Şimdiye
kadar okuduğum bir tutam kitaptan gözlemlediğime göre, yaşamın iyice
içinde olan kişiler, yaşamı yoğuran kişiler, yaşamın ta kendisi olan
kişiler, az yiyorlar, az uyuyorlar, ya pek az şeyleri oluyor, ya hiçbir
şeyleri olmuyor. Görevmiş, hısım akrabalığın sürdürülmesiymiş, devletin
korumasıymış, böyle boş kavramlar yok kafalarında. Gerçekle
ilgileniyorlar, yalnızca bir tek eylem tanıyorlar: Yaratmak. Yaptıkları
işte kendilerine buyuranlar yok; çünkü yalnızca kendilerine verdikleri
sözü yerine getiriyorlar. Tek gerçek verme yolu o olduğu için karşılık
beklemeden veriyorlar. Herkes, kişiliğini unuttuğunda, başkaları
için kurtarıcı olabilir! Çevremizde algıladığımız ve suçunu yaşama
yüklediğimiz hastalık, acı ve tiksinti, gerçekte içimizde taşıdığımız
kötülüğün bir sonucudur. Korunmalar bizi hiçbir zaman yeryüzü
hastalığından kurtaramaz. Çünkü dünyayı içimizde taşırız.
Her gün
en güzel dürtülerimizi katlediyoruz. İşte bu nedenle, usta birinin
elinden çıkmış satırları okuyup benimsediğimizde taze hislerimizi
boğuyormuşuz gibi canımız acıyor; çünkü kendi gücümüze, kendi hakikat ve
güzellik ölçütlerimize inancımız yok. Her insan sessiz kaldığında,
kendisine karşı gözükara dürüst olduğunda, en derin hakikatleri dile
getirebilir. Hepimiz bu kaynaktan besleniriz. Şeylerin kökenine dair
hiçbir gizem yoktur. Tüm krallar, ozanlar, müzisyenler, hepimiz
yaratımın bir parçasıyız; yalnızca kendimizi açmamız, zaten orada
olanları keşfetmemiz gerekir.
Gerçek özgürlüğü istediğimiz
takdirde özgür olacağız. Şimdi makineler gibi düşünüyoruz; çünkü
makineleştik. Güç kazanmaya çalışmakla, gücün çaresiz kurbanları
oluyoruz. Aşkı ifade etmeyi öğrendiğimiz gün, aşkı tanıyacak, aşka sahip
olacağız. Ve aşka sahip olmamız diğer şeyleri geride bırakacaktır.