Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2020 Cumartesi

Fordizm’in Ruhu Modern Zamanların Ahlakı: Bir Film Değerlendirmesi

 


“Anne, üşüyorum. Sobayı yakamaz mısın?”

“Kömürümüz yok.”

“Neden?”

“Çünkü baban işsiz kaldı.”

“Neden?”

“Fazla kömür olduğu için.”

(Gündüz Vassaf- Cehenneme Övgü

IV. Bölüm: 20. Yüzyıl Delileri Artık Özgür Değiller)

Modernizm; “insan-doğa”, “insan-insan” ve “insan-insan ürünü” arasındaki ilişki üzerinde radikal değişimlerin yaşanmasına neden olan bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Modernizmin ortaya çıkışı ve gelişimi zihinsel ürünlere dayalı olarak on beşinci yüzyıla kadar götürülse de bu değişimlerde sanayi devrimi adeta katalizör görevi görmüş ve insan yaşamının her alanında değişimlere büyük bir ivme kazandırmıştır. Bilimsel bilgide her geçen gün ortaya çıkan gelişmeler geleneksel toplumların yapısında değişimleri beraberinde getirmiştir. Ekonomik açıdan bakıldığında, sanayi devrimiyle birlikte toprağa bağlı üretimden teknolojiye dayalı fabrikalar aracılığıyla üretime geçilmiştir. Bu süreç eskiden tarım işçileri olan insanların fabrikaların kurulduğu merkezlere göç etmelerine neden olmuş ve artan bir kentleşmeye neden olmuştur.

Sanayileşme, geleneksel toplumların üretim tarzını ortadan kaldırarak kitlesel üretimin önünü açmıştır. Bu üretim tarzında elde edilen ürünlerin maliyetleri daha düşük, ürün adedi daha fazla olmakla birlikte bu tarz bir üretim insan-doğa, insan-insan ve insan-insan ürettiği arasındaki ilişkinin değişmesine neden olmuştur. Bu noktada doğa, artık insanın içinde bulunduğu, onunla bütünlük gösterdiği bir unsur olmaktan çıkmıştır. Modern dönemde doğa, ona hükmedilen bir metadır. İnsanlar arası ilişkilerde ise homojen bir düzen kurgulanmış ve bu düzen de kontrolün ağır bastığı bir yapıyı ortaya çıkarmıştır. Fakat bu yapı geleneksel olandan farklı olarak “özerklik/özgürlük” iddiası taşımaktadır. Söz konusu homojenlik ise modernizmle birlikte yeniden kurumsallaşmış olan tüm modern kurumlar için geçerlidir. Dolayısıyla modern toplumda devletin yapısı ve işleyişi, askeri yapı, eğitim sistemi, toplumsal yapı, üretim, eğlence anlayışı vb. belirli bir düzen ve standartlara bağlı şekilde gerçekleşir. Bu durum Rauter’in ifadesiyle “Düzene uygun kafalar nasıl oluşturulur” sorusunun yanıtı niteliğindedir. Dolayısıyla modern toplumda insan-insan arasındaki ilişki de kitlesel bir özellik ihtiva etmekte ve tıpkı insan-insan ürünü arasındaki ilişki gibi kontrol mekanizmaları tarafından denetlenebilir niteliktedir.

Sanayi devrimi kapitalizmin güçlenmesine de aracılık ederek endüstriyel kapitalizmin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu noktada toplumsal sınıflar arasındaki fark da geleneksel toplumdaki toplumsal sınıflardan farklılık göstermektedir. Modern dönemde sermaye sahipleri ile işçiler toplumsal sınıflar açısından iki ayrı sınıf olarak öne çıkmaktadır.

Endüstriyel kapitalizmde karın artması ve israfın önlenmesi için üretimde yeni süreçlerin ortaya çıkması gerekmektedir. Makineler tarafından işleyen bir sürecin insanlar tarafından yürütülmesinde insandan kaynaklı israfların ortadan kaldırılması ve yeni bir yönetim yapısının ortaya çıkması Taylor, Fayol, Weber gibi düşünürler tarafından ortaya atılan önerilerle çözüme kavuşmuştur.

Taylor, verimliliğin artmasını sağlamak için zaman etüdü ve işlerin “anlamlı en küçük unsurlara” ayrılmasını önermiştir. Her çalışan kurum içinde eğitilmeli ve kendisine uygun olan işi yapmalıdır. Örneğin yük taşımak için iri yarı kuvvetli birisi tercih edilmelidir. Fayol ise yönetim hiyerarşisi ve üretimin tüm süreçleri arasındaki ilişkiyi düzenlemiştir. Weber ise bürokratik yönetim ilkesini öne sürmüştür. Fordizm açısından bakıldığında özellikle Taylor’un etkisinin daha baskın olduğu görülmektedir.

Ford, Taylor’un görüşlerinden de etkilenerek üretim bandını geliştirmiş ve bu bantlarda verimliliğin daha da artmasını sağlamıştır. Üretim bantları sayesinde üretilecek olan ürünler artık Taylor’un anlamlı en küçük unsurlara ayrılmış şekilde ve zamanın çok daha anlamlı kullanılmasını sağlamıştır.

Modern Zamanlar Filmi

Genel olarak Modern Zamanlar filmi Fordizm ve modernizmin neden olduğu insani sorunları eleştirel bir gözle yansıtmaktadır. Adeta üst üste yığılmış halde hareket eden bir koyun sürüsünün gösterilmesiyle başlayan film, bu sürüye oldukça benzer şekilde yoğun bir kalabalığın gösterimiyle devam eder. Yoğun kalabalığı oluşturan insanlar işlerine gitmek için hareket etmektedir. Filmin baş karakteri olan Charlie Chaplin de bir fabrikada çalışan işçi rolünde görülmektedir. Fordist sistemde, yani bir üretim bandında Taylor’un buluşu olan anlamlı en küçük unsurlara ayrılmış olan iş eyleminde görevi olan vidaları sıkmaktır. Fakat bir süre sonra yaptığı iş nedeniyle fiziksel ve zihinsel kontrolünü kaybetmektedir. Bu durumun nedeni Marx’ın ifade ettiği emeğin yabancılaşmasından kaynaklanmaktadır. Çalışanlar kolektif bir şekilde çalışsalar da hiçbir çalışan ürünün bütünü hakkında bilgi sahibi değildirler. Bu durum monoton olduğu kadar insanın doğası bakımından da uygun değildir. Nitekim Chaplin bu nedenle zihinsel kontrolünü kaybetmiş ve akıl hastanesinde tedavi görmüştür.

Söz konusu sahneye Marksist bir yaklaşımla yapılan eleştiriye ek olarak farklı bir açından da bakmak mümkündür. Bir başka eleştiri olarak Göğü Delen Adam adlı eserin asıl sahibi, Samoa adasında yer alan bir kabilenin lideri olan Tuiavii’nin görüşlerini örnek verebiliriz. Söz konusu eleştiriler Modern Zamanlar filmiyle yaklaşık olarak aynı dönemlerde dile getirilmiştir. Batı merkezli bir düşünce için “İlkel” olarak tanımlanan bir yaşam tarzına sahip olan bir kabilenin şefinin Batı Avrupa’yı gezmesi sonucunda kendi halkı için hazırladığı metinde her işin anlamlı küçük parçalara ayrılmış olması durumunu kendi halkının anlayabileceği bir ifadeyle anlatarak eleştirmiştir. Ona göre böyle bir çalışma tarzı oldukça sıkıcıdır. Her işin ayrı kişiler tarafından yapılması nedeniyle hep birlikte eğlenmeyi sağlayan ve tüm iş sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkan ürünün sevincini yaşamaktan insanı uzak tutar. Çünkü kabile şefine göre ortaya çıkan üründen kimse bir şey anlamayacaktır.

Filmde zaman etüdü ve verimlilik açısından dikkati çeken bir başka sahne ise otomatik yemek makinesidir. İşçilerin yemek sürelerini kısması için tasarlanan makine ile filmde kullanışsız olması nedeniyle tercih edilmemiştir. Fakat biliyoruz ki McDonald’s ile yemek sektörüne de uyarlanan üretim bandıyla birlikte yemek yeme kültürü de tamamıyla değişmiştir.

Filmde dikkati çeken bir başka unsur ise herkesin aynı tip elbise giyinmiş olmasıdır. Bu durum modern toplumlarda görülen en belirgin homojenlik unsurudur. Kitlesel üretimle birlikte ürün sayısı artmakla birlikte üretilen ürünler tek tiptir. Nitekim Henry Ford bu durumu şu şekilde ifade etmektedir: “Müşterilerimiz, rengi siyah olmak kaydıyla istedikleri her renk arabayı satın alabilirler!”

Filmde dikkati çeken bir diğer unsur ise işsizlik ve fakirlikle mücadelenin vurgulanmasıdır. 1929 Ekonomik Buhranı milyonlarca insanın işsiz kalmasına neden olmuştur. Bu durum filmde aslında iyi olan insanların açlık nedeniyle hırsızlığa yeltenmeye mecbur kaldıklarını göstererek işlenmiştir. Söz konusu krizin ortaya çıkmasında birçok neden olmakla birlikte bunlardan en önemlilerinden biri de üretim fazlalığıdır. Kitlesel üretimin bir sonucu olarak ortaya çıkan bolluğa karşılık artan arzı dengeleyecek olan bir talebin olmaması söz konusu krizin derinleşmesinde önemli rol oynamıştır. Nitekim liberal ekonomik politikaların askıya alınmasına ve müdahaleci ekonomik politikalara geçilerek talebin artmasına yönelik uygulamaların devreye girmesi de bu sorunun bir sonucudur. Aynı yıllarda Edward Bernays’ın ifadesiyle “Artık vatandaş yok, tüketici var” yaklaşımı hem ekonomik buhranın sonlanmasının çözümü hem de postmodernizmle birlikte daha da yaygınlaşacak olan tüketim kültürünün başlangıcı niteliğindedir. 

Durukan Abdulhakimoğulları

 


13 Aralık 2017 Çarşamba

31 Mayıs 2015 Pazar

Toplumsal Değişme ve Türk Sineması - Gülseren Güçhan



İçinde yaşadığımız yüzyılın kolektif dili olduğu söylenen sinemanın, günümüzde bu işlevini televizyona bıraktığı tartışılıyor olsa da, kimi nitelikleri onun, diğer iletişim araçları ve sanatlar içinde hala ayrıcalıklı bir yeri olduğunu söyleyebilmeyi kolaylaştırmaktadır. Örneğin; toplu seyrin içerdiği paylaşma ve arınma duygularını yaşatması, .ok kanallı TV’leri başında yalnızlaşmış, ortak kültürel yaşamı unutmuş kitlelere birlikte yaşanabilecek düşleri sunması ve hepsinden önemlisi “duyarlılık yaratması” önemini belirleyen farklılıklarıdır. S. 5

Genel olarak tüm sanatlar belli bir dünya görüşünü, yaşama biçimini yansıtırlar. S.5


Linton’a göre, toplumdaki egemen ideoloji filmlerde sunulan ideoloji ile daha da güçlenmektedir. (J. M. Linton) s.7

Kitapta analiz edilen filmler şunlardır:

·         Gurbet Kuşları          Halit Refiğ                 1964
·         Bitmeyen Yol            Duygu Sağıroğlu        1965
·         Düğün                       Lütfü Akad                1973
·         Sultan                       Kartal Tibet                1978
·         At                            Ali Özgentürk            1983
·         Bir Avuç Cennet       Muammer Özer          1985

Şu soruların yanıtları filmlerin içeriklerinde aranmıştır:

  1. Kente göç edenlerin sosyo-ekonomik kimlikleri nelerdir?
  2. Kente göçün nedeni olarak neler yansıtılmaktadır?
  3. kentte karşılanılan toplumsal sorunlar –iş/çalışma sorunları, göç edenlerin yaşama alanları ve kentsel mekanlarla ilişkileri- nasıl yansıtılmaktadır?
  4. kente göç edenlerin toplumsal ilişkileri –kadın-erkek ilişkileri, kuşaklararası ilişkiler, çevre ile ilişkiler- nasıl yansıtılmaktadır?
  5. kente göç edenlerin yaşama biçimlerinde ne tür değişmeler vardır?
  6. iç göç filmlerinin ana ve yan temalarındaki değişmeler nelerdir?
 
Modern toplumlarda sinemanın işlevi nedir? İnsanlar teknolojik olanaklarla görsel-işitsel imajları kolaylıkla elde edebildikleri bir dünyada sinemaya gitmeyi neden sürdürüyorlar? Bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Önceleri sinema bir eğlence şekli ya da seyircinin psikolojik ihtiyaçlarını, “stres”lerini giderme işlevini yerine getiren bir araç olarak görülmekteydi. Halley “insanlar sorunlarından uzaklaşmak için sinemaya giderler” görüşünü test etmiş ve şu sonuca varmıştır; “İnsanlar ekonomik krizler ve savaşlar sırasında daha çok sinemaya giderler. İnsanların duydukları endişe bazı yorumlar, açıklamalar ya da inanç kazandırmalarla giderilmelidir. Örneği; A.B.D’ deki ekonomik kriz, II. Dünya Savaşı, Kore Savaşı sırasında seyircinin katılımı artmıştır. Bu da sinemaya gitme olgusunu, toplumun tansiyonunun bir göstergesi olarak düşünmemizi kolaylaştırır.” (G. Jowett, M. Linton) s. 64

George Gerbner’in belirttiği gibi: “Mesaj sistemlerinin kitlesel üretimi ve dağıtımı şahsi bakış açılarını geniş halk bakış açısı haline dönüştürür ve halk kitlesi yaratır.” S.67

Bir toplumun yaşadığı hayata veya kültüre şekil veren çok sayıda etki vardır. Sinema sadece bunlardan biridir. Maddi kültür sinema tarafından yaratılan ve beslenen görüntülerle doğrudan etkilenir. Çünkü sinema bireyleri yada grupları ile kolayca özdeşleştirebileceğimiz görüntü çeşitleri sağlar. Örneğin; “ Bütün İtalyanlar gangsterdir, bütün Fransız kadınları yada erkekleri aşık olmaya meyillidir, bütün Amanlar güçlü, sarışın ve serttir ve İngiliz erkekleri, şaşkın ve iyi terbiye görmüştür, vc..” gibi imajlar tamamen popüler kültürün klişeleridir, fakat sinema içinde anlam kazanırlar. Çünkü onların gücü görsel takviyelerindedir. S.67

Sinema, toplumların maddi kültürleri olan, sanat yapıtlarının yayılmasına da katkıda bulunmaktadır. Sinema bu işlevi ile; giysi, saç, ev dekarasyonu, hatta konuşma biçimleri gibi, kültürel ifade biçimlerinin başlatıcısı olarak hizmet eder. S.68

Sinemanın, “içinde kültürümüzün görsel hazinelerinden birini bulacağımız bir ansiklopedi” olduğunu söyleyen Jowett ve Linton, bunu şöyle kanıtlamak isterler: “… Gözlerimizi kapatıp, mümkün olduğu kadar çok ayrıntıyla, Romalılar devri gibi tarihsel figürleri kafamızda görüntüselleştirmeye çalışalım. Düşündüğümüz bu imaj nereden gelmektedir? Çoğı durumlarda bu TV ya da sinemadan biri olacak, çok az kişide kaynak olarak bir kitap akla gelecektir.” S.68

Sinema, diğer kitle iletişim araçları gibi, resmi olmayan güçlü bir eğitim kaynağıdır ve bu nedenle içeriği ne kadar zararsız görünürse görünsün, hiçbir zaman değer yargılarından ve hatta ideolojik ve politik eğilimlerden uzak değildir. Sinemanın içeriği, toplumun o andaki inançları ve tavırları ve değerlerini yansıtır. Başka bir deyişle, toplumdaki baskın ideoloji filmlerde sunulan ideolojiyle daha da güçlenir. S.69
 
Sinema-toplum ilişkilerindeki yakın birlikteliği gösteren örneklerden biri de, filmlerin içerikleri ile paralel giden toplumsal değişmelerdir. Başka bir deyişle, film içeriklerinin değişmesi, toplumun geniş bir kesiminin değer yargıları, inançları, bakış açılarının da değişmesini gösterir. Sinema kimi zaman “önce” diye nitelenen filmleri ile toplumsal değişmelere yön de verebilmiştir. S.70

Sinema işçinden çıktığı toplumun/kültürün bir yansımasıdır, toplumsal yapının diğer öğeleri ile etkileşerek değişmektedir. S. 71

Sinemanın icadından(1894) kısa sayılabilecek bir süre sonra Osmanlı sarayında gösterilmeye başlanmış, İstanbul’da halka açık ilk sinema salonu 1918 de kurulmuş, Fuat Uzkınay’ın Ayastefanos Abidesinin Yıkılışı (1914) adlı filmi, Türkiye’de sinemanın başlangıcı ve çevrilen ilk Türk filmi olarak bilinmektedir.   S. 72-73
Ateşten Gömlek 1923

1970’li yıllarda Türkiye’de köyden kente göç yoğunlaşmış, kentlerde sayısı giderek çoğalan yen ive geniş bir kitle oluşmuştu. Hepsi Anadolu’nun çeşitli yörelerinden ve folklorik kültürlerinden delmiş bu insanlar ne kendi kültürlerini devam ettirebildiler ne de kent değerlerini benimsediler, ikisinin arasında yen  bir alt kültür oluşturdular. Yeni yaşam biçimini simgeleyecek değerler birbiri ardına gelmeye başladı. Arabesk müziğin doğuşu ve giderek yaygınlaşması bu döneme rastlar. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması bu müzik türünü geniş kitlelere duyurmuştur. Arabesk yalnız müzikle değil, sinemada, romanda, basında ve günlük hayatın içinde de kök salmıştır, boyutları büyümekte giderek karmaşıklaşmaktadır. S. 92

1975-1976 yılları sinemanın üniversitelere girdiği yıllardır.

1970 yılına ait verilere göre: Sanayi: %38.9, Hizmetler: %56.2 oranındadır. Kente göçen nüfus, sanayi dışında kalan ekonomik etkinlik alanlarında yoğunlaşmaktadır. S. 108

Bildiğin orman şu İstanbul, Ağaç denizi değil, İnsan denizi! S. 109

Kentte karşılaşılan toplumsal sorunlarda değişmeler
  • sınıfsal sorunlar
  • iş/çalışma sorunları
  • göç edenlerin yaşama alanları ve kentsel mekanlarla ilişkileri

Göç edenlerin Toplumsal ilişkilerinde değişmeler
  • aile yapısı
  • kadın erkek ilişkileri
  • kuşaklararası ilişkiler
  • çevre ile ilişkiler 

2 Eylül 2014 Salı

Otoriteye neden itaat ediyoruz?

Siyaset sosyolojisine başlarken sorulan iki önemli soru vardır? "Neden otoriteye itaat ediyoruz" ve "Birinin eline otoriteyi, gücü verirsek neler yapabilir" İkinci sorunun cevabını Sranford Hapishane Deneyi sayesinde cevaplandırabiliyoruz ki, Das Experiment filmini izlerseniz sıradan bir insanın eline insanlara hükmetme yetkisi verildiğinde, o güne kadar hiçbir vukaatı olmayan, sıradan bir vatandaşın ne denli bir zalime dönüşebileceğini görebilirsiniz. Bu deney Aristotales'in, İmam Gazali'nin adaleti cesaretten üstün görmelerinin sebebini açıklıyor, bir yöneticinin her şeyden önce adil olması gerektiğini isbatlıyor diyebiliriz. Bir grubu, kitleyi, yığını yahut topyekün tüm vatandaşları yönetecek olan yöneticide aranacak özellik adalet olmakla birlikte yöneteceği toplumdan önce kendisini yönetebilme gücüne sahip olmasıdır.


Milgram deneyi ise bildiğim kadarıyla Nazi askerlerinin kendilerinin kendilerini masum görmeleri üzerine yapılmış bir deney ve insan aklının emir ve yasaklara karşı olan zaafını gözler önüne tüp çıplaklığıyla gösteriyor. Denek otoriteye tamamiyle boyun eğip akli yetilerini bir köşeye bırakıp, beynini de merkezi otoriteye bağlıyor diyebiliriz. İbn Arabi insan nefsine emirlerin ağır gelmediğini fakat yasakların ağır geldiğini söyler. Eğer o elma yasaklanmasaydı da yenmemesi emredilseydi Hz. Adem'e belki de çok farklı sonuçlar olabilirdi. Bu deneyde de insanların emre olan itaati değil de yasaklara karşı duyarlılığı denenseydi acaba ne tür bir sonuç verirdi merak ediyorum.

Yazı için sountrack: Pink Floyd - Another Brick In The Wall

15 Haziran 2014 Pazar

16 Ton kömür kaç bin insan eder?



Günümüzün sömürü düzeninde zor koşullar altında çalışarak nice insan ölüyor ve bu ölümler basın tarafından katliam olarak değil kaza olarak duyuruluyor. 16 Ton belgeseli de bu azınlığın çoğunluğu ezdiği, sömürü sisteminin en karanlık kısmını anlatıyor -kömür madeni işçilerini-. Belgesele adını veren 16 Ton ise Merle Travis’in albümünde yer alan, madenciler için yazdığı üç şarkıdan berisi. O kadar meşhur olmuş ki bu şarkı, youtube’ta aratınca aynı şarkıyı söyleyen çokça farklı yorum bulabilirsiniz. Bu isimlerden bazıları ise Ernest Jennings Ford,  ZZ Top, Johnny Cash, Eric Burton, BB King, Frankie Laine vs…


16 ton
On altı ton yüklersin, ne geçer eline
Daha da yaşlanıp daha da borca batarsın
Tanrım(Aziz Peter) beni çağırma çünkü gidemem
Ruhum şirkete zimmetli






İnsan irade sahibi özgür yaratık, kimin nasıl öleceğine karar verebilir!

Kristof Kolomb “yerlilerin boyları postları münasip, iyi hizmetkar olurlar”.

İnsanlar alışveriş yaparken kaliteye ve fiyata bakarlar. Herkes bu kısası yapsa ekonomi tıkanırdı. Bu yüzden insanları alışverişte ikna etmek gerekiyor. İnsanları ikna etmek akıl mantıkla değil sembollerle yapılır. Örnek: Kadınların sigara tüketimini arttırmak için kullanılan slogan şöyleydi: Erkeklerle eşit olun, sigara için!

 
Bizler bankamatikten para çekerken madenciler üç yüz metre altımızda kömür tozlarını ciğerlerine çekerler.

öyle insanlar gördüm ki 
ölüm peşlerine düşmeye korkardı 
kılları uzamış hayvanların yanı sıra 
ya kuyulara iniyorlar 
ya kuyulardan çıkıyorlardı 
kazmaları kürekleri lambalarıyla 
ya insanlar gibi toprağın üstünde 
ya köstebekler gibi toprağın altındaydılar 
bir düdük sesinde bütün şehir ayaktaydı 
dağlara tepelere doğru bir ayaklanmadır başlıyordu
ikinci düdüğe kadar bütün şehirde tıs yoktu 
uyudum uyandım hep aynı seslerdi 
anladım insanlar bir vardiyaya giriyorlar
bir vardiya çıkıyorlardı
anladım en kısa ömür insan oğlunundu 
sonra kurtlar böcekler ve tarla farelerinindi


İlhan BERK  1946


Madencilerin yaşadıkları yerleri duvarlardaki fotoğraflar da ele verir. Bundan yüz elli yıl önce İngiltere’nin New Hartley ocağında göçük altında oğluyla birlikte can veren madencinin ağzından yazılmış şarkı hâlâ her yerde söylenebilir: Hiçbiri kendi hayatını düşünmedi / Aklı yukarıdaydı hepsinin / Ekmeksiz kalacak ailelerinde... Savaş şarkılarında bile zaferden, savaşın bitmesinden, yüz güldürecek şeylerden sözedilirken, madenci şarkılarının çoğu ya ağıttır ya da yukarıdakilere dairdir.

Madenci: Madencinin kendi aşağıda ruhu yukarıdadır. O, başkaları günyüzü görsün diye karanlığa razı olmuş bir adamdır.

Maden havzası: Madende çalışmadığınız takdirde işsiz ve aç kaldığınız yöreye verilen addır.

Diğer mesleklerin istatistikleri yıllar, üretim miktarı, ihracat, işçi başına üretim, maliyet şu bu diye gider
Madencilik istatistiklerinde ise şöyle ilginç kalemler göze çarpar: milyon tona düşen ölüm adedi, yıllara göre ölümlerdeki artış-azalış, yaralı miktarı, falan...

Güneşli bir günde masmavi göreceğiz Karadeniz'i 
Balkaya'dan Kapuz'a kadar, karış karış biliriz bu şehri 
Eki'nin çiçekli bahçeleri, rıhtıma kömür taşıyan vagonlarıyla 
Paydos saatlerinde yollara dökülen, soluk benizli insanlarıyla 
Siyah akar Zonguldağın deresi
Yüz karası değil, kömür karası  
Böyle kazanılır ekmek parası

Orhan Veli




Bu güzel Ümit Kıvanç belgeseliyle ilgili daha detaylı bilgiye ve belgesele şuradan ulaşabilirsiniz.

13 Mart 2014 Perşembe

Stanford hapishane deneyi, Das Experiment

)


 Stranford Üniversitesinde psikoloji bölümünde
yapılan bir sosyal deneyi anlatıyor. Deneklere dolgun bir ücret
veriliyor ve kimisinden gardiyan kimisinden ise mahkum olması isteniyor.
Her iki grup da kendilerini rollerine fazlasıyla kaptırıyor ve olaylar
bir hayli karışıyor. Filmi izlerken o sarışın gardiyanı "ah bir elime
geçsem senin...", "vur ulan o..." diye gaza gelip ekrana
küfredebilirsiniz. Ben ettim. 





22 Şubat 2014 Cumartesi

Anayur Oteli


 Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: Ölüm.

Sağdı daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük.
 
Bir oteli yönetmekle bir kurumu, geniş bir işletmeyi, bir ülkeyi yönetmek aynı şeydi aslında. İnsan kendini, olanaklarını tanımaya, gerçek sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlayınca bocalıyordu, dayanamıyordu. Ülkeleri yönetenler iyi ki bilmiyorlardı bunu; yoksa bir otel yöneticisinin yapabileceğinden çok daha büyük hasarlar yaparlardı yeryüzünde.

18 Ocak 2014 Cumartesi

Forrester'ı Bulmak

Kendimiz için yazdığımız sözler, 
her zaman, 
başkaları için cümle sarf etmekten daha iyidir


14 Eylül 2013 Cumartesi

Tüm ölülerin şerefine




tüm ölülerin şerefine..
ölü ruhlarınızın,
ölü anılarınızın,
ölü insanlarınızın,
ölü insanlığınızın...
şerefine


13 Eylül 2013 Cuma

Seni mutlu edeyim mi






Bundan böyle morali bozuk dostlarıma bu sahneyi izleteceğim. Ne de olsa ister istemez üzerindeki ölü toprağı atacaktır.


‘insan yaşayamaz
içinde bir ölüyle
onu fırlatıp atmak
tıpkı çürük bir meyve gibi
ya da bulaşıp ölülüğüne
ölmek gerekir , salıp kendini..’
ALAIDE FOPPA
Video Deliverance filminden 





10 Eylül 2013 Salı

Kara Yılan İnliyor - Black Snake Moan

 
Filmin ismini aldığı 1927 yılına ait şarkı.


 



Son House 


Sadece bir tür Blues vardır ve o bu Blues genelde erkek ve kadın arasındaki aşkı anlatan türdür ve aşk bir süre önce söylediğim şu  şarkılardan birinde söylediğim gibidir. İçinde bir cümle vardı. Aşk tüm kusurları kapatır, diyordu. Sana hiç yapmak istemediği şeyleri yaptırır.  Aşk bazen kendini mutsuz ve üzgün hissetmene sebep olur. Ben burada Blues’dan bahsediyorum. Diğer saçmalıklardan bahsetmiyorum. Ve konusu her zaman erkek ve kadındır. İki insanın birbirini sevmesi gerekirken biri ya da diğeri, diğerini her zaman aşk konusunda aldatır.




Bazen böyle bir Blues birbirinizi öldürmenize bile sebep olur. Yani bu tür bir sevginin size her şeyi yaptırmanızın sebebi burada kalbinizde olmasıdır. Blues kalbinizde başlar.


29 Aralık 2012 Cumartesi

Bir Surete Aşık Olma Hikayesi



“Sen dostlukların, aşkların kolay mı kurulduğunu, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun?
Resminle aramda ne kadar uzun zamanlar geçti.
İlk karşılaşmamızı dün gibi hatırlarım.
Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm.
Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. İnanamadım…
O insanca bakışı bir daha göremem diye bir daha resme bakmaktan korkuyordum.
İkinci kere zorlukla baktım resmine.
Gene iyilik, gene sevgi vardı gözlerinde.”
Boyacı Halil / Sevmek Zamanı


“Ben senin resmine değil de sana âşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme, belki de alay edecektin sevgimle… Hâlbuki resmin bana dostça bakıyor, iyilikle bakıyor ve ebediyen bakacak. Hayır! Benimle resminin arasına girme. İstemiyorum seni! Ben senin yalnız resmine âşığım.”

Halil (Müşfik Kenter)/ Sevmek Zamanı

“Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum ‘Kürk Mantolu Madonna’yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum.”


Raif Efendi- Kürk Mantolu Madonna/ Sabahattin Ali



Sevmek zamanı, boyamaya girdiği bir evin duvarında asılı kadın resmine aşık olan boyacı Halil'in ve resmin sahibi Meral'in öyküsünü anlatıyor. Film kültürü olan biri değilim, filmler konusunda eleştiri yapacak bilgim de yok. Beğenirim ya da beğenmem, bu kadar kıt biriyim film mevzusunda. Bu filmi beğendim.