Kendilerini
Unutanlar: Bir Alzheimer Hastasının Hikayesi
Gelip geçen zaman değil
Göçüp giden bedenler
Göçüp giden eşimiz, dostlarımız…
Göçüp giden heyecanımız ve rüyalarımız….
Göçüp giden anılarımız ve artık ansıyamadıklarımız
Göçüp giden biziz!
Zaman bir kavram, biz bulduk. O, hiç değişmez. Bunu
anlayabilmek için saate değil aynaya bakmak gerekir. Zaman henüz yerini başka
bir şeyle dolduramadığımız en verimsiz organımız, en bereketsiz, en kısır
tarafımızdır. Kanserden çok zamanla ölür insanlar! Ve bizler genelde parça
parça ölürüz!
Edebiyat, düşünce, duygu veya herhangi bir
hakikati veya herhangi bir fikri anlatma mücadelesinin yanında unutmanın da
mücadelesini verir. Yaşanılan aşk acısına ve anıların sebep olduğu
mutsuzluklara karşı verilen bir tepkidir unutma çabası. Düşünen için mutsuzluk
ve huzursuzluk onun yurdudur. Tek kurtuluş ise düşünmemektir. Düşünmeyi dahi
unutabilmektir. Bu, kişinin kendinden kaçışı, zihniyle girdiği kıyasıya bir mücadeledir.
Örneğin, Küçük Prens’te, Küçük Prens bir gezegene gider ve orada bir ayyaşı
görür. Orada fazla zaman geçirmese de içi hüzünle kaplanır. Ayyaş adam sürekli
içmektedir. Hem de utancını unutmak için içmekte… Eğer düşünmenin verdiği mutsuzluğun zirvesi
varsa bu kesinlikle Cioran’dır. Uykusuz bir ömür geçirmiş, düşünceleri
Alzheimer olana kadar yakasını bırakmamıştır. Bu konuyla ilgili olarak: “ Bir uykusuzun, her gün çarmıha gerilmesinin
yanında, İsa’nın bir kerecik çarmıha gerilmesi nedir ki?” der. Unutmak bir dua bile olabilir bu yüzden.
Jacques Brell bir şarkısında: “Size, ne sevmeniz gerekiyorsa sevmenizi ve ne
unutmak gerekiyorsa unutmanızı diliyorum.” der. Bu açıdan bakınca unutmak veya
düşünmemek, sağlıklı biri için huzuru bulmanın bir yolu olabilir.
Bir hastalık olarak Alzheimer’de ise, unutmamak, bu
hastalığa karşı verilen mücadelenin adıdır. Bu hastalığın teşhisi(en başta),
bir ömür içini doldurmaya çalıştığımız zamanın mührünün kırılması, anıların ve
bilginin istemsiz olarak kaybedilmesi yani zamansız yaşamak demektir. Ülkesiz,
idealsiz kalmak, yaşamı insanların arasında tek başına geçirmek, sosyal
yaşamdan sürgün edilmek, hiçbir şeye hiçbir yere ait hissetmemektir.
Bir Alzheimer
Hastasının Hikayesi
“Varda bana bebek geldi.
Kendimden önce ona baktım ve
benim ellerimde toprağa gidecek.
Arkasından bir zaman sonra
ben de yalan olacağım.”
Alaettin Topuzoğlu, Adapazarı’nda, gençlik yıllarında
fayton kullanarak geçimini sağlayan, daha sonraları nalbantlık yapan bir hayvan
severdir. 1933 doğumlu Alaettin Bey, nalbantlık işini teknolojinin hızı
karşısında sürdürememiş ve hayvanlar için kepek satarak ailesini geçindirmiş,
yarış atı alma hayaliyle sürekli para biriktirmiştir.
“Hayal et, Hayallerin
Gerçek olana dek hayal et” Aerosmith-Dream On
Alaettin Bey’in yaşamının dönüm noktası ise
hayalini gerçekleştirmesiyle, Varda ve Sabire adında iki yarış atı almasıyla
değişir. Varda ile Sabire henüz aldığında taydır ve Varda’nın ayağı sakattır.
Çevresindeki insanlar Varda’nın koşmasının imkansız olduğunu ve onu kesmesini
önerirler. Alaettin Bey ise Varda’yı ticari bir kazanç olarak görmeyip onu
evladı gibi benimser. Bu iki atı sanki çocuklarıymış gibi sever ve ilgilenir.
Her sabah erkenden kalkıp atlarının yemlerini bir saatlik uğraşla hazırlar,
atlarını tımarlar, masaj yapar ve bu ilgisini hiç eksiltmeden her gün
tekrarlardı. Tüm yaşamı boyunca atlarla iç içe olan biri için bu kadar çabanın
sebebi sadece sevgidir.
Maddi zorluklardan ötürü hepimiz bazen zor bir
seçim yapmak zorunda kalabiliriz. Bir seçim yapmak demek aslında başka bir şeyden
vaz geçmek demektir. Alaettin Bey de bu iki ata bakacak maddi desteği zamanla
sağlayamaz hale geldiği için bir seçim yapmak zorunda kalır. Evladı gibi
sevdiği atlardan birini satmaya karar verir ve Sabire’yi satar. Sabire’nin
satışından temin ettiği parayı Varda’nın iyileşmesi için harcar ve Varda’yı
yarışlara hazırlar.
Doksanlı yıllarda Adapazarı’nda açık at yarışları
yapılıyordu. Alaettin Bey, “bu at işe yaramaz, bunu kes” dedikleri atı ilgi ve
sevgisiyle iyileştirmiş, açık yarışlara katılacak hale getirmişti. Varda da bu
ilgi ve sevginin karşılığını katıldığı yirmi dört yarışın yirmi üçünü kazanarak
fazlasıyla verir. Bu noktada dikkat edilmesi gerekilen nokta bu yarışlar
günümüz Veli Efendi yarışları gibi yüklü paralar kazandıran yarışlar değildir.
Alaettin Bey’in amacı da Varda üzerinden para kazanmak değildir. Yirmi üç yarış
kazanan Varda’yı zengin at çiftliklerine satmaması bunun ispatıdır. Varda’yı
satın almayı çok isteyen biri, atı neden satmadığını sorduğunda Alaeddin Bey’in
cevabı şu olur: “Varda bana bebek geldi.
El bebek gül bebek büyüttüm. Kendimden önce
ona baktım
ve benim ellerimde toprağa gidecek.
Arkasından bir zaman sonra ben de yalan
olacağım.”
Yaşlanmanın tek tesellisi, çevremizdeki her
canlının da yaşlanması ve her nesnenin de eskimesidir. Bu konuda kimse
yalnızlıktan şikayet edemez! Alaeddin Bey yaşlandı, Varda ise yaşlandı ve öldü.
Alaeddin Bey de dediği gibi onu elleriyle gömdü. Varda’yla ilgilenmek için girdiği
ahırın önünde boş ahıra bakıp iç çekerek bu duruma alışmaya çalıştı.
Unutulmamalıdır ki ölüm, sevenleri ayırabilir fakat aralarındaki bağı koparmaya
gücü yetmez.
Alzheimer
Alaeddin Bey zamanla yürümekte sıkıntı çekmeye başlar.
Zaten kilolu olan Alaeddin Bey daha az hareket etmesi sebebiyle kilo almaya
devam eder. Aynı zamanlarda konuşmalarında aksaklıklar, sürekli aynı soruları
sormalar ve agresiflikler baş gösterir. Eve çağrılan doktorun teşhisi bellidir…
Zamanla hırçınlığı ve unutkanlığı arttı. Eskiye dair
konuştuğunda ise anıları hep Varda’yla ilgiliydi. Gece uyanıp “beni vuracaklar”
diye çığlıklar atan, halüsinasyonlar gören Alaeddin Bey gariptir Varda’yı
öylesine içselleştirmiş ki anılarının çoğu Varda’yla ilgilidir.
Hastalıkta geldiği noktada artık maalesef Alaeddin Bey
her şey için beklemek zorundadır. Yemek yemek için bekliyor, tuvalete gitmek
için bekliyor, duş almak için bekliyor, yatmak için, giyinmek için bekliyor,
tek başına hiçbirini yapamıyor ve sürekli birilerinin yardımını bekliyor.
Fotoğraflar, Alaeddin Bey’in torunu Emre Gülfidan
tarafından, dedesinin Alzheimer ile olan mücadelesini anlatmak için
çekilmiştir. Anlattığım hikaye de Emre’nin dedesinin vaktiyle kendisine
anlattıklarının bir özetidir. Emre, dedesine onun fotoğraflarını çekmek için
izin istediğinde Alaeddin Bey izin verir fakat bir istediği vardır;
Vardayla birlikte bir fotoğrafını çekmesini
ister torunundan…
Yazı dışı, konu içi, Türkiye'de Alzheimer:
Türkiye Alzheimer Derneği’nden Prof. Dr. Işın Baral
Kulaksızoğlu’nun söylediğine göre, bu hastalığın pençesinde şuan ülkemizde 65
yaş üzeri her yüz kişiden 5’i, 85 yaş üzeri yaşlılarda ise her yüz kişiden 45’i
Alzheimer hastasıdır. Ülkemizde şuan 65 yaş üzeri, yaklaşık olarak 400.000
insan Alzheimer’le mücadele ediyor. TÜİK “İstatistiklerle Yaşlılar” raporunda,
ölüm nedeni verilerine göre, 2010 yılında Alzheimer hastalığından ölen yaşlı
nüfus oranı %2,7 iken bu oran 2011 yılında %2,9, 2012 yılında ise %3,4’e
yükselmiştir.
Yazı: Durukan Abdulhakimoğulları
Fotoğraflar: Emre Gülfidan
Fanzin metresi Nisan 2015
Fanzin metresi Nisan 2015