21 Nisan 2017 Cuma
Tüfek, mikrop ve çelik...
Tüfek, mikrop ve çelik... İbn Haldun'un "Coğrafya kaderdir" sözünün bir nevi açıklaması şeklinde bir belgesel. Belgesel çok fazla Avrupa merkezli düşünceye ve anlatıma sahip olsa da günümüz dünyasının şekillenmesinde 13 bin yılda neler olup bittiğini ve günümüz dünyasının şekillenmesinde coğrafyanın önemini anlama baplamında çok önemli.
Belgeseli izleyeli birkaç gün oldu fakat hala etkisi altındayım. İster istemez yaptığım okumalarda, hatta izlediğim haberlerde ve fotoğraf sanatçılarının çalışmalarında tüfek, mikrop ve çeliğin izlerini arıyorum. Batı dünyasının dünya hakimiyetinde coğrafi yönden bu üç unsurun etkisini sosyol yaşantılar üzerine olan etkisini anlamaya çalışıyorum. Batı kültürünün (modernizmiyle birlikte yeme içme adetlerine kadar batı kültürünün tüm öğrelerine, kurum ve gruplarına kadar her bir unsur) nasıl düğer kültürler ve medeniyetler üzerine egemenlik kurduğunu, diğer kültürleri kendi içinde erittiğini ya da yok ettiğini bu teori ile açıklamaya çalışıyorum. Yapılması gerekilen çokça okuma var tabi. Gelişmeleri paylaşacağım...
20 Nisan 2017 Perşembe
Hepimizin utancı
Kendi bilimadamlarımızı, düşünürlerimizi ne kadar tanıyoruz? Galileo, Kepler veya Aristo diyince kulağımıza ne kadar tanıdık geliyor? Peki dünyanın döndüğünü ilk söyleyen bilim insanı Biruni diyince, Büyük Selçuklunun yetiştirdiği İbn-i Şeddat, Ömer Hayyam diyince kulağa ne kadar tanıdık geliyor? Ömer Hayyam özellikle... Akla hemen Rubailer geliyor. Matematikçi ve astronomi bilgini olduğunu bilmiyordum şahsen. Peki Amerika yapımı 1959 ve 2005 yapımı iki tane Ömer Hayyam filmine ne demeli? İbn Sina ve Gazali bilim atalarımızken Batılıların bu isimlerin filmlerini çekmesi biraz utandırıcı değil mi sizce de? Şahsen Platon'un düşüncelerini, Aristonun veya daha yakın zaman önde gelen Batı düşünürlerinin çoğunun düşüncelerini biliyorum fakat İbn Rüşt üzerine iki cümle kuramam. İbn Sina gibi bir dehamız var diyebilirim fakat bilime ve felsefeye olan katkıları üzerine gene kurabileceğim cümle sayısı ikidir. Bu sadece benim değil hepimizin utancı olduğu konusunda ise hiç şüphem yok. Yakın zamanda bloğumda kendi düşünürlerimiz üzerine yaptığım araştırmaları paylaşmaya başlayacağım inşallah.
16 Nisan 2017 Pazar
John Berger - Bir Fotoğrafı Anlamak
Fotoğrafın kullandığı dil,
hadiselerin dilidir. Tüm kaynakları kendi dışındadır. Dolayısıyla süreklilik
arz eder. S.38
Fotomontajın kendine mahsus
üstünlüğü, kesilip çıkarılan her şeyin fotoğraf olarak özelliğini korumasıdır.
Önce ilk baktığımız şeyi, ondan sonra simgeleri görürüz. S.43
Sıradan iki örnek (çok daha
karmaşıkları da var): Hitler'in Nazi selamına karşılık verirken ki bir
fotoğrafı (bir mitingde çekildiği anlaşılıyor ama biz kitleyi görmüyoruz).
Hitler'in arkasında ondan daha iri ancak yüzü olmayan bir adam var ve bu adam
Hitler'in havada duran el ine bir deste banknot tutuşturuyor. l 932 'deki bu
karikatür, büyük sanayicilerin Hitler'i desteklediği ve finanse ettiği mesajını
veriyor. Ancak alttan alta, Hitler'in karizmatik selamının benimsenen güncel
anlamına şüphenin gölgesini düşürüyor. S.44
Faydalı ya da faydasız olarak
nitelenebilecek olanlar yalanlardır. Yalan söylenmem iş olanla kuşatılır.
Faydalı mı faydasız mı olduğu neyin saklandığına göre ölçülebilir. Hakikat her zaman
ilk önce açık alanda keşfedilir. S.47
Fotoğraf: Helmut Herzfeld
Fotoğraflanan andan çıkıp tekrar
kendi hayatlarımıza döndüğümüzde kontrastın farkına varmayız; süreksizliğin
kendi sorumluluğumuz olduğunu varsa yarız. Gerçek şudur ki fotoğraflanan ana
gösterilecek herhangi bir tepki ister istemez yetersizlik duygusu içerecektir.
Orada, fotoğraflanan durumun
içinde bulunanlar, ölenin elini tutanlar ya da bir yaralıya yardım edenler, söz
konusu anı bizim gördüğümüz gibi görmezler ve tepkileri de her şeyiyle farklı
bir türdedir. Böyle bir anı düşüncelere dalarak seyreden kimsenin, bundan güçlenerek
çıkması mümkün değildir. "Tefekkürü" hem tehlikeli hem etkin olan
McCullin bir fotoğrafın altına şu buruk cümleyi yazıyor: "Makineyi
yalnızca diş fırçası kullanır gibi kullanıyorum. O,
işini yapıyor." S.51
august sander (incele)
Ortaya çıktığı ilk dönemde
fotoğraf yeni bir teknik olanak sunuyordu; bir aletti. Şimdiyse, yeni
seçenekler sunmak yerine, kullanımı ve "okunması" artık alışkanlık
haline geliyor. modern algılama biçiminin sorgulanmayan bir parçası oluyordu.
Bu dönüşümde pek çok gelişmenin katkısı vardı.
Yeni sinema sanayii. Taşınabilir fotoğraf makinesinin icadı - öyle ki bir
fotoğrafın çekilmesi, tören olmaktan çıkıp bir "refleks"e dönüştü.
Fotoğraf röportajcılığının bulunuşu - böylelikle resimler metni değ il, metin
resimleri izlemeye başladı. Can alıcı bir ekonomik
güç olarak reklamcılığın ortaya çıkışı. S.70
Sontag'ın fotoğrafların
günümüzdeki kullanımıyla ilgili kuramı, fotoğrafın değişik bir işleve hizmet
edip edemeyeceği sorusuna götürür bizi. Alternatif bir fotoğraf uygulaması var
mıdır? Bu soruya, naif bir yanıt vermekten kaçınmak gerekir. Bugün
(fotoğrafçının mesleği düşünüldüğünde) alternatif bir profesyonel uygulama mümkün
değildir. Bu dizgede her türlü fotoğrafa yer vardır. Gene de fotoğrafları,
alternatif bir geleceğe yönelmiş bir uygulamaya göre kullanmaya başlamak mümkün
olabilir. Kapitalist toplumlara ve kültüre karşı bir savaşımı, bir direnişi
sürdürmek istiyorsak bu gelecek, bizim için şimdi çok gerekli olan bir umuttur.
Fotoğraflar posterlerde, gazetelerde, bildirilerde vb. çoğu zaman radikal bir
silah olarak kullanılmıştır. Bu türden ajitasyon yayınlarının değerini
küçümsemek istemiyorum. Gene de fotoğrafın bugünkü genel sistemli kullanımı,
yalnızca havan topu gibi döndürülüp başka hedeflere ateş edilerek
değil, uygulanışı değiştirilerek sorgulanmalıdır. Nasıl mı?Fotoğrafın özel ve genel
kullanımları arasında gözettiğim ayrıma dönmemiz gerekecek. Fotoğrafın özel
kullanımında, kaydedilen anın bağlamı korunduğu için fotoğraf kesintisiz bir
süreklilik içinde yaşamayı sürdürebilir. (Duvarınızda Peter'ın bir fotoğrafı asılıysa,
Peter'ın sizin için ne anlam taşıdığını unutmanız pek olası değildir.) Genel
fotoğrafsa bunun tersine, bağlamından koparılmıştır, ölü bir nesne olmuştur,
ölü olmasından dolayı da rasgele kullanılmaya açıktır. O güne dek açı lan en
ünlü fotoğraf sergisi olan The Fanıily ol
Man 'de ( İnsan Ailesi, 1 95 5
'te Edward Steichen tarafından düzenlenmiştir)
dünyanın dört bir yanından gelen
fotoğraflar evrensel bir aile albümü oluşturuyormuşçasına sunuldu. Steichen'in
sezgisi bütünüyle doğruydu: Fotoğrafların özel kullanımı, genel kullanımına örnek
oluşturabilir. Ne yazık ki Steichen'in, sınıflara bölünmüş dünyayı
sanki tek bir aileymiş gibi ele
alarak kestirmeden gitmeye kalkışması, her bir fotoğrafı değilse de tüm sergiyi
ister istemez duygusal ve halinden memnun bir havaya soktu. Gerçek şudur ki
çekilen insan fotoğraflarının çoğu acıları anlatır; bunların çoğu da insanlar tarafından
yaratılan acılardır. S.75-76
Brecht'in şiirlerinden birinde
oyunculukla ilgili olarak yazdıkları böyle bir uygulama için de geçerlidir. An
yerine fotoğrafı, oyun yerine bağlamın yeniden yaratılmasını koyabiliriz
burada:
Yaşanan anı bu şekilde öne
çıkarmalısınız yalnızca
Ve saklamamalısınız onu neyin
arasından çıkardığınızı
Katın oyununuza o peş peşe
tekrarlanışı,
O seçilenin üzerindeki
çalışmanızı,
Gösterin böylece olayların
akışını
Çalışmanızın gidişiyle iç içe,
Ve seyircinizin bu Şimdi'yi
Çok yönlü yaşamasını sağlayın
böylece
Önce'den gelip uzanarak Sonra'ya
Ve bazı başka şeyleri de duyarak
yanı sıra,
O yalnızca tiyatronuzda değil,
Dünyada da oturuyor aynı zamanda.
S.79 (Bertolt Breclıt, "Geçmişin ve Şimdinin Bir arada
Canlandırılması", Tiyatro Şiirleri, çev. Kerem Çalışkan, İstanbul: Metis,
1 987, s. 26.)
Anımsanan şeye karşı hiçbir zaman
tek bir yaklaşım söz konusu olamaz. Anımsanan şey bir çizginin sonundaki
noktaya benzemez. Sayısız yaklaşım ya da uyarıcı, anımsanan şeye doğru
yönelerek onun üstünde toplanır. Sözcüklerin, karşılaştırmaların, işaretlerin de
basılı bir fotoğraf için benzer biçimde bir bağlam yaratması gerekir; başka
deyişle bunlar çok çeşitli yaklaşımları belirlemeli ve açık bırakmalıdır.
Fotoğrafın çevresinde, ışınımlı bir dizge oluşturulmalıdır ki o fotoğraf aynı
anda hem kişisel, hem siyasal, hem ekonomik, hem dramatik, hem güncel, hem de
tarihsel açıdan görülebilsin. S.79-80
Fotoğrafın Belirsizliği
Fotoğrafın -önceden görülemeyen sonuçlar taşıyan- garip bir icat
olmasına yol açan özellik, temel hammaddelerinin ışık ve zaman olmasıdır. S.81
İlk fotoğraflara mucize gözüyle
bakılıyordu, çünkü bunlar mevcut olmayanların görünümünü başka her türlü görsel
imge biçimine göre çok daha doğrudan sunuyorlardı. Nesnelerin görünüşünü
saklıyor ve bu görünüşün taşınmasını sağlıyorlardı. Yalnızca teknik bir
mucize değildir bu. S. 83
Fotoğraf zamanın bir anını korur
ve onun bundan sonraki anlar tarafından iptal edilmesini engeller. Bu açıdan
fotoğraf, bellekte saklanan imgelerle kıyaslanabilir. B ununla birlikte ikisi
arasında temel bir ayrım vardır: Hatırlanan imgeler, sürekli deneyimin katısı 'yken,
fotoğraf koparılmış bir anın görünümlerini yalıtır. S.84
Fotoğraflanan an, ancak bakan
kişi ona kendisini aşan bir sürem okuyabilirse anlam kazanabilir. Bir
fotoğrafı anlamlı bulduğumuzda, ona bir geçmiş ve gelecek atfediyoruz demektir.
S. 84
Bir olayın fotoğraflanmış imgesi,
fotoğraf olarak gösterildiğinde kültürel inşanın bir parçası olur. Belli bir
toplumsal duruma, fotoğrafçının hayatına, bir önermeye, deneyime, dünyayı
açıklamanın bir yoluna, bir kitaba, gazeteye,
sergiye aittir.s.86
Fotoğraflar, görünümlerden çeviri
yapmazlar. Onlardan alıntı yaparlar. S. 88
Global
bir yanlış bilgilendirme sistemi oluşturan fotoğraf imgeleriyle kuşatılmış
durumdayız: Reklamcılık adıyla bilinen sistem, tüketiciye yönelik yalanlar
yaymakta. Bu sistemde fotoğrafın rolü ifşa etmek. Yalan, fotoğraf makinesinin
önünde inşa ediliyor. Bir nesneler ve figürler "tablo"su bir araya
getiriliyor. Bu "tablo", bir simgeler diline (ki bu daha önce başka
yerde2 de söylediğim gibi genellikle yağlıboya tabloların ikonografisinden
alınmıştır), imalı
bir
anlatıma ve sıklıkla cinsel içerikli modellerle bir tür gösteriye başvurmaktadır.
Sonra bu "tablo"nun fotoğrafı çekilir.
Fotoğrafı çekilir, çünkü fotoğraf makinesi, ne kadar sahte olursa olsun
herhangi bir görünümler dizisine sahicilik atfeder. Fotoğraf makinesi, bir
yalanı
alıntılamakta
kullanıldığı zaman bile yalan söylemez. Böylece yalanın daha doğru görünmesi sağlanmış
olur.
Fotoğrafla
yapılan alıntı, kendi sınırları içinde, yalanlanamaz niteliktedir. Gene de,
açık ya da örtük bir önermeyle olgu olarak sunulan alıntı, yanlış bilgi
verebilir. Reklamcılıkta olduğu gibi bazen bu yanlış bilgi iletimi kasıtlıdır,
çoğunlukla da sorgulanmayan bir ideolojik varsayımdan kaynaklanır.
Örneğin
on dokuzuncu yüzyıl boyunca Avrupalı gezginler, askerler, sömürge yöneticileri,
maceracılar dünyanın dört bir yanında "yerl iler"in, onların
adetlerinin, mimarilerinin, zenginliklerinin, yoksulluklarının, kadınlarının
göğüslerinin, saç tuvaletlerinin fotoğraflarını
çekip
durdular; bu imgeler de, hayret yaratmalarının yanı sıra, dünyanın imparatorluklarca
bölünmüşlüğünde yatan haklılığının kanıtları olarak sunuldu ve böyle okundu.
Örgütleyen, rasyonalize eden ve gözlemleyenle, gözlemlenmiş olanlar arasındaki bölünmüşlük.
Fotoğraf
kendi içinde yalan söyleyemez, ama aynı nedenle doğru da söyleyemez; daha
ziyade söylediği doğru, kendi başına savunabildiği doğru, sınırlı bir doğrudur.
S.88-89
Margaret Bourke-White'ın incele
Fotoğraf makinesi 1 839'da icat
edildi. Bu sıralarda August Comte Pozitif Felsefe Üzerine Dersler'i henüz
tamamlamaktaydı. Pozitivizm, fotoğraf makinesi ve sosyoloji birlikte büyüdüler.
Her birinin uygulama olarak sürdürülebilmelerini sağlayan, bilim insanları ve uzmanlar tarafından kaydedilen
gözlemlenebilir, ölçülebilir olguların bir gün insana doğa ve toplum üzerine,
her ikisini de düzene sokmasını sağlayacak ölçüde bütünlüklü bir bilgi sunacağı
inancıydı. Kesinlik metafiziğin yerini alacaktı; planlama toplumsal çelişkileri ortadan kaldıracak, gerçek,
öznelliğin yerine geçecekti; ruhta karanlık ve gizli olan ne varsa ampirik
bilgiyle aydınlatılacaktı. Comte, belki yıldızların kökeni hariç, kuramsal
olarak hiçbir şeyin insan için bilinemez kalmak zorunda olmadığını yazıyordu! O
günden bu yana. fotoğraf makineleri yıldızların oluşumunu bile kaydetti! Bugünse
fotoğrafçılar her ay bize, on sekizinci yüzyılda Ansiklopediklerin tüm
projelerinin kapsamı için hayal ettiklerinden
daha fazla olgu sunuyorlar. S.91
Lichtwark,
"Çağımızda bir insanın kendi fotoğrafı, en yakın akrabalarının ve
dostlarının fotoğrafları, sevgilisinin fotoğrafı kadar yakın ilgiyle bakılan
hiçbir sanat yapıtı yoktur," diye
yazmış ve böylece sorunu, estetik farklılıklar alanından toplumsal işlev
alanına çekmiştir. Gelinen bu verimli nokta daha ileriye ancak şimdi
götürülebilir.
Walter Benjamin, Fotoğrafin Kısa Tarihi ( 1931 ) s.93
İnsan etrafına bakar (ve insan
her zaman, düşlerde bile, görülebilir olanla çevrilidir), sonra etrafında
bulunanları, koşullara göre, farklı farklı okur. Araba kullanmak bir tür
okumaya yol açar, ağaç kesmek başka bir tür okumaya, bir arkadaşı beklemekse
bir başkasına. Her etkinlik kendi okuma biçimini
harekete geçirir. Başka zamanlarda okuma, ya da okumayı oluşturan tercihler, bir
amaca yöneltilmiş olmaktan çok, zaten gerçekleşmiş bir olayın sonucunda ortaya
çıkarlar. Duygu ya da ruh hali okumayı harekete geçirir; bu şekilde okunan
görünümler de ifade edici olur. Bu tür anlar edebiyatta sıklıkla
betimlenmiştir; ancak bunlar edebiyatın değil, görülebilir olanın alanına
aittirler. S.105
Hegel, Hukuk Felsefesi adlı
yapıtında, bireyselliği şöyle tanımlıyor: Her bilinçlilik kendini evrensel
olarak, sınırlı olan her şeyden soyutlama potansiyeli olarak, sınırlı bir
nesnesi, içeriği ve amacı olan bir tikel olarak tanır. Bununla birlikte bu
anların her ikisi de yalnızca birer soyutlamadır; somut ve gerçek
olan (her gerçek somuttur), tikelin, ama kendi üzerine düşünme yoluyla evrenselle
eşitlenmiş olan tikelin karşıtı olan evrenselliktir. Bu birlik. bireyselliktir.
S. 110
(Georg W. F. Hegel. Plıilosoplıy of Riglıı, Londra:
Oxford University Press. 1975. s. 7; Türkçesi: Tüze Felsefesi, çev. A.
Yardımlı. İstanbul: İdea. 2006.)
Geceleyin sırtüstü uzanıp
gökyüzündeki sonsuz sayıda yıldızı seyredebilirsiniz; ama onlar hakkında
öyküler anlatabilmek için, onları bağlayan görünmez çizgileri hesaba katmak,
onları takımyıldızlar şeklinde tahayyül etmek gerekir. S. 119
Fotoğrafçılık olayların
özümlenmesi, derlenip toparlanması ve deneyime dönüştürülmesiyle ilgilidir.
S.122
Olağanüstü bir fotoğraf olan
Uyuyan Adam, Rilke'nin bir şiirine eşlik edebilir.
Sen, komşu Tanrı, uzun geceler
bazan
kapına vura vura uyandırıyorsam
seni,
solumam seyrek duyduğumdan bilirim:
yalnızsın odanda.
Sana bir şey gerekse, kimse yok,
bir yudum su versin arandığında.
Hep dinlerim. Yeter bir belirtin.
Öyle yakınım sana.
Aramızda bizim incecik bir duvar
durur,
o da nasılsa; çünkü yalnız:
bir çağrı senin ya da benim
ağzımdan yerle bir olur sessiz sedasız.
Bu duvar resimlerinle kurulmuş.
s. 127 (R .
M. Rilke, Seçme Şiirler. çev. T. Oflazoğlu, İstanbul: Cem, 1 976, s. 33.)
Kimi
zaman bir günde on bin insanın öldüğünü gördüm . On bin insanın öldüğünü görmek
hiç kolay değil . Çok acı. Sağlığı yerinde on bin kişi, açlıktan ölmüyordu,
onları kurtarmanın yolunu bilemediğimiz için ölüyorlardı. S.185
Bu,
günümüzde birbirinden çok farklı yerlerde meydana geliyor. Kendi kendime bazı
fabrikalarda üretilen televizyon sayısı, üretilen otomobil sayısı, bankaların
elde ettiği kar miktarı ile şuanda bu şekilde ölen insanlar arasında bir
münasebet yok mudur diye soruyorum… Bu hikaye, bu kitap, bu fotoğraflar
küreselleşmenin fotoğrafları, bunlar küreselleşen insanlar. S. 186
JOHN BERGER:
Tuhaf bir şekilde, tüm bu
fotoğraflarda, insan senin bakış açının pozitif olduğunu, sanki
"evet" dediğini hissediyor; gördüklerini onayladığın anlamında değil
ama var olan için, "evet, işte budur" dediğini. Elbette bu
"evet"in izleyen insanlara "hayır" dedirteceğini umuyorsun.
Ama bu "hayır" ancak insan "ben bununla yaşamak zorundayım,"
dedikten sonra gelebilir. Ve bu dünyayla yaşamak her şeyden önce onu kavramakla
mümkün. Bu dünyayla yaşamanın zıddı umursamazlık, sırt çevirmektir.
Umut etmenin püf noktası, umudun
en karanlık anlarda belirmesidir; karanlıkta bir alev gibidir. İman ya da
ahdetmek gibi değildir. S.187
4 Ocak 2017 Çarşamba
Baraka'dan
Çok az şey Baraka ve Samsara kadar etkileyicidir. Olsun müzikleri, olsun görsel ziyafet ve verdiği mesajlar, farklı geleneklerin, dinlerin, adetlerin aynı kapta yani dünyada harmanlandığını ve ortaya çok lezzetli bir yahninin çıktığını hep unutuyoruz.
İskandinav müzikleri
Şu sıralar kitap paylaşımları yapamıyorum maalesef. Doğrusu çok özledim okumalarımı. Şimdilik sadece müzik paylaşacağım.
31 Aralık 2016 Cumartesi
Saçma sapan tv programları yerine fotoğraf izlerim daha iyi
Zamanın/yılların adının değil insanların niteli, algısı, düşünce yapısı değişmesi gerekiyor. Yılların adı değişmesine rağmen hep aynı gün yaşandıktan sonra sırf bir rakam değişti diye büyük beklentilere kapılmak, dünyanın bir kaplumbağanın sırtında durduğuna inanan insanların inançları kadar boş ve gereksiz.
13 Kasım 2016 Pazar
17 Eylül 2016 Cumartesi
Sakallı Celal'lerin bürokrasiyle imtihanı hiç bitmez
Sakallı Celal Ankara Erkek Lisesi müdürüyken, okulun
lağımı patlar.Durum bakanlığa
iletilir.Ama bakanlıktan, ‘durumun idare edilmesi…’ yolunda bir cevap gelince,
Sakallı Celal iş tulumunu giyer, bir öğrencisiyle birlikte patlayan lağımı
onarmaya başlar.Tam o sırada okula gelen bir müfettiş, Sakallı Celal’i o halde
görünce, bakanlığa ; “Makamına uygun olmayan bir kıyafette görüldü.” Diye rapor
eder.Çok geçmeden bakanlık, Sakallı Celal’e bir yazı yazarak: “Niçin makamınıza
uygun olmayan bir kıyafette görüldünüz?” diye sorunca Sakallı Celal, doğrudan
bakanlığa çıkıp:
“Lağım patladı dedik, ‘idare et’ dediniz.Ben de lağımı
onarıp idare edeyim dedim.Lağıma resmi kıyafetle girecek değildik ya; idare
etmenin bok içinde oturmak anlamına geldiğini nerden bileyim?!”
Ulus Baker: Altmış kişilik ilkokul sınıflarında geleneksel bit taraması yapan kırmızı tırnaklı hocanın parmakları arasındadır azınlığın tanımı: Ç-I-T.Bit kırılır
Yazı için müzik: Mohsen Namjoo - Zolf bar bad made
Çoğunluk yasası adı verilen şey ise, belirgin bir
şekilde, istatistiki bir varoluşa gönderme yapar.Sözgelimi medyanın aykırı ve
uç noktalarda gezinti yaptırdığı düşüncesi düpedüz yanlıştır.Bir insan köpeği
ısırırsa fantezisi ya da genel olarak sansasyon haberciliği adı verilen şey,
nedenlerini daha çok sıradan çoğunluk ve merkeze rücu çerçevesinde bulur.Azınlıkların
ve çoğulculuğa yapılan “postmodern” davetin ardında bir merkeze çağrı
bulunmaktadır.Ortalama insanda gerçekleşmesi beklenen asimilasyon vardır.Bu
uğurda olayın biricikliği ve bundan doğan önemi yitip gider.Yazı boyunca sık
sık dile getirmeye çalışacağımız gibi, söz konusu olan “çoğunluk”un
“azınlık”ları dışlamasından çok, onları kucaklamaya, yutmaya, kapsamaya, kendi
içinde usul usul eritmeye meyletmesidir.Türkiye’de kadınların ezilmişliğinden
söz edenlere hemen sunulan yanıt, bir kadın başbakanımızın olması(hem de
sarışın); Kürtlerin dışlanmışlığına inananları çürütmek için kullanılan sav ise
devletin en yüksek kademelerinde yer alanların “etnik kökenleri”ne bakmak değil
midir?Yakınlarda şu “Beyaz Türkler” etrafında kopan fırtınalar da herhalde bir
azınlığın çoğunluğa erişmek yolunda duyduğu tedirginliğin ifadesidir.
…
Altmış kişilik ilkokul sınıflarında geleneksel bit
taraması yapan kırmızı tırnaklı hocanın parmakları arasındadır azınlığın
tanımı: Ç-I-T.Bit kırılır; sessizlik ve bekleyiş de.Bitleri tesbit edilen, gereği düşünülerek hükümleri
kesinleşen üç çocuk arkadaşlarının, “çoğunluğun” yanından apar topar
uzaklaştırılarak evlerine gönderilirler.Ama daha önce de dile getirdiğimiz
gibi, azınlık demek, “hala bir fırsatın var” demektir işte.İlk buyruk sanıldığı
kadar keskin olmadığından, ikincisi aralarından sıyrılarak çıkıverir
ortaya.”Hala vaktin var.Öncelikle bitlerinden arın; derinin rengini değiştir;
hızlandırılmış kurları takip ederek dilimizi öğren; acele et, kendine hemen bir
penis edin, o da olmazsa tez elden bir oğlan doğurmaya bak.Çabuk ol, vakit
yitirme.Ortada, meydandaki saatin altında buluşalım…
Ulus Baker
Aşındırma Denemeleri
15 Ağustos 2016 Pazartesi
13 Ağustos 2016 Cumartesi
Sakarya'da yaşamaktan gurur duymama sebep olan gece
Uzun zaman oldu bir şey paylaşmayalı. Bunun tek sebebi ülkemizin kara günler yaşamış olmasıydı. Öyle bir gece yaşadık ki 15 Temmuz'da, bir ömür hafızalarımızdan silinmesi mümkün değil. Çok şükür bu musibeti belki de en ucuz şekilde atlattık. Eğer milletçe vatana sahip çıkmasaydık şuan belki de saprofitler, tenyalar tarafından yönetiliyor olacaktır. daha doğrusu yönetilmiyor, öldürülüyor olacaktık. Şahsen hala biraz içim rahat değil. Sokaktan geceleri ses geldiğinde sıçrayarak uyanıyorum, gene bir şey oldu sanıyorum. Elektrikler gitti bugün, telefonla sizin oralarda da gitti mi diye arkadaşları aradım. Eminim ki başka bir çok insan da benimle aynı durumda. O geceden sonra burada çok şey paylaşmak istedim fakat nereden başlamalı bir türlü bilemiyordum. Sadece o günden bir anı olarak Sakarya Valiliğinde çekildiğim bir fotoğrafı koyacağım. Valiliği kurtardıktan sonra şenliğe, panayır alanına dönmüştü valiliğin önü.
Normalde bürokratlar bana itici gelir fakat bu vali çok başka :)
Artık her şeyin normale döndüğü, eskisinden çok daha güçlü bir şekilde belasız, huzurlu günler görürüz umarım. Fologoto ise bu geceye özel olsun. Samimi ve vatanını seven güzel insanlara ithafen...
Artık her şeyin normale döndüğü, eskisinden çok daha güçlü bir şekilde belasız, huzurlu günler görürüz umarım. Fologoto ise bu geceye özel olsun. Samimi ve vatanını seven güzel insanlara ithafen...
11 Temmuz 2016 Pazartesi
Lanet Kitabı
Kütüphanede
bulduğum ilginç bir kitap. Farklı yörelerde edilen beddualardan, tarihi
beddualardan hikaye ve masallarda geçen beddua ve lanetlere, dini metinlerde
geçen lanet lafzı, siyasi lanetlerden türkülerde şiirlerde geçen beddualara
kadar 500 sayfalık bir lanet ve beddua antolojisi.
En komiğime giden şiir şu:
"Meydana
geldi na'ş-ı rakib-i nemime-saz
Kıldım
huzûr-ı kalb ile ömrümde bir namaz"
(Sabit)
Rakibin
ölüsü musalla taşına geldi de
Ömrümde
gönül huzuru ile bir namaz kıldım
Lanetin
tanımını şöyle yapmışlar:
Lanetler; kültürlerin galeyanıdır. Bir reddiyedir. Teskin edilemeyen öfke ve nefretin ifadesidir. Af etmediklerimize söylenen son sözdür
Lanetler; kültürlerin galeyanıdır. Bir reddiyedir. Teskin edilemeyen öfke ve nefretin ifadesidir. Af etmediklerimize söylenen son sözdür
27 Haziran 2016 Pazartesi
Kısa Film Superbenus
Dış görünüşe fazla önem vermenin zihni zayıf düşürdüğünü, sağlıklı karar verme yetisini zayıflattığını düşünüyorum. Bu kısa filmde de kadının değişiminin, güzellik veya çekicilik amacının altında yatan onca zahmetin ve bedene çektirilen işkencenin yanı sıra yapılan tüm bu zahmetin manasızlığı vurgulanıyor. Bu noktaya kadar her şey aslında bildiğimiz şeylerin bir kısa film olarak sunulması. Benim asıl merak ettiğim ise nasıl oluyor da insanlar bu tür eziyetlere sırf daha güzel görünmek uğruna (daha sonra çok daha berbat görüneceklerini bile bile) katlanıyorlar? Cevabın sadece sağlıklı düşünemiyor oldukları olduğunu sanmıyorum. Altında yatan bir yoksunluk hissi ve popüler kültürün, popüler görünümün bir parçası olamamak, arzulanmamak olması ise zamanın getireceği olumsuz dönüşüm karşısında göze alınmasını paradoks haline getiriyor. Güzelleşmek uğruna çirkinleşmek, günümüz dünyasının cinsiyet ayrımı olmaksızın yediği en büyük kazıklardan!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)