








Fotoğraf çekmekteki amacını, “Aylak aylak gezeceğime denklanşöre basarak gezmek daha keyifliydi” diye açıklıyor.
Fotoğraflarının hemen hemen tamamı kadın görsellerinden oluşuyor. Komşuları, işçi kadınlar, sokakta yürüyen kadınlar, havuzda güneşlenen kadınlar… Kadınlarla ilişkisi olmamasını ise komünist rejime bağlıyor. “Başım sürekli polisle dertteydi” diyor.
Fotoğraflarındaki kadın sırtları, kalçaları, dizleri, bacakları, ayakları görüntüleri tam bir röntgenci kişilik sergiliyor. Fotoğrafla kirli, grenli, buruşuk, bazıları lekeli. Her şey ruh haliyle paralellik gösteriyor.
Net çıkmamış bazı fotoğrafları. Hatları belirginleştirmek için kurşun kalemle çizmiş. Beğendiği bazı fotoğraflara ise kartondan süslemeli çerçeveler yapmış.
Sanki hayatının bir dönemi fotoğrafla yatıp fotoğrafla kalkmış.
GÜLSELİ İNAL VE AHMET ERHAN
"Günümüzde aşkın durumu içler acısı ve içi boşaltılmış; sanki satranç tahtalarının üzerinde sevişiliyor. Öte yandan herkes bir aşktır tutturmuş gidiyor. Aşk mı oluyor, yoksa torba mı doluyor; ben bilmem. Ben yaşlı ve hasta bir adamım... Şu sıralar aşk sokağa düşmüş, diyorlar, yanımdan geçerken görmezden geliyorum."
Ahmet Erhan
"Erkeklerin, cinselliği kabalaştırarak şiir yazmaları bana çok saçma geliyor. Benim şiirlerim erotiktir, cinsellik de vardır benim şiirlerimde. Hatta yoğun erotiktir. Bana ‘aşk şairi’ diyenler bile var. Ama hiçbir şekilde şiirlerimde, erkeğin bedeniyle ilgili herhangi bir şey kullanmam, kullanmamaya da özen gösteririm. Erkeklerin, kadınların bedenlerini uluorta, kabalaştırarak şiir yazmalarına karşıyım. Küfre karşıyım bir kere."
Gülseli İnal
Bahadır Akkuzu:
Halk Barış Mançoyu nasıl tanıyorsa bizde onu öyle tanıyorduk. Olduğu gibi kendini gösteren bir insandı.
Ahmet Güvenç:
Barış çok karizmatik bir insandı. Büyük bir performansla halkın arasında olmayı başarıyordu. Burası Türkiye. Burada böyle olması bence çok normal. Düşünün ki, bunun aynısını Japonya'da yapabildi. Çok kısa zamanda Japonya’da Japoncasını toparlayıp, insanlarla diyalog kurdu. Biz konserleri çalarken inanamadık, çıkıp Japonca konuşmasına. Bir şey söylüyor, onlar gülüyordu. Bir şey daha söylüyor, gene güldürüyordu. Barış'ın böyle bir yaklaşımı vardı insanlara ve o yaklaşımı sağlamak için kendinden her türlü özveriyi her zaman verdi.
Eser Taşkıran:
Mançoloji albümüne sekiz ay önce başlamıştık. Ve bu sekiz ay içinde çeşitli sağlık sorunları yaşadı. Bir ameliyat geçirdi. Ameliyat sonrası hemen tekrar stüdyoya döndü. Daha dinlenmeden! Daha önce yaptığım prodüksiyonlarda, stüdyoda bulunduğum için biliyorum, normalde en iyi yorumcu bile günde bir veya iki şarkı söyleye bilir. O beş şarkı söylemek istiyordu. Bu 24 şarkılık albümünün 23 sözlü şarkısını 4 günde okudu. Arada takılıyordu: "Bakarsınız bir şey olur! Barış Ağabeyiniz ameliyat geçirdi!" diyordu.
Bahadır Akkuzu:
Konuşması zaten hızlı idi. Beyni çok hızlı çalışırdı. Konuşması bile beynine yetişemiyordu. Dolayısı ile böyle bir insanın hayata vereceği çok şey vardır. Ya biz hep çokların üstündeydi ve dolayısı ile hızlı konuşmak zorundaydı. Yani ortak paydada bir "çok" vardı. O ‘çok’u yapmak zorundaydı; çok yaptı ve bıraktıkları da çok aslında. Barışa, sevgiye, dostluğa yönelte bilecek o kadar çok mesajlar bıraktı ki, son mesajını bile, kendi adında olduğu gibi, büyük sürprizler yaparak bıraktı. Çok hızlıydı. Yapması gereken çok şey vardı ve hiç bitmezdi. Zaten Barış Manço 150 yaşına kadar da gelseydi, erken gitti diyecektik, netice de çünkü yapacağı projeleri mutlaka olacaktı.
Ahmet Güvenç:
Barış Manço çocukları büyüklerden ayırmazdı. Barış'ın çocuklara yaklaşımı ile ilgili bir anımı anlatacağım. Geçen günden beri kafama takıldı. Çocuklar şarkı söylerken, biliyorsunuz, biz arkada çalıyorduk. Bu da benim pek hoşuma gitmiyordu. Bir gün bunu Barış'a... "İşte Barış, çalmasak?" falan felan dedim. Bana olayı şöyle izah etti:
"Ahmet", dedi, "düşün!" dedi. "Biz çocuklara öyle değer veriyoruz ki, onlar şarkı söylerken, Ahmet ağabeyleri, Bahadır ağabeyleri onların arkasında çalıyorlar. "Biz çocuklara bu değeri veriyoruz." dedi. Ve onu ı güne kadar hiç öyle düşünmemiştim. Bir daha başka türlü düşünemedim.
1. Bölüm /Göz
“göz” kaydedilmek istenenin ilk teşhisçisi, kaybolmak üzere olanın da son habercisidir; “kaybetmek” yolda rastladığınız biri ile bir an göz göze gelip, yolunuza devam etmenizle başlar, sevdiğiniz biri ile bir daha hiç göz göze gelememenize kadar devam eder…
bir de “kaybedeceğini bilmenin” ağırlığı vardır; takip edilebilen…
belki birkaç cümle çıkar ağzınızdan yada bakakalırsınız öylece
…
…
2. Bölüm
tavsiye edilen bir hayat, varoluşu temsil edebilir mi?
3. Bölüm
ölüm; bazen doğal bir son, bazen bir pazarlık bazen de kendinden vazgeçişi temsil eder
4. Bölüm
orada öylece duran “bir süs eşyası” en fazla ne sunabilir?
mesela, tüm bu olan biteni izleyen birkaç yapma sarı limona; “kahve içtiğimiz o sabah, gün aydınlanıyorken, şimdi karanlık mıdır?” diye sorsam, cevap verebilir mi?
5. Bölüm
çocukken minik sakız tanelerini dizerdi, dar uzun koridorun salona açılan kapısının yanındaki raflara…
üst üste dizilmiş raflarda, en alt raf onun oyun alanıydı
alttan ikinci rafta “vov vov” dururdu; korktuğu gözünün önünde olmalıydı belki de…
6. Bölüm
niceleri geçer
yaşamları boyunca göz boyayan
enkazlarını bırakırlar
kimse anmaz onları
…
…
kimileri de birkaç kişi tarafından hatırlanır ve sonsuza kadar kalır
7. Bölüm
“sesler” vardır, sadece sizin hatırladığınız
kaybolanla birlikte, söylemlerde kalan; “şu sarı otları sevmiyorum” dedi, eliyle ilerideki ağacın altını göstererek; “mezarlıklarda olur onlardan çokça…”
8. Bölüm
görüntüler vardır, sadece “anlamı” ifade edebilen…
“kaybolan” ise gitmiştir artık!.
9. Bölüm /Makine
makine mekaniktir, düşünmez; kaydeder…
ortaya çıkan “görsel”, nesnesinin mesajını iletir,
anlam, onu yükleyene aittir…
10. Bölüm /Sorgu Sual
peki ya kaybolacak olanın kendiniz olduğunu yalnızca siz bilseydiniz, korkar mıydınız?
siz, var olabilme umudu ile tutunmaya çalışıyorken, diğerleri ne düşünüyordur?
Son Bölüm
o gün uzattığı o son sigarayı geri çevirdiğimi düşündükçe göğsüme bir ağrı saplanır her seferinde…
“düzgün adam” olmanın kahrolası yapmacıklığı…
…
…
harika bir hayat!...