamak, sonrasında koca bir gündelik yaşamın başlangıcını ifade ediyor. Karınca sürüleri gibi insanların üşüştüğü, kenar sokak ve mahallelerden insanların akın ettiğini biliyorsun. Aynı durum ters yönde güneşin batışı için de geçerlidir. Fakat akabinde büyük bir sessizliğin olacağını da biliyorsun. Sessizlik burada kişinin benliğine yaklaşmasına veya keyif almasına dikkati topluyor. Fotoğrafını çeksem güneşin batışının fotoğrafını çekerdim bu yüzden. Toplumun karanlığı güneşin doğuşuyla, gecenin karanlığı ise güneşin batışıyla başlıyor.
Durukan 
Fotoğraf: Valeria Prieto

7 Haziran 2016 Salı

Küreselleşme ve Kültür

Küreselleşme ve Kültür
Modern kültürün merkezinde küreselleşme, küreselleşmenin merkezinde de kültürel pratikler yatar. S. 11
Karmaşık bağlantılılık: Küreselleşmenin modern yaşamı karakterize eden, hızla gelişen ve giderek yoğunlaşan karşılıklı bağlar ve bağımlılıklar ağına işaret eder. S. 12
Küreselleşme, yalın toplumsal gerçekleri oldukça aşan spekülasyonlar, varsayımlar, güçlü toplumsal imgeler ve metaforlar üretme kapasitesiyle olağanüstü doğurgan bir kavramdır. S. 13
Küreselleşmiş bir dünyada İspanya’daki insanlar Meksika’dakilerden hala 8800 kilometre uzakta olmaya devam ederler. Tıpkı XVI. Yüzyıldaki İspanyol fatihlerin de Meksikalılar’dan geniş, ıssız ve tehlikelerle dolu bir deniz parçasıyla ayrılmış olması gibi. Bağlantılılık kavramıyla anlatmak istediğim, artık bu uzaklığı farklı şekillerde yaşadığımızdır. Artık bu uzaklık bizim için ya iletişim teknolojisi veya kitle iletişim araçları yoluyla temsilen, ya da transatlantik uçak yolculuğuyla, yani kısa bir zaman harcanması yoluyla fiziksel olarak kolayca aşılabilir gelmektedir. Yani Meksiko City artık Madrid’den 8800 kilometre uzakta değil, on bir saat uçuş uzaklığındadır. S. 15
Küreselleşmeyi kavramak, küçülme kararı sonucu bir insanın nasıl işsizlikle karşı karşıya kaldığını, bugün süper marketlerde bulabildiğimiz yiyeceklerin yemek endüstrisinin küresel ekonomisi ile kozmopolit damak tadı arasındaki karmaşık etkileşim nedeniyle yirmi yıl öncesinin yiyeceklerinden ne kadar farklı olduğunu ya da küreselleşen medyanın gündelik hayatımıza girmesiyle bir kültüre dair (evde olma) duygumuzun nasıl fark edilmeden dönüştüğünü anlamak demektir. S. 22
Karmaşık bağlantılılığın olduğu bir dünyada milyonlarca insanın sayısız gündelik eylemleriyle, uzakta yaşayan ve tanımadıkları ötekilerin kaderini, hatta gezegenin muhtemel kaderini birbirine bağlamaktadır. S. 43
Hemen hemen tüm dünya aynıdır, birörnek bir biçimde döşenmiştir, yemekler “uluslararası mutfaktan”dır, duty-free mağazalarında bildiğimiz uluslararası markaların ürünleri satıştadır. Küresel markalardan ve kitle kültürü ikonlarından verilen örnekler artık gerçekten birer klişe olmuşlardır. –Coke, McDonald, Calvin Klein, Microsoft, Levis, Dallas, IBM, Michael Jackson, Nike, CNN, Schartzenegger. Hatta bunların bazıları batı kültürel hegemonyasında eş anlamlı olarak kullanılmaya başlamıştır: “McDünya”, “Coca-kolonizasyon”, “McDonaldlaştırma”, “McDisneyleştirme”. S. 118
Kültürel/coğrafi bölgeler arası hareketler, daima yorum, tercüme, mutasyon, uyarlama ve “yerelleşme” içerir; çünkü alıcı kültür diyalektik bir usulle, “kültürel ithaller” üzerinde kendi kültürel kaynakları üzerinden bağlantı kurar. S. 119
Coca-Cola dahil hiçbir ithal nesnenin, melezleşmeye karşı bağışıklığı yoktur. Aslında, Coca-Cola, sık sık üreticinin tahayyül ettiğinden daha farklı özgün kültürler içinde anlamlarla ve kullanımlarla ilişkilendirilmektedir. Bunlara örnek verecek olursak, Coca-Cola kırışıklıkları giderebilir(Rusya), ölü bir insanı yaşama döndürebilir(Haiti), bakırı gümüşe çevirebilir(Barbados)… Coca-Cola bundan başka içeceklerle, örneğin Karayipler’de Cuba Libre yapmak için romla, Bolivya’da ise Ponche Negro yapmak için aguadiente ile karıştırmak suretiyle yerelleştirilmektedir. Son olarak Coca-Cola birçok yerde “yerli bir ürün” olarak algılanmaktadır; yani bu içeceğin Amerika Birleşik Devletleri’nde değil de kendi ülkelerinde ortaya çıktığına inanan birçok insan bulabilirsiniz.” D. Howes s. 120
Kanada’da bugün West Edmonton Alışveriş Merkezine Niagara Şelaleleri’nden çok daha fazla paket tur düzenlenmektedir. S. 122
(Ritzer ve Liska 1997)
“Batılılaşma” derken ne kastedilmektedir? Avrupa fillerinin (özellikle İngilizce’nin) ve daha önce ele aldığımız, “Batı” kapitalizmine ait tüketim kültürünün yaygınlaşmasını da içeren bir dizi şey. Fakat bunlar dışında giyinme tarzları, yeme alışkanlıkları, mimari tarzlar ve müzik türleri, endüstriyel üretimi temel alan şehir yaşamı, kitle iletişim araçlarının tahakkümü altındaki kültürel deneyim kalıpları, felsefi görüşler ve (kişisel özgürlük, toplumsal cinsiyet ve cinsellik, insan hakları, politik süreçler, din, bilimsel ve teknolojik rasyonalite ve benzer konulara ilişkin) bir dizi kültürel değer ve tutumlar da yayılmaktadır. S. 126
Tarihsel ve kimlikle alakalı olarak tanımlanamayan bir mekan “yer olmayan” mekandır. İnsanların klinikte doğup hastanede öldükleri, transit noktalarının ve geçici evlerin lüks ya da insani olmayan şartlar altında hızla çoğaldığı (oteller zincirleri ve gecekondular, tatil kulüpleri ve mülteci kampları, varoşlar…) , yine ikamet edilen mekanlar olan ulaşım araçlarının oluşturduğu yoğun bir ağın gelişmekte olduğu; süpermarketlerin, bozuk para ile çalışan makinelerin müdavimleri, kredi kartı kullanıcılarının soyut, dolayımsız bir değiş tokuşla sözcükler olmadan, vücut hareketleriyle iletişim kurduğu; dolayısıyla yalnız bir bireyselliğe, elden kayan, geçici ve efemeral olana teslim olmuş bir dünya, antropoloğa (ve diğerlerine) yeni bir nesne sunar. S. 152 (yer olmayanlar, çev. Turhan ılgaz, kesit yay.)
Yer – olmayanlar, gördüğümüz üzere, günümüz modernliğinin iç karartıcı mahalleridir: (başkalarının varlığında bile) yalnızlığın, sessizliğin, isimsizliğin, yabancılaşmanın ve geçiciliğin hüküm sürdüğü yerlerdir. S 153
Bir İngiliz vardı, Amerikan kökenli çok uluslu bir şirketin Londra bürosunda çalışıyordu. Bir akşam Japon malı arabasına binerek eve döndü. Alman mutfak malzemesi ithal eden bir firmada çalışan karısı ondan önce gelmişti. Karısının küçük İtalyan arabası genellikle trafikte daha çabuk hareket edebiliyordu. Yeni Zelanda kuzusu, Kaliforniya havucu, Meksika balı, Fransız peyniri ve İspanyol şarabından oluşan akşam yemeklerini yedikten sonra Finlandiya’da yapılmış olan televizyonlarını seyretmeye koyuldular. Program Falkland Adalarını ele geçirmek için başlatılan savaşla ilgiliydi. Bu programı izlerken kendilerini yurtsever hissettiler ve İngiliz olmaktan gurur duydular. S. 157  (Raymond Williams, Resources of hope. Londra:verso, 1989, s. 169)
David Harvey, küresel bir yiyecek kültürünün yükselişini “zaman-mekan sıkışması” olarak ele alır: “Tüm dünyanın mutfağı”  süpermarket raflarında ya da orta büyüklükte herhangi bir Batı kentinde bulunabilecek çeşitli etnik restoranlarda olmak üzere “tek bir yerde bir araya gelmiştir.” S. 168
Melezlik kültürler arasında artan trafiğin sonucunda dünyanın farklı yerlerindeki kültürlerin birbirine karışmasıdır. Bu temel ampirik düzeyde melezlik, çoğalmakta olan bu “karmakarışıklık, biraz ondan biraz bundan” çeşitliliği üzerinden kültürel fenomenler aracılığıyla düşünmenin ve betimlemenin bir yoludur. Bu açıdan, “Amsterdam’da Faslı kızların Tayland boksu yapması, Londra’daki Asya rap müziği, İrlanda bageli(simide benzer doğu Avrupa Yahudi kökenli bir yiyecek), Çin Tacosu(bir tür Meksika yemeği)… gibi fenomenleri kabullenme girişimidir. S 195
Bugün “temasta olmamak” anormal olmaktır… bir insanın… telefonunun olmadığı bir yerde yaşaması çoğunlukla arkadaşlarına, iş arkadaşlarına ve akrabalarına yapılmış örtük bir hakaret olarak düşünülür. Kişinin telefonunu fişten çekmesi insan sevmezliğinin bir işareti olarak alınır. Bazı işlerde, çalışanların yanlarında “çağrı cihazları” bulundurmaları beklenir ki nerede, ne yapıyor olursa olsunlar ulaşılmaları mümkün olsun. S. 219
Mahalle gezegen olunca, kötü komşulardan kaçmak için uzağa taşınmak gibi bir seçenek yoktur. (Küresel yönetim komisyonu 1995)
John Tomlinson, Küreselleşme ve Kültür, Çev. Arzu Eker, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004,



27 Mayıs 2016 Cuma

Hengünkücüşüğün ve ahmaklığın yükselişi



Günümüzde iletişim teknolojileri gelişmesine,hatta belki de ışınlama hariç aşılmadık sınır bırakmamasına rağmen sorun iletişim dilinin kaybedilmesidir. Örneğin her türlü sanattaki modern ayrılma hareketinin, yani biçimsel yok oluşun olumlu anlamda ifade ettiği şey budur. Olumsuz anlamda ifade ettiği şey ise ortak bir dilin yeniden keşfedilme gerekliliğinir. Sosyal sapmaların, kültürel renklerin popüler kültür tarafından iğfalinin temelinde bu doğrudan eylem ile eylem dilinin arasındaki kopukluk yattığı, üst kültür üretme kurumu olan sanatın bile olabildiğine yozlaştığı göz önüne alındığında diğer tüm sosyal bozuklukların çözümüne yönetik pratikte sadece eleştiri yapmaktan öteye gidilememesi gene bu sebeptendir.
Guy Debord; "sanatın büyüklüğü ancak yaşamın gün batımında ortaya çıkar" der. Oysa günümüz dünyasında insanlık yaşamının gün batımının yaşandığını net biçimde görebiliyoruz. buna rağmen cıvıklaşmış bir sanat anlayışının içinde tinsel sanat anlayışının yerini geometri, üst kültür üretme amacının yerini ise avamcılık almış durumda. Sonuç olarak bu hayatı çekilir kılan sanat bile çekilmez hale gelmişken, siyasetin, ekonominin yani sert yaşam koşullarının çekilir bir yanı nasıl olabilir ki?
Sanatın-renklerin ifade ettiği yaşam bir anı olarak tarihe geçerken tek renk kan, tek koku ise çürümüşlüktür. Hiçbir bot üzerimize kan bulaşmasını engelleyemeyeceği gibi hiç bir parfüm de çürüyen insanlığın kokusunu bastırmaya yeterli olmayacaktır. 
Durukan Abdulhakimoğulları

Fotoğraf: Vertigo Hitchcock, Ölüm Korkusu (1958)

19 Mayıs 2016 Perşembe

Eric Hoffer - Kesin İnançlılar

KESİN İNANÇLILAR
Kitle Hareketlerinin Anatomisi
Kesin İnançlılar adlı kitapta kaynağı farklı olan  devrimlerin ve sosyal hareketlerin ortak özellikleri incelenmiştir.


 

Bütün kitle hareketleri, destekçileri tarafından birlikte hareket edilerek gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu yüzden kitle hareketleri, adından da anlaşılacağı gibi belirli bir kitlenin gerçekleştirdiği gayreti, nefreti ve hoş görmezliği körükler(Hoffer,17). Kitle hareketlerinde bu hareketleri meydana getiren unsurlar birbirlerinden farklı olabilir. Nazi hareketi ile Komünist hareketi veya Afro-Amerikan hareketlerinin sebepleri birbirlerinden farklı olsa da temel amaçları aynı doğrultudadır.
Kesin İnançlılar, başlıca kitle hareketlerinin gerçekleştikleri dönemle ilgilenmektedir. Bu dönemler “kesin inanç” adamının yani “hayatını kutsal saydığı bir amaç için feda etmeye hazır olan kişilerin” yürüttüğü dönemlerdir ve bu kişilerin karakteristik özellikleri incelenmiştir.(Hoffer,18). Kitaba göre kesin inanç adamının karakteri iki

şekilde meydana gelir:
1.      Hayal kırıklığının sebebi, başka hiçbir dış etken/uyaran olmaksızın kesin inanç adamının karakterinin oluşmasına sebep olur.
2.      Hayal kırıklığına uğramış insanlar etkili bir saptırma tekniğiyle istenilen yönde eğitilebilir.
BÖLÜM BİR: KİTLE HAREKETLERİNİN ÇEKİCİ YÖNÜ
Değişiklik İsteği
Devrimci bir harekete katılan insanların çoğu bu harekete kendi yaşam koşullarında bir değişik ihtimalinin çekiciliği ve umuduyla katılırlar. Bununla birlikte dini ve milliyetçi hareketler güdücü kuvvet olarak kullanılıp uyuyan bir toplumun uyandırılmasını veya toplum hayatının geleneklerinde temelden reformlar yapılmasında gayret kaynağı olarak kullanılabilir(Hoffer,23). Örneğin İslamiyet, Arap topluluğunda örgütleyici ve modernleştirici bir ortam meydana getirmiştir. Hıristiyanlık, Avrupa’nın vahşi kabileleri arasında bir uygarlaşma ve modernleşme etkisi yaratmıştır(Hoffer,24).
Çağımızda yaşanan kitle hareketleri ya devrimci ya da milliyetçidir veya her ikisini de birlikte ihtiva eder. Fransız ve Rus devrimleri birer milliyetçi hareket şeklinde gerçekleşmeleri, milliyetçi hareketin modern çağda milliyetçilik, kitleleri heyecanlandıran en önemli unsur olduğunu gösterir(Hoffer,24). Örneğin Japonya’nın olağanüstü kalkınmasında Japon milliyetçiliğinin canlanması sebep olmuştur. Almanya’nın hızlı bir şekilde modernleşmesinde gene milliyetçilik önemli bir unsurdur.
Hayal kırıklığına uğrayan insanlar da bunun sebebini dış dünyada bulabilir ve bu sebepten ötürü hayal kırıklığına uğramasına sebep olan düzeni değiştirmek isteyebilir. H.D. Troreau bu durum için diyor ki: “Bir insanın işlerini görmesine engel olacak bir derdi varsa, hatta karnı bile ağrıyorsa, bunun için dünyaya yeni bir düzen verilmesi gerektiğine inanır.”(Hoffer,26)
Bir hoşnutsuzluğun var olması her zaman değişikliğe sebep olmaz. Hoşnutsuzluğa itiraz edilebilmesi için insanların itiraz edebilecek cesarete kuvvete sahip olması gerekir. Çevresi tarafından korkutulan, kendinde itiraz edecek cesareti bulamayan insanlar var olan düzeni değiştiremez. Toplumsal statüsü düşük dahi olsa bir devrimi gerçekleştirecek olan insanların kendilerinin kuvvetli olduklarını inanmaları gerekmektedir. Fransız Devriminde insan mantığının yüceliği, Bolşevik devriminde Marksist öğretinin tamamen kusursuz ve doğru olduğuna inanan insanlar kendilerinde devrim yapacak gücü bulmuşlardır(Hoffer,28)
Başa Bir İnsan Olma İsteği
Bir kitle hareketine katılan insanlar, beğenmedikleri benliklerinden kurtulma amacı güderler. Kitle hareketi içinde yükselme amacı söz konusu değildir, asıl amaç kişilerin kendinden kurtulma arzusudur(Hoffer,32).
Hayal kırıklığına uğramış kişi için bir kitle hareketi ya bütün benliğin değişmesi imkanını vaat eder veya kendi şahıslarında kaynağı bulunmayan fakat yaşamaları için gerekli olan gaye, öğünme, güven, ümit ve değer gibi nitelikler vaat eder.(Hoffer,33)
Kutsal bir amaca olan inanç bir insanın kendine olan inancın yerini alabilir. Kendisine inancı az olan insanlarda ulusuna, dinine, ırkının mükemmelliğine yönündeki inanç kuvvetli olur. Aynı şekilde bir amacı olan, kendisiyle meşgul insanlar kendiişleriyle ilgilenir. İşlerini önemsemeyen, meşguliyetlerini değerli bulmayan insanlar başkalarının işleriyle meşgul olmayı yeğlerler. Başkalarının yaşamıyla ilgilenip kendisinden uzaklaşan insanlar başa insanlar için sorun oluşturabilir.
Bir kitle hareketinin en kuvvetli çekiciliği kişilerde geleceğe bağlı ümit yaratmasıdır.(…) İşsiz kalan kişilerin, kendilerine maddi yardım yapandan çok kendilerine ümit aşılayanları takip edecekleri daha kuvvetli bir ihtimaldir(Hoffer,35)
Kitle Hareketleri Arasında Transfer
Bir kitle hareketine katılmaya hazır duruma gelen insanlar genellikle etkili olan herhangi bir harekete katılabilecek duruma gelmiştir demektir (Hoffer,36)
Rusya’nın son sıkışık devresinde Yahudi halkı ya Siyonizm’e ya da Komünist devrimine katılmaya hazır vaziyetteydi. Dr. Hayim Weizmann, annesinin şöyle söylediğinden bahseder: “Her ne olursa olsun sonuç benim için iyidir. Eğer Samuel (devrimci oğul) haklı ise Rusya’da hepimiz mutlu yaşayacağız ve eğer Hayim (Siyonist oğul) haklı ise, o zaman Filistin’e gidip orada yerleşeceğiz.(Hoffer,36)
Kitle hareketli nadiren tek yönlüdür. Genellikle kitle hareketle farklı unsurları ihtiva eder. Örneğin Hz. Musa ile İbranilerin isyan edip Mısır’dan çıkması hem dini hem milliyetçi bir harekettir. Fransız Devrimi yeni bir din olmuştur; “bu dinin temel noktası, Hürriyet ve Kutsal Eşitlik şeklinde Devrimin prensipleri halini almıştır. Hatta kendine özel ve Katolik merasiminden alınma bir ibadet şekli de vardır. Aynı zamanda Fransız Devrimi milliyetçi bir harekettir. (Hoffer,39)
BÖLÜM İKİ: İNANÇ DEĞİŞTİRMEYE HAZIR KİŞİLER
Toplum Üzerinde Alt Uçların Etkisi
Ayaktakımı ve isyankar fertleri bulunmayan bir ulus, sakin, düzenli, hoş ve nezihtir fakat belki de doğacak yeniliklerin tohumundan yoksundur.
Hoşnutsuz kişiler her çeşit halk arasında bulunursa da en çok şu kategorideki kimseler arasında bulunur (Hoffer,47).
a.       Yoksul sınıf
b.      Topluma uyamayanlar
c.       Başıboşlar
d.      Azınlıklar
e.       Delikanlı çağındaki gençler
f.        Muhterisler (aşılamayacak engeller veya hudutsuz fırsatlarla karşı karşıya olanların hepsi
g.       Bir ayıp veya sabit fikrin pençesine düşmüş olanlar
h.       Aciz olanlar
Yoksul Sınıf
Yoksul sınıf kendi içinde gruplara ayrılır. Bu gruplar:
-         Yeni Yoksul: Hayal kırıklığı ile kalbi burkulanlar genellikle yoksulluğu eski olmayan “yeni yoksul”lardır. Kendilerine ait mal varlıkları ve belirli bir statüleri varken bu varlıkların ellerinden alınması sonucu oluşan yoksulluktur. Almanya ve İtalya’da Nazi ve Faşist devrimlerinin esas destekleyicisi, tahrip edilen orta sınıftan gelen yeni yoksullardır. (Hoffer,49)
-         Düşkün Yoksullar: Tok karna yatağa girmenin bir zafer haline geldiği yoksulluk düzeyidir. Fransız ve Rus devriminde bu yoksul kesim önemli rol oynamıştır.
-         Hür Yoksullar: Köleler ve kölelikten azat edilen, köleliğin toplumsal bir olgu haline geldiği yerlerde gözlemlenen bir yoksulluktur.
-         Yaratıcı Yoksullar: Yaratıcılık imkanına sahip yoksullar genelde hayal kırıklığına kapılmazlar. Üretme yeteneği olan insanlardan oluşur. Modern çağda, hayal kırıklığına uğrayan insanların artması ve fertlerin kitle hareketleri tarafından kolayca etkilenmeleri sebeplerinden biri de belki de el sanatlarının azalmış olmasıdır(Hoffer,56)
-         Birleşmiş Yoksullar: Belli bir grupta görülmesidir. Bir ailede veya bir kabilede yoksulluğun görülmesi buna örnek olarak verilebilir. Birleşmiş yoksulluğun yaşandığı grupların aldatıcı bir isyana katılma olasılığı bireysel yoksulluğa göre çok daha düşüktür.
Kitle hareketleri için en uygun ortam toplumsal sapmaların meydana geldiği yerdir. Topluluk mekanizmasında meydana gelen aksaklıklar toplumsal hareketleri tetikler. Toplumsal sapmaların olduğu bir toplumda propagandalar daha etkili ve daha inandırıcıdır(Hoffer,64) buna karşılık birlik ve beraberlik duygusunun güçlü olduğu yerlerde toplumsal hareketlerin meydana gelmesi oldukça zordur(Hoffer,65)
Azınlıklar
Azınlıklar yasalarla korunma altına alınsa dahi içlerindeki güvensizlik duygusu hep sürer. Kimliğini baskın kimlik karşısında koruyan azınlıklar hayal kırıklığına daha az uğrarken baskın kimliğe karşı direnci az olan azınlıklarda hayal kırıklığına uğrama olasılığı çok daha yüksektir. Bu noktada azınlıklar içerisinde sosyal statüsü en düşük ve en yüksek olanlar toplumsal hareketlerinde başarılı olmuşlardır. Yahudiler arasında Siyonizm’i en çok benimseyenler en az ve en çok başarılı olanlardır; ve Amerika Zencileri arasında en ırkçı olanlar en az ve en çok başarılı olanlardır (Hoffer,74-75)
Suçlular
Gerek pişmanlığın gerekse belaya uğramışlık duygusunun, insanları aynı yöne ittiği görülmektedir(Hoffer,78). Kutsal bir amacı kucaklayan suçlu kişinin, can ve mal güvenliği endişesine düşmüş bir kişiden daha kolaylıkla hayatını tehlikeye araca ve kutsal amacının savunmasında daha aşırılığa gidebileceği düşünülür (Hoffer,79)
BÖLÜM ÜÇ: BİRLİKTE HAREKET ve NEFSİNDEN FEDAKARLIK
Kitle hareketlerinin başarısını ancak “birlikte hareket” ve “nefsinden fedakarlık” ile mümkündür(Hoffer,83).
Fedakarlığı Arttıran Faktörler
-         Kolektif Bir Topluluğun Kimliğini Taşımak: Bir topluluğun kimliğini taşımak fedakarlığın artmasına sebep olabilir. Bu kimlik Müslümanlık, Hıristiyanlık, bir kabile üyesi olmak, Japon, Alman olmak gibi görülebilir. Aitlik duygusu, bir inanca sahip olmak fedakarlığı tetikler.
-         Uydur İnan Faktörü: Hoffer’in “Uydur-İnan” diye tanımladığı, propagandaların etkisine kapılan insanlarda fedakarlık duygusu had safhaya çıkabilir. Kitle hareketlerinde en etkili dinamiği uydur-inan faktörüdür(Hoffer,91)
-         Şimdiki Zamanın Gözden Düşürülmesi: Şimdiki zamanın gözden düşürülmesi propaganda şeklinde gerçekleşir ve amaç dünya nimetlerine yüz çevirmeymiş gibi gösterilir. Kitle hareketlerinin amaçlarında meydana gelen uygulama imkansızlığı şimdiki zamana açılan bir savaşla örtbas edilmek istenir.(Hoffer,93)
-         Henüz Var Olmayan Şeyler: İnsanların ölümü göze almalarına sebep olan şeyler sahip olduklarından daha ziyade gelecekte sahip olacaklarına inandıkları şeylerden kaynaklanır uğrunadır. Hoffer’a göre “Canını feda etme duygusu yaratan şey, sahip olunanlar değil fakat sahip olunmayanın özlemini çekmektir.”(Hoffer,100)
-         Doktrin(Öğreti): Bir kitle hareketine insanları gönülden bağlamanın yolu bu kitle hareketini bir öğreti ile iyice meşrulaştırmaktır. Bu öğreti bir din, bir ideoloji olabilir. Aynı zamanda bu ikisi arasındaki ince ayrım çoğu zaman ortadan kalkmaktadır. Hoffer’a göre “bir öğreti, etkili olabilmek için anlaşılmaz fakat inanılır olmalıdır. İnsanlar sadece anlamadıkları şeylerden kesinlikle emin olurlar. Anlaşılır bir öğreti kuvvetten yoksundur.” (Hoffer,103)
-         Müfritlik(Aşırılık): Müfrit bir prensip adamı değildir. Çıkarları peşinde koşan, bir kutsal amaçtan bir başka amacın peşine düşebilen biridir. Böyle insanların aklına hitap edilemez fakat inandığı değerlerin değişmesi sağlanabilir. Dindar müfritler ve inançsız müfritler ortak bir payede buluşur; biri bir Tanrının mevcudiyetine inanırken diğeri bir tanrının olmadığına inanır. En nihayetinde inanç noktasında aynı zaviyeden amaçlarına hizmet için çaba sarf ederler.(Hoffer,61-62)
Fedakarlığı Arttıran Faktörler

Kitle hareketleri bir Tanrıya inanmaksızın doğabilir ve genişleyebilir, fakat ortada nefrederi üzerine çekecek bir düşman olmaksızın genişleyemez. Bir kitle hareketinin gücü, seçmiş olduğu düşmanın canlılığı ile doğru orantılıdır. Yahudilerin imha edilmesini arzu edip etmediği sorulduğu zaman Hitler şöyle cevap vermişti: “Hayır... İmha edersek onları yeniden yaratmamız gerekecektir. Sadece ismen değil, cismen mevcut bir düşmanımızın bulunması esastır.”* F. A. Voigt, 1932’de Nasyonal Sosyalist hareketini incelemek üzere Berlin’e gelmiş bir Japon heyetinden bahseder. Voigt heyetin bir üyesine hareket hakkında ne düşündüğünü sorduğu zaman aldığı cevap şöyle olmuştur: “Hareket fevkaladedir. Buna benzer bir hareketi, biz de Japonya’da yapmak isterdik fakat maalesef Japonya’da Yahudiler yok.”

-  Nefret: Bir kitle hareketi, harekete mensup insanların ortak nefret duyduğu bir unsur olmaksızın gerçekleşmesi hayli zordur. Naziler için Yahudiler böyleydi, Ruslar için Amerika ve Batı emperyalizmi kendilerini destekleyen kitlenin birliğini ve hizmete olan titizliklerini arttırmakta etkilidir(Hoffer,114-115)
-         Taklitçilik: Taklitçilik ile kasıt, kitle hareketi içerisinde yeni oluşan normların kalıplaşması yani kitle hareketinin normatif düzeyde kabulünün gerçekleşmesi için gerekli olan kurumsallaşmanın sağlanmasıdır.

-         Kandırış ve Zorlama: Kitleleri kandırmanın en kuvvetli yolu propagandalardır(Hoffer,127). Kitle hareketlerinin başarılı olması için propagandanın güçlü olması gereklidir.
-         Liderlik: Liderler yoktan bir kitle hareketi meydana getiremezler. Bir kitle hareketinin meydana gelmesi için mevcut düzenden rahatsızlık duyan, hoşnut olmayan insanların olması gerekmektedir. Liderin karakteristik özellikleri kitle hareketlerinin başarısında kritik önem taşımaktadır. Kitle hareketine uygun bir ortam olmaksızın liderlerin etkisi mümkün değildir. Lenin, Hitler, Mussolini gibi isimlerin başarısız olmalarının sebebi karakteristik özelliklerinin yanı sıra halkın tam anlamıyla liderlerini desteklememeleridir(Hoffer,133-134)
-         Meşguliyet: Bir kitle hareketinde mevcut amaç uğrunda meşgul olunmadığı sürece başarıya ulaşılamaz.
KAYNAKÇA

Hoffer, Eric. Kesin İnançlılar Kitle Hareketlerinin Anatomisi, 4 Baskı, Çev. Erkıl Günur, Akran Yayıncılık, İstanbul, 1988