28 Ağustos 2011 Pazar

Nankör mü, melankolik mi?: Edebiyatta kediler

Yokluğu Çekilmeyen Kedi: Kedi tutkusu, yokluğu yaşamını çekilmez kılacak denli büyük olan yazar Bilge Karasu sadece denemelerinde kedilerinden bahsetmekle kalmaz; kendini en iyi yansıtan kitaplarından birinin adını “Ne Kitapsız Ne Kedisiz” koyar. “Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir” diyen Bilge Karasu’nun kedilerine koyduğu adlar da “Bibik” ve “Bıyık”mış.
Aynanın İçindeki Kedi: “Gülümsemesiz bir kedi alışıldık bir şeydi. Ama kedisiz bir gülümseme, işte bu çok ilginçti” der Lewis Carroll, “Aynanın İçinden”in bir görünüp bir kaybolan tuhaf kahramanı Cheshire Kedisi için. Herhalde sayacaklarımız arasında en ilginç kedi imgesi, “Aynanın İçinden”in çokbilmişi, tuhaf gülümsemesiyle felsefi öğütler veren Cheshire Kedisi’dir. Alice ne zaman ne yapacağını bilemez bir halde ortalıkta dolansa, nereye gideceğini şaşırsa, içinden çıkılmaz durumlara düşse Cheshire Kedisi beyefendi bir bilge olarak beliriverir. “Beliriverir” diyoruz çünkü bu kedi, gökyüzünde önce gülümsemesi sonra yüzünün öteki ayrıntıları olmak üzere yavaş yavaş görünür. “Varacağın yerin önemi yoksa hangi yoldan gittiğinin de bir önemi yok” der ve belki de bilinçaltını temsil eden kedisiz bir gülümseme olarak okurlarının içine işler.

Kavga Nedeni Olarak Kedi: Kediseverler gözünüzde hep melankolik, sakin ve kırılgan insanlar olarak canlanıyorsa eleştirmen Nurullah Ataç’ın da sıkı bir kedisever olduğunu öğrenmek şaşırtıcı olacaktır sizin için. Ataç gibi hırçın, açık sözlü bir yazar bile Günce’sinde “kedi sevmeyen insanla anlaşamam ben” diyecek kadar kedi düşkünü. Ataç, kedilere getirilen beylik eleştirileri yanıtlar. Kedilerin nankör olmadıklarını, sahiplerine yaranmaya, kendilerini beğendirmeye çalışmadıkları için vakur olduklarını iddia eder. Ataç’a göre insanlar hep kendi büyüklüklerini kanıtlamak derdindedirler. Bu yüzden de sadece kedilerden değil, tüm varlıklardan kendilerine minnet duymalarını beklerler. Kedi ise nankör değil gururludur, minnet duymaz çünkü boyun eğmez!

Zeki, Fedakâr Kedi: Çocukluk masallarımızın en sevimlilerindendir Çizmeli Kedi. Babasının kendisine miras olarak tuhaf bir kediyi bıraktığını öğrenen küçük oğul elbette bu kedinin yaşamını değiştireceğini bilemezdi. Çizmeli Kedi atılgan, zeki, üstelik de “nankör kedi” tamlamasına zıtlık oluşturacak denli fedakâr bir hizmetkârdır. Kedilere yönelik tüm olumsuz sıfatların reddedilişi olarak belirir Çizmeli Kedi.


Nankör, Bencil Kedi: Kedi denince ilk akla gelen çağrışım melankoli ise ikincisi de nankörlüktür. Memduh Şevket Esendal “kedinin nankörlüğü”nü, bildik kedi ve sahibi ilişkisinden farklı bir biçimde anlatıyor “Soysuz Kedi” adlı öyküsünde. Anne kedi, kendi keyfince evin içinde dolanan, yavrularını emzirmeye bile yeltenmeyecek denli bencil bir kedidir. Bir gece sahibi, yavrularını emzirmek zorunda kalsın diye anneyi ve yavrularını bir dolaba kilitler. Ama sabah dolabın kapağını açtığında içeride tek bir kedi görür, o da annedir. Esendal’ın anne kedisi nankörlük ve bencillik sınırını vahşiliğin eşliğinde aşar. Herhalde hiçbir nankör kedi öyküsü de yavrularını yiyen bir anneninkinden daha etkileyici değildir.

Toplumsal Sınıf Göstergesi Olarak Kedi: Türk edebiyatının en eğlenceli yazarlarından Hüseyin Rahmi Gürpınar tam da kendisinden beklenecek bir şekilde kullanıyor kedi imgesini “Ada Vapuru” öyküsünde. Adadaki farklı kültürlerin temsilcileri karşı karşıya gelir bu öyküde: Madam’ın buldog köpeği, hanımların kedileri Mestan ve Ceylan’a saldırır. Böylece saatler süren vapur yolculuğu tam da Gürpınar’lık eğlenceli bir curcunayla geçer.


Uyumsuzun Notlarındaki Kediler: Güncelerini “Bir Uyumsuzun Notları” başlığıyla yayınlayan Tomris Uyar da bir kedisever. Sık sık kedilerinden bahsettiği “Yüzleşmeler”inde kedilerin insanlar tarafından nankör olarak değerlendirilmesine şaşmadığını çünkü kedileri tavlamanın zor olduğunu, örneğin basit bir ciğer parçasıyla başarılamayacağını söyler. Kedi kolay bir hayvan değildir. Sahibi olan insanı tavlamak belki de daha kolaydır. Çünkü insan kimi zaman kediye göre daha çocuksu olabilir.

Adı Katmerli Kedi: İyi bir kedi adında hangi harf mutlaka olmalı diye sorsak siz ne yanıt verirsiniz bilemeyiz ama Hulki Aktunç’a göre “S” harfi, iyi bir kedi adının olmazsa olmazıymış. Kedisi Sisip de kendisi gibi ukala, keyfine düşkün, alaycıdır. En azından “Uzanmış Bir Adamın Beş Düşüncesi”nde Sisip’i böyle tanımlar Aktunç. Sisip adı hem Yunan mitolojisindeki Sisiphos Söylencesi’ni çağrıştırır Aktunç’a hem de katmerli bir adı olduğundan onun için çok özeldir.

Kediler Kitabı: Gökhan Akçura, kedilerle ilgili kapsamlı derleme kitabı “Kedi Kitabı”nı hazırlarken sadece öykülerden yola çıkmamış. Deneme, anı ve makaleleri de toplamış. Elbette başka yazarların bir derlemesini yapmış olması, kendisinin kedilerle sadece editoryal anlamda ilgilendiğini göstermiyor. Akçura da kendi kedisi Pati ile bir otoparkta karşılaşmış ve bir de bakmış ki eve birkaç ay kalsın diye getirdiği Pati dokuz yıldır yanındaymış. Gökhan Akçura’nın bu kitabını fırsatını bulduğunuzda kaçırmayın deriz.


Postane

Yine akşamdan kalmaydım ve sıcak dayanılır gibi değildi -kırk derecelik bir hafta. Her gece içmeye devam ediyor, sabahları Taş ve her şeyin olanaksızlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyordum. Çocukların kimlikleri Afrika güneş kaskları ve gözlükleri giyiyorlardı; ama ben, hep aynıydım, yağmur ya da güneş- yırtık pırtık giysiler, çivileri ayaklarıma batan eski ayakkabılar. Mukavva parçaları koyuyordum ayakkabılarımın tabanlarına. Bir süre için iş görüyorlardı, ama çok geçmeden çiviler topuklarıma batmaya başlıyorlardı yine. Viski ve bira terliyordum, koltuk altlarımdan, ve sırtımda bir torbayla dolanıyordum çarmıh misali; torbadan dergiler çıkarıyor, binlerce mektup dağıtıyordum güneşin altında kavrulup sendeleyerek.


* Bana vız gelir. Kıçını öpecek değilim. Ya işi bırakırım ya da açlıktan ölürüm; başka yolu yok.

* Bütün bu postacıların yaptığı, mektuplarını kutulara atmak ve düzmekti. Bu tam bana göre bir işti, ah evet evet evet.

* Gözlerinde hiç parıltı yoktu.

* Her gece içmeye devam ediyorduk.

***

- “Ya köpek?”
- “Köpek de senin olsun” dedim,
- “Seni özleyecek.”
- “Ne güzel, birisi beni özleyecek.”

* Ya bütün dünyayı istiyordum ya da hiçbirşeyi.

* Yemek sinirlere ve ruha iyi gelir. Cesaret mideden gelir, gerisi boştur.

* İş, bir hava saldırısı anında düzüşmeye çalışmaya benziyordu.

* Hapiste güvence altındaydı insan. 3 metrekare. Ne ödenecek kira, ne kamu hizmetlerinden yararlanma, ne gelir vergisi, ne çocuk yardımı. Ne taşıt plaka ücreti. Ne trafik cezaları. Ne içkili araba kullanma suçu. Ne at yarışlarında kaybetme. Ücretsiz sağlık hizmetleri. Kafanın uyuştuklarıyla yaptığın yoldaşlık. Kilise. Tokmakçılık. Bedava gömülme.

* Herkesin sürdürdüğü türden bir yaşam: bizi öldürüyor.

charles-bukowski

* Hiçbiri bana göre değil.

* Eee, bütün dahiler ayyaştır.

* Cenaze törenlerinde bir iş vardı. Olaylara daha iyi bakmanı sağlıyorlardı. Hergün bir cenaze töreni olsaydı, köşeyi çoktan dönmüştüm.

* Saçımı taradım. Keşke şu suratımı da tarayabilsem, diye düşündüm.

* Sabahleyin, sabahtı ve ben hala yaşıyorum.




27 Ağustos 2011 Cumartesi

Bob Dylan – Savaşın Efendileri

Gelin savaş efendileri
Siz, silahları yapanlar
Siz, ölüm uçakları yapanlar
Siz, dev bombaları yapanlar
Siz, duvarların ardına
Gizlenenler
Bilmenizi isterim ki,
Maskelerinizin ardını
Görüyorum.

Siz, asla bir şey üretemediniz
Yok etmek için üretmekten
Başka
Dünyamla oynarsınız
Küçük oyuncağınızmış gibi
Elime bir silah verirsiniz
Ve gözlerimden saklanırsınız
Ve kaçar gidersiniz uzaklara
Uçuşurken mermiler.

Geçmişteki yuda gibi
Yalan söyler aldatırsınız
Bir dünya savaşının
Kazanılabileceğine
İnanmamı İstersiniz.

Ama gözlerinizden anlıyorum
Ve beyninizden anlıyorum
Tıpkı gördüğüm gibi
Helamda akıp giden suyu

Siz Tetiktekileri Çekersiniz
Başkaları ateş etsin diye
Sonra arkanıza yaslanıp
Seyredersiniz
Ölü sayısı artarken
Konağınızda saklanırsınız
Genç insanların kanları
Bedenlerinden akarken
Ve çamura karışırken.

En berbat korkuyu saçtınız
Saçılabilecek
Bu dünyaya
Çocuk getirme korkusu
Doğmamış isimsiz
Bebeğimi tehdit ettiğiniz için
Damarlarınızda akan
Kan kadar etmezsiniz.

Ne Biliyorum ki
Böyle konuşacak
Çok gençsin diyebilirisiniz
Cahilsin diyebilirisiniz
Ama bildiğim bir şey var
Sizden genç olduğum halde
İsa bile asla
Bağışlamayacak yaptıklarınızı.

Bırakın size bir soru sorayım
Paranız o kadar değerli mi
Size af mı satın alacak
Öyle mi sanıyorsunuz
Anlayacaksınız elbet
Ölümün eşiğindeyken kazandığınız bütün paralar
Ruhunuzu asla geri satın
Alamayacak.

Ve umarım ölürsünüz
Ve ölümünüz yakındır
Puslu bir öğleden sonra
Tabutunuzun ardından
Gideceğim ve ölüm yatağınıza indirilirken
Seyredeceğim sizi
Ve mezarınızın başında
Duracağım
Öldüğünüzden emin olana dek.....


Kurt Cobain (Bir kaç anı)



# Birlikte çalıştıkları bateristlerden Chad Channing’in (Bleach’te davuldaydı) 100 kereden fazla taşındığı iddia ediliyor.

# Kurt’ün kolundaki “K” dövmesi, sanatçının favori plak şirketi K Records’u simgeliyor. K Records, Cobain’i derinden etkileyen Seattle’lı grup Beat Happening’in önadamı Calvin Johnson’a ait bağımsız bir kuruluş. Kurt, Shonnen Knife, The Vaselines (sıkı bi grup), Jad Fair ve hayranlık duyduğu daha birçok alternatif ismi K Records bünyesindeyken keşfetti.

# Sanatçının küçük bir çocuk olarak portresi: “Annem her gün saçlarımı tarar, şık ve temiz giysiler giydirirdi bana. Ve Beyaz Çöplüklerde takılmama izin vermezdi. Fakat ne yapalım ki, biz de Beyaz Çöplükten başka bir şey değildik. (Beyaz Çöplük, konum olarak A.B.D.’nin ortasında bulunan, orta sınıf Amerikalıların yaşadığı yerlere genel olarak verilen ad. Beyaz Çöplükte çok fazla çocuk yetişir; yazın karavanlarla yolculuk eder, Mc Donalds müdavimi olurlar.) Biraz snoptum, hatta bayağı. Kimseyle arkadaşlık etmezdim, çünkü budalalıklarına tahammül edemiyordum. Zaten onlarda benden pek hoşlanmıyorlardı. Fakat aynı zamanda kızlarla aram iyiydi, böylelikle isteğimde gruplarına kabul ediliyordum.”



# Delikanlılık yıllarında Kurt’un en büyük eğlencesi kamyonların üzerine sprey boyayla “Queer” (argoda homoseksüel) yazmaktı. Graffiti yapmak ayrıca Kurt’un ilk tutuklanma nedeniydi. Yıllar önce Aberdeen’de Krist Novoselic ve Buzz Osbourne ile bir bankanın duvarına “Homosexsual Sex Rules” yazan Kurt yakalandı ve 180$ kefaletle ve bir ay süreli gözetim şartıyla serbest bırakıldı.

# Kurt’un annesi Wendy O’Connor (Taylor) göre çocukken Kurt, yemek masasında “Boda” adlı hayali bir oyun arkadaşının oturduğunu düşünürmüş.

# Liseyi bitirdiğinde Kurt birçok sanat okulundan burs kazandıysa da, formların üstüne asit döküp geri yollayarak bütün teklifleri reddetti.

# Kurt’un annesi bir barda garson olarak çalışıyordu ve evleri olmadığı zamanlarda parkta yatıyorlardı.


# Kurt ve Courtney’in Los Angeles’taki evleri bir Budist Türbesi gibi döşenmiş, oyuncak bebekler ve dev bir plak koleksiyonuyla doldurulmuş bir çok küçük odadan ibaret. Cobain’lerin plak arşivi 60′ların pop’undan 90′ların seçmelerine kadar çok geniş bir yelpazeden oluşuyor.

# İlk albümleri “Bleach” yayınlanmadan önce Krist boyacı, Kurt ise bir dişçinin ofisinde odacı olarak çalışıyordu. Ve doktorun morfinlerini çalıyordu.

# Nirvana’nın Geffen Records ile anlaşmasının 750 bin $ civarında olduğu söylense de,gerçek rakam 250 bin$. Üstelik iki plak için. Nirvana’nın olağanüstü başarısı ve popülaritesi(!) sayesinde Kurt’un karısının grubu Hole bu rakamın iki katı bir meblaya imza atmış bulunuyor. Bu da işin ironik yanı.

# Kurt ile Courtney Hollywood’un Club Lingerie konser salonunda aynı sahneyi paylaştılar: Rock Against The Rape (Tecavüze Karşı Rock). First Strike Rape Prevention adlı kuruluşun düzenlediği konserde Kurt ile Courtney’den önce Concrete Blonde’un Johnette Napolitano’su akustik repertuarıyla, Exena Cervenka şiirleriyle ve 7-Year Bitch bir saatlik punk saldırısıyla, tecavüze öfkelerini kustular. Sahneye önce tek başına çıkan Courtney, distorsiyonlu elektrik gitarıyla iki yeni parçası (artık çook eskidi) ‘Doll Parts’ ve ‘Miss World’ü seslendirdi. Daha sonra “My husband, Yoko!”diyerek sahneye davet ettiği eşiyle ‘Pennyroyal Tea’nin şiddetli bir akustik versiyonunu çalan grunge prensi ve prensesi geceyi ‘Where did you sleep last night?’ı yorumlayarak kapattı.



Panter

Panter

O daimi parmaklıklardan öyle bıktı ki,

hiçbir şey barındıramıyordu bakışı.

Sanki binlerce parmaklık vardı.

Ve parmaklıkların ötesinde dünya yoktu.


Güçlü esnek adımların atılımıyla

küçücük çemberler çizmesi,

büyük bir istencin felçli gibi durduğu

merkezin etrafında kudret dansı gibiydi.


Yalnızca bazen gözbebeklerinin perdeleri

kalkardı sessizce. Gergin tutuk kaslar arasından

akan bir görüntü girerdi içeri,

dalardı yüreğine ve yiter giderdi.


Rainer Maria Rilke (1875-1927)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy




25 Ağustos 2011 Perşembe

Acının Kanatları


Dostoyevski'nin hayatını değiştiren olay neydi biliyor musunuz?
Kendi idam sahnesi...
Çar'ın baskı döneminde, arkadaşlarıyla bir sohbet grubu kurmuştu. Yakalandı. 28 yaşında idam isteğiyle yargılandı.
Mahkemenin sonucunu beklediği gece hücresinden alındı. Ölüm kararı yüzüne karşı okundu. Papaz günah çıkarttırdı. Gözleri kapalı olarak bir direğe bağlanıp, müfreze karşısına geçirildi.
"Ateş" emrini beklerken gerçek karar bildirildi kendisine...
Aslında mahkeme 8 yıl hapis vermiş, Çar bunu 4 yıla indirmişti; ama ona ders olsun diye böyle bir gösteri planlanmıştı.
Böylece "ölüm"le tanıştı; oysa bu sefil oyunda asıl keşfettiği şey, "yaşam"dı.
Stefan Zweig'a göre 4 yıl sonra yaralı parmaklarından zincirleri çıkardıkları zaman sağlığı bozulmuş, şöhreti uçup gitmişti, ama kırık dökük bedeninden her zamankinden daha parlak fışkıran tek bir şey vardı:
Yaşama sevinci...
Durumu en iyi anlatan cümle Nietzsche'nindir:
"Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar".

"Bilginin her türü ıstıraptan gelir. Sefahat, duraklamak ve geriye bakmamak eğilimindedir, oysa acı hep nedenleri sorar. İnsan ağrılarda incelir. Sürekli kurcalayan, törpüleyen acı, ruhun toprağını altüst eder. Yeni düşünce meyveleri için gerekli havalandırmayı sağlayan da bu altüst oluştur".


"İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman, ayrılmalarına yakın zamandır."

"Anlamından çok hayatı sevmeli... Anlam ancak o zaman anlaşılır hale gelir."

"İşin garip, şaşmaya değer yanı, Tanrının gerçekten var olması değil, böyle bir fikrin, Tanrı ihtiyacı fikrinin, insan gibi vahşi, zararlı yaratığın kafasında yer edebilmesi... Bu derece kutsal, duygulandırıcı, yüksek ve insana onur veren bir düşüncedir bu."

"Diyelim ki, derin bir acım var, karşımdakinin acımın ölçüsünü tam olarak öğrenmesi olanaksızdır. Çünkü o hiçbir zaman benliğime gitmez, sadece bir başkası olarak kalır."

"Zaman zaman insanın acımasızlığı 'vahşi' sözcüğüyle ifade edilir ama bu, vahşi hayvanlara yapılan korkunç bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman ustalık ve zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz."

"Demek ki, suçlu olan insanların kendileri; onlara cennet verildiği halde, özgürlük istemişler, mutsuz olacaklarını bildikleri halde gökten ateş çalmışlar."

"Ben, eden bulur karşılığı peşindeyim, bulamazsam kendimi yok etmem lazım. Hem bu karşılık ileride, sonsuzlukta değil, hemen burada, yeryüzünde olmalı; bunu gözlerimle görmeliyim."

"Başıboş kalınca hemen tapınacağı bir Tanrı bulmak insanın en büyük kaygısıdır. Bu zavallı yaratıkların tasası yalnız senin benim için tapınacağımız bir varlık bulmak değil, herkesin ve ille 'hep birlikte' imanla baş tacı edecekleri birini bulmaktır. İşte bu ortaklaşa tapınma ihtiyacı hem tek tek, hem toplu olarak bütün insanların ta ilk yüzyıllardan beri başlıca ıstırap konusu olmuştur. Toplu tapınma yüzünden birbirlerinin kanına girerlerdi. Kendilerine birtakım tanrılar icat ederler, birbirlerine, 'Tanrılarınızdan vazgeçin, bizimkileri kabul edin: yoksa sizi de, Tanrılarınızı da yok ederiz!' derlerdi. Bu, kıyamete kadar böyle sürüp gidecektir."

"Ne için yaşadığını kesin olarak bilmeden insan yaşamayı kabul etmez, hatta dünya nimetlerine boğulsa bile kendini yok etme yoluna gider."

"İnsan için vicdan özgürlüğü kadar çekici, ama o kadar da azap verici şey yoktur."

"Daha az değer verseydin, istekleri de daha az olurdu."

"Tanrıma isyan ettiğim yok. Sadece, dünyasını kabul etmiyorum."

"Bazı insanların düşmanlığı, dostluklarından daha yararlı oluyor."

"Yazık ki, gerçekler çoğu zaman ince bir zeka ürünü değildir."

"Falanca filancanın işlediği suçun değil, fakat bütün bunları kanıksamış olmamızın korkusunu duymak zorundayız."

Fyodor Dostoyevski - Karamazov Kardeşler



"Yazgının, olması gerekenin bilinci, onu yaşamında ilk kez yakalamıştı ve 'evet evet, yaşam bu' demekten başka ne gövdesiyle ne de beyniyle hiçbir şey yapamıyordu. Bu düşünce etine, kemiklerine girmiş ve beyninin en derin köşelerinde büyümüştü ve onu hiç bırakmayacaktı."

Doris Lessing - Platoda Gündoğumu (Siyah Madonna)

Malina

"Nerede başlıyordu faşizm?
Atılan ilk bombalarda, ya da üzerine yazılıp çizilen terörde değil... Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar..."

Ingeborg Bachmann (Malina)


21 Ağustos 2011 Pazar

BAYAN LAZARUS
İşte yine yaptım 
Her on yılda bir 
Böyle bir tane beceririm 
 
Bir tür ayaklı mucize, tenim 
Bir Nazi lamba siperliği kadar parlak, 
Sağ ayağım 
 
Tüy kadar hafif 
Yüzüm ifadesiz, incecik 
Yahudi kumaşından. 
 
Çözün kundağı 
Ah, sevgili düşmanım. 
Korkutuyor muyum? - 
 
Burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi? 
Acı nefesi 
Ertesi gün yok olacak. 
 
Yakında, çok yakında 
Vahim bir öldür gücü 
Evimde, etimde olacak 
 
Ve ben işte gülümseyen bir kadın. 
Daha sadece otuzunda. 
Ve kedi gibi dokuz canlıyım. 
 
Bu Üçüncü Sefer. 
Ne lüzumsuzluk 
On yılda bir imha. 
  
Bu ne çok iplik. 
Çekirdek yiyen kalabalık 
İtişir içeri görmek için 
 
Ellerimi ayaklarımı çözmelerini - 
Muhteşem soyunmalar. 
Baylar, bayanlar 
 
Bunlar ellerim benim, 
Bunlar dizlerim. 
Bir deri bir kemik olabilirim, farketmez, 
 
Ben de onlardandım, tek tip kadın işte 
İlk seferinde on yaşındaydım. 
Kazaydı. 
 
İkinci seferinde istedim 
Bitirip gitmeyi ve hiç daha dönmemeyi. 
Üstüstüme kapaklandım. 
 
Tıpkı bir midye gibi. 
Tekrar tekrar bağırmaları gerekti çağırmaları 
Ve üstümden ayıklamaları inci gibi parlak yapışkan 
Solucanları 
 
Ölmek 
Bir sanattır, herşey gibi. 
Özellikle iyi yaparım. 
 
Bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum. 
Bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum. 
Sanki gider gibi bir davete. 
 
Bunu yapmak çok kolay bir hücrede 
Ölmek ve kımıldamamak 
Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi 
 
Güneşli bir günde geri gel 
Aynı yere, aynı yüze, zalim 
Eğlenen çığrışlara: 
 
'Mucize!' 
İşte bu yere yıkar beni. 
Ama bir bedeli var. 
 
Yara izlerime bakmanın, bir bedeli var. 
Kalbimi dinlemenin ---- 
Hakikaten çalışıyor. 
 
Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var. 
Bir sözün, veya bir dokunuşun. 
Ya da biraz kanımı akıtmanın. 
 
Bir tutam saçımın veya elbisemden bir parçanın. 
Eee, Herr Doktor. 
Eee, Herr Düşman.
 
Sizin eserinizim ben, 
Paha biçilmez, 
Altın topu bebeğinizim 
 
Bir çığlığa eriyen 
Dönüyorum ve yanıyorum. 
Gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın. 
 
Kül, kül - 
Külü eşele bak. 
Etten kemikten eser yok----


Bir kalıp sabun 
Bir nişan yüzüğü 
Altın bir diş. 
  
Herr Tanrı, Herr Şeytan 
Savulun 
Savulun. 
 
Küllerin arasından 
Doğrulurum kızıl saçlarımla 
Ve çıtır çıtır adam yerim.

‘çünkü nerede olursam olayım – bir gemi güvertesinde, paris’te bir sokak kahvesinde ya da bangkok’da- hep aynı sırça fanusun altında kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.’ – SYLVIA PLATH (Sırça Fanus)

‘bedenimi tuzağa düşürmem gerekiyordu. yoksa beni elli yıl boyunca o ahmak kafesinde hiçbir anlamı olmayan yaşama mahkum edecekti..’ – SYLVIA PLATH (Sırça Fanus)



20 Ağustos 2011 Cumartesi

Serseri ve Kopukların Göğe Çıkışları

"Kalbimin ilk uyandığında fısıldadığı gibi dünya ummak demekti." (s.33)

"Usulca ve özenle gülümse. Bu sonu gelmez dışsallık senin kurtuluşun. Yaşamın tekir balığını bir deniz salyangozu gibi kap." (s.39)

"Ya iyi niyetinizin içine bir kibrit kutusu bile sığabiliyorsa?" (s.47)

"Günü bir yük gibi taşıyıp, gece üstlerinden atarak rahatlayanlar..." (s.48)

"Endişeyle eylem arasında kadınların yüzleri çöküyor. Sahte, yararsız, alçakça, aşktan yoksun giden her şeyi geride bırakarak çekip gidebilirler mi, o mantarlarıyla gizemli tarlalara...
Hakikat onlara yapışıyor, güzelliklerini kemiriyor.
Rahim hantal bir yük sanki. Kim böyle yaygaracı bir yükle düşe kalka tepeye çıkabilir ki?" (s.54)

"Yaşmakların altına mı gizlenmişler, ya da ev işlerinin deli gömleğini mi giymişler, ya da odalarda yalnızken yaralarına çekiç mi vuruyorlar?" (s.67)

"Olmak ve yapmak: asla buluşamayan iki paralel çizgi. (s.69)

"Mutlu bir geçmişin huzur veren anısı, kullanılmayan bir yolun kenarındaki yaban gülü gibi." (s.88)

"Ah o sessiz çığlığın acılı sesi!" (s.100)

"Bir dost, bir dostum olsaydı, düşlenemez bir şey olurdu. Kutsanmışlıkla karşılıklı çoğalmaya götüren, ben olmayan bir ben. Tıpkı Tanrı olan bir Tanrı'nın düşlenemezliği gibiç Düşleyebildiğim her şey benim." (s.103)

"Şimdi, dünyayı yalanlar döndürüyor diyorsun, koruyucu yastıklar insanların işlevlerini sürdürmelerini sağlıyor. Benim kendi koruyucu yastıklarım, ışığım, özlemlerim var." (s.103)

"O yerler, insanlar, şeyler, onlar yalnızca hoş durak yerleriydi. Yatıştırıcılar, serinleticiler." (s.110)

"Bu gülleri topladım çünkü iğrenç görünüyorlardı. Orada öylece durmuş, arıların kendilerini düzmelerini bekliyorlardı." (s.111)

"Mutluluk geometrik değildir, ama nereye bakarsanız bakın her yandan akar gelir." (s.112)

"Bazen bir ağaçtan hiç nedensiz bir acı hüzmesi iniyor." (s.112)

"Kendini kaçınılmaz bir tufanla mutlu etmek kınanacak bir simya mı?" (s.112)

Elizabeth Smart - Serseri ve Kopukların Göğe Çıkışları


19 Ağustos 2011 Cuma

Nasıl mısın İyi misin

"O açgözlü insanlara büyük bir kin duydum. Kazanç uğruna suları da, toprağı da öldüren sanayicilerden, işletmecilerden bir kere daha iğrendim. Sadece çiçeklerimizi, kuş seslerimizi almamışlardı bizden. Baba'nın güzelliğie benzer bütün güzellikleri alıp götürmüşlerdi. Açlık gövdelerimizi nasıl kemiriyorsa, çirkinlik de kafalarımızın içini öyle kemiriyordu."

Edita Morris - Mutlu Gün adlı öyküden (Can Yayınları)


16 Ağustos 2011 Salı


"Dövüş kulübünün ilk kuralı: Dövüş Kulübünden hiçkimseye bahsetmeyeceksin.
Dövüş kulübünün 2.kuralı:Dövüş Kulübünden hiçkimseye bahsetmeyeceksin."

"Eğer ne istediğini bilmezsen, bir bakarsın istemediğin bir sürü şeyin olmuş. "

"Dünyanın en korkunç işi tuvalet kağıdının geri dönüştürülmesi olsa gerek."

"Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaş duyacağım son kanepe. Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından, kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra aradığınız tabak takımı. Sonra hayallerinizdeki yatak. Perdeler. Halılar. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduklarınız artık sizin sahibiniz olur."

"Hiçbir zaman tamamlanmış olmayayım, ne olur. Hiçbir zaman halimden memnun olmayayım. Hiçbir zaman kusursuz olmayayım. Kurtar beni, Tyler, kusursuz ve tamamlanmış olmaktan."

"Tek dertleri ödedikleri para karşılığında etraflarında koşturup durduğunuzu görmektir."

"Bu senin yaşamın ve her geçen dakika sona eriyor."

"Yaşamı sevmemize ramak kalmıştı."

"Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar. Neden? Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için."

"Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız. Bizi bir gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandıran televizyon programlarıyla büyüdük, ama bunların hiçbirini olamayacağız. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz ve o yüzden çok ama çok kızgınız."

"Sahip oldukların,sonunda sana sahip olur."

Bizler eşşiz değiliz.
Süprüntü ya da pislik de değiliz.
Biz sadece biziz.
Biz sadece biziz ve hayatta başımıza gelenlerin bir nedeni yok.


Dinleyin Sürüngenler;

Sizler özel değilsiniz,
Sizler güzel yada eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz,
sizler işiniz değilsiniz,
sizler paranız kadar değilsiniz,
bindiğiniz araba değilsiniz,
kredi kartlarınızın limiti değilsiniz,
sizler iç çamaşırı değilsiniz,
Sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz..!
Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz.
Hepimiz aynı pisliğin lacivertleriyiz ...!



Chuck Palahniuk - Dövüş Kulübü

Aynı Anda Olur Bunlar... .



ne kadar çok asfalt dökülse de yollara
bir kız kötü yola düşer mutlaka
biri sevgilisini düşünür hayatın anlamı gibi

genelevde bir adam bir kadına
tüm cevap şıkları biraz da kendisiyken
“buraya nasıl düştün” diye sorar

meşhur ve yabancı mağazaları
kapıcı kızları süpürür geceleri
biri namusu kirlenmesin diye canını verir
gece morg bekçisi bir güzel düzer onu
böyle gelmiş böyle gider der biri
“haadii leenn” der bir diğeri
ama esas mekanizmaysa başka biri
birinin hayal gücü zengindir ama hiçtir
biri hayal kurmaya bile adam tutar zengindir

biri zayıf alır matematik dersinden
zayıf veren öğretmen ay sonunu hesaplar
biri boş vakitlerinde su sporları yapar
birinin dolu vakitlerinde evini su basar
kahvede televizyonda laleli yangını seyredilir
“yazık ulan bu nataşalara daha gençlermişde
daha çok düzülürlermiş” der gülerek biri

biri tam otuz yıl sonra çıkar hapisten
habire ev alır biri habire araba alır biri
bir martı ölür kimseye gazeteye ilan vermez
garsona asgari ücret kadar bahşiş verir biri
biri haberlere konu çıksın diye intihar eder
herkes benim gibi olsa dünya ne güzel olur der biri
birinin doğum günüdür şimdi birinin düğünü
biri ölmek üzeredir biri hamile kalırken

biri biri bile değildir tipten kaybeder o biri
biri hayat pahalı der günde yüz kişi ölürken

biri akşamdan kalmadır akşamın haberi yoktur
biri sevgilisine mektup yazar kompozisyon gibi
televizyona dalar biri yakar yemeği

biri birine çarpar iki hayat değil de iki yumurta sanki
trafiğe küfreder biri yolcunun bacaklarına bakarak

altı milyar insanın boku nereye gidiyor der biri
birinin taksidinin son günüdür onu düşünür

biri bir kavgayı ayırayım derken boşu boşuna ölür

eroin krizine girer biri çırpına çırpına yürür

biri köpeğini gezdirir biri bebeğini
köpek losyon kokarken bok götürür bebeği

biri memlekete sadece televizyonda üzülür
yeter ulan memleket de biraz bana üzülsün der biri

birinin bir dişi altındır kıçı gümüş kaplama
birinin teneke kadar değeri yoktur bit pazarında

bir türlü anlam veremez dünyanın döndüğüne biri
dünyayı döndüren enerji nerden gelir kim verir
nerde kalacak bu millet nerde bu devlet der bir diğeri

birinin evine hırsız girer birinin evine polis
biri çöpten ekmek ararken çöplerden heykel yapar biri

serçelerin nüfusu artıyor mu azalıyor mu
fantom niye ormanda on kaplan gücündedir
düzen mi düzülen mi asıl eşcinseldir
ne olacaktır bu fenerin hali allah aşkına
geyik sardıkça sarar kahvede çaylar tazelenir
sur dibinde atlar kesilir kedilerden kokoreç yapılır

hayat çok mantıklıdır insanlar güzeldir der biri
dünyayı hayatı bu hale uzaylılar sokuyormuş gibi
insan toprağa dönüşür topraktan çiçek biter
biri birine verir o çiçeği sevişir hayat sürer
biri ölürken biri dirilir biri ağlarken biri sevinir

biri geç kalırken biri erken gelir birine

biri severken biri ayrılır biri ah derken biri oh der
adları değişik olsa da hep aynı gün yaşanır
yoksulluk dünya da o kadar zengindir ki
açlık ingilizceden bile en birinci lisandır

biri bunları yazar başı göğe mi erer
biri bunları okur ya sever ya küfreder..



'ne bütün kadınlar güzel
ne de erkekler yakışıklı, uzun boylu, esmer
yalan söyler filmler'


"çocuğun elinde kağıt mendil
elbiseleri yırtık pırtık yüzü kirli
çocuğun ayakları çıplak

"yakışıklı abi ceylan gözlü abla"
diyerek satmaya çalışıyor mendilleri
çocuğun evi sokak.

siz mendil almadan da para veriyorsunuz
ve kaçar gibi uzaklasiyorsunuz
maksat vicdan havalandırmak

çocuğun kalbi kırık
o paraya kıyacak
gidip bally alacak
(kalbini mi yapıştıracak?!)"

metin üstündağ



15 Ağustos 2011 Pazartesi

Herşeye karşın herkes sevdiğini öldürür.
Kimi bunu sert bakışıyla yapar,
kimi de yüze gülen bir sözcükle,
korkak kişi bunu bir öpücükle,
cesur adam ise bir kılıçla

Oscar Wilde

14 Ağustos 2011 Pazar

Aşk İnsanı Komik Yapar

"Aşkına sadece saygı gösterilmesini istiyordu.
Sevgilisi ise onu görünce göğüs düğmelerini ilikliyordu."

"Seviyorum seni o halde varım, dedi sevgilisine.
Sevgilisi, Sevmiyorum seni o halde yokum, dedi.
Aşık olan sadece kendi varlığıyla sap gibi ortada kalmıştı."

"Aşkın hayatımı yamulttuç Fazla sıkılmış çamaşıra döndüm."

"Aşk insanın kendini sevgilide kaybetmesidir.
Acaba insan kendinde olsa, yine de aşık olabilir mi?"

"Aşkı için çoğu insan ölüme koşuyor. Acaba aşkı ile yaşamak daha mı zor?"

Konuya İlişkin Atasözleri

-Aşk ülkesini kanunsuz idare eder (İtalyan atasözü)
=Tıpkı İtalyan usulü mafya gibi.

-Aşkın tokadı üzüm gibi tatlıdır (Mısır atasözü)
=Ancak bir namus cinayetine kurban gitmezsen.

-Aşk gecede dolaşır (Yunan atasözü)
=Aşk da karanlık işlerdendir.

Karşılıksız Aşk

"Karşılıksız aşk, asırlarca konuşma isteği duymak
ancak bunun bir monolog olduğunu fark etmektir."

"Karşılıksız aşk, bir uçuruma gül atıp yankısını duymamaktır."

"Karşılıksız aşk bir dağa küsmek ya da bir dağı sevmek gibidir.
Ama dağların bile yankısı vardır."

Beni Hiç Anlamadın

"Beni hiç anlamadın. Ama artık anlamana fırsat vermeyeceğim.
Şans ona kucak açanlar için vardır."

"Beni hiç anlamadın. Ben de acı çeke çeke güçlü oldum.
Artık anlamanı beklemiyorum."

"Beni hiç anlamadın. Sadece gülümsedin.
Tıpkı politikadaki gibi, içten değil hiçten bir gülümseme."

Aşk En çok Şairleri Vurur ya da Kime Vurursa Şair Olur

-Cemal Süreyya, "Daha nen olayım isterdin? Onursuzunum senin!" diyor.
İşin trajik yanı onur gittiği halde aşk gelmiyor.
-Abdurrahim Karakoç, "Başımdan bir karasevda döküldü", diyor.
Evlendikten sonra kovadaki kesinlikle bulaşık suyuna döner.


Aşk İnsanı Komik Yapar, Can Güneş.