
".....Seni ilk öptüğüm
zamanı hatırlamazsın tabii."
Bir zafer kazanmış gibi, "Hatırlıyorum, çok iyi hatırlıyorum. Thames
kıyısında, Kew Bahçeleri'ndeydi," diyorum.
"Ama hiçbir zaman bilmediğin bir şey varsa o da benim dikenler üzerine
oturmuş olduğumdu; eteklerim sıyrılmıştı, bacaklarım delik deşik olmuştu,
kıpırdasam daha fazla batıyordu. Orada Stoacılık para etmezdi işte. Bana
dünyayı unutturmuş değildin, seni öpmek için büyük bir istek de duymuyordum,
sana vereceğim öpücük daha çok önemliydi; bir anlaşma, bir bağlantı olacaktı
bu. Duyduğum acı ne kadar kaba bir şeydi değil mi? Böyle bir anda bacaklarımı
düşünemezdim. Duyduğum acıyı göstermemek yetmiyordu, acı duymamak
gerekiyordu."
.............
"Doğru. nefretin ve, aşkın ve ölümün üzerimize, Kutsal Cuma'nın alev
dilleri gibi indiğine inanıyordum. İnsanın nefretle ya da ölümle
ışıyabileceğini sanıyordum. Nasıl yanılmışım. Evet, "nefretin"
gerçekten var olduğuna, gelip insanlara eklendiğine, onları kendilerinin
üzerine yücelttiğine gerçekten inanıyordum. Oysa, nefret edene benden başka,
seven benden başka bir şey yok ortada. üstelik şu ben, hep aynı şey; uzayan,
bir türlü sona ermeyen bir hamur parçası....Kendine öyle benziyor ki,
insanların nasıl olup adlar yarattıklarına, ayrımlar gözettiklerine şaşmamak
elden gelmiyor."
Benim gibi düşünüyor. Ondan sanki hiç ayrılmamışım.
"Dinle beni," diyorum." Deminden beri bir şey düşünüyorum .....
Şu anlattıklarının hepsini, ben sana başka sözcüklerle anlatmak için gelmiştim.
Doğru bu. Varış noktasında buluştuk. Bundan ne kadar hoşlandığımı
anlatamam."
Tatlı ve inatçı bir halle, "Ya, demek öyle?" diyor. "Değişmemiş
olman daha hoşuma gidecekti. Bu daha uygun olurdu. senin gibi değilim ben. Bir
başkasının benimle aynı şeyleri düşündüğünü görmek hoşuma gitmez. Aldanıyorsun
sanırım."
Sartre - Bulantı
sy 204