Charles Bukowski etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Charles Bukowski etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2014 Çarşamba

Onlar Hepsi Bilirler

 (Fotoğraf: Lauren E. Simonutti)
 
Paris'in kaldırım ressamlarına sor
uyuyan bir köpeğin üstündeki güneş ışığına sor
üç domuza sor
gazeteci çocuğa sor
donizetti'nin müziğine sor
berbere sor
katile sor
duvara yaslanmış adama sor
vaize sor
dolap yapanlara sor
cepçiye sor ya da rehinciye
ya da cam üfleyen ustaya
veya gübre tüccarına ya da dişçiye sor
devrimciye sor
kafasını aslanın ağzına sokan adama sor
sıradaki atom bombasını atacak
adama sor
kendini isa sanan adama sor
gece eve dönen bülbüle sor
röntgenciye sor
kanserden ölmekte olan adama sor
banyo yapma ihtiyacı olan adama sor
tek bacaklı adama sor
köre sor
peltek konuşana sor
afyon çekene sor
elleri titreyen cerraha sor
üzerinde yürüdüğün yapraklara sor
tecavüzdüye sor ya da
tramvay görevlisine
veya bahçeside eğreltotlarını yolan
yaşlı adama sor
tefecinin birine sor
pire eğiticisine sor
ateş yiyene sor
bulabileceğin en sefil adama
en sefil anında sor
bir judo hocasına sor
fil sürücüsüne sor
cüzzamlının birine, müebbet mahkumuna,veremliye sor
tarih öğretmenine sor
tırnaklarının arasını hiç temizlemeyen adama sor
palyaçonun birine ya da gün ışığında ilk gördüğün
yüze sor
babana sor
oğluna sor ve onun
gelecekteki oğluna
bana sor
bir kesekağıdındaki yanmış ampule sor
baştan çıkmışa, lantelenmişe, aptala
bilgeye, köleye sor
tapınakları inşa edene sor
hiç ayakkabı giymemiş adamlara sor
isa'ya sor
aya sor
dolaptaki gölgelere sor
güveye sor, keşişe, deliye
new yorker dergisine karikatür çizen adama sor
süs balığına sor
tap-dansa sallanan eğreltiotuna sor
hindistan haritasına sor
şefkatli bir yüze sor
yatağının altına saklanan adama sor
bu dünyada en çok nefret ettiğin
insana sor
dylan thomas'la içen adama sor
jack sharkleyin eldivenlerini bağlayan adama sor
kahve içen üzgün suratlı adama sor
muslukçuya sor
her gece rüyasında
deve kuşlarını gören adama sor
hilkat garibesi şovlarında bilet kontrol edene sor
kalpazana sor
ara sokağın birinde
üstünde gazete örtülmüş uyuyan adama sor
ülkeleri ve gezegenleri fethedenlere sor
yeni parmağını kesmiş adama sor
incilin arasındaki sayfa işaretine sor
telefon çalarken çeşmeden damlayan suya sor
yalancı şahitliğe sor
koyu mavi boyaya sor
paraşütçüye sor
karnı ağrıyan adama sor
yüzmekte olan besili kutsal göze sor
pahalı kolejde dar kot giyen
çocuğa sor
küvette ayağı kayana sor
köpek balığının yediği adama sor
bana eşi farklı eldiveni satana sor
bunların hepsine yada benim saymadıklarıma sor
ateşe sor ateşe ateşe-
yalancılara bile sor
ne zaman istersen dilediğine sor
hangi gün istersen yağmurda
karda yada scaktan sararmış bir verandaya çıktığında sor
buna sor şuna sor
saçında kuş pisliği olan adama sor
hayvanlara eziyet edene sor
ispanya'da bir sürü boğa güreşi izlemiş adama sor
yeni cadillac'larının sahiplerine sor
şöhretlere sor
sıkılganlara sor
albinoya sor
ve devlet adamına
ev sahiplerine ve bilardo oynayanlara sor
yapmacıklı insanlara sor
kiralık katillere
keltoşlara sor şişmana
uzun boyluya ve
bodura sor
tek-gözlü adama
sekse düşkün olana ve olmayana sor
bütün gazete başyazılarını okuyan adama sor
gül yetiştirenlere sor
neredeyse hiç acı çekmeyen adamlara sor
ölüm döşeyindekilere sor
avlusunda çimleri biçenlere
ve futbol maçlarına gidenlere sor
bunların herhangi birine ya da hepsine sor
sor sor sor
hepsi şöyle diyecektir ;


"bir erkek, trabzana yaslanmış dırdır eden bir kadına
tahammül edemez"
Suda Yan Ateşte Boğul,

13 Mart 2012 Salı

Toza Sor Kitabı Önsözü – Charles Bukowski

Aç, ayyaş ve yazar olmaya çalışan genç bir adamdım. daha çok los angeles halk kütüphanesi’nde okurdum ve okuduklarım ne benimle, ne sokaklarla ne de etrafımdaki insanlarla bağdaşıyordu. herkes sözcük oyunları peşindeydi sanki, süslü cümleler kurup, hiçbir şey söylemeyen yazarlar mükemmel addediliyordu. yazıları, beceri, kurnazlık ve biçim karışımıydı ve öğretiliyor, özümseniyor ve okunuyorlardı. herkesin işine gelen bir tertiple, çok düz ve kurnaz bir dünya kültürü ile karşı karşıyaydık. biraz kumar ve tutku bulabilmek için devrim öncesi rus yazarlarına gitmek gerekiyordu. istisnalar vardı; ama sayıları o kadar azdı ki, bir süre sonra onlar da tükeniyor, kendini raflar dolusu can sıkıcı kitaba bakarken buluyordun. geçmiş yüzyılların edebiyatına ve bütün olanaklarına rağmen çağdaş yazarlar iyi değillerdi.
raflardan çekip göz attıktan sonra yerine koyduğum kitapların sayısı bini geçer. neden kimse bir şey söylemiyordu? neden kimse haykırmıyordu?
kütüphanenin başka odalarını da denedim. din kitaplarının bulunduğu oda devasa bir bataklıktı- benim için. felsefeye girdim. beni bir süre için neşelendiren iki sert alman buldum, sonra o da bitti. matematik denedim ama yüksek matematik dinden farksızdı; üstümden kayıp gidiyordu. aradığım mevcut değildi sanki.
jeoloji denedim; bir süre ilgimi çekti ama çok sürmedi.
cerrahi üstüne bir kaç kitap buldum sevdim; sözcükler yeni, çizimler harikuladeydi. orta kolon ameliyatını özellikle sevmiş, ezberlemiştim.
sonra cerrahiden de sıkılıp romancı ve öykücülerin bulunduğu büyük odaya döndüm. (yeterince ucuz şarabım varsa kütüphaneye gitmezdim. kütüphane içecek ve yiyecek bir şeyin olmadığı ve ev sahibinin kira yüzünden peşinde olduğu zamanlarda gidilecek yerdi. kütüphanede tuvalet ihtiyaçlarını giderebiliyordun hiç olmazsa.) kitapların üstünde kestiren berduşlar eksik olmazdı kütüphanede.
büyük odada gezinmeye, raflardan aldığım kitaplardan bir kaç satır ya da bir kaç sayfa okumaya devam ettim.
derken bir gün, bir kitap çektim, açtım ve kalakaldım. bir kaç paragraf okudum. sonra çöplükte altın bulmuş gibi kitabı masaya götürdüm. cümleler sayfada yuvarlanıyorlardı, kayıyorlardı. her cümlenin kendine özgü enerjisi vardı. cümlelerin özü sayfaya bir biçim veriyordu; sayfaya oyulmuşlardı sanki. duygusallıktan korkmayan birini bulmuştum sonunda. mizah ve acı olağanüstü bir kolaylıkla iç içe geçmişti. o kitabın ilk sayfaları benim için çılgın bir mucizeydi.
kütüphane kartım vardı. kitabı alıp odama götürdüm, yatağıma uzandım, okumaya başladım ve çok geçmeden farklı bir üslup geliştirmiş biri ile karşı karşıya olduğumu biliyordum. kitabın adı toza sor, yazarı ise john fante idi. fante’nin, yazarlığıma ömür boyu sürecek bir etkisi olacaktı. toza sor’u bitirdim ve kütüphaneye gidip diğer kitaplarını aradım. iki tane buldum. dago kırmızı ve bahara dek bekle, bandini. aynı üslupla yazılmışlardı; kolayca ve yürekten.
evet, fante beni çok etkiledi. o kitapları okuduktan kısa bir süre sonra bir kadınla yaşamaya başlamıştım. benden daha ayyaştı ve korkunç kavgalar ederdik. bazen ona, “bana orospu çocuğu deme! bandini’yim ben, arturo bandini!” diye bağırırdım.
fante benim tanrı’mdı ve tanrıların rahatsız edilemeyeceğini, kapılarının çalınmayacağını biliyordum. ama angel’s flight’ın neresinde oturduğunu tahmin etmeye çalışır, hala orada yaşadığını düşlemeyi severdim. hemen her gün oradan geçerdim. camilla’nın tırmandığı pencere bu muydu? lobi bu mu? hiçbir zaman emin olamadım.
39 yıl sonra toza sor’u bir daha okudum. fante’nin bütün kitapları bu gün de tazeliğini koruyor. ama benim favorim toza sor, çünkü sihri keşfettiğim ilk kitaptı. dago kırmızı ve bahara dek bekle, bandini’den başka kitapları da var fante’nin. hayat dolu ve üzümün kardeşliği. şu anda fante, bunker hill düşü adlı yeni bir roman yazıyor.
fante’yi nihayet bu sene, çok farklı koşullarda tanıdım. fante’nin öyküsü bu kadarla kalmıyor. şanssızlık, bahtsızlık ve ender bulunur bir cesaretin öyküsüdür onunki. bir gün anlatılacaktır, ama burada anlatmamı istemediğini hissediyorum. ama şu kadarını söyleyeyim; sözü nasıl yazdıysa, hayatı da öyle yaşadı; güçlü, iyi ve yürekten.
yeter, şimdi kitap sizin.
Charles Bukowski
6/5/1979

Pis Moruk İtiraf Ediyor

 
Seni sevmek dondurucu bir havada bir çift eldiven giymek kadar kolay.

Sizi hayal kırıklığına uğratacağımdan eminim, ama ben hep böyleyim.

İhanet… devrimin yanlış tarafından olmaktan ibarettir.

Kadınlar da ne tuhaftı… Yaşlanmaları. Kasvet vericiydi, gerçekten kasvet vericiydi.

Müziksiz o kadar … zor ki.

Şahine ya da kıçının yalpasına ceza yok, canım –insanlığın kaderine de herhangi bir ceza yok…

Sanat’ı fethetmeye yetecek kadar fazla hayat yok insanın içinde.

Hasta değilim ama ölüyorum.

İhtiyar, her şey zaman kaybından başka bir şey değildi. Değil mi?

İnsanoğlunun en büyük başarısı ölebilme ve bunu dikkate almama yeteneği olsa gerek.

Siz bana nehirlerden ve yağmurlardan bahsedin, ben size uyuşturucu ve ıstırap bağımlısı sıska bedenleri anlatayım, kadınsız ve işsiz ve ülkesiz verilenden daha iyi bir yaşam hayal ederek, akortsuz piyanolar çalan eşcinsellerden geçilmeyen barlarda ve bok suratlı kasa sahipleri ıslık çalar ölü parayla.



Hiçbir şeyin bedeline inanmam ben. Hayalperestim. Acı çekmeden sahip olmaya inanırım. Gerçekçi değilim. Omurgam zayıf, sıkılmaktan ve çabalamaktan nefret ederim. Handel’in Samson unvertürünü dinlemeyi yeğlerim.

Bir kerede ölmeyiz genellikle, parça parça ölürüz.

Kadınlar da her şeyin bir parçası gibiydiler; kendilerine bir değer biçiyorlar ve bedelini talep ediyorlardı, fakat aklıselimden ve sahip olduğum ruhtan yola çıkarak ederlerinin çok fazlasını istedikleri sonucuna varmıştım.

Bu yaşam sisteminden çaldığım her gün bir zaferdi benim için.

Taş kafalı deyin bana isterseniz, kültürsüz deyin, ayyaş, ne isterseniz deyin. Dünya beni biçimlendirdi ve ben elimden geleni biçimlendirdim.

Bir şair bir saniyeden daha fazla hayatta kalmak istiyorsa, mesleğiyle, kamışıyla ve egosuyla çok dikkatli olmak zorundadır.

Ölüleri bulmak kolay –her yerdeler; zor olan canlıyı bulmak. Kaldırımda yürürken yanınızdan geçen ilk insana dikkat edin –gözlerinin feri sönmüştür; yürüyüşleri kaba, tuhaf, çirkindir; saçları bile hastalıklı bir biçimde uzamıştır.

Üniversitenin bir yararı olmayacaktır çünkü ölümün doğal tarihinin bir parçasıdır.

Sanat’ta yeni arayışlara karşı değilim, fakat yaratma yeteneğinden yoksun adamlar tarafından keriz yerine konmaya karşıyım.

Ölülerin canlı bir şey görmeye tahammülleri yoktur.

Bazı adamlar halkın skandal merakını kışkırtır, oysa halkın büyük kısmı adamın yazarlığıyla değil, sadece ne yaptığıyla, nasıl yaptığıyla, göğsünün kıllarıyla, bir fahişe uğruna kulağını kesmesiyle, geminin kıç tarafından pervaneye atlayıp intihar etmesiyle, eşcinselliğiyle falan ilgilenir; ne yarattıklarını boş ver,halk kıçlarının kıllarını görmek ister, seviştikleri yatağı, ilaç dolaplarını, kirli çamaşırlarını.

Her zaman gidenin yerini  dolduracak birileri bulunur. Bir başka adam gibi adam. Bir başka Van Gogh. Ya daArtaud. Ya da Celine. Ya da Genet hatta. İçelim eğlenelim!

Bir polis yanıma yaklaştığında ben kendimi hep suçlu hissederim, çünkü o suçlu olduğumu hissetmek üzere eğitilmiştir.

Zarar veren insanla zarar vermeyen insan arasındaki fark çok küçüktür.

 
‘’Daha iyi bir dünyada yaşayacaksak (kim daha iyi bir dünya istemeyecek kadar sofistike olabilir ki?) gereksiz acının ortadan kaldırılması iyi bir başlangıç olurdu. Güldüreyim mi sizi biraz?  Polis memurları sarhoşlara nasıl davranmalı bence, biliyor musunuz? Onları hapse değil de evlerine götürmeli. Sarhoşları yataklarına yatırıp üstlerini örtmeli, gerekirse onlara bir bardak su vermeli. Saçma mı? Neden? Biraz anlayış göstermenin nesi saçma? Ben vergimi hizmet almak için ödüyorum, taciz edilmek için değil.

gerekirse alkollü kişi öfke ve direnç gösteriyorsa, onu kendi evine kilitlemenin bir yolunu bulsunlar, böylece kendi tuvaletini kullanmaya devam eder ve canı çekerse new haven’deki teyzesini arayabilir.. kodesten iyidir.. duruşma falan da yok.. böylece yargıçları caddelerdeki delikleri kapatmaya falan gönderebiliriz..  cezaevlerinin ortadan kalkacağı günleri görebiliyorum.. neredeyse her insanın sırf sağduyuyla yurttaşına zarar ve acı vermeyi onu katletmeyi bilerek reddedeceği günler yakın.. tabii ki , odun yığının arasında her zaman bir domuz saklıdır.. fakat cezanın yerini anlayış aldığında domuzlar eksilecektir.’’
Yaratıcı sanatçı tarih boyunca bürokratlar ve bizatihi halk tarafından sürekli tacize uğramıştır. –Van Gogh penceresine taş atan çocuklar tarafından yuhalanmıştır. Penceresi olduğunu şükretsin. Hemingway bir çiftesi olduğuna şükretsin. Ben şu anda daktilom olduğuna şükrediyorum.

Lütfen beni sizi anlamaya zorlamaya itmeyin. Başka işle meşgulüm.

Her insan bir ad ve yoldu, fakat ne kadar büyük ziyandı kimileri.

Sahip olduğunuz her şey bir bavula sığmalı; o zaman zihniniz özgür olabilir.

Dünya korku üzerine işler.

Cehennem her yerde fink atar.

Bir dahi türü var ki, çok sıkıcı olabilir. Hatta, dahilerin çoğu sıkıcıdır, sanatlarına patlamaya hazır oluncaya dek.

Gerçeğin kendisi ciddi olmaktan çok gülünçtür.

Sıra sıra dairelerden oluşmuş bir cezaevinde yaşıyorum. Özel bir tür buradaki insanlar. Her gün halılarını elektrikli süpürgeyle süpürürler ve bulaşıkları yıkamadan asla yatmazlar.

Kalabalığın içinde bir et parçası olarak hissediyorum kendimi.

Yalnızlık çekmek birilerine ihtiyaç duymak demek.

O kadar nefret ediyoruz ki birbirimizden, bu bir meşguliyet bizim için.

Yapacak başka bir şey olmadığında memnuniyetsiz davranmaktan daha memnuniyet verici bir şey yoktur ve genellikle yok yapacak başka bir şey.

Bir şeyleri gizlediğin zaman onlarda boğulursun.


Herkeste çok fazla gördüğüm bir şey varsa o da burukluk. Korkunç bir şey herkesin er ya da geç buruklaşması. Kasvet verici, çok kasvet verici…

Hastaneler, ki Merhamet Evleri olmaları gerekir, ticari kurumlardı.

Nietzsche değil miydi kendisine Şairler sorulduğunda, ‘’ Şairler mi? Çok fazla yalan söylüyor Şairler,’’ diye yanıt veren.

Hayatta asıl iki önemli şey, unutmamak gerekir ki, acıdan kaçmak ve geceleri iyi uyumaktır. Öyle değil mi?

İnsanlar çeşitli nefretler barındırırlar, hayatları umdukları gibi gitmez ve otobanlar bu insanlar için öfkelerini atıp rahatladıkları yerlerdir.

Kişisel tanrımın üzerine fırlattım kendimi: YALNIZLIK.



28 Ağustos 2011 Pazar

Postane

Yine akşamdan kalmaydım ve sıcak dayanılır gibi değildi -kırk derecelik bir hafta. Her gece içmeye devam ediyor, sabahları Taş ve her şeyin olanaksızlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyordum. Çocukların kimlikleri Afrika güneş kaskları ve gözlükleri giyiyorlardı; ama ben, hep aynıydım, yağmur ya da güneş- yırtık pırtık giysiler, çivileri ayaklarıma batan eski ayakkabılar. Mukavva parçaları koyuyordum ayakkabılarımın tabanlarına. Bir süre için iş görüyorlardı, ama çok geçmeden çiviler topuklarıma batmaya başlıyorlardı yine. Viski ve bira terliyordum, koltuk altlarımdan, ve sırtımda bir torbayla dolanıyordum çarmıh misali; torbadan dergiler çıkarıyor, binlerce mektup dağıtıyordum güneşin altında kavrulup sendeleyerek.


* Bana vız gelir. Kıçını öpecek değilim. Ya işi bırakırım ya da açlıktan ölürüm; başka yolu yok.

* Bütün bu postacıların yaptığı, mektuplarını kutulara atmak ve düzmekti. Bu tam bana göre bir işti, ah evet evet evet.

* Gözlerinde hiç parıltı yoktu.

* Her gece içmeye devam ediyorduk.

***

- “Ya köpek?”
- “Köpek de senin olsun” dedim,
- “Seni özleyecek.”
- “Ne güzel, birisi beni özleyecek.”

* Ya bütün dünyayı istiyordum ya da hiçbirşeyi.

* Yemek sinirlere ve ruha iyi gelir. Cesaret mideden gelir, gerisi boştur.

* İş, bir hava saldırısı anında düzüşmeye çalışmaya benziyordu.

* Hapiste güvence altındaydı insan. 3 metrekare. Ne ödenecek kira, ne kamu hizmetlerinden yararlanma, ne gelir vergisi, ne çocuk yardımı. Ne taşıt plaka ücreti. Ne trafik cezaları. Ne içkili araba kullanma suçu. Ne at yarışlarında kaybetme. Ücretsiz sağlık hizmetleri. Kafanın uyuştuklarıyla yaptığın yoldaşlık. Kilise. Tokmakçılık. Bedava gömülme.

* Herkesin sürdürdüğü türden bir yaşam: bizi öldürüyor.

charles-bukowski

* Hiçbiri bana göre değil.

* Eee, bütün dahiler ayyaştır.

* Cenaze törenlerinde bir iş vardı. Olaylara daha iyi bakmanı sağlıyorlardı. Hergün bir cenaze töreni olsaydı, köşeyi çoktan dönmüştüm.

* Saçımı taradım. Keşke şu suratımı da tarayabilsem, diye düşündüm.

* Sabahleyin, sabahtı ve ben hala yaşıyorum.




14 Temmuz 2011 Perşembe

Yaşlı Moruğun Röportajı


‘Şarap ve klasik müzik eşliğinde yazıyorsunuz; neden jazz ya da rock değil ve esinlenmek için ne kadar şarap içmeye ihtiyaç duyarsınız?

Jazz ve rock beni klasik müzik kadar yükseltmiyor. Klasik müzikte yüzyılların izi var bir kere. Daha çok kan , daha çok biçem.. yerinden kalkar yürür ve gitmiştir. Jazz sızlanıp durur. Rock ise daha gürültülü ve yapmacıktır, o büyük ve heyecan verici kumardan uzaktır..

Yazarken ufak ufak içerim. Bir şişe şarabı bitirmek iki saatimi alabilir. Bir buçuk şişeden sonra yazının kalitesi düşer zaten. Ondan sonra barlardaki sarhoşlardan farkım kalmaz; kendini tekrar eden sıkıcı bir ahmak..

Alkol, atlar ve daktilo benim gerçeklerden kaçış yollarımdır diyorsunuz; gerçekler sizin için nende bu kadar korkunç? Canınız çok mu yandı da şimdi herkesten kaçmaya çalışıyorsunuz?

Gerçek herkes için hayli korkunç olabilir. Çoğu hayat mutlu değil. Çoğu insan hayatını nedensiz yaşar. Ya da nedeni başka kaynaklarda, başka yerlerde, başka kurumlarda ararlar. Kendine özgü ve doğal ruhların sayısı çok değil.

Ben münzeviyim. İnsanlardan kaçıyorum çünkü ilgi alanları genellikle sınırlı ve bayağı, ayrıca kötü niyetli ve can sıkıcılar.. hayvanlar , öte yandan harikulade yaratıklar. Gözlerindeki ve beden dillerindeki güzelliği fark etmek yeterli. İnsanlar o kadar iyi görünmüyor, o kadar güzel ya da sahici davranmıyor..

Peki gerçeklerden kaçmak istiyorsanız kitaplarınızın çoğu neden otobiyografik ?

Kitaplarımın çoğu neden mi otobiyografik? Neden sabahları başkalarının değil de kendi ayakkabılarımı giyiyorum ? Neden komşularımın değil de kendi düşlerimi görüyorum ? Ben sadece yapay ihtiyaçlar yüzünden çarpıtılmış sıradan gerçeklikten kaçmaya çalışıyorum.. Hayat hakkında tek bir kötü söz edemeyiz çünkü onu hiçbir şeyle kıyaslayamayız.. İnsanların hayatta ve hayata karşı yaptıkları asıl tatsız olan..

Alkol birçok Amerikalı yazarın sonu oldu (O’Neill , Faulkner, Hemingway, London ) , sizin sonunuzun da aynı olacağına dair kaygınız var mı? İçkiyi bırakmayı hiç düşündünüz mü ?

Saydığınız yazarların sonunun alkol yüzünden geldiğinden hiç de emin değilim.. Belki başka bir şey yüzünden geldi sonları.. Bir yazarı mahvedebilecek o kadar çok şey var ki.. Bunlar büyük şeyler de olabilir, ardı ardına gelen küçük şeyler de.. Ya da bizim farkında bile olmadığımız şeyler .. Yaratıcılığın kaynağı çok gizemlidir.. Hiçbir şey bilmiyoruz hakkında..

Hayır, içkiyi bırakmayı hiç düşünmedim. Benim için son derece memnuniyet verici, makul ve yaratıcı bir faaliyet.. Yakında yetmişime basacağım ve çoğu insanın içtiği su miktarından daha fazla alkol tükettim..

İleriye dönük umutlarınız var mı ?

Daktilonun başına geçip kağıt takmayı umuyorum; tuşların takırtısı, radyoda klasik müzik, solumda kırmızı ve harikulade şarap şişesi.. Bundan da iyi, daha şanslı ne olabilir? Bu her şey..’

CHARLES BUKOWSKI – GÜNEŞE UZAN

(Parantez Yayınevi , 2005)

‘..Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi , makbul biri değilim. Kötü adam sevdim hep. Kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim. Dişleri kırık, yolları kırık adamlar ilgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar..’

‘..Adi kadınlardan da hoşlanırım, çorapları sarkmış , makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır. Çünkü ben de serseriyim. Ahlak sevmem, din sevmem. Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam…………………..’

CHARLES BUKOWSKI

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Kitlelerin Dehası

Ortalama insanda
Herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
Ve cinayet konusunda en becerikliler
Cinayet karşıtı vaaz verenlerdir
Ve nefreti en iyi becerenler
Sevmeyi vaaz edenlerdir
Ve son olarak
Savaşı en iyi becerenler
Barış vaazı verenlerdir

Tanrıyı vaaz edenlerin
Tanrıya ihtiyacı var
Barış vaaz edenlerin
Huzuru yok
Sevgi vaaz edenler sevgisizdir
Vaaz edenlerden sakının
Bilmişlerden sakının.
Durmadan kitap okuyanlardan sakının
Yoksulluktan nefret edenlerden
Ya da gurur duyanlardan sakının
Övgü göstermekte hızlı davrananlardan sakının
Karşılığında övgü beklerler

Sansürlemekte hızlı davrananlardan sakının
Bilmedikleri şeylerden korkarlar

Sürekli kalabalıkları arayanlardan sakının;
Tek başlarına bir hiçtirler

Ortalama erkekten
Ortalama kadından
Sakının
Sevgilerinden sakının
Sevgileri vasattır,
Vasatı aranır dururlar
Ama nefretleri dahiyanedir
Nefretleri seni beni
Herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir.

Yalnızlığı istemezler
Yalnızlığı anlamazlar
Kendilerinden farklı her şeyi
Yok etmeye çalışırlar
Sanat yaratamadıklarından
Sanatı anlayamazlar
Yaratma başarısızlıklarını
Dünyanın beceriksizliğine yorarlar
Kendileri tam sevemedikleri için
Senin sevginin eksik olduğuna inanır
Ve senden nefret ederler
Ve nefretleri
Parlak bir elmas
Bir bıçak
Bir dağ
Bir kaplan
Bir baldıran otu gibi
Mükemmeldir

En Usta Oldukları
Sanattır nefret!

Charles Bukowski

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Kaybedenin Önde Gideni - Charles Bukowski

Sadece sıkıcı insanlar sıkılır.
Sadece yanlış bayraklar dalgalanır.
Size Tanrı olmadıklarını söyleyen insanlar aslında aksini düşünürler.
Tanrı başarısızlıkların bir icadıdır.
Tek cehennem bulunduğun yerdir.

Dallas'tan geçtim ve Pasadena'da aylaklık ettim.
Anam ağlamadı çünkü ağlatacak kimse yoktu.
İki boy aynasını tuzla buz ettim ve beni
hâlâ arıyorlar.
İnsanın asla girmemesi gereken mekânlara girdim.
Acımasızca dövülüp ölü diye bırakıldım.
Kafatasımda cop darbelerinden oluşmuş bir sürü yumru var.
Melekler korkudan altlarına kaçırdılar.
Harikulade bir insanım.

Siz de öylesiniz.
O da öyle.
Güneşin sarı nabzı ve dünyanın görkemi de.

28 Haziran 2011 Salı

Traş olurken yüzümü kestim..



hiçbir zaman olması gerektiği gibi değil , dedi , insanlar

müziğin sesi , sözcüklerin

yazılışı ,

hiçbir zaman olması gerektiği gibi değil , dedi , bütün

bize öğretilenler , peşinden koştuğumuz aşklar ,

öldüğümüz bütün ölümler , yaşadığımız

bütün hayatlar ,

hiçbir zaman olması gerektiği gibi değiller ,

yakın bile değiller..

birbiri arkasından yaşadığımız

bu hayatlar ,

tarih olarak yığılmış ,

türlerin israfı ,

ışığın ve yolun tıkanması ,

olması gerektiği gibi değil ,

hiç değil ,

dedi..

bilmiyor muyum ? diye

cevap verdim..

uzaklaştım aynadan..

sabahtı , öğlendi ,

akşamdı ,

hiçbir şey değişmiyordu

her şey yerli yerindeydi ,

bir şey patladı , bir şey kırıldı ,

bir şey kaldı..

merdivenden inip içine

daldım..

CHARLES BUKOWSKI..

‘Gülün Gölgesinde.. Dünyevi Şiirlerin Son Gecesi 2. Cilt..’ , CHARLES BUKOWSKI , Çeviri : AVİ PARDO , PARANTEZ Yayınları , Kasım 2002 , 174 Sayfa..



28 Ocak 2011 Cuma

Yer altında kör bir köstebektim Charles Bukowski

‘siz bana nehirlerden ve yağmurdan söz edin , ben size uyuşturucu ve ıstırap bağımlısı sıska bedenleri anlatayım , kadınsız ve işsiz ve ülkesiz , verilenden daha iyi bir yaşamı hayal ederek , akortsuz piyanolar çalan eşcinsellerden geçilmeyen barlarda ve bok suratlı kasa sahipleri ıslık çalar ölü parayla..’

‘herkesin savaştan yana olduğu bir dönemde savaşa karşıydım.. iyi savaşı kötü savaştan ayırt edemiyordum -hala edemem.. ortalıkta henüz hippiler yokken hippiydim ben ; beat kuşağı gelmeden önce beat’tim..

bir protesto yürüyüşüydüm tek başıma..

yeraltında kör bir köstebektim ve ortalıkta benden başka köstebek yoktu.. daha henüz yer altı oluşmadan yer altı’ydım ben.. pis genç bir adamdım..

ben hip’tim zaten..’


‘yalnızlık gittikçe daha tatlı bir hal alıyor , bir zamanlar hapis yatan bir adam tanırdım.. onu deliğe tıkmışlardı..

ona ‘şimdi dışarı çıkmak istiyor musun’ diye sorduklarında , ‘hayır’ dedi.. yine de onu çıkardılar.. deli olduğunu düşünüyorlardı.. gördüğüm en akıllı adamlardan biriydi.. evet , evet..’


‘bir yazar yazacağı bir sonraki satır kadar vardır.. onun gerisinde kalanlar bir bok ifade etmez.. eğer o bir sonraki satırı yazamazsanız , insan olarak ölmüşsünüz demektir.. sadece bu bir sonraki satır , daktilo döndükçe ortaya çıkan bu satır vardır , bu sihirdir , gürlemedir , bu güzelliktir.. bu ölümü yenebilecek tek şeydir..’


Charles Bukowski..

7 Ocak 2011 Cuma

Charles Bukowski ve bir şeyler üzerine .

BARLAR ÜZERİNE:
Barlara pek gitmiyorum artık. Sistemimden çıkardım onları. Şimdi bir bara girdiğimde öğürüyorum, O kadar çok bar gördüm ki, yetti bana -gençken yapılacak iştir bara gitmek, biliyor musun, bir hatun kaldırmaya çalışmak, birileriyle dövüşmek filan, bütün o maço saçmalık – benim yaşımda yapılacak iş değil. Barlara işemek için giriyorum artık. Yıllarımı geçirdim barlarda. Bara girip kusmak için doğru helaya giderdim, oraya varmıştı iş.

ALKOL ÜZERİNE:
Alkol bu dünyaya gelmiş en muhteşem şeylerden biri muhtemelen -beni saymazsak tabii ki. Evet… bu dünyaya gelmiş en muhteşem iki şeyi saptadık. İşte… iyi anlaşırız ben ve alkol. Çoğu insan için yıkıcıdır. Ben onlardan biri değilim. En yaratıcı yazılarımı sarhoşken yazmışımdır. Kadınlarla bile, ben biraz çekingenimdir sevişme konusunda, bu yüzden alkol bana cinsel olarak daha özgür olma olanağı tanımıştır. Alkol özgürlüktür benim için, çünkü ben esas olarak içine kapanık, mahcup biriyim, oysa alkol bana bir kahraman olma, pervasızca işler yapıp uzay ve mekanda uzun adımlarla yürüme fırsatı tanır… bu yüzden seviyorum… evet.

SİGARA İÇMEK ÜZERİNE:
Seviyorum sigara içmeyi. Duman ve alkol birbirlerini dengeliyor. Eskiden deli gibi içtikten sonra uyanırdım ve ellerim nikotinden sapsarı olurdu, eldiven gibi… kahverengi nerdeyse… içimden, ” Hasiktir… ciğerlerim ne haldedir kim bilir? Aman Allahım!” diye geçirirdim..

DÖVÜŞMEK ÜZERİNE:
En iyisi kimsenin döveceğini tahmin etmediği birini dövmektir. Öyle biriyle kapıştım bir keresinde, bana kafa tutup duruyordu. “Tamam lan, gel bakalım,” dedim. Fos çıktı herif -hiç zorlanmadan marizledim. Yerde öylece yatıyordu. Burnu kan içinde filan. Şöyle dedi bana: “Hay Allah, o kadar ağır hareket eden birisin ki seni kolaylıkla pataklarım sanmıştım. Ama dövüş başlayınca ellerini göremedim, o ne hızdı öyle. Ne oldu?” Ben de, “Bilmiyorum, moruk, bu iş böyledir,” dedim. Saklarsın. O an için saklarsın.

KEDİLER ÜZERİNE:
Kedilerin arasında olmak çok iyidir. Kendini kötü hissediyorsan kedilere bakar ve kendini çok daha iyi hissedersin, çünkü onlar her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu bilirler; öyle fazla heyecanlanmak ya da üzülmek için bir neden yok. Onlar bunu bilirler. Kurtarıcıdır kediler. Ne kadar çok kedin varsa o kadar uzun yaşarsın. Yüz kedin varsa on kedin olduğunda yaşayacağının on katı daha uzun yaşarsın. Bu gerçek bir gün keşfedilecek ve herkesin binlerce kedisi olacak ve kimse ölmeyecek. Gerçekten çok saçma.


KADINLAR VE CİNSELLİK ÜZERİNE:
Şikayet etme makineleri diyorum ben onlara. Erkek ağzıyla kuş tutsa yaranamaz kadına. Bir de isteri krizlerini hesaba katarsan… unut gitsin. Dışarı çıkıp arabaya atlar ve gazlarım, nereye olursa. Yoktur başka yolu. Yapıları farklı galiba, değil mi? İsteri krizine girerler… konuşamazsın. Sen gitmeye kalkarsın, anlamazlar. (Bir kadının tiz sesiyle) NEREYE GİDİYORSUN? “Kaçıyorum burdan, bebeğim!” Benim kadın düşmanı olduğumu düşünüyorlar, ama değilim. Kitaplarımı okumayıp duyduklarıyla karar veren insanlar bunlar. “Bukowski kadın düşmanı bir domuzdur!” Bunu duyuyorlar ama işin aslı nedir diye merak etmiyorlar. Evet, zaman zaman kadınları aşağıladığım doğru, ama erkekleri de aşağılıyorum. Hatta herkesten çok kendimi aşağılarım. Birinin aşağılanmayı hak ettiğini düşünüyorsam aşağılarım -erkek, kadın, çocuk, köpek, fark etmez. Kadınlar fazla hassas, ayrımcılığa maruz kaldıklarını sanıyorlar. Onların sorunu da bu.


İLKİ:
İlkini düzmek gerçekten tuhaftı -bilmiyordum- bana yalamayı filan öğretti. Hiçbir şey bilmiyordum. “Hank,” dedi, “büyük bir yazarsın, ama kadınlar hakkında bir bok bilmiyorsun!” Ben de, “Ne demek istiyorsun, bir sürü kadınla düzüştüm ben,” dedim. “Hayır, bilmiyorsun, izin ver de sana öğreteyim,” dedi. “Pekala,” dedim. Sonra, “Sen çok iyi bir öğrencisin, hemen kapıyorsun,” dedi. Bu kadar -(Biraz utanıyor. Ayrıntılardan değil, hatırlamanın duygusallığından daha çok.) Ama yarık yalamak filan bir süre sonra insana kendini uşak gibi hissettiriyor. Kadınları memnun etmek hoşuma gidiyor, ama… Cinsellik çok abartılıyor, moruk. Seks sadece abazansan harika.

AIDS’DEN ÖNCE SEKS VE EVLİLİĞİ ÜZERİNE:

Hayatımın yarısı yatakta geçiyordu bir ara. Bilmiyorum, bir trans haliydi galiba, düzüşme transı. Düzüş, düzüş… (gülüyor)… Öyleydim! (gülüyor)
Ve kadınlar, birkaç laf ettikten sonra bileklerinden kavrarsın, “Hadi, güzelim.”Yatak odasına götürüp düzersin. Ve itiraz etmezler, moruk. O ritme girdikten sonra takılırsın. Çok fazla kadın var ortalıkta. İyi görünürler, ama kopmuşlardır. Tek başlarına yaşarlar, işe giderler, eve dönerler… Birinin onları öyle götürmesi büyük şeydir onlar için. Bir de oturup içiyor ve konuşuyorsa, iyi vakit geçiriyorlar demektir. İyiydi… şanslıydım. Çağdaş kadınlar… söküklerini dikmezler ama… onu unut.

YAZMAK ÜZERİNE:
Küçük bir kıza tecavüz eden bir adamın bakış açısından bir öykü yazdım. İnsanlar beni suçladılar. Biri söyleşiye geldi. “Küçük kızlara tecavüz etmekten mi hoşlanırsınız?” diye sordu. “Tabii ki, hayır,” dedim, “ben hayatı fotoğraflarım.” Yazdığım bir sürü şey yüzünden başım belaya girdi. Öte yandan, bela kitap sattırır. Ama, işin esasına inersek, ben kendim için yazarım. (Sigarasından derin bir nefes çekiyor.) Böyle. “Duman” benim, kül küllüğün… budur yayınlanmak.
Asla gündüz yazmam. Çıplakken alış veriş merkezinde koşmak gibi bir şey gündüz yazmak. Herkes seni görür. Gece… işte o zaman numara çekebilirsin… sihir..


ŞİİR ÜZERİNE:
İlkokulun bahçesindeyken “şair” ya da “şiir” sözcüğü telaffuz edildiğinde bütün çocuklar gülüp alay ederlerdi. Şimdi anlıyorum nedenini, çünkü sahte bir üründür şiir. Yüzyıllardır sahte, züppe ve kökleşmiş. Aşırı-hassas. Aşırı-değerli. Çöp yığını bana sorarsan. Yüzyıllardır şiir niyetine çöp üretiliyor. Sahtekarlık, kalpazanlık.
Birkaç iyi şair var tabii ki, beni yanlış anlama. Li Po adında Çinli bir şair var örneğin. Çoğu şairin kendi bokuyla on iki-on dört sayfada katamayacağı kadar duygu, gerçeklik ve tutkuyu dört-beş yalın dizeye sığdırabilen bir şair. Şarapçıydı da üstelik. Şiirlerini tutuşturup nehirde yüzdürür, şarap içermiş. İmparatorlar onu çok severmiş, çünkü ne dediğini anlarlarmış… Ama, tabii ki, sadece kötü şiirlerini tutuştururmuş. (gülüyor)
Benim yapmaya çalıştığım, affına sığınarak, hayatın fabrika işçisi boyutunu edebiyata katmaktır… işten eve döndüğünde dırdır eden karısı. Sıradan insanın gündelik gerçekliği… yüzyılların şiirinde pek söz edilmeyen bir şey. Yüzyılların şiirinin bok olduğunu söylediğim kayıtlara geçsin. Utanç verici..

CELİNE ÜZERİNE:
Celine’i ilk okuduğumda yatağa bir kutu Ritz krakerle girmiştim. Onu okurken bir yandan da kraker yiyordum. Sonra gülmeye başladım, krakerleri çatır çatır yerken bir yandan da kahkaha atıyordum. Bir solukta okudum romanı. Bir kutu krakeri bitirdim, moruk. Kalkıp su içtim. Görmeliydin beni. Kımıldayamıyordum. İyi bir yazar işte böyle yapar adamı. Öldürür nerdeyse… kötü bir yazar da.

SHAKESPEARE ÜZERİNE:
Okunurluğu zayıf ve fazlasıyla abartılmış bir yazar bence. Ama kimse bunu duymak istemiyor. Görüyor musun, tapınaklara saldıramıyorsun. Yüzyıllarla yerleşmiş bir yazar Shakespeare. “Kanımca bilmem kim kötü bir aktör!” diyebiliyorsun. Ama Shakespeare boktan bir yazardır diyemiyorsun. Bir şey ne kadar eskiyse züppeler ona o kadar yapışır, vantuz gibi. Züppeler bir şeyin emniyetli olduğunu hissetmesinler… yapışırlar. Onlara gerçeği söylediğin zaman da delirirler. Kaldıramazlar. Bütün düşünce sistemlerine saldırmış olursun. Tiksindiriyorlar beni.

OKUMAKTAN EN ÇOK HAZ DUYDUĞU ŞEY ÜZERİNE:
The National Enquirer’da şöyle bir şey okudum: “Kocanız eşcinsel mi?” Linda bir keresinde bana, “İ**e gibi sesin var!” dedi. Ben de, “Öyle mi, hep merak ederdim,” dedim. (Gülüyor) Bu makale şöyle devam ediyor. “Kaşlarını yoluyor mu?” İçimden, ha***r, ben bunu hep yapıyorum, diye geçirdim. Artık ne olduğumu biliyorum… İ**eyim! Tamam. The National Enquirer’a bana ne olduğumu söylediği için müteşekkirim.


MİZAH VE ÖLÜM ÜZERİNE:
Çok az mizah var. Sıkı mizahçı diyebileceğim son adam James Thurber’dı. Ama mizahı o kadar muhteşemdi ki gözardı edildi. Bu adam çağın psikolog/psikiyatr’ı diyebileceğimiz biriydi. Kadın erkek ilişkisini çözmüştü. Her derde deva. Mizahı o denli gerçekçidir ki çılgınca rahatlama çığlıkları olarak çıkar kahkahalar içinden. Thurber’dan başka kimse gelmiyor aklıma… Bende de bir parça var… Onunki gibi değil ama. Benimkine mizah denmez aslında. Ben ona… “komik bir uç,” diyorum. Tutkunum o komik uca. Ne olursa olsun… mutlaka saçma ve gülünç bir tarafı vardır. Nerdeyse her şey gülünçtür. Biliyorsun, her gün sıçarız. Bu da saçma sapandır. Öyle değil mi sence? İşemek zorundayız, yemek yemek zorundayız, kulaklarımızdan bal mumu çıkıyor, kaşınıyoruz. Gerçekten çirkin ve aptalca, biliyor musun?
Ucubeyiz. Bunu idrak edebilsek kendimizi sevmeyi becerebileceğiz belki… içimizde dolanan bağırsaklarımızla, birbirimizin gözlerine bakıp, “seni seviyorum,” derken içimizde yavaşça karbona dönüşen bokumuzla… ve birbirimizin yanında osurmayız. Her şeyin komik bir yanı var…
Sonra da ölürüz. Ama, ölüm bizi hak etmiyor. Biz ölüme bütün delilleri gösterdik, ama o bize tek bir delil bile göstermedi. Doğarak hayatı hak mı ettik? Hayır, ama o orospu çocuğu ensemize yapışıyor. Kızıyorum ölüme. Hayata da kızıyorum. İkisinin arasında sıkışıp kalmış olmaya kızıyorum. Kaç kez intihara kalkıştığımı biliyor musun? Zaman tanı bana. 66 yaşındayım henüz. Hâlâ çalışıyorum.
İntihar kompleksin varsa hiçbir şey seni rahatsız etmez… Hipodromda kaybetmek dışında. O insanın canını sıkıyor. Neden acaba?… Çünkü hipodromda yüreğini değil de beynini kullanıyorsun.
Hayatımda hiç ata binmedim.
Beni asıl ilgilendiren doğru veya yanlış karar vermek, atlar umurumda değil.

HİPODROM ÜZERİNE:
Bir ara hayatımı hipodromda kazanmayı denedim. Acı verici. Heyecan verici. Her şey sınırdadır -kira- her şey. Ama, fazla ihtiyatlı olmaya başlıyorsun… aynı şey değil.
Bir keresinde tam dönemecin önünde oturuyordum. On iki at vardı o koşuda ve dönemece geldiklerinde kopma yoktu, sıkı bir grup halinde koşuyorlardı. Çılgın bir görüntüydü. Atların kıçlarına baktım ve içimden, “Delilik bu, tam bir delilik!” diye geçirdim. Ama dört yüz-beş yüz dolar kazandığın günler de vardır, arka arkaya sekiz koşuyu bilirsin ve kendini Tanrı gibi hissedersin, her şeyi biliyormuş gibi. Her şey bu işin bir parçasıdır.
(Bana dönüyor)
CB: Bütün günlerin iyi geçmez, değil mi?
SP: Hayır.
CB: Bazı günler iyi mi?
SP: Evet.
CB: Çoğu mu?
SP: Evet.
(Kısa bir sessizlikten sonra şaşırmış bir biçimde gülüyor)
CB: Sadece birkaçı demeni bekliyordum… Hayal kırıklığına uğrattın beni!

İNSANLAR ÜZERİNE:
İnsanlara fazla bakmam. Rahatsız edicidir. Birine çok fazla bakarsan onun gibi olmaya başlarsın derler. Zavallı Linda.
Fazla gereksinim duymam insanlara. Beni doldurmazlar, boşaltırlar. Kimseye saygı duymuyorum. Böyle bir sorunum var… Yalan söylüyorum, ama inan, doğru.
Hipodromdaki parkçı çocuk iyidir. Bazen, hipodrom çıkışında şöyle bir konuşma geçer aramızda:
“Hey, n’aber, moruk?” diye sorar.
“Bıçağı gırtlağıma dayamak üzereyim… Beyaz bayrağı sallamaya hazırım. Benden bu kadar.”
“Adam sen de! Bir gece birlikte çıkıp içelim. Bu geceye ne dersin? Birkaç kişiyi marizleyip birkaç hatun düzeriz.”
“Şu işi bir düşüneyim, Frank.”
“Biliyor musun, işler ne kadar sarpa sararsa, ben o kadar akıllanırım.”
“Sen hayli akıllı bir adam olmalısın, Frank.”
“İyi ki seninle gençliğinde tanışmamışız.”
“Evet, biliyorum ne diyeceğini. İkimiz de şimdi San Quentin Hapishanesi’ndeolurduk.”
“Doğru!”

HİPODROMDA TANINMAK ÜZERİNE:
Geçen gün tribünde oturuyordum, birinin bana baktığını hissettim. Başıma gelecekleri bildiğimden yer değiştirmek için ayağa kalktım. “Affedersiniz?” dedi. “Evet, ne istiyorsun?” diye sordum. “Siz Bukowski misiniz?” dedi. “Hayır!” dedim. “İnsanlar bunu size sürekli soruyorlardır herhalde?” dedi. “Evet!” dedim ve uzaklaştım. Biliyorsun, daha önce de tartıştık bunu. Mahremiyet gibisi yoktur. Ben insanları severim, biliyorsun. Kitaplarımı sevmeleri filan güzel… Ama ben kitap değilim, anlıyor musun? Ben o kitapları yazan kişiyim, ama yanıma gelip başımdan aşağı gül yaprakları filan dökmelerini istemiyorum. Soluk almak istiyorum. Benimle takılmak istiyorlar. Beraberimde birkaç çılgın fahişe getireceğimi, birilerini yumruklayacağımı filan düşünüyorlar herhalde. Öyküleri okuyorlar! Lanet olsun, o anlattıklarım yirmi yıl önce, otuz yıl önce olmuş şeyler, birader!

Çeviri : Avi Pardo
“Güneşe Uzan”dan, Parantez yayınları ..