18 Eylül 2014 Perşembe

Büyüyen Fotoğraf Küçülen Sosyoloji







Fotoğraf: Lewis Wickes Hine, Jacob A. Riis ve Poul Strand

Fotoğraf yalan söylemez, ama yalancılar fotoğraf çekebilir diyor, Lewir Hine.
 
19 yy. sanatta fotoğrafı, bilimde de sosyolojiyi ortaya çıkarmıştır.

Sosyolojinin ve fotoğrafın aynı anda ortaya ÇIKMASI RASTLANTI DEĞİLDİR. John Berger’in belirttiği gibi, 1839’da fotoğraf makinesi icat edildiği sırada Auguste Comte “Pozitif Felsefeye Giriş” kitabını tamamlamak üzeredir.

Sosyoloji makro bir bilim olarak toplumları kontrol altında tutma amacıyla yola çıkar.

Kapitalizmin etkisiyle sosyoloji küçülüp, gerçeklikten uzaklaşırken, fotoğraf, toplumları denetim araçlarından biri haline gelir.

“Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz.” John Berger

Evrende egemen olan kuram körlüktür.
Zamanın artık çekilmez olduğu, taşınması olanaksız bir yüke dönüştüğü noktada koparılabilmesi ancak körlüğün yardımıyla düşünülebilir. Elias Canetti

Sosyal ilişki ve bir deneyimin içinde olmak dokunma ile başlar, görmeyle değil.



Susan Sontag “Platon’un mağarasında hala iflah olmaz biçimde oturan insanoğlu, o eski alışkanlıklarını sürdürüp kendini gerçeklikle değil, gerçekliğin gölgesiyle oyalıyor.”

Bir şeyi güzel olarak görmek, onu zorunlu olarak yanlış görmek demektir.

Fotoğrafın keşfiyle birlikte ünlü ressam Paul Delaroche, “Bundan böyle resim sanatı ölmüştür” der. Ona göre, fotoğraf, sanatın tüm ilkelerine cevap verecek güçtedir.
1864 yılında 6 ülkede 25 tane fotoğraf dergisi yayınlanıyordu.

1888 yılında George Eastman, Kodak makineyi satışa çıkardı.




Jacob A. Riis fakir kesimleri ve gecekonduları fotoğraflar “How the Other Lives-1890 ve Children of the Poor-1892” toplumu öyle sarsar ki New York’da yeni yasalar çıkartılır.

Sosyolog Lewis Wickes Hine da göçmenleri ve çocuk işçileri fotoğraflar. Sonucu, çocuk işçilerin çalışma koşullarının yasa ile düzeltilmesi olur.

Fotoğraf makinesi, dönemini görüntülemeye, olan biteni kaydetmeye çalışır. Sosyal bilimler de öyledir. Önce yaşanılan gerçeğin altını çizerler. John Berger

Poul Strand ilk dönem çalışmaları daha çok New York’taki insanları konu alır. İleri dönem fotoğrafları ise yaptığı yolculuklarla ilgilidir. Sıradan olayları ilgi çekici ayrıntılarıyla görüntülemiştir. Çektikleri önceden düşünülmüş fotoğraflardır. Anı yakalamak yerine anı yaratmaya çalışmıştır.

Tüketim kültürü insanlara sahte bir özgürlük sunar. Stuart Ewen’a göre “…tüketici kendisine yeni özgürlükler sunulduğunu zannedebilir, oysa acımasızca aldatılmaktadır. Sunulan şey özgürlük yanılsamasından başka bir şey değildir”

Kitle kültürü içerisinde yabancılaşan insanlarda bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde gerçeklikten kaçış görülmektedir. Kitlesel tüketimin verdiği haz gerçekliğin yerini almış gibidir.

Sanat ile reklam arasındaki farklılık artık ortadan kalkmış gibidir. Kültürel ürünler gerçek bir gereksinmenin karşılanmasından çok, değişim için imal edilmektedirler.

Kitap için müzik: SAVA - Yo m'enamori

2 Eylül 2014 Salı

Otoriteye neden itaat ediyoruz?

Siyaset sosyolojisine başlarken sorulan iki önemli soru vardır? "Neden otoriteye itaat ediyoruz" ve "Birinin eline otoriteyi, gücü verirsek neler yapabilir" İkinci sorunun cevabını Sranford Hapishane Deneyi sayesinde cevaplandırabiliyoruz ki, Das Experiment filmini izlerseniz sıradan bir insanın eline insanlara hükmetme yetkisi verildiğinde, o güne kadar hiçbir vukaatı olmayan, sıradan bir vatandaşın ne denli bir zalime dönüşebileceğini görebilirsiniz. Bu deney Aristotales'in, İmam Gazali'nin adaleti cesaretten üstün görmelerinin sebebini açıklıyor, bir yöneticinin her şeyden önce adil olması gerektiğini isbatlıyor diyebiliriz. Bir grubu, kitleyi, yığını yahut topyekün tüm vatandaşları yönetecek olan yöneticide aranacak özellik adalet olmakla birlikte yöneteceği toplumdan önce kendisini yönetebilme gücüne sahip olmasıdır.


Milgram deneyi ise bildiğim kadarıyla Nazi askerlerinin kendilerinin kendilerini masum görmeleri üzerine yapılmış bir deney ve insan aklının emir ve yasaklara karşı olan zaafını gözler önüne tüp çıplaklığıyla gösteriyor. Denek otoriteye tamamiyle boyun eğip akli yetilerini bir köşeye bırakıp, beynini de merkezi otoriteye bağlıyor diyebiliriz. İbn Arabi insan nefsine emirlerin ağır gelmediğini fakat yasakların ağır geldiğini söyler. Eğer o elma yasaklanmasaydı da yenmemesi emredilseydi Hz. Adem'e belki de çok farklı sonuçlar olabilirdi. Bu deneyde de insanların emre olan itaati değil de yasaklara karşı duyarlılığı denenseydi acaba ne tür bir sonuç verirdi merak ediyorum.

Yazı için sountrack: Pink Floyd - Another Brick In The Wall

1 Eylül 2014 Pazartesi

Eski Denizler


Ah, gidebilmek, nasıl olursa, nereye olursa!
Gidebilmek o açık denizlere, dalgalar, tehlikeler içinden,
Yol almak açıklara, başka yerlere, Soyut Uzaklığa,
Belirsizlik içinde, gizemli gecelerin karanlığında
Rüzgara, kasırgaya kapılmış bir toz zerresi gibi sürüklenircesine!

Gitmek, gitmek, hiç durmadan gitmek!
Kanatlanmak için tutuşuyor olanca kanım!
İleri atılmak istiyor bütün bedenim!
Sellere kapılmış gibi bütün imgelemim
Çırpınıyor, kükrüyor, kanıma sığamıyorum!
Köpük köpük oluyor kızışan isteklerim
Ve kayalarda patlayan bir dalga gibi tenim!
 

Fernando Pessoa - Uzaklar, Eski Denizler

13 Temmuz 2014 Pazar

Trio Chemirani


Yeni keşfettiğim İran'lı müzisyen. Ne var ki haklarında türkçe bilgi hiç yok



12 Temmuz 2014 Cumartesi

Müslüman ülkelerde Ramazan üzerine...

İzlediğiniz fotoğraf Peter Menzel'in "Aç gezegen dünya" adlı albümünden. Bu albüm oluşturulurken ki amaç, ülkelerin orta kesim sıradan ailelerinin bir haftalık gıda tüketimlerini bir araya getirmek ve bir haftalık gıda harcamalarının fiyatlarını ülke ülke kıyaslamak. İzlediğiniz fotoğraf Çad'da çekilmiş. Bir haftalık gıda harcamaları ise yaklaşık olarak üç dolar.

İzlediğiniz ikinci fotoğraf ise Kuveyt'te çekilmiş. Haftalık üç yüz dolar gıda harcaması olan bir aile.

İzlediğiniz üçüncü fotoğraf ise Mısır'da çekilmiş. Bu fotoğraf hakkında detaylı bilgi vermek istemiyorum çünkü fotoğraf çekildiğinde Mısır'da henüz Arap Baharı olmamıştı.



15 Haziran 2014 Pazar

16 Ton kömür kaç bin insan eder?



Günümüzün sömürü düzeninde zor koşullar altında çalışarak nice insan ölüyor ve bu ölümler basın tarafından katliam olarak değil kaza olarak duyuruluyor. 16 Ton belgeseli de bu azınlığın çoğunluğu ezdiği, sömürü sisteminin en karanlık kısmını anlatıyor -kömür madeni işçilerini-. Belgesele adını veren 16 Ton ise Merle Travis’in albümünde yer alan, madenciler için yazdığı üç şarkıdan berisi. O kadar meşhur olmuş ki bu şarkı, youtube’ta aratınca aynı şarkıyı söyleyen çokça farklı yorum bulabilirsiniz. Bu isimlerden bazıları ise Ernest Jennings Ford,  ZZ Top, Johnny Cash, Eric Burton, BB King, Frankie Laine vs…


16 ton
On altı ton yüklersin, ne geçer eline
Daha da yaşlanıp daha da borca batarsın
Tanrım(Aziz Peter) beni çağırma çünkü gidemem
Ruhum şirkete zimmetli






İnsan irade sahibi özgür yaratık, kimin nasıl öleceğine karar verebilir!

Kristof Kolomb “yerlilerin boyları postları münasip, iyi hizmetkar olurlar”.

İnsanlar alışveriş yaparken kaliteye ve fiyata bakarlar. Herkes bu kısası yapsa ekonomi tıkanırdı. Bu yüzden insanları alışverişte ikna etmek gerekiyor. İnsanları ikna etmek akıl mantıkla değil sembollerle yapılır. Örnek: Kadınların sigara tüketimini arttırmak için kullanılan slogan şöyleydi: Erkeklerle eşit olun, sigara için!

 
Bizler bankamatikten para çekerken madenciler üç yüz metre altımızda kömür tozlarını ciğerlerine çekerler.

öyle insanlar gördüm ki 
ölüm peşlerine düşmeye korkardı 
kılları uzamış hayvanların yanı sıra 
ya kuyulara iniyorlar 
ya kuyulardan çıkıyorlardı 
kazmaları kürekleri lambalarıyla 
ya insanlar gibi toprağın üstünde 
ya köstebekler gibi toprağın altındaydılar 
bir düdük sesinde bütün şehir ayaktaydı 
dağlara tepelere doğru bir ayaklanmadır başlıyordu
ikinci düdüğe kadar bütün şehirde tıs yoktu 
uyudum uyandım hep aynı seslerdi 
anladım insanlar bir vardiyaya giriyorlar
bir vardiya çıkıyorlardı
anladım en kısa ömür insan oğlunundu 
sonra kurtlar böcekler ve tarla farelerinindi


İlhan BERK  1946


Madencilerin yaşadıkları yerleri duvarlardaki fotoğraflar da ele verir. Bundan yüz elli yıl önce İngiltere’nin New Hartley ocağında göçük altında oğluyla birlikte can veren madencinin ağzından yazılmış şarkı hâlâ her yerde söylenebilir: Hiçbiri kendi hayatını düşünmedi / Aklı yukarıdaydı hepsinin / Ekmeksiz kalacak ailelerinde... Savaş şarkılarında bile zaferden, savaşın bitmesinden, yüz güldürecek şeylerden sözedilirken, madenci şarkılarının çoğu ya ağıttır ya da yukarıdakilere dairdir.

Madenci: Madencinin kendi aşağıda ruhu yukarıdadır. O, başkaları günyüzü görsün diye karanlığa razı olmuş bir adamdır.

Maden havzası: Madende çalışmadığınız takdirde işsiz ve aç kaldığınız yöreye verilen addır.

Diğer mesleklerin istatistikleri yıllar, üretim miktarı, ihracat, işçi başına üretim, maliyet şu bu diye gider
Madencilik istatistiklerinde ise şöyle ilginç kalemler göze çarpar: milyon tona düşen ölüm adedi, yıllara göre ölümlerdeki artış-azalış, yaralı miktarı, falan...

Güneşli bir günde masmavi göreceğiz Karadeniz'i 
Balkaya'dan Kapuz'a kadar, karış karış biliriz bu şehri 
Eki'nin çiçekli bahçeleri, rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla 
Paydos saatlerinde yollara dökülen, soluk benizli insanlarıyla 
Siyah akar Zonguldağın deresi
Yüz karası değil, kömür karası  
Böyle kazanılır ekmek parası

Orhan Veli




Bu güzel Ümit Kıvanç belgeseliyle ilgili daha detaylı bilgiye ve belgesele şuradan ulaşabilirsiniz.

11 Haziran 2014 Çarşamba

Gönüllü cehaletin gücü yabana atılamaz!

Reklamların ve pazarlamanın yöntemlerini bir pazarlamacı kadın anlatıyor.





8 Haziran 2014 Pazar

Bilge maymun


Bilge üç maymunu taklit eden üç maymun

4 Haziran 2014 Çarşamba

Tahammül etmek, tebessüm etmek...

Sen bir insansın, insanlar arasında yaşamalısın
mükemmellik enderdir, bunu söylemek zorundayım
insanlar farklı cevherlerden yaratılmışlardır -
onlara tahammül et tıpkı onların sana tahammül ettiği gibi

ve Allah'ın huzurunda dur; görevinde titiz ol
başka insanların nasıl olduğu o kadar önemli değil

Frithjof Schuon'un "Bilgelik Şiirleri'nden"



 Tomlum içinde eriyen bireyler, tıpkı şekerin suyun içinde erimesi gibi... Ne kadar birbirimize benziyoruz sorusuna verilebilecek tarihi bir cevap "bir günle bin yıl arasında fark yoktur". Nasıl oluyor da bu kadar birbirimize tahammül edemiyoruz? Birbirimize tahammül edememek kimyaya, erdeme, vicdanımıza ihanet değil midir? Aslında tahammül ediyoruz. Tahammül ediyoruz; kötülükleri görmezden gelerek, yalanları duymayarak ya da inanarak... Toplumun karanlığındansa gecenin karanlığı iyidir, der Mevlana. Cehalete tahammül ediyoruz. Kabalıklara, vurdum duymazlıklara tahammül ediyoruz. Sinir sistemimizin mahvolmasına göz yumuyoruz.

Büyük bir huzursuzluk kaynağıdır, ne yapman gerektiğini bilip yapmamak. Allah'ın huzurunda doğru durup gerevlerimizi yapmıyoruz. İşte bizim vicdan azabımız. Kendi sefihliğimizi görmeden toplumu kötülemek neden? Kendi acınası halimizi bırakıp sadece topluma acımak neden?
Durukan

Ben çok özleyen




BEN 
ÇOK ÖZLEYEN
BİR KIZ
DEĞİLİM

BENSE
ÇOK ÖZLEYEN 
BİR
ERKEĞİM


Onlar Hepsi Bilirler

 (Fotoğraf: Lauren E. Simonutti)
 
Paris'in kaldırım ressamlarına sor
uyuyan bir köpeğin üstündeki güneş ışığına sor
üç domuza sor
gazeteci çocuğa sor
donizetti'nin müziğine sor
berbere sor
katile sor
duvara yaslanmış adama sor
vaize sor
dolap yapanlara sor
cepçiye sor ya da rehinciye
ya da cam üfleyen ustaya
veya gübre tüccarına ya da dişçiye sor
devrimciye sor
kafasını aslanın ağzına sokan adama sor
sıradaki atom bombasını atacak
adama sor
kendini isa sanan adama sor
gece eve dönen bülbüle sor
röntgenciye sor
kanserden ölmekte olan adama sor
banyo yapma ihtiyacı olan adama sor
tek bacaklı adama sor
köre sor
peltek konuşana sor
afyon çekene sor
elleri titreyen cerraha sor
üzerinde yürüdüğün yapraklara sor
tecavüzdüye sor ya da
tramvay görevlisine
veya bahçeside eğreltotlarını yolan
yaşlı adama sor
tefecinin birine sor
pire eğiticisine sor
ateş yiyene sor
bulabileceğin en sefil adama
en sefil anında sor
bir judo hocasına sor
fil sürücüsüne sor
cüzzamlının birine, müebbet mahkumuna,veremliye sor
tarih öğretmenine sor
tırnaklarının arasını hiç temizlemeyen adama sor
palyaçonun birine ya da gün ışığında ilk gördüğün
yüze sor
babana sor
oğluna sor ve onun
gelecekteki oğluna
bana sor
bir kesekağıdındaki yanmış ampule sor
baştan çıkmışa, lantelenmişe, aptala
bilgeye, köleye sor
tapınakları inşa edene sor
hiç ayakkabı giymemiş adamlara sor
isa'ya sor
aya sor
dolaptaki gölgelere sor
güveye sor, keşişe, deliye
new yorker dergisine karikatür çizen adama sor
süs balığına sor
tap-dansa sallanan eğreltiotuna sor
hindistan haritasına sor
şefkatli bir yüze sor
yatağının altına saklanan adama sor
bu dünyada en çok nefret ettiğin
insana sor
dylan thomas'la içen adama sor
jack sharkleyin eldivenlerini bağlayan adama sor
kahve içen üzgün suratlı adama sor
muslukçuya sor
her gece rüyasında
deve kuşlarını gören adama sor
hilkat garibesi şovlarında bilet kontrol edene sor
kalpazana sor
ara sokağın birinde
üstünde gazete örtülmüş uyuyan adama sor
ülkeleri ve gezegenleri fethedenlere sor
yeni parmağını kesmiş adama sor
incilin arasındaki sayfa işaretine sor
telefon çalarken çeşmeden damlayan suya sor
yalancı şahitliğe sor
koyu mavi boyaya sor
paraşütçüye sor
karnı ağrıyan adama sor
yüzmekte olan besili kutsal göze sor
pahalı kolejde dar kot giyen
çocuğa sor
küvette ayağı kayana sor
köpek balığının yediği adama sor
bana eşi farklı eldiveni satana sor
bunların hepsine yada benim saymadıklarıma sor
ateşe sor ateşe ateşe-
yalancılara bile sor
ne zaman istersen dilediğine sor
hangi gün istersen yağmurda
karda yada scaktan sararmış bir verandaya çıktığında sor
buna sor şuna sor
saçında kuş pisliği olan adama sor
hayvanlara eziyet edene sor
ispanya'da bir sürü boğa güreşi izlemiş adama sor
yeni cadillac'larının sahiplerine sor
şöhretlere sor
sıkılganlara sor
albinoya sor
ve devlet adamına
ev sahiplerine ve bilardo oynayanlara sor
yapmacıklı insanlara sor
kiralık katillere
keltoşlara sor şişmana
uzun boyluya ve
bodura sor
tek-gözlü adama
sekse düşkün olana ve olmayana sor
bütün gazete başyazılarını okuyan adama sor
gül yetiştirenlere sor
neredeyse hiç acı çekmeyen adamlara sor
ölüm döşeyindekilere sor
avlusunda çimleri biçenlere
ve futbol maçlarına gidenlere sor
bunların herhangi birine ya da hepsine sor
sor sor sor
hepsi şöyle diyecektir ;


"bir erkek, trabzana yaslanmış dırdır eden bir kadına
tahammül edemez"
Suda Yan Ateşte Boğul,