
Bir yeryüzü çocuğu ne kadar zor özgürleşirse,
İnsanlığımıza o kadar güçlü dokunuz. Conrad Derdinand Meyer
Şeytani: Sözcük, antik dönemin mitsel-dinsel temel
anlayışından yola çıkıp, bir çok anlam ve yorumdan geçerek günümüze kadar
geldi; öyle ki onu artık kişisel bir yoruma tabi tutmak gerekli oldu. Şeytani
demekle kastettiğim şey, her insanın temelinde ve özünde yatan o doğuştan gelen
huzursuzluktur ve bu huzursuzluk onu kendinden çıkarır, onu kendinden alıp
sonsuza, asıl olana sürükler, sanki doğa her bir ruhta, o ilk kaosun dışa
vurulmamış, tedirgin bir parçasını bırakmıştır; bu parça ise gerilim ve tutku
yoluyla o insanüstü, algı ötesi temeline geri dönmek ister. S.4
Duygunun hassas bölgeye itilmesi, en güçlüsünden bir içsel
gerilimin hazırlığının aşırı derecede şiddetlendirilmesi demekti. Gerçek
dünyaya karşı bir dirençti. S.27
Zira hayatın yasası karışmaktır, ebedi dönüşünde dışarıda
kalmayı kabul etmez: Kim bu sıcak akıntıya girmeyi reddederse, kıyıda
susuzluktan kavrulur; kim katılmazsa, hayatı ebedi bir dışarıda kalmaya, trajik
bir yalnızlığa mahkûmdur. S. 31
İnsanların sözlerini hiç anlamadım.
Tanrıların kollarında büyüdüm ben.
Hölderlin’in olanüstü kahramanlığı tek tek büyün
şiirlerindekinden daha güçlü şekilde kendini gösterir: Bununla birlikte her
türlü hayat güvencesinden, evden ve yuvadan, bütün bir burjuva hayatından
vazgeçtiğini en başından itibaren bilmektedir, “sığ bir kalple mutlu olmanın” daha kolay olduğunu bilir, sonsuza
kadar “hayatın zevkleri konusunda amatör” kalacağını bilir. Ama o uslu bir
hayatın rahatlığını istemez, tersine, şairane bir karakter yaşamak ister: Gözlerini yukarı dikerek, zayıf bedeninde
dimdik duran ruhuyla, yoksunluk ve sefil giysiler içinde, orada hem rahip hem
de kurban olacağı o görünmez sunağa doğru yaklaşır. S . 39
[tek dünya
Müziğin ve ay ışığının ve duygunun
Bir olduğu]
Gül ancak bir bakış onu izleyerek içine çektiğinde gerçek
bir gül olabilir, akşam kızıllığı ancak bir insan gözünün retinasında yansıdığı
zaman harikadır. İnsanın yok olup gitmemek için tanrısal olana olduğu gibi,
tanrısal olanın da gerçekten var olabilmek için insana ihtiyacı vardır. S. 49
Hyperion böyle söyler: “Dahiyi bir kez kucakla ve bir anda
sana hayatının bütün bağlarını koparıversin.” S. 53
Uyur genellikle, soylu bir tohum gibi
Ölümlünün kalbi ölü kabuğunda
Zamanı gelene kadar.
Ölçülü ol! Ölçülü!
Ki yolunu kaybedip
Düşmeyesin ve kazaya
Uğramayasın…
Dizginle! Dizginle,
Anne babanın hatırına,
Aşırı canlı,
Şiddetli dürtüleri!
Kırların sessizliğinde
Süsle planını
Susuyorsun ve sabrediyorsun, zira seni anlamıyorlar,
Ey asil varlık! Toprağa bakıyorsun ve susuyorsun
O güzel günde, zira ah! Beyhude
Arıyorsun sana yakın olanları gün ışığında…
Büyük narin ruhların hiç bulunmadığı yerde.
“Uçuruma duyulan o harika özlem”, kendi derinliğini arayan o
gizemli çekim, fark edilmeden harekete geçer ve yavaş yavaş Hölderlin daha da
bilinçdışı bir hoşnutsuzluğun hafif ateşine tutulur. Alıngan bakışlarının
önünde akıp giden gündelik hayat akıp giderek daha hızlı bir şekilde kararır ve
toplanmış bulutlardan çakan şimşek gibi bir söz belirir mektuplardan birinde:
“Aşk ve nefret parçaladı beni.”
“Kim acısının üstene çıkarsa, o yükselecektir.” der
Hyperion.
Neyin yasını tuttuğunu biliyor musun?
Ne zaman buradaydı,
Ne zaman gitti, tam olarak söylenemez,
Ama o vardı ve var, senin içinde.
Daha iyi bir zamandır, aradığın şey, daha güzel bir dünya.
Hyperion
Dostum, kendimi tanımıyorum, hele insanları hiç tanımıyorum.
Hyperion’da, hiçbir zaman insanlara yakın olmamış biri,
bilmediği bir alanı(savaşı), hiç bulunmadığı bir yeri(Yunanistan’ı), asla
ilgilenmediği bir zamanı(şimdiyi) sanatsal figürlerle betimleye çalışıyor.
S.101
Bu aralar sık sık öyle geliyor ki bana
Daha iyidir uyumak, arkadaşsız kalmaktan,
Böyle beklemeyi ve arada bir şey yapmayı ve
Söylemeyi
Bilmiyorum ve neye yaradığını şairlerin acil zamanlarda?
Çok az yaşadım. Ama nefesi
Sağudu bile akşamın. Ve sessiz, gölgeler gibi
Buradayım işte ve çoktan şarkısız,
Uyukluyor göğsümde, ürperen kalbim.
Gerçi karanlıkta da parlıyor canlı resimler.
İçimdeki her şey tezgahtaki atık ipler gibi birbirine girmiş
durumda. S. 193
Sadece bırakamadığım için yazıyorum. S.207
Friedrich Nietzsche
Hayattan en büyük tadı almak demek, tehlikeli yaşamak
demektir. S.253
Pozların dokunulmazlığı büyüklük değildir;
Pozlara ihtiyacı olanlar, sahtedir…
Bütün resimsi insanlardan kaçının!
“Ben sadece beden ve zihin değilim ki, bilakis bir
üçüncüsüyüm. Tamamen ve her şeyimle acı çekiyorum.” S. 269
Nietzsche, “kendime yaptığım en büyük iyilik” dediği
“kitaptan kurtulmayı” hasta gözlerine borçludur. S. 273
Hayata dair çok şey biliyorum, çünkü sık sık onu kaybetmeye
çok yaklaştım. S. 274
Ebedi canlılıktır önemli olan, ebedi hayat değil.
Derisini soyunamayan yılan yok olur. Düşüncelerini
değiştirmesine izin verilmeyen zihinler de yok olur: Zihin olmaya sın verirler.
Büyük bir insan itilir, bastırılır, eziyet edilerek
yalnızlığa yükseltilir.
Kitap için müzik