1.
Görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada
kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler
dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. S.1
İnsanların bir şeye dokunması demek, kendisini o şeyle
ilişkili bir duruma so
kması demektir. S. 8
Her resmin biricikliği bir zamanlar bulunduğu yerin biricik
olmasından kaynaklanıyordu. Resim bir yerden başka bir yere taşınabilirdi.
Fotoğraf makinesi, resmin fotoğraflarını çekerek resmin imgesinin taşıdığı
biricikliği ortadan kaldırmış oldu. Bunun sonucunda resmin anlamı değişti. Daha
kesin söylersek resmin anlamı çoğaldı, birçok anlama bölündü. S. 19
Fotoğraf makinesiyle artık resim, seyirciye gitmektedir,
seyirci resme değil. Böylece resmin anlamı çoğalmaktadır. S. 20
National gallert’de Leonardo’nun “Azize Anne ve Vaftizci
Aziz John’la
BirlikteBakire ve Çocuk” taslağının kopyaları müzedeki bütün
resim kopyalarından daha çok satılmaktadır. Oysa birkaç yıl önce bu resmi
yalnızca uzmanlar tanıyordu. Resmin bmyle birdenbire ranınması bir Amerikalının
onu iki buçuk milyon İngiliz lirasına almak istemesinden sonra oldu.
Şimdi resim bir odada tek başına asılı duruyor. Oda bir
kilise gibi; resmin önünde kurşun geçirmez plastik cam var. Resim burada
yepyeni bir etkililik kazanmış. Gçsterdikleri –imgenin taşıdığı anlam, yüzünden
değil bu. Resmin böyle etkileyici, gizemli oluşu8, satış değerinden
kaynaklanıyor. S. 23
Geçmişin sanatına özlemle bakmaktan kurtulursak, yapıtlar
birer dinsel kalıt olmaktan çıkacaklardır ama yeniden canlandırma çağından önce
oldukları duruma hiçbir zaman dönemeyeceklerdir. S. 30
Saflık iki yanlıdır. İnsan bir tertibe katılmayı yadsıyarak
o tertibin getireceği suçluluktan kurtulur, saf ve temiz kalabilir. Saf kalmak,
aynı zamanda bilgisiz kalmak anlamına da gelebilir. .. gerçek sorun şudur: geçmişteki sanat kimindir
gerçekten? Bu sanatı kendi yaşamlarında uygulayabilenler mi, yoksa kalıntı
uzmanlarından oluşan bir etkisel sınıfa mı? S.32
Geçmişin sanatı, eskiden olduğu gibi değildir artık bugün.
Yetkesini yitirmiştir. Onun yerine bir imgeler dili oluşmuştur. Şimdi önemli
olan bu dili kimin, ne amaçla kullandığıdır. Bu da yeniden canlandırmaların
yayın hakkı, sanat basımevleriyle yayınevlerinin kimin elinde olduğu, sanat
galerilerinin, müzelerin genel tutumu sorununa gelip dayanır.s. 33
Geçmişin tüm sanatı bugün siyasal bir sorun olarak
karşımızdadır. S. 33
3.
(Bu bölümün tamamını başka bir blogda buldum Şuraya tıklayarak bölümün tamamını okuyabilirsiniz. )
Bu da devamı...
Kadın, olduğunu ve yaptığı her şeyi gözlemek zorundadır.
Erkeklere nasıl göründüğü, onun yaşamında başarı sayılan şey açısından son
derece önemlidir. Kendi varlığını algılayışı, kendisi olarak bir başkası
tarafından beğenilme duygusuyla tamamlanır.
Erkekler kadınlara karşı belli bir tutum edinmeden önce
onları gözlerler. Bu yüzden bir kadının bir erkeğe görünüşü, kendisine nasıl
davranılacağını da belirler. Bu süreci bir ölçüde denetleyebilmek için kadın
bunu kabul etmeli ve benimsemelidir. Kadın benliğin gözleyici yanı, gözlenen
yanını öylesine etkiler ki sonunda tüm benliğiyle başkalarından nasıl bir tutum
beklediğini gösterir. Böylece kadının, bir eşi daha bulunmayan bu kendi kendini
etkileme süreci onun kişiliğini oluşturur. Her kadının varlığı, kendi içinde
nelere ‘izin verilip nelere verilemeyeceğini’ düzenler. Eylemlerinin her biri –amacını
ya da dürtüsü ne olursa olsun- o kandının kendisine nasıl davranılmasını
istediğini gösteren birer simgedir. Bir kadın tutup bardağı yere atarsa bu o
kadının kendi kızgınlığını nasıl ele aldığını, bu yüzden başkalarından nasıl
bir davranış beklediğini gösterir. Erkek aynı şeyi yaparsa bu, yalnızca onun
öfkesini dışa vurmasıdır. Kadın güzel bir fıkra anlatırsa bu, onun kendi
içindeki fıkracıya nasıl davranılacağını, elbette fıkracı bir kadın olarak
başkalarından ne beklediğini gösteren bir örnektir. Fıkra anlatmak için fıkra
anlatmak ancak erkeğin yapacağı bir şeydir.

Bunu şöyle yalınlaştırabiliriz: Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini
seyrederler. Bu durum, yalnız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkili değil,
kadınların kendileriyle ilişkileri de belirler. Kadının içindeki gözlemci
erkek, gözlenen ise kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye –özellikle
görsel bir nesneye—seyirlik bir şeye dönüştürmüş olur. S. 47
Devlet adamları, iş adamları böyle resimlerin altında yapıyorlardı iş tartışmalarını. İçlerinden birisi yenik düştüğünü hissettiği zaman avunmak için başını kaldırıp resimlere bakıyordu. Resimde gördükleri ona erkek olduğunu bir kez daha anımsatıyordu. s.57
5.
Resmi satın aldığınızda o resimde gösterilen nesnelerin
görünüşünü de satın almış olursunuz. S. 83
Resim, her şeyi nesnelerin eşitliğine indirgedi. Her şey
alınıp satılabilir oldu çünkü her şey mala dönüştü. Tüm gerçeklik, hiç
düşünülmeden onun taşıdığı maddesel değerle ölçülür oldu. S. 87
Yüzler, giysilerine uyan birer maskeye dönüşmüştür. Bugün bu
gelişmenin son evresini sıradan siyaset adamlarının televizyondaki kukla
görüntülerinde izleyebiliriz. S. 89
Yağlıboya resim geleneğinden önce ortaçağda ressamlar,
resimlerinde çoğu zaman altın yaldız kullanırlardı. Sonraları yaldız resimlerde
görünmez oldu, yalnız çerçevelere sürüldü. Oysa resimlerin çoğu altın yaldızı
ya da parayla satın alabilecek başka şeyleri gösteriyordu. Satın alınabilecek
bu mallar sonunda sanat yapıtlarının asıl konusu olup çıktı. S.99
7.
Yaşadığımız kentlerde hepimiz her gün yüzlerce reklam imgesi
görürüz. Karşımıza bu denli sık çıkan başka hiçbir imge yoktur.
Tarihte başka hiçbir toplum böylesine kalabalık bir imgeler
yığını, böylesine topun bir mesaj yağmuru görmemiştir.
İnsan bu mesajları aklında tutabilir ya da unutabilir; ama
gene de okumadan görmeden edemez. Bir an için de olsa bu mesajlar belleğimizi
imgeleme, anımsama ya da beklentiler yoluyla uyarırlar. Reklam imgesi anlıktır.
… hiç durmadan yenilenip durmaları, zamana uydurulmaları bakımından da anıktır
reklam imgeleri. Oysa hiçbir zaman o anda söz edilmez reklamlarda. Çoğu zaman
geçmişten, her zaman da gelecekten söz edilir. S. 129-130
Bu imgelerin bize seslenip durmasına öylesine alışmışızdır
ki üzerimizde yaptıkları etkinin tümüne pek dikkat etmeyiz. … İmgelerin içinde
yaşadığımız ana bağlı olmaları, buna karşılık gelecekten söz etmeleri
üzerimizde, çok alıştığımız bu yüzden de dikkat etmediğimiz garip bir etki
yaratır. S.130
Reklamın insanlara özgür seçme hakkı verdiği sanılır. S.131
Reklamda şu kremle bu krem, şu arabayla bu araba arasında
bir seçme yapmaya çağrılırız; oysa dizgisel olarak ele alındıklarında reklamlar
bir tek şeyi önerir her zaman.
Reklamlarla her birimize bir nesne daha satın alarak
kendimizi ya da yaşamlarımızı değiştirmemiz önerilir.
Aldığınız bu yeni nesne der reklam, sizi bir bakıma daha
zenginleştirecektir –aslında o nesneyi almak için para harcayarak biraz daha
yoksullaşacak olsanız bile!
Reklam, yüzeysel görünüşü değişmiş, bunun sonucu olarak
kıskanılacak duruma gelmiş insanları göstererek bizi bu değişikliği inandırmaya
çalışır. Kıskanılacak durumda oılmak, çekici olmak demektir. Reklamcılık
çekicilik üretme sürecidir. S. 131
Reklam nesneleri değil toplumsal ilişkileri amaçlar. Reklam,
zevk değil mutluluk vaat eder bize; dışardan, başkalarının gözüyle görülen bir
mutluluk. Kıskanılmanın getirdiği bu mutluluk da çekicilik yaratır. S. 132
Reklam özünde özlem uyandırıcı bir şeydir. Geçmişi geleceğe
satmaktır görevi. Kendi söylediklerinin ölçüsünü kendisi tutturamaz. Bu yüzden
nitelikle ilgili her reklam ister istemez geriye dönüşlüdür, gelenekseldir.
Bütünüyle çağdaş bir dil kullanacak olsa, reklam hem kendine güvenini, hem de
inandırıcılığını yitirir. S. 139
Reklamın amacıysa, seyirciye içinde bulunduğu yaşamdan bir
ölçüde, memnun olmadığı duygusunu kamçılamaktır. Toplumun yaşamında değil,
kendi özel yaşamında bir eksiklik duymalıdır seyirci. Reklam seyirciye, sunulan
nesneyi aldığında yaşamın daha iyi olacağını söyler; ona içinde bulunduğu
yaşamdan daha iyi bir yaşam önerir. S. 142
Bütün reklamlar huzursuzluk duygusunu işler. Her şey paraya
dayanır; parayı ele geçirmek huzursuzluğu yenmek demektir.
Reklamın dayandığı temel huzursuzluk şu korkudan doğar;
Hiçbir şeyin yoksa sen de bir hiç olursun. s. 143
Reklamlarda anlatılan masallara bakılırsa, para harcama gücü
olmayanlar gerçekten kimse sevmez. Para harcama gücü olanlarsa sevilir. S. 143
Her türlü ürünü ya da hizmeti satabilmek için amacıyla
reklamlarda cinselliğe gitgide daha çok başvuruluyor. Ne var ki bu cinsellik
hiçbir zaman kendi başına, özgür bir cinsellik değildir. … Satın alabilecek
durumda olmak cinsel bakımdan istenir olmakla eşitlenir. S. 144
Kişisel mutluluk peşinde koşmak, evrensel olarak herkesçe
kabul edilmiş bir haktır. Oysa günümüzdeki toplumsal koşullar bireyin kendisini
güçsüz hissetmesine yol açıyor. Birey, içinde bulunduğu durumla olmak istediği
durum arasındaki çelişkiyi her gün yeniden yaşıyor. S. 148
Sürekli bizden kaçan bir geleceğin içine yerleştirilen
reklam, şimdi’yi ortadan kaldırır; tüm olayları, tüm gelişmeyi yok eder. Reklam
içinde yaşantı olanaksızdır. Ne oluyorsa hepsi dışarıda bir yerde olur. S. 153
Reklamın korkunç bir etkileme gücü vardır; reklam aynı
zamanda çok önemli bir siyasal olgudur. … reklam ele geçirme gücünden başka güç
taşımaz.
John Berger Görme Biçimleri
Metin Yayınları
1988