
hayır, olmaz,
yazamam, rica ederim, şimdi olmaz.. bırakın benim için bütünüyle ölsün,
yoksa daha önce, hapishanenin, hastalığın, yaşlanmanın etkileyemediği
bu altmışlık delikanlı, bu sarışın boğa taptaze içimde yaşadığı sürece
yazamam.. şimdi olmaz.. daha sonra.. söz veriyorum, yazacağım, hem de bu
dergide, daha başka bir konuda: ölümünden değil, yaşamından söz
edeceğim.. paskalyanın yedinci günü, cumartesi sabahı dinlenmeye
giderken aldığım ‘znamia’ gergisinin son sayısını da götürmüştüm
yanımda, dergide ‘nazım’ın ‘yaşamak güzel şey be kardeşim’ adlı
romanının son bölümü vardı.. yortu boyunca herkes onun değil, ‘papa
xxııı. jean’ın ölümünü bekliyordu.. her saat, radyoların başında.. ve
pazartesi sabahı papa hâlâ yaşıyordu.. ‘nazım’a gelince, hiçbir şey bizi
uyarmamıştı, can çekişmedi, bir merdiveni çıkarken, ayakta, ansızın
göçüverdi.. yaşarken öldü.. bir ağaç gibi devrildi.. bırakın da benim
için gerçekten ölsün.. o zaman yazarım derginize, uzun uzun, benim için,
başkaları için ne anlam taşıdığını yazarım, belki gelecek ay, yaza
kadar, temmuza kadar izin verin bana, o’na pek yakışan temmuza kadar
izin verin.. bundan on sekiz yıl önce hapishanede, büyük türk gizemcisi
‘mevlânâ celaleddin’ ya da iranlı ‘ömer hayyam’ gibi yazdığı şu
dörtlüğün bir falcılık olmaktan çıktığını anlayacak kadar zaman bırakın
bana :
‘paydos..’ – diyecek bize bir gün tabiat anamız,-
gülmek, ağlamak bitti çocuğum…
ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak:
görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat…’
yortunun
pazartesi günü, sabah, onun düşmesinden topu topu bir iki saat sonra,
bir telefon.. ‘nazım..’ ey ölüm, ne de hızlı gidiyorsun günümüzde! iki
saat bile geçmeden, bütün avrupa’yı geçmiş, beni aramışsın..
‘yveslineler’de bulmuş, yüreğime işlemiştin, telefonla gelen,
görülmeyen, düşünülmeyen, henüz bir sözcükten, bir adıldan başka şey
olmayan ölüm, ve ben hayır diyorum, ‘nazım’ olamaz.. evet.. o.. ‘nazım’…
başkası değil, ta kendisi.. bütün insanlar gibi, o da.. ve şiirindeki
bir çocuğu anımsadım:
‘recep, damdan düşer gibi karıştı söze:
harbe girdiğin zaman, bir gavur öldürüp
bir yudum içersen kanını
korkun kalmazmış..’
ben onun
kanından bir damla bile içmeyeceğim.. konuşmayan.. uçsuz bucaksız
hayat.. ‘nazım’, senden bana ilk kez 1934’te söz ettiler, sen
hapisteydin, o zaman bir şeyler yazabildim.. dostluğumuz otuz yıl bile
sürmeyecekti.. ne de az, otuz yıl.. 1950’de bizler, türk halkı ve
dünyanın dört bir yanındaki ozanlar seni hapisten kurtardığımız zaman,
bir on dört temmuz günü, dosdoğru yaşamın içine daldın.. ama bu yıl,
sabırsızlığından, temmuzu bekleyemedin.. demir parmaklık dışında on üç
yıl, ya da ona yakın bir şey, kırk sekizinden altmış birine dek, güzel
bir yaşam.. on üç yıl, hatırı sayılır bir şey.. hapishane dışında öldün,
bu da bir şey.. ama öldün.. bu düşünceye alıştıracağız kendimizi..
‘insan manzaraları’nı sensiz kafamızda canlandırmaya çalışacağız… senin
deyişinle, manzarayı, ‘şu uçsuz bucaksız hayat’ı ağacın biri olmadan
tasarlamaya uğraşacağız.. (6 haziran 1963..)
LOUIS ARAGON..
‘BİR SÜREKLİ İLKBAHAR..’ , LOUIS ARAGON, Çeviri: BERTAN ONARAN, PAYEL Yayınları, Mart 1999, 112 Sayfa..