"Anne üşüyorum.
Sobayı yakamaz mısın?"
"Kömürümüz yok."
"Neden?"
"Çünkü baban işsiz kaldı."
"Neden?"
"Fazla kömür olduğu için."
Cehenneme Övgü
"Kömürümüz yok."
"Neden?"
"Çünkü baban işsiz kaldı."
"Neden?"
"Fazla kömür olduğu için."
Cehenneme Övgü
Ortaçağ’ın ahlak anlayışı tam fiyattan yanaydı ve faizle
borç vermeyi yasaklıyordu; ama bu kabul, Calvin’in “Tanrı katında muteber olmak
için önce ticari başarı sağlamak gerektiği” yollu teziyle ticari ve faiz
karşılığı ödünç vermeyi meşrulaştırmasıyla ciddi olarak sarsılmıştı. S.18
Resmi verilere göre, 1521 ile 1660 arasında Amerika’dan
İspanya’ya 18 bin ton gümüş ve 200 ton altın taşındı. Başka tahminler,
transferin bunun iki katı olduğunu ileri sürüyor. S.19
Kristof Kolomb, “Altın dünyanın en mükemmel şeyidir. O kadar
ki, ruhları cennete bile gönderebilir.” Diyordu. Yüz yıldan biraz fazla bir
zamanda, Meksika’da yerli nüfus %90 oranında(25 milyondan 1.5 milyona düştü)
azaldı.
Peru’da da %95 oranında azaldı. Las Casas’ın tahminine göre,
1495 ile 1503 arasında adalarda 3 milyondan fazla insan kayboldu, savaşta
katliama uğradı, köle olarak Kastilya’ya gönderildi veya başka işlerde telef
oldu: “Gelecek nesillerden kim buna inanabilir? Ben ki, bu satırların yazarı ve
gözleriyle görmüş, her şeyden haberdar biri olarak, böyle bir şeyin mümkün
olduğuna zorlukla inanabiliyorum.” Diyordu dönemin bir tanığı. S. 20
Machiavelli “ İyi örgütlenmiş bir hükümette, devlet zengin,
yurttaşlar da yoksul olmalıdır.” S.22
İspanya’da daha XVI. Yüzyılın başından itibaren altın ve
gümüş ihraç edenler için ölüm cezası getirildi. Fransa’da maden paranın ülkeden
çıkarılması, önce 1506’da, daha sonra da 1540, 1548, 1574 de yasaklandı. S.22
Prens’in kendisi ve aynı zamanda aralıksız devam eden savaşların
finansmanı için zenginliğin artırılması gerekiyordu. Reçete çok basitti:
Değerli madenlerin ülkeden çıkışını engellemek, ithalatı kısıtlamak, ihracat
artışına imkan verecek malların girişini kolaylaştırmak, krallığa gerekli
olmayan ürünlerin ihracatını teşvik etmek. S. 23
Thomas More 1516 yılında Ütopyayı yazarak o sıralar dünyaya
yeni bir tanrının, paranın egemen olacağını fark eden ilk düşünür. Söz konusu
eserde Portekizli denizci Hytlode'nin ağzından, "Sevgili More, sana asıl
düşüncemi söylemem gerekirse, her şeyin parayla ölçüldüğü bu ülkede, kamu
yaşamında refahın ve adaletin tecellisi hemen hemen imkansız gibidir...”
dedirtmiyor muydu? S. 25
Merkantilistler tarafından önerilen bir başka reçete de,
başka ülkelere daha çok satıp onlardan daha az satın almak, bu amaçla da
kaliteli ve çok üretmekti. S. 27
1614’te Henri de Mesme, “Üç sınıf da kardeştir ve her üçünün
de anası Fransa’dır” dediğinde, soylu sınıfın buna cevabı, ayakkabıcıların ve
ayakkabı tamircilerinin çocuklarının kendilerini kardeş olarak çağırmalarını
istemediklerini, onlarla aralarında uşakla efendisi arasındaki kadar fark
olduğunu söylemek olmuştu. S. 28
Özgürlük ve demokrasiyi daha çok ticaret ve banka
burjuvazisinin üyeleri, hukukçular, kanun adamları talep ediyorlardı. Serbest
meslek erbabı, kırsal kesimin ileri gelenleri, tacirler ve zenginleşmiş
çiftçiler ve ünvansız soylulardan da destek görüyordu. S. 39
Merkantalist ideal:
Montchrestien, yüzyıl
başında Fransız Merkantalizmini açık bir biçimde dile getiriyordu…. Burjuvazinin
zenginliği olmadan devletin de zengin olamayacağını, dolayısıyla
kamunun(ekonomik) ve hazinenin (politik) refahının birbirine bağlı olduğu
inancıyla 1616 yılında Ekonomi Politik Elkitabını yazdı.
Adam olmadan savaş
imkansızdır, para olmadan da adam tutamazsınız, vergi almadan hazinenizde para
olmaz, vergi almak için de ticaret şarttır.
S.43
Gerçek mutluluğu meydana getiren şeyler bakımından
yoksullar, kendi üzerlerinde yer almış gözükenlerden hiç de aşağı değildirler.
Vücut sağlığı ve ruh huzuru bakımından toplumun bütün sınıfları, aynı
düzeydedir; ve bir çit boyunca güneşte ısınan dilenci, aslında, dünyanın bütün
hükümdarlarının arayıp da bulamadığı o barışa ve tasasızlığa, adeta
kendiliğinden sahiptir. David Hume – İnsan Doğası Elkitabı s. 88

Örneğin bir kurum olarak aileyi alalım. Kapitalizmle
birlikte aile, işgücünün yeniden üretilip devamlılığını sağlayan bir çekirdek
haline geldi, ama aynı zamanda toplum bütününün karmaşık yeniden üretim odağı
olmaya da devam etti. Gerileyen sınıflar onun sayesinde varlıklarını
sürdürebildiler ve yine onun sayesinde eski sınıflardan yenileri doğdu,
köklerinden koparılan köylüler ve zanaatkarlar işçi konumuna geldiler. Aynı
şekilde ticarete, bankacılığa ve sanayiye bağlı bir “burjuva hanedanı” kurmak
üzere bankacılar ve tüccarlarla bağlaşan soylu aileler aynı durumu
kabullendiler. Aile aracıyla toplumun temel kuralları yayılıp
sürdürülüyor(hiyerarşi, disiplin, tasarruf, tüketim); ama aile olmadan işçi
hareketinin birçok mücadelesi gelişemez ve sayısız grev de başarıya ulaşamazdı.
S.148
Aynı şey okul için de geçerlidir. 1968 sonrasında kapitalist
okulu mahkum etmek moda haline geldi. Şüphesiz okul, kapitalist toplumun
fikirlerini, kurallarını, değerlerini yayan bir kurum işlevi gördü. Ama aynı
okul cumhuriyetin ideallerini, ilkelerini, demokratik ve çoğu zaman sosyalist
propaganda biçimlerinin ortaya çıkmasını sağlasa da, okuma, yazma ve bilgi
özgürlüğünün ve demokratik yaşamın temelini oluşturmuştur. S.148
Kapitalizmin egemen olmadığı dönemde ekonomik yaşam,
meteorolojik koşullara, hasat durumuna, demografik dengelere, savaşlara bağlı,
az çok düzenli sarsıntılara maruz kalmıştı. Tüm kapitalist sanayileşme aşaması
da refah dönemleri, büyümeyi kesen durgunluk veya krizle sonuçlanan belirli bir
düzenlilik arz eden dairevi hareketler ortamında gerçekleşti. S.151
Otto Bauer, 1913’te “Emperyalizm aslında sermaye birikiminin
sınırlarını genişletmenin bir aracıdır” diyecekti. Eğer dünya ekonomisi,
“dünyayı kapsayan üretim ilişkileri ve ona uygun ticaret ilişkilerini ifade
ediyorsa” emperyalizm de bu üretim ve ticaret ilişkilerinin dünya ölçeğine
yayılmasıdır. Yirminci yüzyılın başında bu yayılma İngiliz, alman, Fransız ve
amerikan kapitalizmlerinin egemenliği biçiminde tezahür ediyordu. s.182
1914-1918 büyük savaşının gerisinde XIX. Yüzyıl sonu ve XX.
Yüzyıl başındaki ulusal kapitalizmlerin emperyalist yayılması yatıyordu.
Öylesine müthiş bir mezbaha ki, bunu sadece “der dest der (dünyanın en son
büyük savaşı olacağı umulan I. Dünya Savaşı)” düşüncesi katlanılır kılabilirdi.
S. 183
Jaures, “bulutların yağmuru taşıması gibi, kapitalizm de
savaşı taşır” demişti. S.190
Nasyonal sosyalist partinin 1920’deki programı açıkça
anti-kapitalist bir içeriğe sahipti. Hisseli şirketlerin millileştirilmesini
öngörüyordu ve bunlar “ulusal toplumun malı” olacaktı.
Nazi marşından bir
kısım:
Gamalı haçla silahlandık;
Kızıl bayrakları dalgalandırın,
Alman işçileri için istediğimiz
Özgürlüğün yolunu açmaktır.
Hitler de Mein Kampf’da(1925-1927)
Nasyonal sosyalistler olarak, bayrağımızda programımızı
buluyoruz. Kırmızı, hareketimizin sosyal düşüncesini; beyaz da milliyetçi
düşünceyi ifade ediyor; gamalı haçta da aynı zamanda yaratıcı düşüncenin de
zaferini, ezelden beri Yahudi düşmanı olan ve ebediyete kadar da Yahudi düşmanı
kalacak olan Ati ırkının savaş misyonunu temsil ediyor. S. 223
XVI-XVIII yüzyılın pamuklu dokuması; XIX yüzyılın büyük
maden ve demir çelik işletmeleri; otomobil ve elektrik işletmeleri, daha sonra
bilişim ve teletransmisyon -bütün
bumlara hep aynı mantık işlemeye devam etti: Aşırı çalışmaya zorlama, üretilen
değerin gerçekleşmesi(satılması) ve artı değerin sağlanması, daha çok mal ve
artı değer üretmek için sermayenin genişlemesi. Bu bir büyüme mantığıdır, ama
aynı zamanda da bu kriz mantığıdır; zira artan üretim şu ya da bu şekilde
pazarın doyuma ulaşması engeliyle karşılaşılıyor, gelir dağılımı dengesizliği,
rekabetin sertleşmesi ve karlılık oranının düşmesi sonucu kriz ortaya çıkıyor.
Kriz demek kullanıma hazır sermaye, kullanılamayan daha büyük iş gücü rezervi
demektir ki bu da yeni Pazar, yeni üretim yöntemleri ve yeni ürün arayışını
gündeme getiriyor. S287
Michel Beaud