27 Nisan 2017 Perşembe

Akılla bir konuşmam oldu dün gece


Akılla bir konuşmam oldu dün gece;  
Sana soracaklarım var, dedim;  
Sen ki her bilginin temelisin,  
Bana yol göstermelisin.  
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?  
Birkaç yıl daha katlan, dedi.  
Nedir; dedim bu yaşamak?  
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.  
Evi barkı olmak nedir? dedim;  
Biraz keyfetmek için  
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.  
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;  
Kurt, köpek, çakal, makal, dedi.  
Ne dersin bu adamlara, dedim;  
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.  
Benim bu deli gönlüm, dedim;  
Ne zaman akıllanacak?  
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.  
Hayyam' ın bu sözlerine ne dersin, dedim;  
Dizmiş alt alta sözleri,  
Hoşbeş etmiş derim, dedi.

-------------------------------

Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok

Ömer Hayyam - Rubailer


24 Nisan 2017 Pazartesi

Kültürlere pencereden bakmak

Doğada mevcut olan şeylerin kültürel bir değeri yoktur. Örneğin bir taşın doğada mevcut haliyle kültürle bir bağlantısı yoktur. O taşa insan eli değdiğinde (örneğin taş yontunup, cilalanıp bir kolyeye dönüştürülürse) veya o taşla insanlar arasında bir etkileşim oluştuğunda (örneğin kutsallık veya farklı sembolik değerler atfedilirse) artık taşın kültürel serüveni başlamış olur.
Kültürler arası farklılıklar çok geniş bir yelpazede ele alınabilir. Örneğin, aynı dine mensup iki farklı milletin o dini yaşayış şekilleri ve o dine getirdikleri yorumlar farklılık gösterebilir. Bu milletlerin kültürleri dini şekillendirdiği gibi din de bu  milletlerin kültürü üzerinde etki sahibi olur. En kapsamlı ve katı kuralları  ihtiva eden dinler bile farklı kültürlerle etkileşime girdiklerinde o kültürlerin etkisinden nasiplerini almaları kaçınılmazdır. Bu durum bir kültürü meydana getiren tüm yapıtaşları için de aynen geçerlidir. Kültürler arasındaki bu farklılıkler gelenek ve görenekle sınırlı kalmayıp tabii çevreyi şekillendirme biçimleri yönünden de aynen geçerli olması ise aşağıda görmekte olduğunuz farklı/renkli pencerelerin meydana gelmesine sebep olmuş. 

Durukan Abdulhakimoğulları




ALMANYA

AVUSTURYA

 BELÇİKA

 BEYAZ RUSYA

BULGARİSTAN

ÇEK

ÇEK 2 

DANİMARKA 

ESTONYA

 FİNLANDİYA

FİNLANDİYA

 FİNLANDİYA

 FRANSA

 FRANSA

GALLER

GALLER

 HIRVATİSTAN

HIRVATİSTAN

HOLLANDA

HOLLANDA 

HIRVATİSTAN 

İNGİLTERE 

İNGİLTERE


 İRLANDA

 İSKOÇYA

İSPANYA 

İSPANYA 

İSVEÇ 

 İSVİÇRE

İTALYA

İTALYA

 İZLANDA

LETONYA 

 LETONYA

 LİTVANYA

 NORVEÇ

 NORVEÇ

PORTEKİZ

RUSYA 

SLOVENYA

  TÜRKİYE
TÜRKİYE

 UKRAYNA

UKRAYNA 

YUNANİSTAN 

YUNANİSTAN

23 Nisan 2017 Pazar

Bu Bir Pipo Değildir



Bu kitabın hikayesi çok ilginç. Magritte, Foucault'un "Kelimeler ve Şeyler" adlı kitabını okumuş ve çok etkilenmiş. Bunun üzerine "Bu bir pipo değildir" adlı meşhur resmi yapmış. Foucault da bu resimden çok etkilenerek resimle aynı isimde olan bu kitabı yazmış. Yani karşılıklı olarak düşünce dünyasının bu büyük ismi ile önde gelen ressamlardan biri birbirlerine ilham vermişler. Bu durum bana şuan maalesef şairinin adını bir türlü ansıyamadım şu şiiri bana ansıttı:



Bir fotograftan yola çıkarak, şiir yazılabilir mi?

Bir şiirden yola çıkarak, fotograf yapılabilir mi?

Gerçek bir hayat hikayesinden yola çıkılarak, roman yazılabilir mi?

Bir romandan yola çıkılarak, sinema filmi yapılabilir mi?

Bir öyküden yola çıkılarak, fotograf yapılabilir mi? ...........

“Hepsi ve daha fazlası yapılabilir”.
Asıl mucize sanatçının yaratıcılığında gizlidir.







Buna dayanarak Magritte'in Bu Bir Pipo Değildir'inin sonuncu desenini kavrayabiliriz. Piponun desenini ve altyazı işlevini yerine getiren ileri-sürüşü bir tablonun (bir resim olması bakımından harflerin görüntülerinden başka şey değildirler ve bir karatahta olması bakımından figür bir söylemin diyalektik uzantısından başka şey değildir) iyice sınırlanmış yüzeyine yerleştirerek ve bu tabloyu kalın ve sağlam bir üçayaklı sehpanın üzerine koyarak Magritte, görüntüye ve dile ortak olan alanı yeniden kurmak (ister bir sanat yapıtının sürekli varlığıyla, ister bir eşya dersinin hakikatiyle olsun) için gerekli her şeyi yapmıştır.
Her şey, pedagojik bir alana iyice demir atmıştır. Bu bir piponun formunu "gösteren" bir tablo ya da bir desendir ve titiz bir öğretmen tarafından yazılmış metin piponun gerçekten bir pipo olduğunu "göstermektedir". Öğretmenin işaret parmağı görünmemektedir, ama o da "bu bir pipodur" demekte olan sesi gibi her yerde egemenliğini sürdürmektedir. Tablodan görüntüye, görüntüden tabloya, metinden sese kadar, genel bir işaret parmağı bir gönderimler sistemini göstermekte, saptamakta, belirlemekte, kabul ettirmekte ve tek bir mekânı yerine oturtmaya çalışmaktadır. Peki öğretmenin sesini niçin işin içine soktum? Çünkü "bu bir pipodur" der demez yeniden başlayıp "bu bir pipo değildir, bir piponun desenidir", "bu bir pipo değil, bu bir pipodur diyen ileri-sürüştür", "bu bir pipo değildir, diyen ileri-sürüş, bir pipo değildir", "'bu bir pipo değildir' ileri-sürüşündeki bu, bir pipo değildir: bu tablo, bu yazılı metin, bir piponun bu deseni, evet bunların hepsi bir pipo değildir" diye kekelemek zorundadır bu ses. S. 30-31
Batı resminde, on beşinci yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar, iki ilkenin egemen olduğunu sanıyorum. Bunların birincisi, plastik canlandırma (benzeyişi içerir) ile dilsel gönderim (benzeyişi dışta bırakır) arasında ayrılık olduğunu ileri süren ilkedir. Benzeyişle bir şeyi gösteririz, farkla da bir şeyden söz ederiz. Öyle ki, bu iki sistem ne iç içe geçebilir ne de birbirinin içinde erir. Bunlar arasında bir boyun eğme ilişkisinin bulunması gerekir. Yani, ya metin görüntünün egemenliğindedir (bir kitabın, bir yazıtın, bir mektubun, bir kişi adının canlandırıldığı tablolarda olduğu gibi) ya da görüntü metnin egemenliğindedir (sözcüklerin sunmak zorunda oldukları mesajı, desenin kısa yoldan gidiyormuş gibi tamamladığı kitaplarda olduğu gibi). Bu boyun eğişin denge içinde kalmasına pek az rastlanır. Çünkü kitabın metni, kimi zaman görüntünün açımlanmasından ve eşzamanlı formlarının sözcüklerle sağlanan çizgisel mecrasından başka şey değildir, ya da tablo, bütün anlamlarını plastik olarak gerçekleş­tirdiği metnin egemenliğinde kalmıştır. Ama egemenliğin taşı­dığı anlam ve kendisini sürdürme, çoğaltma ya da tersine çevirme tarzı önemli değildir. Asıl önemli olan, sözsel gösterge ile görsel canlandırmanın aynı anda hiçbir zaman verilmemiş olmasıdır. Formdan söyleme ya da söylemden forma giden bir düzen, her zaman kademeleştirir onları. S. 32
Magritte'e kulak versek daha iyi: "Sözcükler ile nesneler arasında yeni bağıntılar yaratılabilir ve dilde ve nesnelerde bulunan ama günlük yaşamda bilinmeyen bazı temel özellikler belirtilebilir". Magritte şöyle de diyor: "Kimi zaman, bir nesnenin adı, bir imgenin yerine geçer. Bir sözcük, gerçekte, bir nesnenin yerini alabilir. Bir imge, bir önermedeki sözcüğün yerini de alabilir". Çelişki taşımayan, ama hem görüntülerin ve sözcüklerin çözülmez biçimde iç içe geçmişliğini, hem de onları taşıyacak bir ortak alanın bulunmayışını belirten şu sözleri de söylüyor Magritte: "bir tablodaki sözcükler, görüntülerin yapıldığı aynı maddeden yapılmışlardır. Bir tabloda, görüntüleri ve sözcükleri farklı bir biçimde görürüz" s. 38
Bu yerine-koymaların, bu maddesel töz özdeşliklerinin ve dönüşümlerin örneklerine, Magritte'in resminde bol bol rastlanır. "Personnage Marchant vers l'Horizon"da ("Ufka Doğru Yü- rüyen Kişi") (1928), sırtından görülen, elleri ceplerinde, koyu renk şapkalı ve paltolu şu çok ünlü adamcağız var. Bu adamcağız, renkli beş leke arasına yerleştirilmiş; bunların üçü yerde ve Üzerlerinde italikle yazılmış fusil (tüfek), fauteuil (koltuk), cheval (at) sözcükleri var; yukarıda yer alan bir başkasının adı nuage (bulut) ve nihayet, yerin ve göğün bitimindeki belli belirsiz üçgen biçimindeki lekenin adı da horizon (ufuk). S. 38-39
Önce piponun kendisi şöyle diyebilir: "Burada gördüğünüz şey, benim oluşturduğum ya da beni oluşturan bu çizgiler; evet bütün bunlar, hiç kuşkusuz sizin sandığınız gibi bir pipo değildir, ama öteki pipoyla, gerçek olduğunu ya da olmadığını, doğ­ ru ya da yanlış olduğunu hiç bilmediğim ve bakınız, benim yalın ve yapayalnız bir andırış olduğum tablonun tam üstündeki öteki pipoyla düşey bir andırış bağıntısı içinde bulunan bir desendir". Yukarıdaki pipo da aynı cümle içinde şöyle cevap verebilir: "Gözlerinizin önünde her mekandan ve her sabit kaideden sıyrılmış olarak yüzüp duran şey, ne bir tuval ne de bir sayfa üzerine yerleşmiş olmayan bu sis, nasıl olur da gerçek bir pipo olabilir; aldanmayın sakın; ben andıranım, pipoya benzeyen bir şey değilim, ama hiçbir şeye gönderim yapmadan şu okuyabildiğiniz metin gibi bir metni ve orada aşağıda bulunan desen gibi bir deseni bir baştan öteki başa geçen ve ilişki içine sokan bir bulutumsu andırışım". Ama farklı sesler tarafından bu şekilde iki kez yinelenmiş olan bu cümle, bu sefer kendisinden söz etmek için söz alır: "Beni oluşturan ve onları okumaya çalıştığınız an, pipoyu adlandırmalarını kendilerinden beklediğiniz harfler; evet, adlandırdıkları şeyden o kadar uzak olan bu harfler, nasıl olur da bir pipo olduklarını söylemeye kalkışabilirler? Bu sadece kendine benzeyen bir yazıdır ve sözünü ettiği şeyin yerine hiçbir zaman geçemez". S. 46
Benzer olmak, sadece düşünceye ait. Düşünce, gördüğü işittiği ya da bildiği haline gelerek benziyor; dünyanın kendisine sunduğu şey haline geliyor.
Düşünce, haz ve acı kadar görülemeyen bir şey. Ama resim bir güçlük getiriyor burada, gören ve görülebilir olarak betimlenen düşünce var. "Nedimeler", Velazquez'in görülemeyen düşüncesinin görülebilir bir imgesidir. Öyleyse görülemeyen kimi zaman görülebilir midir? Yeter ki düşünce, sadece görülebilir figürlerle meydana getirilebilsin.s. 56 (Rene Magritte’in Michel Foucault’ya yazdığı mektuptan)






 Rene Magritte odasında çalışırken... 1964

Michel Foucault, Bu Bir Pipo Değildir, YKY, 12 Baskı, Çev. Selahattin Hilav, İstanbul, 2016