7 Nisan 2012 Cumartesi

Pantolonlu Bulut - Vladimir Mayakovski


Pelteleşmiş beyninizdekirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi


hayal kuran düşüncenizi
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim
dalga geçeceğim geberesiye küstah ve zehir dilli.


Tek bir ak saç yok ruhumda
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
Dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı
yirmi iki yaşında.


Çıtkırıldımlar!
Kemana yatırırsınız aşkı siz.
Kabalar onu trampete yükler.
Fakat tersyüz edebilir misiniz kendinizi benim gibi
Öyle ki dudaklar kalsın ortada salt dudaklar!


Çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı
kibirli patiskadan ve melek soylu memur karısı.


Sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını...


İster misiniz
ten kudurtsun beni


- ve gök gibi renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım sevecen olayım ki öylesine
hani erkek değil de pantolonlu bir bulut desinler bu!


İnanmıyorum çiçekli Nice diye bir yerin var olduğuna!
Benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da...


Vladimir Mayakovski


Neye benziyoruz


"Bunalıyoruz çocuk bunalıyoruz. Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini alıyoruz..."
 Şükrü Erbaş

Düşlerine sığınanlara



İyi bir düşçü asla uyanmaz.
 
Fernando Pessoa

6 Nisan 2012 Cuma

Pi





Filmin Konusu: Max, sosyal hayatı neredeyse hiç olmayan, matematik konusunda dahi bir bilgisayar uzmanıdır. Neredeyse tüm zamanını ev yapımı süper bilgisayarı "Euclid"in başında geçirmektedir. Max'e göre üç temel prensip vardır: 1- Matematik doğanın dilidir. 2- Her şey rakamlarla ifade edilebilir ve anlaşılabilir. 3- Doğada bazı kalıplar vardır. Max'in amacı da bilgisayarı yardımıyla doğadaki bu kalıplara ulaşmaktır.

Çalışmaları sırasında 216 haneli gizemli bir sayı ile karşılaşır. Yahudi bilimadamları Tanrı'nın isminin 216 haneli bir sayıdan meydana geldiğini düşünmektedirler. Tanrı'ya inanmayan Max, akıl hocası Sol'a danışır ve onun da Pi sayısını araştırırken 216 haneli bir sayı ile karşılaştığını öğrenir. Hocası Sol'un aksi yöndeki tüm ısrarlarına rağmen, Max her ne pahasına olursa olsun bu sayının sırrını çözmek istemektedir.

Toplum bir dert değil felakettir - Cioran

Toplum bir dert değil felakettir; içinde yaşayabilmemiz ne enayi bir mucize! Onu kızgınlıkla kayıtsızlık arasında kalarak seyreylediğimizde, yapısını hiç kimsenin yıkamamış olması, iyilik yanlısı ümitsiz ve edepli zihinlerin şimdiye kadar onu kazıyıp temizlememiş olması açıklanamaz bir şeydir.

E. M. Cioran
Gecenin karanlığı toplumun karanlığından daha iyidir. 
Hz. Mevlana

Down By Law


Eğer bakışlar öldürebiliyorsa,
ben şu anda öldüm demektir.


Ben çığlık atıyorum,
sen çığlık atıyorsun,
hepimiz çıldırmak için
çığlık atıyoruz.

  


Tom Waits

Farklılaşmaya Çalışırken Aynılaşmak


ama herkes ki kendisi olsun
sonra herkes kendisi olsun
bir gün herkes kendisi olsun
edip cansever

‎Güvenme ona; sana sırtını dönse de, çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü yine sana bakmaktadır.

Maldoror 2. Şarkı

Görkemli Kaybedenler - Leonard Cohen


Değişiyorum.
Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.


Tek bir heceyi bile atlamadı ve mırıldandığı sözcükleri sevdi çünkü söyledikçe çıkardığı seslerin değiştirğini ve her değişimin bir geridönüş ve her geridönüşün de bir değişim olduğunu gördü.



Değişiyorum.
Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Bu bir maskeler dansıydı ve her maske mükemmeldi çünkü her maske gerçek bir yüz ve her yüz gerçek bir maskeydi ve böylece yalnızca bir maske ve tek bir gerçek yüzün olduğu danstan ötede ne maske ne yüz kalıyordu ve bu, tekrar tekrar, kendi kendine değişen isimsiz bir şeydi. Sabah olduğunda, şarkı söyleyenler kabuktan yapılma çalgılarını daha yavaş sallamaya başladılar. Şafak sökerken giysiler toplanmaya başladı. Aşıklar fabrikasında gece vardiyası bitmişti; kolları birbirlerinin beline ve omzuna sarılmış aşıklar, puslu yeşil bir sabaha doğru çıkarken, dizlerinin üzerine çökmüş yaşlı adam imanını ve tedavisinin tamamlandığını ilan ediyordu. Catherine de onların arasında yatmıştı ve kimse fark etmeden, yine onlarla beraber çıktı.


görkemli kaybedenler - leonard cohen

Karşıt çıkarcılık



"hepimiz çalışmayacak duruma gelmek için çalışıyorduk ama biri çalışmayacak olursa kızıyorduk ona."









cesare pavese
yalnız kadınlar arasında

Albert Camus / Yaz


 Yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır?

Yumuşacıklığı uzayan kimi geceler, evet, onların bizden sonra da karaya ve denize geleceklerini bilmek ölmeyi kolaylaştırır. Her zaman sürülmüş, her zaman el değmemiş, büyük deniz, geceyle dinim! Bizi yıkar, verimsiz izlerinde doyurur, bizi kurtarır ve ayakta tutar. Her dalgada, bir vaat, hep aynı. Dalga ne söyler? Yerimi kimseler bilmeden, soğuk dağlar arasında, yakınlarımca yadsınmış, gücümün sonuna gelmiş durumda ölmem gerekseydi, deniz son anda, hücremi doldurur, beni kendi kendimin üstünde tutar, kinsiz ölmeme yardım ederdi.

Gece yarısı kıyıda yalnız başımayım. Biraz daha bekleyip gideceğim. Göğün kendisi de kazaya uğramış, tüm yıldızlarıyla birlikte, şu saatte, tüm dünyada, ateşler içinde, limanların karanlık sularını aydınlatan şu şilepler gibi. Uzam ve sessizlik yüreğin üstüne tüm ağırlığıyla çöküyor. Birden bastıran bir aşk, bir büyük yapıt, belirleyici bir edim, dönüştüren bir düşünce, kimi anlarda aynı katlanılmaz sıkıntıyı verir, karşı konulmaz bir çekimle bilikte. Güzelim var olma bunalımı, adını bilmediğimiz bir tehlikenin çok hoş bir yakınlığı,
yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır? Yeniden, durup dinlenmeden, yıkımımıza koşalım.

Hep açık denizde, tehlike içinde, krallara yaraşır bir mutluluğun göbeğinde yaşıyormuşum gibi gelmiştir bana.

-1953-

Albert Camus
/ Yaz




Boşa Hayal Kurmak


Yine camın anlaşılmaz gerçekliğine çarpan sineğin hikayesi söz konusu sanki.

Yazmak mutsuzluktur

"Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz.
bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan
ve bana bu yeryüzünü cehennem eden
bu yazmak eyleminden kurtulduğum,
mutlu olduğum bir tek şey var: resim yapmak."


İlhan Berk

Frida Kahlo

"Ağrımı boğmak için içtim; ama lanet olası ağrım yüzmeyi öğrendi..."  
Frida Kahlo

Freud

Burada, rüyaların alanında, evindesin.
Freud

5 Nisan 2012 Perşembe

Dostoyevski, "Delikanlı"

"Fotoğrafın sahibine benzediği çok seyrek görülen bir şeydir. Orijinalin kendisine, yani her birimizin kendimize benzediğimiz anlar seyrektir. İnsanın yüzü çok seyrek olarak en önemli olanı, kişinin en karakteristik özelliğini açığa vurur."


Dostoyevski, "Delikanlı"

bakınız

Hepimiz Soytarıyız - Cioran

HEPİMİZ SOYTARIYIZ: sorunlarımızdan sonra da hayatta kalırız.

E. M. Cioran / Burukluk

Albert Camus - Mutlu Ölüm

Sevişmeden sonra, gövdenin kendini bıraktığı, dinginliğe erdiği, yüreğin uyukladığı o anda, yalnızca değerli bir köpeğe duyulan yumuşak bir sevecenlikle, mersault ona gülümseyerek "merhaba görüntü" derdi.


mutlu ölüm / albert camus

Oğuz Atay - Eylembilim

Bir insan özellikle benim gibi bir insan ne zaman yazmaya başlar? Daha doğrusu, ne zaman onun için yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri artık ifade etmekten kaçınamayacağı bir yoğunluğa ulaşır? Bilmiyorum, insan kendisi için böyle bir durumda olduğunu söyleyebilir mi? Bilmiyorum. Büyük bir acı, belki bir aşk, belki de çok başka bir sarsıntı sonucu insan kendini önemli bir kararın öncesinde; belirsiz de olsa, yaklaşan bir değişimin huzursuzluğu içinde bulabilir. Korkulu bir bekleyiştir bu: insan bu bilinmeyen sarsıntının yaklaştığını hissedince bir süre ne yapacağını bilemez. Sonra bütün gücüyle, belki de daha önce hiç hayalinden geçirmediği girişimlere atılır -daha doğrusu kendini daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylemin içinde bulur.

Bir eylemin içinde bulur... daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylem... bir eylemin içinde nasıl bulur insan kendini? Hayalinden bile geçirmediği bir eylemin içinde bulur mu kendini insan? Hayır böyle bir şey olamaz. Hiç olmazsa daha önce tasarladığı, ya da hayal gücünü aşmayan bir durumda insan akıl ve ruh gücünü koruyabilir. İnsan... insan... kim bu insan?


Oğuz Atay
Eylembilim

2 Nisan 2012 Pazartesi

Televizyonla Yetişmek - Hasan H. Taylan

Televizyon Etkileri

Bir çok hanede artık birden çok televizyon bulunmaktadır. 2009 yılında yayınlanan Radyo ve Televizyon Kurulu’nun Televizyon İzleme Eğitimleri -2 raporuna göre, Türkiye’de evinde en az 1 televizyon bulunduran hane sayısı yüzde 54, 2 adet TV bulunduran hane oranı yüzde 36 ve 3 ve üzerinde TV bulunduran hane sayısı oranı ise yüzde 9 olarak bulgulanmıştır.

Televizyon sabahtan geceye kadar açık duran bir aygıt olduğuna göre televizyonla doğup büyüyen çocukların televizyonun dünyasının değerlerini, davranış örüntülerini algılamamaları olanaksız olduğu gibi, o pencereden esen rüzgara kapılmamaları da mümkün görünmemektedir
Televizyon ve Şiddet İlişkisi Sorunu

Televizyon izlemek ve saldırganlık/şiddet ilişkisi üzerinde yapılan araştırmalar; şiddet görüntülerinin doğrudan davranışta şiddete yol açtığını söylememektedir. Televizyon, toplumsal öğrenme araçlarından yalnızca bir tanesidir. Öğrenilen bilginin eyleme geçirilmesi için uygun ve ödüllendirici koşullarının varlığı gerekmektedir.

2 yaşından 18 yaşına gelene kadar gençlerin yaklaşık 16 yıl ortalama en az 3 saat televizyon seyrettiği düşünüldüğünde, neredeyse 17.000 saat televizyon izlemektedirler. Nu sere zarfında da binlerce kez şiddet sahnesine maruz kalmış bulunmaktadırlar. Morgan’a göre çocuk ya da gençler, bir yıl içinde televizyonda yaklaşık 10.000 şiddet eylemi görmekte; yüksek okul mezunu olana kadar bir genç, yaklaşık 40.000 cinayet/adam öldürme olayına tanık olmaktadır.

Türkiye’de, televizyonda çocukların en çok seyrettikleri saatlerde gösterilen filmlerdeki şiddet düzeyini araştıran bir çalışmada, beş özel televizyon kanalında, hafta içi 16.00-21.30 ve hafta sonu 09.00-21.30 saatleri arasında yayınlanan 80 filmden, toplam 5 bin 600 saniyenin izlenmesi sonucunda, bu filmlerdeki şiddet oranının yüzde 33.1 olduğu,toplam sürenin yüzde 13.8’ini fiziksel şiddetin (vurma, yaralama, öldürme), yüzde 10.9’unu sözel şiddetin, yüzde 8.4’ünü ise psikolojik şiddetin oluşturduğunu belirlenmiştir.(Ömer Özer, Yetiştirme Kuramı: Televizyonun Kültürel işlevlerinin İncelenmesi, 2005)

Televizyon Şiddetinin Etkileri

  1. medyadaki şiddet tasvirlerine maruz kalmak, izleyicilerde şartlı refleksin yitimi aracılığıyla saldırganlığa yol açabilir.
  2. medyadaki şiddete maruz kalmak ani korkuya neden olabilir.
  3. medyadaki şiddete maruz kalmak, duyarsızlaşmaya yol açabilir.
  4. medya şiddetine maruz kalma ile kişinin yaşamındaki saldırganlık ilişkilidir.
  5. medya şiddeti ile toplumdaki şiddeti artırması bağlamında toplumdaki şiddet arasında ilişki vardır.
  6. uzun süre çok fazla şiddet gösterimine maruz kalan kişiler, kendilerini kurban olarak görme olasılıklarını abartırlar.
  7. uzun süre çok fazla şiddet gösterilerine maruz kalan kişiler, şiddeti daha fazla kabullenirler/kanıksarlar.
  8. televizyon şiddetine maruz kalmak, izleyicileri daha saldırgan ya da daha şiddetli davranmasına neden olur.
  9. televizyon şiddetine maruz kalmak, izleticilerine şiddete karşı duyarsızlaşmasına neden olur.


Televizyonun toplumsal – Kültürel Rolü

Televizyon programlarında saat başı beş şiddet eylemi ve bütün televizyon programlarının yüzde 70’inde şiddet vardır. Daha da şaşırtıcı olanıysa, çocuk programlarında saat başı 20 şiddet eylemi mevcuttur.





31 Mart 2012 Cumartesi

YEVGENI YEVTUŞENKO - NÂZIM'IN YÜREĞİ


Usanınca gerçeklerin yalanından,
kaygan, yüzsüz baskıdan,
tunç Nâzım'ı anımsarım
ve sesini
      biraz hançerimsi :
             "Merhaba kardaşım...
      Ne o, neden yüzün asık öyle
             Boş ver!
      Yoksa şiir mi takıldı bir yerde?
             Gel, birlikte bitirelim.
      Paran mı yok?
             Bakarız bir çaresine, dert değil.
Kız mı?
             Aldırma bulunur..."
Oysa asıl kendisinde var bir şey,
                     içini kemiren
                  yüz çizgilerinden dehşetle akan :
             "Hepsi iyi de,
                 şu yürek ağrısı...
             Adam sen de
                 ağrıyadursun, yaşıyoruz ya..."
Kimisi için şiir bir roldür,
Kimisine bir dükkân,
                         kazançtır.
Onun içinse ağrıdır şiir,
                         rol değil.
Nâzım'ın yüreği de ağrıdı durdu işte.
Üzerine titreyen doktoru bir gün,
hani pek de güvenemiyerek,
tenbih etmişti bana :
            "Bakın" demişti,
            "Keskin konulardan kaçının ki
            ağrımasın Nâzım'ın yüreği..."
Hey gidi doktor...
       Hastanız gitti.
Yaramadı çabalarınız.
Yüreğiyse onun
       gizli gizli çarparak
       sürdürdü ağrısını
             ölümünden sonra da.
İçimdeki acı için ağrıyor,
Türkler için, Ruslar için ağrıyor,
kendisi gibi mapusta özgür olanlar için
özgürlükte mapus gibiler için
            ağrıyor.
Hapisane acılarıyla yanan o yürek
                 - ölümden sonra bile -
                    dinlemiyor doktorları,
korkak olduğumuz zaman
                   ağrıyor.
neme gerek dersek
                    ağrıyor.
onun gibi açık yürekle :
                    "Merhaba kardaşım..."
                    diyemezsek ağrıyor...
Varsın ağrısın
       hepsi için yüreklerimiz,
       tek ağrımasın Nâzım'ın yüreği.
 YEVGENI YEVTUŞENKO