Durukan Abdulhakimoğulları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Durukan Abdulhakimoğulları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2020 Cumartesi

Fordizm’in Ruhu Modern Zamanların Ahlakı: Bir Film Değerlendirmesi

 


“Anne, üşüyorum. Sobayı yakamaz mısın?”

“Kömürümüz yok.”

“Neden?”

“Çünkü baban işsiz kaldı.”

“Neden?”

“Fazla kömür olduğu için.”

(Gündüz Vassaf- Cehenneme Övgü

IV. Bölüm: 20. Yüzyıl Delileri Artık Özgür Değiller)

Modernizm; “insan-doğa”, “insan-insan” ve “insan-insan ürünü” arasındaki ilişki üzerinde radikal değişimlerin yaşanmasına neden olan bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Modernizmin ortaya çıkışı ve gelişimi zihinsel ürünlere dayalı olarak on beşinci yüzyıla kadar götürülse de bu değişimlerde sanayi devrimi adeta katalizör görevi görmüş ve insan yaşamının her alanında değişimlere büyük bir ivme kazandırmıştır. Bilimsel bilgide her geçen gün ortaya çıkan gelişmeler geleneksel toplumların yapısında değişimleri beraberinde getirmiştir. Ekonomik açıdan bakıldığında, sanayi devrimiyle birlikte toprağa bağlı üretimden teknolojiye dayalı fabrikalar aracılığıyla üretime geçilmiştir. Bu süreç eskiden tarım işçileri olan insanların fabrikaların kurulduğu merkezlere göç etmelerine neden olmuş ve artan bir kentleşmeye neden olmuştur.

Sanayileşme, geleneksel toplumların üretim tarzını ortadan kaldırarak kitlesel üretimin önünü açmıştır. Bu üretim tarzında elde edilen ürünlerin maliyetleri daha düşük, ürün adedi daha fazla olmakla birlikte bu tarz bir üretim insan-doğa, insan-insan ve insan-insan ürettiği arasındaki ilişkinin değişmesine neden olmuştur. Bu noktada doğa, artık insanın içinde bulunduğu, onunla bütünlük gösterdiği bir unsur olmaktan çıkmıştır. Modern dönemde doğa, ona hükmedilen bir metadır. İnsanlar arası ilişkilerde ise homojen bir düzen kurgulanmış ve bu düzen de kontrolün ağır bastığı bir yapıyı ortaya çıkarmıştır. Fakat bu yapı geleneksel olandan farklı olarak “özerklik/özgürlük” iddiası taşımaktadır. Söz konusu homojenlik ise modernizmle birlikte yeniden kurumsallaşmış olan tüm modern kurumlar için geçerlidir. Dolayısıyla modern toplumda devletin yapısı ve işleyişi, askeri yapı, eğitim sistemi, toplumsal yapı, üretim, eğlence anlayışı vb. belirli bir düzen ve standartlara bağlı şekilde gerçekleşir. Bu durum Rauter’in ifadesiyle “Düzene uygun kafalar nasıl oluşturulur” sorusunun yanıtı niteliğindedir. Dolayısıyla modern toplumda insan-insan arasındaki ilişki de kitlesel bir özellik ihtiva etmekte ve tıpkı insan-insan ürünü arasındaki ilişki gibi kontrol mekanizmaları tarafından denetlenebilir niteliktedir.

Sanayi devrimi kapitalizmin güçlenmesine de aracılık ederek endüstriyel kapitalizmin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu noktada toplumsal sınıflar arasındaki fark da geleneksel toplumdaki toplumsal sınıflardan farklılık göstermektedir. Modern dönemde sermaye sahipleri ile işçiler toplumsal sınıflar açısından iki ayrı sınıf olarak öne çıkmaktadır.

Endüstriyel kapitalizmde karın artması ve israfın önlenmesi için üretimde yeni süreçlerin ortaya çıkması gerekmektedir. Makineler tarafından işleyen bir sürecin insanlar tarafından yürütülmesinde insandan kaynaklı israfların ortadan kaldırılması ve yeni bir yönetim yapısının ortaya çıkması Taylor, Fayol, Weber gibi düşünürler tarafından ortaya atılan önerilerle çözüme kavuşmuştur.

Taylor, verimliliğin artmasını sağlamak için zaman etüdü ve işlerin “anlamlı en küçük unsurlara” ayrılmasını önermiştir. Her çalışan kurum içinde eğitilmeli ve kendisine uygun olan işi yapmalıdır. Örneğin yük taşımak için iri yarı kuvvetli birisi tercih edilmelidir. Fayol ise yönetim hiyerarşisi ve üretimin tüm süreçleri arasındaki ilişkiyi düzenlemiştir. Weber ise bürokratik yönetim ilkesini öne sürmüştür. Fordizm açısından bakıldığında özellikle Taylor’un etkisinin daha baskın olduğu görülmektedir.

Ford, Taylor’un görüşlerinden de etkilenerek üretim bandını geliştirmiş ve bu bantlarda verimliliğin daha da artmasını sağlamıştır. Üretim bantları sayesinde üretilecek olan ürünler artık Taylor’un anlamlı en küçük unsurlara ayrılmış şekilde ve zamanın çok daha anlamlı kullanılmasını sağlamıştır.

Modern Zamanlar Filmi

Genel olarak Modern Zamanlar filmi Fordizm ve modernizmin neden olduğu insani sorunları eleştirel bir gözle yansıtmaktadır. Adeta üst üste yığılmış halde hareket eden bir koyun sürüsünün gösterilmesiyle başlayan film, bu sürüye oldukça benzer şekilde yoğun bir kalabalığın gösterimiyle devam eder. Yoğun kalabalığı oluşturan insanlar işlerine gitmek için hareket etmektedir. Filmin baş karakteri olan Charlie Chaplin de bir fabrikada çalışan işçi rolünde görülmektedir. Fordist sistemde, yani bir üretim bandında Taylor’un buluşu olan anlamlı en küçük unsurlara ayrılmış olan iş eyleminde görevi olan vidaları sıkmaktır. Fakat bir süre sonra yaptığı iş nedeniyle fiziksel ve zihinsel kontrolünü kaybetmektedir. Bu durumun nedeni Marx’ın ifade ettiği emeğin yabancılaşmasından kaynaklanmaktadır. Çalışanlar kolektif bir şekilde çalışsalar da hiçbir çalışan ürünün bütünü hakkında bilgi sahibi değildirler. Bu durum monoton olduğu kadar insanın doğası bakımından da uygun değildir. Nitekim Chaplin bu nedenle zihinsel kontrolünü kaybetmiş ve akıl hastanesinde tedavi görmüştür.

Söz konusu sahneye Marksist bir yaklaşımla yapılan eleştiriye ek olarak farklı bir açından da bakmak mümkündür. Bir başka eleştiri olarak Göğü Delen Adam adlı eserin asıl sahibi, Samoa adasında yer alan bir kabilenin lideri olan Tuiavii’nin görüşlerini örnek verebiliriz. Söz konusu eleştiriler Modern Zamanlar filmiyle yaklaşık olarak aynı dönemlerde dile getirilmiştir. Batı merkezli bir düşünce için “İlkel” olarak tanımlanan bir yaşam tarzına sahip olan bir kabilenin şefinin Batı Avrupa’yı gezmesi sonucunda kendi halkı için hazırladığı metinde her işin anlamlı küçük parçalara ayrılmış olması durumunu kendi halkının anlayabileceği bir ifadeyle anlatarak eleştirmiştir. Ona göre böyle bir çalışma tarzı oldukça sıkıcıdır. Her işin ayrı kişiler tarafından yapılması nedeniyle hep birlikte eğlenmeyi sağlayan ve tüm iş sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkan ürünün sevincini yaşamaktan insanı uzak tutar. Çünkü kabile şefine göre ortaya çıkan üründen kimse bir şey anlamayacaktır.

Filmde zaman etüdü ve verimlilik açısından dikkati çeken bir başka sahne ise otomatik yemek makinesidir. İşçilerin yemek sürelerini kısması için tasarlanan makine ile filmde kullanışsız olması nedeniyle tercih edilmemiştir. Fakat biliyoruz ki McDonald’s ile yemek sektörüne de uyarlanan üretim bandıyla birlikte yemek yeme kültürü de tamamıyla değişmiştir.

Filmde dikkati çeken bir başka unsur ise herkesin aynı tip elbise giyinmiş olmasıdır. Bu durum modern toplumlarda görülen en belirgin homojenlik unsurudur. Kitlesel üretimle birlikte ürün sayısı artmakla birlikte üretilen ürünler tek tiptir. Nitekim Henry Ford bu durumu şu şekilde ifade etmektedir: “Müşterilerimiz, rengi siyah olmak kaydıyla istedikleri her renk arabayı satın alabilirler!”

Filmde dikkati çeken bir diğer unsur ise işsizlik ve fakirlikle mücadelenin vurgulanmasıdır. 1929 Ekonomik Buhranı milyonlarca insanın işsiz kalmasına neden olmuştur. Bu durum filmde aslında iyi olan insanların açlık nedeniyle hırsızlığa yeltenmeye mecbur kaldıklarını göstererek işlenmiştir. Söz konusu krizin ortaya çıkmasında birçok neden olmakla birlikte bunlardan en önemlilerinden biri de üretim fazlalığıdır. Kitlesel üretimin bir sonucu olarak ortaya çıkan bolluğa karşılık artan arzı dengeleyecek olan bir talebin olmaması söz konusu krizin derinleşmesinde önemli rol oynamıştır. Nitekim liberal ekonomik politikaların askıya alınmasına ve müdahaleci ekonomik politikalara geçilerek talebin artmasına yönelik uygulamaların devreye girmesi de bu sorunun bir sonucudur. Aynı yıllarda Edward Bernays’ın ifadesiyle “Artık vatandaş yok, tüketici var” yaklaşımı hem ekonomik buhranın sonlanmasının çözümü hem de postmodernizmle birlikte daha da yaygınlaşacak olan tüketim kültürünün başlangıcı niteliğindedir. 

Durukan Abdulhakimoğulları

 


4 Temmuz 2019 Perşembe

Görmedim, Duymadım, Bilmiyorum




Yıllardır üç maymunun anlamını yanlış biliyormuşum. Meğer "görmedim, duymadım, konuşmadım" şeklinde bir kaygısızlık, umursamazlık, boş vermişliğin sembolik temsili değilmiş. Hatta benim için hakikati söylemekten korkmayı, hakikati görmemeyi, duymamayı ifade ediyordu. Maymun olması da bu bağlamda çok mantıklıydı. Maymun işte şebek, yaramaz, ortalığı dağıtan ama korkak fakat sevimli bir canlı. Çocukluğumda çarliydi adı, kurnazlığına gülerdik, bu kadar. Bu fotoğrafı görünce bir şimşek çarptı zihnimde. Budist çocuklar üç maymunla aynı işaretleri yapınca birden pısırıklık, hakikati görmezden gelme gibi anlamların yerini aynı semboller bu sefer bilgelik, erdem aldı. Tabi maymunun aynı zamanda Budizm’de kutsal olduğunu anımsadım. Kendi kültürlerinde maymun korkak sevimli yaramaz bir canlı değil aksine bilgeliğin sembolü. Haliyle de üç maymunla anlatılmak istenilen "kötü bakmamak, kötü söz söylememek, kötüye kulak vermemek" anlamına geliyormuş. 

16 Mart 2018 Cuma

Herkesin iyilik yapmaya ihtiyacı var




Bu toplumda, bugün, bütün 80 milyonu ortak paydada birleştirecek tek payda iyiliktir. Herkesin iyilik yapmaya ihtiyacı var, herkesin iyilik yapma yeteneği var, herkesin iyilik yapma iddiası var, İyilik bir ödev değil, kendi ruhsal gelişimini gerçekleştirmenin bir aracı. İnsanların bireysel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik davranışları arasında insana en fazla mutluluk veren davranış.

Mahmut Hocamı üniversiteye başladığım ilk yıl Sosyolojiye Giriş dersinde tanıdım. Derste öylesine sarsar, öyle kafamı karıştırırdı ki bir dönemlik sosyolojiye giriş dersi ve gene bir dönem aldığım Türkiye'nin Toplumsal Yapısı dersleri bittikten sonra bile bu derslerde kafamda oluşan sorulara cevap bulmak için sürekli araştırmalar ve okumalar yapmam gerekti. 
İyi bir hoca iyi ders anlatan hoca değildir. İyi bir hoca aynı zamanda ilham veren hocadır. Mahmut hoca da ilham veren hocalardan biriydi benim için. 

Bu videoyu izleyecek olanlar sadece 10 dakikalığına dinlemiş olacak bu kalbi güzel adamı. Benim hem hocam hem de idolüm olması sebebiyle onu tanımış olmaktan hem lisans hem de yüksek lisans tez danışmanım olmasından, bıkmadan sıkılmadan va üşenmeden bilgilerini aktarmasından onur duyuyorum (Bu sözleri kendisine karşı söylesem yalakalık gibi durabilir diye söylemekten çekinmişimdir hep, en azından burada yazmış olmak bile rahatlattı doğrusu). Umarım tüm öğrencilerin böyle hocaları olur hayatında onlara yol gösteren ve ilham veren. 


10 Ocak 2018 Çarşamba

Bütüncü Paradigma, Paradigma değişimi: Zeki ve çalışkan olmaktan iyilik ve yaratıcılığa

Günümüzde bilimsel bilgi üretmek için kullanılan birbirinden farklı paradigmalar vardır. Bu paradigmalar arasında en eskisi pozitivist paradigmadır. Pozitivist paradigmanın sayıltıları zaman içinde yanlış olduğu görülmüştür. Bu yanlışlıklardan ötürü ortaya çıkan paradigmalardan biri de bütüncü paradigmadır. Bütüncü paradigma öncelikle kuantum teorisinin ortaya konulması ve akabinde doğu mistisizminin etkisiyle gelişmiştir. Kuantum teorisi, pozitivist paradigmanın temel ontolojik ve epistemolojik sayıltılarının yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Yeni bir paradigma ihtiyacı da tam olarak bu yüzden ortaya çıkmıştır. Fakat bir paradigmanın ortaya çıkması için bu paradigmanın sayıltılarının sadece bir kişinin veya bir grubun görüşü olmaktan çıkmasını gerektirir.
Pozitivist paradigmanın geçmişi birkaç yüzyıl öncesine dayanması sebebiyle günümüzde hala gücünü kaybetmiş olmasına rağmen varlığını sürdürmektedir. Bunun sebebi bu paradigmanın sayıltılarını kabul eden bir çok toplumun mevcudiyetidir. Yeni bir paradigma olan bütüncü yaklaşım ise maalesef literatür taramalarında dahi fark ediliyor ki toplum tarafından henüz fazla benimsenmiş bir paradigma değildir. Bu paradigmanın en önemli yanı, insanı bir makine olarak değil bir mana taşıyan değer olarak kabul etmesidir.

Pozitivist paradigma dünyayı kontrol etmeyi amaçlarken maalesef günümüzde rahatlıkla gözlemlenebilen doğa sorunlarının (küresel ısınma, kirlilik, kaynakların tükenmesi vs.) da temel sebebidir. Bütüncü yaklaşımın toplumlar tarafından kabul edilmesinin elzem olmasının sebeplerinden biri de tam olarak budur. Her değişimi gelişim sanan insanoğlu çürümüş bir bilim anlayışının sunduğu yenilikleri de ilerleme olarak kabul etmesi sebebiyle kendi sonunu getirmektedir. Bu yüzden ötürü bütüncü yaklaşımla birlikte sadece bilimsel bilginin değil aynı zamanda doğanın ve toplumların da geleceğinin kurtulabileceğine inanıyoruz.
Durukan Abdulhakimoğulları
PARADİGMA DEĞİŞİMİ TÜRKER KILIÇ
Bilimde “Esasın Değişimi”: Yapıtaşlarından Bağlantısallığa
Bacon, Descartes, Newton (1600+)
Laniakea, Epigenetic, Nöro Zihin (1905+)
Gerçek birbirinden ayrı, ölçülebilir parçalardan oluşan bir toplam, bir makinedir.
Gerçek birbirinden ayrılmaz ilişkilerden oluşan bir ağdır. Parçaların oluşturduğu bütün parçaların toplamından fazladır.
Determinizm
Olasılık
Kartezyen düşünce
Bağıntısallık, Ağsal düşünce
Diyalektik
Bağlantısal bütünlük
Beden-Zihin-Bilinç ayrılığı
Beden, Zihin, Bilinç bütünlüğü
Bilimsel gözlemler nesnel
Bilimsel gözlemler gözlemleyene ve bilgi edinme sürecine bağlıdır
Amaç, bilime konu olan sürece yada nesneye sahip olmak, hakim olmak
Amaç, bilime, konulan sürece dahil olmak, birlikte var olmak.

Bilim Paradigmamızı ve yaşamımızı değiştirecek 3 buluş

-          Laniakea
-          Epigenetik
-          Connectome


Yaşamın neliği nasıl öğrenilebilir?
Eski bilim karıncaları tek tek incelemek zorundaydı. Yeni bilim tüm karıncaları, karınca toplumunu bir bütün olarak inceler.
Beyin zihin yaratan, yaşam yaratan bir organ.
Her şey içinde bulunduğu ağ ile anlamlı. Hiçbir hücrenin kendi başına bir anlamı yoktur.
Hiç kimse kendi başına anlamlı değil. Herkes yanında bulunanlarla anlamlı. Bizi oluşturan, değerimizi belirleyen yanımızdakilerdir. Bu bağlantısal bütünsellik çok önemli.
LANİAKEA: Evrendeki her şey birbiriyle bir bağlantısal bütünlük içindedir.
EPİGENETİK: DNA-Hücre-Doku-Organ
DNA’da meydana gelen bir değişme hepsini değiştirir (Klasik bilgi bu). Epigenetikle birlikte öğrendik ki düşüncedeki değişim organı, dokuyu, hücreyi, DNA’yı değiştirebilir. Yani parça bütünü etkilediği gibi bütün de parçayı etkileyebilir.
Muzdaki gen sayısı insandan fazla. İnekle insan arasındaki genetik fark yüzde 2.
Yani genler tek başına önemli değildir.
CONNECTONE: Nörozihin
Beyin yaşam yaratan organdır. Yaşam en geniş ortak zihin kümesidir.
Bilinç: enformasyon entegrasyonudur. Matematikselleştirilebilir.
Her tümörün bir bilinci, zekası var. Bu durum sosyoloji için de geçerli.
Varlığın Yaşam Ağı İçindeki Yeri
Eski bilim ormandaki ağacı ayrı, karıncayı ayrı incelerdi. Artık ormanın bütünselliği gözlemleniyo. Ormanın bütünselliğine ait bir zekası var. Ormanın kendisi bilgi işleyen bir sistem.
Tüm yaşam ağı bir enformasyon sistemidir
-          10’lu cebir
-          2’li dijital
-          4’lü DNA-RNA
-          20’li protein
-          29 Alfabe
-          100 miltar nöron beyin
-          22000 gen genom
ayırca şu bağlantıya da bakmanızı öneririm
Filmin dijital kodlaması virüse aktarılıyor ve virüs bakteriye konuluyor. Bakteri bir süre sonra çoğalıyor. Çoğalan bakterilerden film görüntüsü elde ediliyor. Yani bir filmi bir bakteriden çoğaltmak mümkündür. Yani her şey bir enformasyondur.
Toplumun zihnine kültür adı veriyoruz.
Yaşam iç içe geçmiş yaşamlardan oluşur.  Bütün, onu oluşturan alt birimlerin toplamından fazlasıdır. Bu fazlalık yaratıcılıktan gelen fazlalıktır.
Yeni bilim: Autopoiesis
Her iletişim düşünce ve anlam yaratır, bu da daha fazla iletişim getirir. Böylece, ağın tamamı kendisini var eder.
Bağlantısallık, bilinç (Yaratıcılık/Zeka) üretir. Her enformasyon işleyen sistem bilinç/zeka üretir.
Örneğin, iki yapay zeka Bob ve Alice, yaratanların anlamadığı YENİ BİR DİL geliştirmeye başladı ve deney sonlandırıldı.
Zeka canlılık gerektiren bir işlev değildir. Her enformasyonun bir zekası vardır.
İstikrarlı kalan şey sistemin örgütlenme modeli yani ağıdır, bağlantısallık yapısıdır.
Organizmanın yapı taşları yani parçalar, değişkendir.
Bizler, hepimiz kendimizi ormanın içerisindeki ağacın dalının bir yaprağı olarak algılıyoruz. Ego dediğimiz şey bu yapraktır. Sanıyoruz ki yanımızdaki yaprak bizden çok farklı. Çünkü biz bu ayrımcılığın üzerine kurulmuş bir kültürden geliyoruz. Halbuki bu yeni bilim diyor ki senin yanındaki yaprak senden çok farklı değil. Ormanın açısından baktığın zaman yaprakların pek bir farkı yok birbirinden.
Bilim bulur, siyaset işler ve böylece topluma yansır.
ÇELİKİLER ÇAĞI
Aynı yıl 367 Nobel Barış Ödülü adayı ve Aylan, Mehmet, Muhammet






Tırtılla kelebek gen yapısı aynıdır. Aralarındaki fark genlerin arasındaki bağlantısal farklılıktır. Her tırtıl kelebek olmaz. Yaklaşık 8000 kelebekten ancak biri kelebek olur. Bir tırtılın kelebek olmasını belirleyen şey o tırtılın içinde hayalci genlerin oranıdır. 999 hayalci hücre o tırtılın kelebek olmasına yetmezken 100 hayalci hücre o tırtılın kelebek olmasını sağlayabilir.
ÇELİŞKİLER DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ
-          Popülizm
-          Korumacılık
-          Muhafazakarlık
-          Kurumsal din
-          Milliyetçilik
-          Düşman figürü üretimi
-          Anlamak ve bilmek yerine inanmak
-          Sevinç ve coşku yerine keder ve yetmezlik duygusu.







Video linki: Burası