11 Temmuz 2011 Pazartesi

Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama,
biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme.
Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile
dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı.

Sorun yok, sadece bekle.

Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır,
rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur !
İzlemeye devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde, o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur !..

Hayat üçbuçukla dört arasındadır... Ya üçbuçuk atarsın ya da
dört dörtlük yaşarsın...


Neyzen Tevfik

Kadına Bakış

Erkek olmadığıma memnunum; yoksa bir kadınla evlenmek zorunda kalacaktım.
Madame... De Stael

Kadın, insanın gölgesi gibidir; kovalarsanız kaçar, kaçarsanız kovalar.
Chamfort

Öyle kadınlar gördüm ki bir şiirle evlenmek için bir romandan vazgeçmeye hazırdırlar.
John Keats

Kadın olsun, kitap olsun cildine aldanmayıp içindekilere bakılmalıdır.
Cenap Şehabettin

Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır.
Victor Hugo

Masa da Masaymış Ha!


"Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
...
Ne yapmak istiyordu hayatta
...İşte onu koydu
...
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
...
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.

Edip Cansever

Kitlelerin Dehası

Ortalama insanda
Herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
Ve cinayet konusunda en becerikliler
Cinayet karşıtı vaaz verenlerdir
Ve nefreti en iyi becerenler
Sevmeyi vaaz edenlerdir
Ve son olarak
Savaşı en iyi becerenler
Barış vaazı verenlerdir

Tanrıyı vaaz edenlerin
Tanrıya ihtiyacı var
Barış vaaz edenlerin
Huzuru yok
Sevgi vaaz edenler sevgisizdir
Vaaz edenlerden sakının
Bilmişlerden sakının.
Durmadan kitap okuyanlardan sakının
Yoksulluktan nefret edenlerden
Ya da gurur duyanlardan sakının
Övgü göstermekte hızlı davrananlardan sakının
Karşılığında övgü beklerler

Sansürlemekte hızlı davrananlardan sakının
Bilmedikleri şeylerden korkarlar

Sürekli kalabalıkları arayanlardan sakının;
Tek başlarına bir hiçtirler

Ortalama erkekten
Ortalama kadından
Sakının
Sevgilerinden sakının
Sevgileri vasattır,
Vasatı aranır dururlar
Ama nefretleri dahiyanedir
Nefretleri seni beni
Herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir.

Yalnızlığı istemezler
Yalnızlığı anlamazlar
Kendilerinden farklı her şeyi
Yok etmeye çalışırlar
Sanat yaratamadıklarından
Sanatı anlayamazlar
Yaratma başarısızlıklarını
Dünyanın beceriksizliğine yorarlar
Kendileri tam sevemedikleri için
Senin sevginin eksik olduğuna inanır
Ve senden nefret ederler
Ve nefretleri
Parlak bir elmas
Bir bıçak
Bir dağ
Bir kaplan
Bir baldıran otu gibi
Mükemmeldir

En Usta Oldukları
Sanattır nefret!

Charles Bukowski

10 Temmuz 2011 Pazar

Sevginin adı kişiliksizlik olabilir bazı durumlarda

Seni sevmeyene asla sabır gösterme. Çünkü, Sabrının adı yüzsüzlük, fedakarlığın adı eziklik, sevginin adı kişiliksizlik olur.

Boris Vian

Üç Yüzyılda Yaşamak

Üç yüzyılda yaşamak: Yaşlılığın Yüzü, bu siyah ve beyaz fotoğrafik portre projesinin adıdır.

Bu, portreler serisindeki fotoğraflar, 1987-2005 yılları arasında dünyanın pek çok değişik bölgesinde çekilmiştir.

On dokuz yıl öldürücü kuraklık ve kırkyedi yıl acımasız komünist baskısı altında yaşamış olan 101 yaşında Moğol kadını. Tarihe göre, komünistler, Moğol insanlarının bağımsız ruhunu sevmezdi. 1.22 cm boyda, 31.75 kilo ve mükemmel sağlıklı biri.


102 yaşında Çinli adam, 4 yaşında çalışmaya başlamış bir çiftçi. Nahif vücuduna göre kocaman elleri var. “Çalışmayı hiç bırakmadım.” dedi.
103 yaşında, Portekizli dul. Kocasının kaybından sonra yas için tamamen siyah yün giysiler giyiyor. Kocası, Portekiz’deki pek çok balıkçı gibi 20’lerinin başlarında ölmüştü. Pek çok Portekizli kadın Katolik inançlarına kuvvetle bağlı, Ve hayatlarının geri kalanını dul olarak yaşar.

104 yaşında Navajo Yerlisi Amerikalı kadın. Arizona’daki Chelly Kanyonu kenarında yaşıyor. Fotoğrafı çekilirken, ben parmaklarımı hareket ettirememekten şikayet ederken o -24 derece sıcakta, 20 dakika ince bir ceketle oturdu. ”Soğuk değil” diyordu.


105 yaşında Sicilya doğumlu İtalyan adam 101 yıl evvel ailesi bir gemi ile Amerika’ya gelmiş. Ailesine yiyecek için pazarlık eden annesini ve Hürriyet Heykeli’ndeki dalgaları hatırlıyor. 18 yaşında, Teksas’ta bir çimento fabrikasında çalışırken “Kara El” (Mafya) aile üyelerini “almakla” tehdit etti ve haraç baskılarından kaçmak için ailesi Kaliforniya’ya taşındı. 1920’lerde aylaklarla trenleri sürdü. Yellowstone Park’ta çalışırken Başkan Hoover’ın elini sıktı. 40’ında çiçek işine başladı ve buradan 3 kere emekli oldu. Sonunda 89 yaşında emekli oldu. 105. yaşgününde iki kadeh kırmızı şarap içti ve doktoru ve sarışın hemşiresi ile dansetti.

108 yaşında İngiliz ataları olan Amerikalı adam. Daha sonra 101 yaşına kadar yaşamış olan babasından miras kalacak olan Montana Çiftliği’nde büyüdü. 1500 baş sığırı vardı ve Kentucky soylu atlara binerdi. 50 yıl evvel viski içip kumar oynamayı severdi. Şimdi formda, 102’sinde ve günde 30 şınav çekiyor. Her Pazar siyah kovboy çizmelerini, beyaz takımını, pembe kravatını ve Stetson şapkasını giyerek kiliseye 1 mil yürür. “İçki –sigara içmem ve kadın peşinde koşmam. Onlar benim peşimdedir” diyor.

106 yaşında Coeur d'Alene yerlisi Amerikalı kadın. Yaşayan en yaşlı kabile üyesi. Babasına çiftlikte yardım eder ve buharlı gemileri kullanırdı. İki defa evlendi. İlki geleneksel bir evlilikti. Uzun sürmedi. İkinci evliliği 50 yıl sürdü.
110 yaşından 320 gün almış Amerikan yerlisi, Afrikalı Amerikalı ve İsveç ataları olan Amerikalı adam. Dünyadaki, yaşayan 44. yaşlı kişi. Babası, Başkan Abraham Lincoln Gettysburg Konuşmasını yaparken bir platformda onun yanında duruyormuş. Babası, Lincoln'un suikastından sonra Başkan olan yardımcı-başkan Andrew Johnson’un gayrimeşru oğluydu. O, zeki, dik kafalı, kör, konuşkan ve I.Dünya Savaşı'nın yaşayan son gazilerinden biridir. “Nasıl bu kadar uzun yaşadınız?” diye sordum. “Kadınlar, bira ya da viski etrafında vaktimi boşa geçirmedim.” dedi.



110 yaşından 115 gün almış. Alman ve İngiliz atalara sahip. Pek çok büyüğü 100 yaşını geçene dek yaşamış. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında hizmet etmiş ve daha sonra trenyolu frencisi olarak çalışmış. Bunalım zamanında zamanında aylaklarla pek çok ülkeyi trenle gezdi. 102 yaşındayken günde 10 mil yürüyordu. Şimdi günde 3 mil yürüyor ve göz muayenesi tablosundaki en alttaki 3 satırı hala okuyabiliyor. İçmeyi 60 yaşında bıraktı fakat 80’ine kadar sigaraya devam etti. Bir bronzlaşma salonundaki espresso kafede haftada bir kaç saat çalışmaya devam ediyor. “Hala güzel kadınların peşine düşerim” diyor. “Ama bacaklarım yeterince hızlı olmadığından yakalayamam.”


102 yaşında, tüm yaşamını Beijing Otel arkasındaki aynı çamurdan evde geçirmiş olan Çinli kadın. Çin’in son imparatorunun kuralları ile yaşamak, Boksör İsyanı, iki Dünya Savaşı ve Komünist Parti’nin yükselen iktidarı hakkında konuştu. Otelin genişlemesi ile evinin yıkılacağından korkuyor.
112 yaşından 111 gün almış Afrikalı bir Amerikalı.Dünyanın yaşayan 16. yaşlı insanı ve Amerika’daki en yaşlı kişi. Yaşayan en yaşlı 1.Dünya Savaşı gazisi. Zafer madalyası, işgal kuvvetleri madalyası, Fransa’nın en yüksek onuru olan ve Amerikan ordusunda Fransız ruhu ile 1. Dünya Savaşı’nda yer alan, halen yaşamakta olanlara verilen Lejyon Onurunu kazandı. Eve döndü, çiftçilik yaptı, evlendi ve 7 çocuğu oldu ve 75 yıl Pazar Okulu idarecii olarak hizmet etti. Hiç sigara ve alkol kullanmadı, Aspirin de dahil olmak üzere hiç ilaç içmedi. Çocukları arabasının anahtarlarını saklayana kadar 106 yaşına dek araba kullandı.

114 yaşından 226 gün almış Afrikalı Amerikalı kadın. Dünyadaki yaşayan 3.yaşlı insan ve Amerika’daki yaşayan 2. yaşlı. Anne babasının ikisi de köleydiler. Aile, kendi yetiştirdiği yiyecekleri yiyordu. Diyetine hiç dikkat etmedi ve hiç bir zaman kilolu olmadı. Hiç sigara ya da içki kullanmadı ve ilk defa doktor gördüğünde 100 yaşındaydı. 72 yıldır ikinci kocasıyla evli. 3 çocuk, 5 torun, 46 büyük torun, 95 büyük büyük torun, 38 büyük-büyük-büyük torunu var.


Yaşlandığını Nasıl Anlarsın

(Fotoğrafı çekildiğinde 106 yaşındaydı)
nerden mi anlıyorum yaşlandığımı?
kadınlar gittikçe daha güzel.

güneş daha hızlı ...adımlıyor gökyüzünü,
sular daha soğuk rüzgâr daha serin.

eskiden her konuda konuşurdum istekle,
bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi.

büyük yapılar, ışıklı çarşılar bitti,
ara sokaklara, salaş kahvelere gidiyorum.

kurtulmak için çırpındığım çocukluğu,
yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak.

bütün sesler çın çın bir yalnızlık oluyor,
içimden geçenleri söyledim sanıyorum.

birisi bir şarkı söylemesin kederle,
tenimde bir titreme, kirpiklerimde buğu.

kısa söz, basit eşya, kedi sevgisi,
aktıkça ağaran bir suyum zamanın ırmağında.

nerden mi anlıyorum yaşlandığımı?
kadınlar daha güzel kadınlar daha uzak...

ŞÜKRÜ ERBAŞ
(Bu fotoğraf çekildiğinde 114 yaşından 226 gün almıştı)

Cahiliye İle Kör Dövüşü

Ülkemizde "Cahillerle Tartışma Kursu"nun bir an önce açılması elzemdir.

"Cahillerle tartışmaya girmeyin, Ben hiç yenemedim."
Gazali

"Aptallarla asla tartışmayın. Sizi önce kendi düzeylerine çeker, sonra da tecrübeleriyle yenerler."
Dilbert

Ölüme Hazırlık - Charles Bukowski

Çoğu insan ölüme hazır değildir, ne kendi ölümlerine ne de başkalarının. Şoka girerler, ödleri patlar, beklenmedik bir sürprizdir ölüm onlar için. Olmamalı oysa. Ben ölümü sol cebimde taşırım. Bazen cebimden çıkarıp onunla konuşurum: "Selam yavrum, nasılsın? Ne zaman geleceksin beni almaya? Hazırım."
Bir çiçeğin büyümesi bizi ne kadar kederlendiriyorsa, ölüm de o kadar kederlendirmeli. Korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da yaşanamayan hayatlardır. İnsanlar hayatlarına saygı duymuyorlar, işiyorlar üstlerine, sıçıyorlar. Geri zekalılar. Tek düşündükleri düzüş-mek, sinema, para ve düzüşmek. Hiç düşünmeden yutuverirler Tanrı’yı, hiç düşünmeden yutuverirler Vatan’ı. Çok geçmeden düşünme yeteneklerini yitirir, başkalarının onlar için düşünmelerine izin verirler. Pamuk beyinliler. Görünümleri çirkin, konuşma biçimleri çirkin, yürüyüşleri çirkin. Yüzyılların olağanüstü bestelerini çalın onlara, duymazlar. Çoğu insanın ölümü bir aldatmacadır. Ölecek bir şey kalmamıştır geriye.

Charles Bukowski


Maya Ağıdı

Doya doya yenecek aşları
Kana kana içecek suları vardı
Ama o gün toz duman sardı her yanı
O gün sarardı soldu toprak
O gün bir bulut çöktü tepesine
O gün bir dağ geldi üzerine
O gün güçlü adamın eline geçti toprak
O gün tütmez oldu bacalar
O gün dalından koparıldı körpe yapraklar
O gün ölüme kapandı gözler
O gün üç işaret belirdi ağaçta
O gün üç nesil asıldı oracıkta
İşte o gün baş koydular savaşa
Ve dağıldılar dip bucak ormanlar arasına

(Popolvuh Maya Kutsal Kitabı'ndan)

Uykunun Sızdırdığı Sözler

Gerçeği insan hafızasındakiler kadar yaşar, beyninin daha derin katlarındakiler kadar değil.

Nesneleri anlamak için sadece nesneler yetmez, onların öncesi ve sonrası da gerekir.

Yapıcı olmak için yansızlaşmak gerekir

Taklit, bütünleşme yanılsaması yaratarak var olmayanın varoluşunu destekler

Dağ baba, ana tarla, gençlik at, bebek denizdir, dere hepimiz, su içimiz, ev cinselliktir

Benim beynim kendini ve bedenini, yanı sıra karşısındakinin beynini ve bedenini kullanıyor ve başkasının beynine kendini ve bedenini kullanma izni veriyor; aramızdaki ortaklık böyle sağlanıyor, sorun bu izin verilmediğinde çıkıyor, bu bir sorundur çünkü insanların bizde doğmadan önce bile hakları ve payları var

İyi ki analar babalar bizi çok sevmiyor da başkalarına gidiyoruz

Yankesiciler en çok parti mitinginde cepçilik yapar, boş vaatleri alkış için eller kalktığında cepler korumasız kalır ve sandıktan sonra gidecek paralar daha meydanda gitmeye başlar

İnsanların kendine karşı değil insana karşı cesareti var, halbuki ilki olsaydı, olaylara karşı da cesareti olurdu

Çıngıraklı bir topla körlere futbol oynatmak, dünyanın halini analoji ile anlatmakta iyi bir yol.

(Tahir M. Ceylan - Aylak Bilgi)

Derinin Kısası


"Eğer insan kısa cümleler kuruyorsa, uzun yorgunlukları vardır."
Bob Dylan

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Önce Cesaret

Eğer cesur değilsen samimi olamazsın. Eğer cesur değilsen sevemezsin.
Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler...

OSHO


Özgür İrade Kaybedildiğinde!


Şu anda pek çoğumuz yaşamımızın kendi kontrolümüzde olduğuna inanıyoruz. Ve de bu durumdan şikâyetçi değiliz. Peki, özgür irademize duyduğumuz inancı yitirirsek ne olur? Son yıllarda bazı psikologlar bunu öğrenmeye çabalıyor. Çalışmalardan birinde Minnesota Üniversitesi’nden Kathleen Vohs ve Santa Barbara’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Jonathan Schoolerın birlikte yürüttükleri bir deneyde, bir grup denekten Stanley Crick’in The Astonishing Hypothesis isimli kitabından bir alıntıyı okumaları istendi.
Kitap, özgür iradenin yalnızca bir illüzyon olduğunu, insanların nöronlardan oluşmuş bir yumak olduğunu savunuyor. Bu pasajı okuyan deneklerde, okumayanlara göre özgür iradeye duydukları inancının daha zayıf olduğu anlaşıldı. Daha sonra kopya çekseler bile fark edilmeyeceklerine inandırılan deneklerden, matematik testi çözmeleri istendi. Özgür iradeye duydukları inançları büyük ölçüde sarsılmış olan deneklerin kopya çekmeye daha meyilli oldukları saptandı (Psychological Science, vol 19, p 49).
İnsanların özgür iradelerine duydukları inancın sarsılması ile ilgili bir diğer çalışmayı da Florida State Üniversitesi’nden Roy Baumeister yürüttü. Baumeister ve ekibi deneye katılanlardan özgür iradeyi güçlendiren veya zayıflatan metinler okumalarını istedi. Bu iki zıt düşünce şu satırlarla dile getiriliyordu:
Özgür iradeyi güçlendiren ifade: “Bazen davranışlarımı etkileyen çevresel ve genetik faktörleri kontrol altında tutabiliyorum ve beni etkilemelerine izin vermiyorum
Özgür iradeyi sarsan ifade: “Özgür iradeye duyulan inanç, evrenin bilimsel yasalar tarafından yönetildiği düşüncesine ters düşer.”
Daha sonra gönüllülerden bir dizi senaryo çerçevesinde, başka bir insana yardım etmeye ne kadar gönüllü oldukları soruldu.
Tahmin ettiğiniz gibi özgür iradeye inancı sarsılmış olan insanlar, diğer gruba göre yardım etmekte daha az istekliydi. Bilim insanları bu insanların ayrıca yabancılara karşı daha saldırgan bir tutum sergilediklerini gözlemledi (Personality and Social Psychology Bulletin, vol 35, p 260).

Buradan çıkartılar sonuç şu: Özgür iradeye olan inançlarımızı yitirmek çevremizdeki insanları da olumsuz etkiliyor. Ayrıca bu durum yaşam başarımızı da engelliyor. Vohs ve Baumeister ile birlikte çalışmalar yapan Florida State Üniversitesi’nden Tyler Stillman, özgür iradelerine güvenen insanların iş hayatlarında daha olumlu beklentiler içinde olduğunu ortaya koydu. Bu da yalnızca bir yanılsama olabilir mi? Stillman ve meslektaşlarına göre bu bir yanılsama değil. Bilim ekibi bir deneyde, bir iş yerinde amir pozisyonundaki kişilere emrinde çalıştırdıkları kişilerin çalışmalarını değerlendirmelerini istediği zaman, özgür iradeye inanan kişilerin performansının, diğerlerinden daha yüksek olduğunu keşfetti.
Bütün bunlar, hayalimizde canlandırdığımız 2500 yılının deterministik dünyasında yalancı, üçkâğıtçı, şiddete eğilimli, çalışma arzusunu yitirmiş kişilerin çoğunlukta olacağını gösteriyor. Böyle bir dünyada sosyal uyumun olmayacağı da kesindir.
Cumhuriyet Bilim Teknik

Az Önce Düzdü

Elini verir misin, dedi kız.
Güzelliğine dalmış, irkildim.Uzattım sonra.
Avucumdaki çizgileri bir süre dikkatlice inceledikten sonra, birden "ay" diyerek geri çekildi.
Nooldu?
Bana baktı şaşkın. "Yaşam çizgin, az önce düzdü, şimdi havaya doğru dikildi."
Yüzüm kıpkırmızı olurken, gülmeye çalıştım. Bir şey diyemedim...

Kafesin dondurucu soğuğu


“Bir tarih kitabının üzerinde bunalmaktansa doğru dürüst sevişmeyi öğrenmek mübahtır.”

“Onaltı dümen ve sürekli erdemlilik yılı. Onaltı sıkıntılı yıl geride ne kaldı? Yalıtılmış, ufak görüntüler. Yeni kitapların kokuları, bir ekim resmini yaptığımız yapraklar, uygulamalı çalışmalarda kesilmiş kurbağanın formol kokulu iğrenç karnı, tatile çıkacakları için öğretmenlerin de insan olduklarının fark edildiği ve sınıfın daha tenha olduğu senenin son günleri. Artık sebebini bilmediğimiz tüm o büyük korkular, sınav akşamları. Düzenli bir alışkanlık. Bununla sınırlıydı. Artık biliyor musunuz Bay Brul, çocuklara onaltı yıl süren düzenli bir alışkanlığı dayatmak alçaklık? Zaman bozuldu, Bay Brul. Gerçek zaman, eşit saatlere bölünmüş ve mekanik değildir. Gerçek zaman özneldir. İçinde taşırsın. Her sabah saat yedide kalkın. Öğlen yemek yeyip, dokuzda yatın. Asla kendinize ait bir geceniz olmaz. Denizin alçalmayı bırakıp durduğu bir an, tekrar yükselmeden önce gecenin ve gündüzün birbirine karışıp eridiği ve nehirlerin okyanusla karşılaşmalarındakine benzeyen bir coşku seti oluşturduğu, dingin bir zamanın varolduğunu asla bilemezsiniz. Onaltı yıl gecelerimi çaldılar, Bay Brul. Beşinci sınıfta, altıncı sınıfa geçmemin tek ilerleyişim olması gerektiğine inandırdılar beni. Son sınıfta bitirme sınavını vermem gerekiyordu. Ardından bir diploma. Evet bir amacım olduğunu sanıyordum Bay Brul. Ama hiçbir şeyim yoktu. Başlangıcı ve sonu olmayan koridorda, bir embesiller römorkunda, diğer embesilleri izleyerek ilerliyordum. Hayatımızı diplomalarla geçiştiriyoruz. Aynı zorlanmadan yutturmak için kapsüllerin içine acı tozlar konması gibi. Görüyor musunuz Bay Brul, hayatın gerçek tadını sevebilirmişim bunu şimdi anlıyorum.”

Boris Vian, L’herbe Rouge (Kırmızı Ot)
Altıkırkbeş Yayınları, Temmuz 1994, 1.Basım, Çeviren Ayça Sezen, sf.94

7 Temmuz 2011 Perşembe

Aylak Adam - Yusuf Atılgan


Dışarda çiğnenmemiş kar, üstüne bastıkça gıcırdıyordu. Kitapçının köşesinden tenha caddeye dönerken içinde bir boşluk vardı. Saatine baktı: ona geliyordu. ”Nereye gideceğim? Keşke polis kuşkulanıp karakola götürseydi beni. Değişik bir gece olurdu. Belki onu da bulup getirirlerdi. Birlikte çıkardık. Sonra, sıkıntı. O bitti. Haşet’te kitap arayacağım. Niye koşuyorsun? Davete geç mi kaldınız? Her zaman geç kalanlar bulunur. Hindi dolması daha bitmemiştir. Bu gece insanların hindi yemesi gerekir. Bulamayanlar üzülür. Yılbaşı hindisi…ooo! Eğlenmek de zorunludur bu gece. Sinemalar, tiyatrolar, barlar doludur. Evlerde toplantılar vardır. “Neydi o yılbaşı donattığımız masa. Şu Mehmet bey ne şakacı adam. Kırdı geçirdi bizi.. Ama karısı.. Sorma kardeş.” Küçük kumarlarımız vardır. On kuruşluk tombalalar. Şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadının ‘aman ayol, bu ne kötü şans böyle’ sözüne karşılık kim bilir kaç erkek “üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır” diyordur. Kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. Biliyorum sizi. Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinden korkarsınız. Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?” yanından geçen kadına döndü:
- Merhaba, dedi.
Der demez pişman oldu. Kadın durmuş ona bakıyordu. Sol elini cebinden çıkarıp kulağını kaşıdı. Kadın,
- Sizi tanımıyorum, dedi.
Buna verilecek karşılık belliydi: “Öyleyse tanışalım” deyip kadının koluna girmesi, “Ne soğuk. Sıcak bir yere girip bir şeyler içsek.” demesi gerekiyordu. Kolaylıklardı bunlar. Kadın bunları bekliyordu ondan. Oysa;
- Ben de, dedi.

Yusuf Atılgan, Aylak Adam
Yapı Kredi Yayınları, Roman

Edip Cansever - Buz Gibi

Buz Gibi

Aşk iyidir bak
Duyumunu artırır insanın
Hele don gömlek sabahları
Tıraş olacağını duyarsın
Yeni gömleğini giyeceğin gelir
Bir yeni biçim eklersin insan olacağa
Masaya, merdivene, aynalı dolaba
Derken ardından şıpın işi bir kahvaltı
Amanın dersin bu ne delice gidiş?
Paldır küldür açar mıydı fıstık ağacı?
İspinoz düşünür müydü?
Deli olan kaşınır mıydı?
Kolların upuzun Walt Whitman’ı okumaktan
Ağzın desen bir karış açık
Sokaklar yok mu, o sokaklar
Önce bir yeşile işkilli
Evlerde büyümeler, alıp başını gitmeler olacak
Kızıp duracaksın üstüne başına konan toza
Televizyondaki işe
Usanmak, hızını eksiltmek dendi mi
Cin ifrit kesileceksin birden.

Hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
Alıp vereceğin olacak ille

Aşk maşk buz gibi yaşayacaksın…

Edip Cansever


4 Temmuz 2011 Pazartesi

Ölüm mü? Ne buluş!


HÔTEL DIEU (1980-1990 arası..)
bilinçli bilinçsiz tehlikeyi bile bile garip bir çekiciliği var ölümün, ona yardım etmek için gerekeni yapıyoruz..
ölüm birkaç kez elimden kurtuldu kaçtı, boşuna saklanıyor, nasıl olsa onu yakalarım.. er geç şurasında ne kaldı ki..
kimin aklına gelir..
nâzım, dünyanın bir gün yok olmasına yakınıyor şimdiden.. dünyanın ölümüne ağlıyor peşin. böylesi bir ağıt hiç yakılmamıştı yeryüzünde.. yeryüzünün geleceği için acı duyulmamıştı.. ne geniş bir insanlık açısı.. bunca uzaklara kederlenen şair , bunca yakın küçücük olaylarımıza da yakınmayı becermiş..
içimde bir savaştır gidiyor.. ekranda görebilsem olan biteni.. .evirme hareketlerini, saldırışları, geriye çekilmeler, kimi kimi..
hızır aleyhisselam doktor kıyafetinde koridorda dolaşıyor.. arkasında bir sürü saygılı melekler, zar zor kanatlarını saklıyorlar beyaz giysileri altında..
..
INSTITUT GUSTAVE-ROUSSY VILLEJUIF (1991)
lanet olası uykusuzluk..
hastabakıcıya bakılırsa, hastanelerde, tiroid hastaları gün geçtikçe çoğalıyor..
neden ola..
stres, sıkıntı, yorgunluk ihtimal.. ölümü sakın adam yerine komayın, yoksa kendini bir şey sanabilir..
tek sorun, çıkış kapısını fazla itişsiz kakışsız tutturmak..
..
ölüm havası, ölüm hevesi..
ölüme ortak çıkmak..
ölüm mü ? ne buluş !
sabah ışığı cam mavisi..
kimseye söylemedim bugüne kadar : sakat doğmuşum, ruhum yok benim.. ya da varsa, nerde olduğunu bilmiyorum.. iyi saklanmış..
doğduğum gün çoktan ölmüştüm..
öldüğüm gün çoktan doğmuştum..
bu konuda tecrübeliyim.. doğmadan önceki yokluğum, ölümümden sonraki yokluğum kadar, sonsuza dek sürmüştü.. önceki ve sonraki, yokluk kavramına ulaşmak.. ikisi bir yerde bitişiyor mu yoksa.. iki uçta bir sonsuzluk halkası mı çiziliyor zaman ve mekan dışı böylece..
siyah delik..’
‘ÖLÜM MÜ ? NE BULUŞ !’ , ABİDİN DİNO, SEL Yayıncılık, Ocak 2005 , 68 Sayfa..

3 Temmuz 2011 Pazar

çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı kazmadıkça..

‘insanların çoğu bir evin ne anlama geldiği hakkında hiç düşünmemiş gibi görünüyor.. yaşamlarını gereksiz yere yokluk içinde geçiriyorlar.. çünkü komşularının evi gibi bir evlerinin olması gerektiğini düşünüyorlar.. sanki bir insan terzinin onun için dikmeyi istediği her türden elbiseyi giymek ya da zamanla palmiye yaprağından şapkasını ya da dağsıçanı derisinden kasketini giymeyi bırakmak zorundaymış gibi, kendilerine bir taç almaya paraları yetmiyor diye zor zamanlardan söz ediyorlar.. sahip olduklarımızdan daha elverişli ve rahat bir ev her zaman olası, ancak kabul edilebilir ki, bir insanın parası buna yetmeyecektir.. hep daha fazlasını edinmek için mi çalışacağız, ara sıra daha azıyla da yetinemez miyiz.. saygın kişiler ölmeden önce, gençlere böylesine ciddi bir şekilde, ilkeleri ve örnekleriyle, fazladan bir takım parlak ayakkabı ve şemsiyeler ve boş misafirler için boş misafir odaları edinmenin gerekliliğini mi anlatacaklar.. niçin bizim mobilyalarımız da arapların ya da kızılderililerin ki kadar yalın ve basit olamaz.. cennetin habercileri ve insana verilen ilahi hediyelerin taşıyıcıları olarak ilahlaştırdığımız velinimetleri düşündüğümde, beraberlerindeki kişilerin gelip ayaklarına kapandıklarını ya da bir araba yükü gösterişli mobilyaları olduğunu gözümde canlandıramıyorum.. ruhani ve entelektüel anlamda onlardan üstün olduğumuz oranda, mobilyalarımızın araplarınkinden gösterişli olmasına izin verseydim – bireysel bir izin olamaz mı- ne olurdu.. günümüzde evlerimiz mobilyalarla tıka basa doldurulup kirletiliyor.. iyi bir ev hanımı büyük kısmını süpürüp çöp çukuruna atardı ve sabah yapılması gereken işini tamamlamış olurdu.. sabah işi.. aurora’nın kızılı ve menon’un müziği aşkına.. insanın sabah işi ne olmalı bu dünyada.. üç kireçtaşı parçası vardı masamda.. iğrenerek pencereden attım onları, aklımın mobilyalarının tamamı tozluyken bu taşların her gün tozlarının alınması gerektiğini anlayınca.. o halde nasıl sahip olabilirim mobilyalı bir konuta.. açık havada oturabilirim çoğunlukla, çünkü çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı kazmadıkça..’

‘NEREDE VE NE İÇİN YAŞADIM..’ , HENRY DAVID THOREAU, Çeviri : YONCA YALÇIN ÇAKMAKLI, NOTOS KİTAP Yayınevi, Aralık 2010, 156 Sayfa..