6 Nisan 2012 Cuma

Down By Law


Eğer bakışlar öldürebiliyorsa,
ben şu anda öldüm demektir.


Ben çığlık atıyorum,
sen çığlık atıyorsun,
hepimiz çıldırmak için
çığlık atıyoruz.

  


Tom Waits

Farklılaşmaya Çalışırken Aynılaşmak


ama herkes ki kendisi olsun
sonra herkes kendisi olsun
bir gün herkes kendisi olsun
edip cansever

‎Güvenme ona; sana sırtını dönse de, çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü sana bakmaktadır. 
Gözlerini kapatsa da güvenme ona; çünkü yine sana bakmaktadır.

Maldoror 2. Şarkı

Görkemli Kaybedenler - Leonard Cohen


Değişiyorum.
Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.


Tek bir heceyi bile atlamadı ve mırıldandığı sözcükleri sevdi çünkü söyledikçe çıkardığı seslerin değiştirğini ve her değişimin bir geridönüş ve her geridönüşün de bir değişim olduğunu gördü.



Değişiyorum.
Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Değişiyorum.

Aynıyım.

Bu bir maskeler dansıydı ve her maske mükemmeldi çünkü her maske gerçek bir yüz ve her yüz gerçek bir maskeydi ve böylece yalnızca bir maske ve tek bir gerçek yüzün olduğu danstan ötede ne maske ne yüz kalıyordu ve bu, tekrar tekrar, kendi kendine değişen isimsiz bir şeydi. Sabah olduğunda, şarkı söyleyenler kabuktan yapılma çalgılarını daha yavaş sallamaya başladılar. Şafak sökerken giysiler toplanmaya başladı. Aşıklar fabrikasında gece vardiyası bitmişti; kolları birbirlerinin beline ve omzuna sarılmış aşıklar, puslu yeşil bir sabaha doğru çıkarken, dizlerinin üzerine çökmüş yaşlı adam imanını ve tedavisinin tamamlandığını ilan ediyordu. Catherine de onların arasında yatmıştı ve kimse fark etmeden, yine onlarla beraber çıktı.


görkemli kaybedenler - leonard cohen

Karşıt çıkarcılık



"hepimiz çalışmayacak duruma gelmek için çalışıyorduk ama biri çalışmayacak olursa kızıyorduk ona."









cesare pavese
yalnız kadınlar arasında

Albert Camus / Yaz


 Yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır?

Yumuşacıklığı uzayan kimi geceler, evet, onların bizden sonra da karaya ve denize geleceklerini bilmek ölmeyi kolaylaştırır. Her zaman sürülmüş, her zaman el değmemiş, büyük deniz, geceyle dinim! Bizi yıkar, verimsiz izlerinde doyurur, bizi kurtarır ve ayakta tutar. Her dalgada, bir vaat, hep aynı. Dalga ne söyler? Yerimi kimseler bilmeden, soğuk dağlar arasında, yakınlarımca yadsınmış, gücümün sonuna gelmiş durumda ölmem gerekseydi, deniz son anda, hücremi doldurur, beni kendi kendimin üstünde tutar, kinsiz ölmeme yardım ederdi.

Gece yarısı kıyıda yalnız başımayım. Biraz daha bekleyip gideceğim. Göğün kendisi de kazaya uğramış, tüm yıldızlarıyla birlikte, şu saatte, tüm dünyada, ateşler içinde, limanların karanlık sularını aydınlatan şu şilepler gibi. Uzam ve sessizlik yüreğin üstüne tüm ağırlığıyla çöküyor. Birden bastıran bir aşk, bir büyük yapıt, belirleyici bir edim, dönüştüren bir düşünce, kimi anlarda aynı katlanılmaz sıkıntıyı verir, karşı konulmaz bir çekimle bilikte. Güzelim var olma bunalımı, adını bilmediğimiz bir tehlikenin çok hoş bir yakınlığı,
yaşamak, o zaman, kendi yıkımımıza koşmak mıdır? Yeniden, durup dinlenmeden, yıkımımıza koşalım.

Hep açık denizde, tehlike içinde, krallara yaraşır bir mutluluğun göbeğinde yaşıyormuşum gibi gelmiştir bana.

-1953-

Albert Camus
/ Yaz




Boşa Hayal Kurmak


Yine camın anlaşılmaz gerçekliğine çarpan sineğin hikayesi söz konusu sanki.

Yazmak mutsuzluktur

"Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz.
bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan
ve bana bu yeryüzünü cehennem eden
bu yazmak eyleminden kurtulduğum,
mutlu olduğum bir tek şey var: resim yapmak."


İlhan Berk

Frida Kahlo

"Ağrımı boğmak için içtim; ama lanet olası ağrım yüzmeyi öğrendi..."  
Frida Kahlo

Freud

Burada, rüyaların alanında, evindesin.
Freud

5 Nisan 2012 Perşembe

Dostoyevski, "Delikanlı"

"Fotoğrafın sahibine benzediği çok seyrek görülen bir şeydir. Orijinalin kendisine, yani her birimizin kendimize benzediğimiz anlar seyrektir. İnsanın yüzü çok seyrek olarak en önemli olanı, kişinin en karakteristik özelliğini açığa vurur."


Dostoyevski, "Delikanlı"

bakınız

Hepimiz Soytarıyız - Cioran

HEPİMİZ SOYTARIYIZ: sorunlarımızdan sonra da hayatta kalırız.

E. M. Cioran / Burukluk

Albert Camus - Mutlu Ölüm

Sevişmeden sonra, gövdenin kendini bıraktığı, dinginliğe erdiği, yüreğin uyukladığı o anda, yalnızca değerli bir köpeğe duyulan yumuşak bir sevecenlikle, mersault ona gülümseyerek "merhaba görüntü" derdi.


mutlu ölüm / albert camus

Oğuz Atay - Eylembilim

Bir insan özellikle benim gibi bir insan ne zaman yazmaya başlar? Daha doğrusu, ne zaman onun için yaşadıkları, hissettikleri, düşündükleri artık ifade etmekten kaçınamayacağı bir yoğunluğa ulaşır? Bilmiyorum, insan kendisi için böyle bir durumda olduğunu söyleyebilir mi? Bilmiyorum. Büyük bir acı, belki bir aşk, belki de çok başka bir sarsıntı sonucu insan kendini önemli bir kararın öncesinde; belirsiz de olsa, yaklaşan bir değişimin huzursuzluğu içinde bulabilir. Korkulu bir bekleyiştir bu: insan bu bilinmeyen sarsıntının yaklaştığını hissedince bir süre ne yapacağını bilemez. Sonra bütün gücüyle, belki de daha önce hiç hayalinden geçirmediği girişimlere atılır -daha doğrusu kendini daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylemin içinde bulur.

Bir eylemin içinde bulur... daha önce düşünmeye bile cesaret edemeyeceği bir eylem... bir eylemin içinde nasıl bulur insan kendini? Hayalinden bile geçirmediği bir eylemin içinde bulur mu kendini insan? Hayır böyle bir şey olamaz. Hiç olmazsa daha önce tasarladığı, ya da hayal gücünü aşmayan bir durumda insan akıl ve ruh gücünü koruyabilir. İnsan... insan... kim bu insan?


Oğuz Atay
Eylembilim

2 Nisan 2012 Pazartesi

Televizyonla Yetişmek - Hasan H. Taylan

Televizyon Etkileri

Bir çok hanede artık birden çok televizyon bulunmaktadır. 2009 yılında yayınlanan Radyo ve Televizyon Kurulu’nun Televizyon İzleme Eğitimleri -2 raporuna göre, Türkiye’de evinde en az 1 televizyon bulunduran hane sayısı yüzde 54, 2 adet TV bulunduran hane oranı yüzde 36 ve 3 ve üzerinde TV bulunduran hane sayısı oranı ise yüzde 9 olarak bulgulanmıştır.

Televizyon sabahtan geceye kadar açık duran bir aygıt olduğuna göre televizyonla doğup büyüyen çocukların televizyonun dünyasının değerlerini, davranış örüntülerini algılamamaları olanaksız olduğu gibi, o pencereden esen rüzgara kapılmamaları da mümkün görünmemektedir
Televizyon ve Şiddet İlişkisi Sorunu

Televizyon izlemek ve saldırganlık/şiddet ilişkisi üzerinde yapılan araştırmalar; şiddet görüntülerinin doğrudan davranışta şiddete yol açtığını söylememektedir. Televizyon, toplumsal öğrenme araçlarından yalnızca bir tanesidir. Öğrenilen bilginin eyleme geçirilmesi için uygun ve ödüllendirici koşullarının varlığı gerekmektedir.

2 yaşından 18 yaşına gelene kadar gençlerin yaklaşık 16 yıl ortalama en az 3 saat televizyon seyrettiği düşünüldüğünde, neredeyse 17.000 saat televizyon izlemektedirler. Nu sere zarfında da binlerce kez şiddet sahnesine maruz kalmış bulunmaktadırlar. Morgan’a göre çocuk ya da gençler, bir yıl içinde televizyonda yaklaşık 10.000 şiddet eylemi görmekte; yüksek okul mezunu olana kadar bir genç, yaklaşık 40.000 cinayet/adam öldürme olayına tanık olmaktadır.

Türkiye’de, televizyonda çocukların en çok seyrettikleri saatlerde gösterilen filmlerdeki şiddet düzeyini araştıran bir çalışmada, beş özel televizyon kanalında, hafta içi 16.00-21.30 ve hafta sonu 09.00-21.30 saatleri arasında yayınlanan 80 filmden, toplam 5 bin 600 saniyenin izlenmesi sonucunda, bu filmlerdeki şiddet oranının yüzde 33.1 olduğu,toplam sürenin yüzde 13.8’ini fiziksel şiddetin (vurma, yaralama, öldürme), yüzde 10.9’unu sözel şiddetin, yüzde 8.4’ünü ise psikolojik şiddetin oluşturduğunu belirlenmiştir.(Ömer Özer, Yetiştirme Kuramı: Televizyonun Kültürel işlevlerinin İncelenmesi, 2005)

Televizyon Şiddetinin Etkileri

  1. medyadaki şiddet tasvirlerine maruz kalmak, izleyicilerde şartlı refleksin yitimi aracılığıyla saldırganlığa yol açabilir.
  2. medyadaki şiddete maruz kalmak ani korkuya neden olabilir.
  3. medyadaki şiddete maruz kalmak, duyarsızlaşmaya yol açabilir.
  4. medya şiddetine maruz kalma ile kişinin yaşamındaki saldırganlık ilişkilidir.
  5. medya şiddeti ile toplumdaki şiddeti artırması bağlamında toplumdaki şiddet arasında ilişki vardır.
  6. uzun süre çok fazla şiddet gösterimine maruz kalan kişiler, kendilerini kurban olarak görme olasılıklarını abartırlar.
  7. uzun süre çok fazla şiddet gösterilerine maruz kalan kişiler, şiddeti daha fazla kabullenirler/kanıksarlar.
  8. televizyon şiddetine maruz kalmak, izleyicileri daha saldırgan ya da daha şiddetli davranmasına neden olur.
  9. televizyon şiddetine maruz kalmak, izleticilerine şiddete karşı duyarsızlaşmasına neden olur.


Televizyonun toplumsal – Kültürel Rolü

Televizyon programlarında saat başı beş şiddet eylemi ve bütün televizyon programlarının yüzde 70’inde şiddet vardır. Daha da şaşırtıcı olanıysa, çocuk programlarında saat başı 20 şiddet eylemi mevcuttur.





31 Mart 2012 Cumartesi

YEVGENI YEVTUŞENKO - NÂZIM'IN YÜREĞİ


Usanınca gerçeklerin yalanından,
kaygan, yüzsüz baskıdan,
tunç Nâzım'ı anımsarım
ve sesini
      biraz hançerimsi :
             "Merhaba kardaşım...
      Ne o, neden yüzün asık öyle
             Boş ver!
      Yoksa şiir mi takıldı bir yerde?
             Gel, birlikte bitirelim.
      Paran mı yok?
             Bakarız bir çaresine, dert değil.
Kız mı?
             Aldırma bulunur..."
Oysa asıl kendisinde var bir şey,
                     içini kemiren
                  yüz çizgilerinden dehşetle akan :
             "Hepsi iyi de,
                 şu yürek ağrısı...
             Adam sen de
                 ağrıyadursun, yaşıyoruz ya..."
Kimisi için şiir bir roldür,
Kimisine bir dükkân,
                         kazançtır.
Onun içinse ağrıdır şiir,
                         rol değil.
Nâzım'ın yüreği de ağrıdı durdu işte.
Üzerine titreyen doktoru bir gün,
hani pek de güvenemiyerek,
tenbih etmişti bana :
            "Bakın" demişti,
            "Keskin konulardan kaçının ki
            ağrımasın Nâzım'ın yüreği..."
Hey gidi doktor...
       Hastanız gitti.
Yaramadı çabalarınız.
Yüreğiyse onun
       gizli gizli çarparak
       sürdürdü ağrısını
             ölümünden sonra da.
İçimdeki acı için ağrıyor,
Türkler için, Ruslar için ağrıyor,
kendisi gibi mapusta özgür olanlar için
özgürlükte mapus gibiler için
            ağrıyor.
Hapisane acılarıyla yanan o yürek
                 - ölümden sonra bile -
                    dinlemiyor doktorları,
korkak olduğumuz zaman
                   ağrıyor.
neme gerek dersek
                    ağrıyor.
onun gibi açık yürekle :
                    "Merhaba kardaşım..."
                    diyemezsek ağrıyor...
Varsın ağrısın
       hepsi için yüreklerimiz,
       tek ağrımasın Nâzım'ın yüreği.
 YEVGENI YEVTUŞENKO

YEVGENI YEVTUŞENKO - GENÇLERE YALAN SÖYLEMEK YANLIŞTIR

GENÇLERE YALAN SÖYLEMEK YANLIŞTIR

Gençlere yalan söylemek yanlıştır
Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır.
Tanrı’nın gökyüzünde oturduğunu ve yeryüzünde
işlerin yolunda gittiğini söylemek yanlıştır.
Gençler anlar ne demek istediğiniz. Gençler halktır.
Güçlüklerin sayısız olduğunu söyleyin onlara,
yalnız gelecek günleri değil, bırakın da
yaşadıkları günleri de açıkça görsünler.
Engeller vardır deyin, kötülükler vardır.
Varsa var, ne yapalım. Mutlu olamazlar ki
değerini bilmeyenler mutluluğun.
Rastladığınız kusurları bağışlamayın,
tekrarlanırlar sonra, çoğalırlar,
ve ilerde çocuklarımız, öğrencilerimiz
bağışladık diye o kusurları, bizi bağışlamazlar.

YEVGENI YEVTUŞENKO

YEVGENI YEVTUŞENKO - ÖNDEYİŞ


ÖNDEYİŞ

Bambaşka bir insanım ben,
hem çalışkan
hem tembelim,
bir amacım var ama amaçsızım yine de!
Elim her işe yatmaz öyle,
beceriksizim,
utangacım, kabayım,
hem kötüyüm
hem iyiyim.
Kutuplar birleşir içimde
Doğu’dan Batı’ya kadar,
kıskançlıktan sevince kadar.
Bilirim, böylesi sevilmez insanım,
ama asıl değerli olan
bana kalırsa kutuplardır!
Saman yüklü bir kamyon gibi
yüklüyüm ben de.
Sesler arasında uçarım,
dallar arasında uçarım,
gözlerim kelebeklerle dolu,
samanlar taşar her yanımdan.
Bütün canlıları selamlarım!
Tutkuluyum, ateşliyim, coşkunum!
Sınırlar dikilmiş önüme;
bilmiyorum Buenos Aires’i, New York’u
bilmek isterim;
Londra sokaklarında gezmek
ve kırık dökük İngilizcemle
canım kimi çekerse
onunla konuşmak isterim.
Çocuklar gibi asılıp bir tramvaya
dolaşmak isterim sabahları Paris’te.
Sanatın da, benim gibi,
çeşitli yanları olsun isterim;
yorsa da beni sanat,
canımı çıkarsa da,
kuşatılmış olmak isterim sanatla.
Her şeyde kendimi görürüm biraz;
yakınlık duyarım Yesenin’e,
Walt Whitman’a,
Bütün çalgıları avucunda tutan
Moussorgski’ye,
Ve el değmemiş çizgisini götüren Gauguin’e.
Kayak yapmayı severim kış gelince,
uykusuz gecelerde şiir yazarım;
sevmediklerimle alay etmeyi
ve tutup bir kadıncağızı
derenin bir kıyısındaa öteki kıyısına
geçirmeyi
severim.
Kitaplara dalarım, çalı çırpı taşırım;
umutsuzluğa kaptırırım kendimi bazen,
ne istediğimi bilmez olurum.
Ağustos’un kavurucu sıcağında
buz gibi bir karpuz dilimini
kemirmek hoşuma gider.
Ölüm aklıma bile gelmez,
şarkı söylerim, içki içerim,
kollarımı açıp çimenlere uzanırım,
bu koskoca dünyada bir gün ölürsem
dünyanın en mutlusu olarak öleceğim. (1957)

YEVGENI YEVTUŞENKO

Kar Musikileri

 
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu

Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı
Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı

Bir Erganun ahengi yayılmakta derinden
Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden…

Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta
Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta…

Birden bire mesudum işitmek hevesiyle
Gönlüm doldu İstanbul’un en özlü sesiyle.

Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık
Uykumda bütün bir gece körfezdeyim artık.

Yahya Kemal Beyatlı
Tanburi Cemil Bey

28 Mart 2012 Çarşamba

Nazım Hikmet İçin - Louis Aragon


hayır, olmaz, yazamam, rica ederim, şimdi olmaz.. bırakın benim için bütünüyle ölsün, yoksa daha önce, hapishanenin, hastalığın, yaşlanmanın etkileyemediği bu altmışlık delikanlı, bu sarışın boğa taptaze içimde yaşadığı sürece yazamam.. şimdi olmaz.. daha sonra.. söz veriyorum, yazacağım, hem de bu dergide, daha başka bir konuda: ölümünden değil, yaşamından söz edeceğim.. paskalyanın yedinci günü, cumartesi sabahı dinlenmeye giderken aldığım ‘znamia’ gergisinin son sayısını da götürmüştüm yanımda, dergide ‘nazım’ın ‘yaşamak güzel şey be kardeşim’ adlı romanının son bölümü vardı.. yortu boyunca herkes onun değil, ‘papa xxııı. jean’ın ölümünü bekliyordu.. her saat, radyoların başında.. ve pazartesi sabahı papa hâlâ yaşıyordu.. ‘nazım’a gelince, hiçbir şey bizi uyarmamıştı, can çekişmedi, bir merdiveni çıkarken, ayakta, ansızın göçüverdi.. yaşarken öldü.. bir ağaç gibi devrildi.. bırakın da benim için gerçekten ölsün.. o zaman yazarım derginize, uzun uzun, benim için, başkaları için ne anlam taşıdığını yazarım, belki gelecek ay, yaza kadar, temmuza kadar izin verin bana, o’na pek yakışan temmuza kadar izin verin.. bundan on sekiz yıl önce hapishanede, büyük türk gizemcisi ‘mevlânâ celaleddin’ ya da iranlı ‘ömer hayyam’ gibi yazdığı şu dörtlüğün bir falcılık olmaktan çıktığını anlayacak kadar zaman bırakın bana :

‘paydos..’ – diyecek bize bir gün tabiat anamız,-
gülmek, ağlamak bitti çocuğum…
ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak:
görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat…’

yortunun pazartesi günü, sabah, onun düşmesinden topu topu bir iki saat sonra, bir telefon.. ‘nazım..’ ey ölüm, ne de hızlı gidiyorsun günümüzde! iki saat bile geçmeden, bütün avrupa’yı geçmiş, beni aramışsın.. ‘yveslineler’de bulmuş, yüreğime işlemiştin, telefonla gelen, görülmeyen, düşünülmeyen, henüz bir sözcükten, bir adıldan başka şey olmayan ölüm, ve ben hayır diyorum, ‘nazım’ olamaz.. evet.. o.. ‘nazım’… başkası değil, ta kendisi.. bütün insanlar gibi, o da.. ve şiirindeki bir çocuğu anımsadım:

‘recep, damdan düşer gibi karıştı söze:
harbe girdiğin zaman, bir gavur öldürüp
bir yudum içersen kanını
korkun kalmazmış..’

ben onun kanından bir damla bile içmeyeceğim.. konuşmayan.. uçsuz bucaksız hayat.. ‘nazım’, senden bana ilk kez 1934’te söz ettiler, sen hapisteydin, o zaman bir şeyler yazabildim.. dostluğumuz otuz yıl bile sürmeyecekti.. ne de az, otuz yıl.. 1950’de bizler, türk halkı ve dünyanın dört bir yanındaki ozanlar seni hapisten kurtardığımız zaman, bir on dört temmuz günü, dosdoğru yaşamın içine daldın.. ama bu yıl, sabırsızlığından, temmuzu bekleyemedin.. demir parmaklık dışında on üç yıl, ya da ona yakın bir şey, kırk sekizinden altmış birine dek, güzel bir yaşam.. on üç yıl, hatırı sayılır bir şey.. hapishane dışında öldün, bu da bir şey.. ama öldün.. bu düşünceye alıştıracağız kendimizi.. ‘insan manzaraları’nı sensiz kafamızda canlandırmaya çalışacağız… senin deyişinle, manzarayı, ‘şu uçsuz bucaksız hayat’ı ağacın biri olmadan tasarlamaya uğraşacağız.. (6 haziran 1963..)

LOUIS ARAGON..

‘BİR SÜREKLİ İLKBAHAR..’ , LOUIS ARAGON, Çeviri: BERTAN ONARAN, PAYEL Yayınları, Mart 1999, 112 Sayfa..

24 Mart 2012 Cumartesi

Cem Karaca - Gazel

 
Nazım Hikmet İçin

Orda bir mezar var uzakta
O mezar da bir  can yatar
Hasretten kefen bürünmüş
Mısralardan bir can yatar

Orda bir mezar var uzakta
Gözleri maviymiş derler
Kalemi kanına banmış
Öyle yazmış bir can yatar

Ah olaydık olaydık
Dallı budaklı olaydık
Başucunda istediğin
O ağaç biz olaydık


İlkin İlk İlkliği

XI

Yapayalnızım
Yapayalnızsın
Yapayalnız zaten herkes
Peki niye? Deme…
Değil mi ki suretiyiz
Dünyada tanrının
Tanrı da yalnız
Ben de
Sen de
Yalnız doğarken
İki canız
Kendimiz ve anamız
Varsa eğer ikimiz üçümüz altımız
Ölürken yalnız bırakır anamız
Peki niye? Deme…
Değil mi suretiyiz
Dünyada tanrının
Tanrı da yalnız
Sen de
Ben de