Çapımızın ne durumda olduğunu anlamak için basını izlemek,
TV haberlerini dinlemek, karınca yuvaları gibi insanların üst üste
yığıldıklarını görmek, yollar ve sanayi kuruluşlarıyla doğanın katledilmesine
tanık olmak, pis kokuya ve tırların saldırısına uğramak, ister evde ister
dışarıda olsun gürültüye ve tek yönlü haber iletimine maruz kalmak, sadece
“terör”ün hüküm sürdüğünü görmek, ferdi yada toplu cinayetleri duymak, insanın
mahremiyetinin iğfal edildiğine, psişik robotlaştırmaların yapıldığına şahit olmak,
evet çağımızın ne durumda olduğunu anlamak için bunlar yeterlidir.
Mahmut Kanık
Gerçek bilgiye ulaşmak isteyenler onu tekrar bulmak
zorundadırlar. S.37
Bir şeyin gerçekleşmesi, ileri geldiği ilkeden gittikçe
artan bir hızla uzaklaştırmasını gerektirir. S.38
“Felsefe” sözcüğü haddizatında çok doğru bir anlamda
anlaşılabilir, kuşkusuz ilkel anlamıyla; eğer iddia edildiği gibi özellikle onu
ilk kullananın Pisagor olduğu doğruysa… Etimolojik anlamıyla “hikmet aşkı”ndan
başka bir anlam ifade etmez. Öyleyse her şeyden önce felsefe, hikmete ulaşmak
için önceden çözülmesi gereken bir durumu belirtir. S.44
Artık geriye sadece “din dışı” felsefe ve “din dışı” bilim,
yani gerçek entelektüalitenin inkarı, bilginin en alt düzeyde
sınırlandırılması, hiçbir ilkeye bağlı olmayan olayların ampirik ve analitik
incelenmesi, bir yığın anlamsız ve belirsiz ayrıntılar içinde dağılma, durmadan
birbirlerini çürüten asılsız varsayımların ve modern uygarlığın mevcut tek
üstünlüğünü oluşturan pratik uygulamalar dışında hiçbir sonuca götürmeyen eksik
görüşlerin birikimi kalmıştır. S.48

“Hümanizm” çağdaş “laisizm”in ilk şekliydi. S.49
İnsan tabiatı daima tatmin olabileceğinden daha fazla suni
ihtiyaçlar yaratır. S.49
Her alanda bir düzensizlik ve bir bunalım hüküm sürmektedir.
Eskiden görülmüş olan bunalımların sınırını aşan bir noktaya gelmiştir.
Şimdiyse Batı’dan başlayarak bütün dünyayı istila edecek gibi gözükmektedir.
S.50
Hindistan’ın kutsal kitaplarınca bildirilen “kastların
karışacağı, ailenin bile artık olmayacağı” o korkunç döneme gelmedik mi? Bu
durumun gerçekten dünyanın bugünkü durumu olduğunu anlamak, her yerde İncil’in
“umutsuzluk belası” dediği derin düşkünlüğü görüp saptamak için, insanın çevresine
şöyle bir bakması yeterlidir. S. 50
Madde ötesinde hiçbir şey görmeyecek kadar maddeye dalan ve
maddeden daha çok yararlanmak istedikçe maddenin esiri olan insanlar… s. 53
Farklılık kesinlikle karşıtlık demek değildir. S. 53
İşte modern çağın en çok göze çarpan özelliği de budur: Ardı
arkası kesilmeyen bir telaş, sürekli değişim ve bizzat olayların kendisiyle
birlikte sürüklendiği, durmadan artan hız gereksinimleri… Bu çokluk içinde
dağılmadır. Öyle bir çokluk ki, artık hiçbir üstün ilke bilinciyle birleşemez.
S. 73
Madde, özü itibariyle çokluk ve bölünme demektir. Bu nedenle
sırası gelmişken, ondan doğan her şeyin, bireyler arasında olduğu kadar
toplumlar arasında da sadece kavgalara ve her türlü anlaşmazlıklara yol
açabileceğini söyleyelim. S.73
Descartes’tan önce “akılcılık” yoktu. s.77
Aristo için fizik, metafiziğe göre “tali”dir, yani fizik
metafiziğe bağlıdır. S.83
Doğru bir düşünce “yeni” olamaz, çünkü hakikat insan aklının
bir ürünü değildir. Hakikat bizden bağımsız olarak vardır ve biz onu sadece
bilmek ve tanımak zorundayız. Bu bilgi dışında ancak yanlış olabilir. Ama,
aslında modernler acaba gerçekten hakikat kaygısı çekiyorlar mı ve hatta
hakikatin ne olduğunu biliyorlar mı? S. 97
İnsan kendisini içtenlikle “dindar” sanabilir ve aslında hiç
de öyle olmayabilir; ya da gerçek geleneksel düşünce konusunda en küçük bir
bilgiye sahip olmadığı halde, kendisinin “gelenekçi” olduğunu
söyleyebilir; bu da çağımızın zihinsel
düzensizliğinin belirtilerinden biridir. Belirttiğimiz ruh hali, her şeyden
önce, eğer ifade yerindeyse, dini “küçültüp önemsiz gibi göstermek” ten, onu
kıyıya atılmış bir şey haline getirmekten, ona çok sınırlı ve mümkün olduğu
kadar dar bir yer vermekle yetinmekten, onu hayatın diğer geri kalan kısmı
üzerinde hiçbir gerçek etkisi olmayan ve bir tür su geçirmez bir bölmeyle
hayattan soyutlayan bir şey haline getirmekten ibarettir. S.107
Çoklarına göre din, bir “görenek” demesek de, basit olarak
bir “uygulama” ve alışkanlık işidir. Onlar dinle ilgili ne olursa olsun, onu
anlamaya çalışmaktan özenle kaçınırlar ve hatta bazıları dini anlamanın
yararsız olduğunu veya belki de dinle anlaşılacak bir şey olmadığını
düşünürler. S. 108
Şimdilerde din, artık “ahlakçılık” tan başka bir şey
değildir ya da en azından öyle gözüküyor ki hiç kimse dinin gerçekten ne
olduğunu bilmek istemiyor; oysa ki din apayrı bir şeydir. S. 108
“Din dışı” çevreler rahat rahat, kutsal şeyleri tartışmakta,
onların niteliğine hatta var oluşuna bile itiraz etmektedir. Bu, astın üstü
yargılaması, bilgisizliğin bilgelik önüne engeller koyması, yanlışın hakikate
üstün gelmesi, bireyin kendisini her şeyin ölçüsü yapması ve tamamen kendi
nispi ve yanılabilir aklından çıkardığı yasaları evrene zorla benimsetmeye
çalışmasıdır. S. 111
Modern Batı, insanların daha az çalışmayı ve yaşamak için az
şeyle yetinmeyi tercih etmelerini hoş karşılamıyor. Sadece nicelik önemli
olduğundan ve duyular alanına girmeyen zaten yok sayıldığından, hareket
etmeyenlerin ve maddi olarak bir şeyler üretmeyenlerin ancak “tembel” olabileceği
sanılmaktadır; bu konuda, Doğu toplumları üzerine günümüzde yöneltilen
değerlendirmelerden söz etmesek bile, sadece tefekküre önem veren tarikatların,
sözüm ona dini çevrelerde bile, nasıl yargılandığına dönüp bakmak gerekecektir.
S. 143
Modern uygarlık suni ihtiyaçların artmasını amaçlar. Daha
önce yukarıda da söylediğimiz gibi, sürekli olarak doyurabileceğinden daha çok
ihtiyaç yaratacaktır; çünkü insan kendini bir kez bu yola kaptırdı mı, artık o
yolda durması çok güçtür ve hatta belirli bir noktada durması için hiçbir neden
de yoktur. İnsanlar, asla düşünmedikleri
ve hiçbir zaman akıllarına bile getirmedikleri bu tür şeyler yokken, bunlardan
yoksun oldukları için hiçbir ıstırap duymazlardı. Şimdi ise, bu tür şeyler
onlarda eksik olursa zorunlu olarak acı çekmektedirler; çünkü onları
zorunluymuş gibi görmeye alışırlar; böylece onlar gerçekten kendilerine zorunlu
oldu. Bu yüzden bütün imkanlarıyla, kendilerine maddi doyumların tümünü
sağlayacak şeyleri edinmeye çalışıyorlar; tatmin olabilecekleri tek doyum maddi
doyumlardır: Sadece “para kazanmak” söz konusudur, çünkü eşya edinmek ancak
parayla mümkündür; insan ne kadar çok paraya sahip olursa, o kadar çok eşya
edinmek ister, çünkü durmadan kendine yeni ihtiyaçlar bulur. Böylece bu ihtiras
bütün hayatın biricik gayesi olur. Bazı “evrimciler” in “hayat kavgası” veya
“geçim derdi” adı altında bilimsel yasa saygınlığına yükselttikleri vahşi
rekabet buradan kaynaklanmaktadır. Bunun mantıksal sonucu ise, kelimenin en dar
anlamıyla, sadece en kuvvetlilerin var olmaya hak kazanmış olmalarıdır. Zengin
olmayanların zenginlere karşı gıpta ve nefret etmelerinin temel nedeni budur.
S. 144 – 145
Modern düşünce Hıristiyanlığa karşıdır, çünkü öz itibariyle
dine karşıdır. S. 147
Kitap için müzik